Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Dinle! ... İnliyor dindiremeye çalıştığımız ses. Çevirip yönümüzü ona doğru bakınca; mahzundur. Yıllanmış sükûnet içerlemekte. Ve bak! acemi duruşuyla, usta gözyaşı döküyor ses. Hiç böyle hüzünlenmemişti bilirim. Kendisiyle kaldı kalalı efkârlanmakta ve sürekli yakınmakta dostluktan yana. Hani bir dokunur diye lisanımız, hani bir sımsıkı sarılırız diye. Sessizliğin kralı, tahtından kalktı, endişedeyim. Bir gece daha kucağımıza düştü düşecek kahrıyla. Yıldızlar ellerimize dökülecek. Seni bildiğimden beridir, dostluğu tanıdı arayışlarımdaki hasret. Ya beni bulamıyordum bir zamanlar, yada her bulamayışımda seni kaybediyordum. Gönüllere dostluğun sokaklarını çizmekten, avare desem yeridir şaşkınlığıma. Hayal kırıklığı yaşıyordum ve buluşma, erteleniyordu bir daha ki sefere. Mücadeleye girişmiştim çocukluğumun gülüşü yüzümde dururken daha. Şefkatle okşanmış başımda, hayatın elleri vardı, okşuyor mu belli değildi. Acımış mıydı önceleri minik hâlime, ona karşı duramayacağımı bildiği için mi tanıştırmadı ilkin kendini hayat? Kavgalar sundu onunla uğraşınca, irdeledikçe ortaya koydu sert yanını. Halbuki akışına bırakabilirdim, rüzgârda sürüklenen bir uğultu olabilirdim boşverip herşeyi. Kendimden bihaber ve seni umursamayabilirdim. Madem bunları söyleyebiliyordum, bu saydıklarım gibi olsaydım eğer, o zamanda; "böyle beyhude salınmak yerine, aslıma yönelip insancıl olabilirdim" demeyi, kaçınılmaz şart edinirdim. Ve edineceğim 'kesin' niteliğinde nice şartlar vardı. Sen vardın. Kafamı kaldırdığımda afallatmıştı hayat ve sonra sırıtmıştı, duramadım. Kavgalardan "hani" diye beklentilerle boğuşmuştum. Laflar etmeye yeltenmiştim büyükçe, sitem buketleri hazırlamıştım zakkumlardan... Hani? elimden tutacak kim? Zindanlarında savrulurken dağınık kaldırımların, hani rotamın ibresi? Söylemlerini bana düzenleceyecek yankı, ne taraftan yükseliyor? Bezginleştiren karanlık, ürpertiyor hedefe ayarlı kandilimi. Nerede oklarını üstüme yağdıran süvarilerin asaletlerini çürütecek adam, hangisi? Dövüştükçe geri dönen mızrak acıtıyordu onurumu. Hani çömelmiş dizlerimi dikletebilecek ve avutmayıpta güçlendirmeye çalışmakta ısrarlı kişi? Seslendiğimde yanımda olacaktı, iyi ama hani? Bükülen belimde birikmiş dertler, ölüme sürtüyorken beni, sıcacık bir nefes var mı? Cevapsız kalan soruların âhı, kimi yakalayacak? İnsan; "hani" demeyi öğrenmezmiş anladım, insan; "hani" demeye başlarmış kayıtlı miçazlardan. Yürekte sancı arttıkça, karamsarlık gıcırtısı tırmaladıkça kulaklarımı, kapanıyordu önümde kapılar, destekliyordum bende arkasından. Göremez oluyordum "hani" dedikçe kendimi, başkalarını. Hep 'kendini arayan adam'dan yana çıkamaz hale geliyordu benliğim. Nasıl ben var isem, beni de böyle çağıran mutlaka vardır birileri. Bekledikçe beklendim. Yitirdiklerim önüme yığılmıştı ama ayakta duruyordum. Eksilerin zıttı; artıları müjdeliyordu, ne yapacağımı kessitirebiliyordum. Sonuçlardan birisinin 'sen' çıkacağını ümit etmek canlandırıyordu hayata bağlılığımı. İnci ne kadar kıymetliyse; riskleride o derece, ona ulaşmak isteyenin sınayacaktır lâyıklığını. Çok yorulacaktım ki sana kavuşabileydim. Gençliğimin ilk nabzıyla koyulmuştum ayrılığı acı gelecek insanın izine, farkında değildim üstelik arayışımdan. Sığınacak efsunlu gönül sancağına bakınıyordum heyecanla. Sevgi; yanında acıyı da getirecekti biliyordum. Bende de doğruluğunu kanıtlayacaktı şu söz: "herkesin acısı; sevgisi kadar", razı geldim gerisine. Varlığımın anlamdılıracağı derecede yontup kendimi, iyilikleri baştan edinerek çıkmışımdır zaten yola. Kuşatıvermişti hınca bezenen depremler etrafımı. İstediğim kişi gibi olmalıydım, umduğum kadar iyi. İşte o zaman çözülüverirdi düğümlenmiş kişilik, iflas ederdi de anlaşılmazlık olgusu kazınırdı kökünden. Gürültülerin ezikliğinden kurtulup, dikilince hayata; kaygılarım sıyrılıp kayboldu benden ve karşılaştım aradıklarımla. Ben 'o' olabilecektim çekinmeden ve tereddüt etmeden, o; geri çevirmeyecekti kapısından. Güvensizlik bizden ıraklığı tadacak, yapmacık duygular yüzünü asıp pes edecekti samimiyetimizin ona uğramayışından. Ağlarken, titreyerek süzülen damlalar; bizde tebessüm edecekti 'dostun incinmiş olabileceği' tahmin edildiğinde. Tebessüm edecekti çünkü; dosta akıtılan damlalar besleyip büyütecekti sevdayı. Korkunç gelecekti kalp kırıklığı, bunun olasılığı dahi rahatsız edecek zihinleri. Sesinin buruklaştığı duyulduğunda; can gidecek, can yürüyecekti ruhuna. Yürüyecekti ki ruha inip, üzen her neyse düzeltebilecek. Tatlı kelimeler söylenecekti karşılıklı, fırtınalar esecek. Tanımlanamayan duygular filizlenecekti ve sadâkat; dağların yamaçlarına yayacak hoşnutluğunun kokusunu. Sonunda sensizliğim koşarak seni buldu. II Güllerin ipeksi dokularından, maveralar saçıldı, rânâlara bulandı ummanlar. Bahar; saçaklarını saldı derinliklerimize. Ölümü hissetmek; "dost" sözcüğünün sıcaklığını çoğaltı soğukluğuyla. Kıskanıldı da ses edilemedi. Görüyorduk ki mukaddes bağlılığa kenetlenmiştik. Değişmez ki değerlerimiz. Korkaklaştı yaklaşmaya kötülük. Seninle mevsimlerimin soluğu değişti: Çiçekler; sonbaharda, kendisini yetiştiren toprakla bütünleşti. Ağaçlar; kışın ak yaprakları için, soyundu kar tanelerine yüzleri kızararak. Toprak neşelendi, kar taneleri, hafiften şımarıverdi kondukları fedakâr dalların üzerinde. Yağmur; ahenkliğini cömertçe, yudumlandığı her varlığın zerrelerinde gezindirdi. Sen; masmavi coşuyorsun, ben; beyazlar sinmiş üzerime, sana doğru uçuyoum. Günbatımı... Kızılca parlak gölge, tenine sarkmış güneşten. Resmim yansıyor ve bir martı görüyorum denizde. Berraklığın kamaştırınca bin bir edayla sesimi; sen namelerimle ritim tutuyorsun, bende senin su serpişlerinden sırılsıklam oluyorum. Sonu, bir şekilde ölüm yada ayrılık olan hikâyeler ve bitiş kısatınsa acı haberi veren şiirler; daraltıyor boğazımı ve hâlâ geride kalan sağların kederi boğuyor da, senaryonun son perdesini hiddetle tekrar açıp, kurtarmak çabası bürüyor yüreğimi. Sızlatır iyice yaraları uzun sürecek ayrılıklar. Korkularımın başıma gelmesi ihtimali ürkütür beni. Sanki aklımdan geçirsem senden ayrı olmayı, mesafeler ayağıma dolanır, zannederim ki sevda türkülerindeki yakınlık, gırtlağıma takılır. Çarkına gül yetiştirdiğimiz hayat, nedense ikimizin arasına bent dokur. İyi etmemişizdir bir gece "elveda" demekle. Bilir misin? Talana uğrayan denizler susuzluğu haykırdı, martılar çınlattı gökyüzü alemini. Oysa henüz yeni kavuşmuştuk, yıllar geçmiş olsa da yeni kavuşmuştuk biz ikimiz. Zamanın bu dilimi; dostluğun 'vefa'sını tartıyordu kalp terazisinde. Kollarımızı başımızın arkasından birleştirip arkamıza yaslanınca; ne çok zaman geçti özlemle, ardımıza bakmaya belki de korkarız. Yeni güne selamlar yollayıp, pencere önünde dünyaya kanat gerince sabahleyin, tazelenir umutlarımız birden. Avucumuzda, harmanlarını oğuştururuz huzurun. Arzu ettiğimiz günlere ermek için; sonsuz adaletin sabrına ebediyen meylettik. Ve 'caymak' hissesi çıkarıldı hesabımızdan. Dinle! ... İnliyor dindiremeye çalıştığımız ses. Çevirip yönümüzü ona doğru bakınca; mahzundur. Yıllanmış sükûnet içerlemekte. Ve bak! acemi duruşuyla, usta gözyaşı döküyor ses. Hiç böyle hüzünlenmemişti bilirim. Kendisiyle kaldı kalalı efkârlanmakta ve sürekli yakınmakta dostluktan yana. Hani bir dokunur diye lisanımız, hani bir sımsıkı sarılırız diye. Sessizliğin kralı, tahtından kalktı, endişedeyim. Bir gece daha kucağımıza düştü düşecek kahrıyla. Yıldızlar ellerimize dökülecek. İkimizde gayretli. Bir o kadar da umudu yüreğimize sırtladık. Yolumuzdaki, bizi düşürmeye hevesli çapullara meydan okurcasına bakışlarımız cesaretli. Mühürlü geçitlerin anahtarları gizlenmiş zirveye kilitli hırsımızda. İllaki engellerle başa çıkmalı, amacımız olan o noktaya erişebilmeli cüretkâr adımlarımız. Zorluklar devam ettikçe, mücadelemizde devam etti. Durmadık ve yılmadık yıldırsakta. Her şeyin tamam olduğu kanaatine kapılıp, tedbirsiz ve önlemsiz kalmadık. İkimizde heybetli. Herkesin, gönlünü dayayabileceği bir dosta ihtiyacı vardır, onun omzuna başını koyup kaygısız kalacağı biri işte. 'Yaşamın' kendi payında tükendiğini düşündüğü anda, yaşama dönmesindeki 'neden' olarak gösterebileceği biri. En güzel bahanedir bu yaşamak için. Evet, keşfedilecek dostluğun esrarengiz mücevheri. Bizim keşfettiğimiz gibi. Birileri daha bulacak, birileri daha bulunacak, ve buluşacak denizlerle martılar. Önemsedikçe mutluluk bırakmaz yakamızı, bıkmadıkça hırçınlaşır bencillik. İkimizde el ele vermeliyiz, el ele verilmeli. Sessizlik; daima bir şeyler hatırlatır çağrısından yoksunlara. Duyuyor mu muhatapları, ağıtları görüyor mu? Sen ve ben, sayıklayan sessizliğin, der misin "dindirebilmişizdir" az da olsa inlemesini? Susuyorum, şimdilik; sessizlikte barınır sesim, ölümsüz olur. Ancak hayattan giderken "elveda" derim; taşıdığım ne varsa bende hayata ait, hepsini bir bir terk edişim olur. Bir seni unuturum kendimde. İyi ki hatırlarım o gün seni unutacağımı. Ey dost! Bu seni ilk unutuşum olur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Belkıs TUNÇAY, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |