Aşk eski bir masaldır ama her zaman yepyenidir. -Heine |
|
||||||||||
|
Özgür ( maNga ): Bizim en başından beri kendi müziğimizi yapma konusunda kesinlikle ve kesinlikle etkilendiğimiz ana unsur kendi hissettiklerimiz. Manga'da gitar ve vokal görevlerinde olan Yağmur ve Ferman hem beste konusunda hem de sözler konusunda grubun baskın elemanları... Ama onların yaşadıkları ve hissettikleri şeyler bir şekilde zaten hepimizin insan olarak genelde yaşadığı ve hissettiği şeyler. Bir şeyler üretilirken de, bu yaşanılan şeylerden yola çıkarak bireyden bireye bir anlatım ve beraberinde çözümlemeler, çözülmeler ve bireysel sorunları çözüp yeni önermeler getirme durumumuz var. Bizi kışkırtan, acıtan şeylere örnekler verebiliriz: Herhangi bir siyasi duruma, ülkelerin veya dünyanın genel gidişatındaki herhangi bir probleme genel bir bakış açısı olabilir. Sonuçta bunları kendi aramızda konuşuyoruz. Bunların arasında etkilendiklerimiz var, etkilenmediklerimiz de. Ayrılıklarımız da var, kayıplarımız da ve daha birçok şey...Bizi etkileyen şeyler müzik haline geliyor, şarkı sözü haline geliyor. Nihayetinde, bireysel etkilenmelerin dile getirilmiş halleri şarkılarımız aracılığıyla ortak bir dil haline geliyor. Ozan Önen: Biraz da şarkı sözlerinizden gidelim... Şarkılarınızdan "Bir Kadın Çizeceksin"de, "Bak sen ne yazık ki klasik bir tablosun dostum, ne yaparsan yap; boşsun.Tamam okumuşsun, ama yetmez, sadece bununla dertler bitmez. Çıkacaksın kabuğundan, bunalımdan kurtaracaksın kendini, ona göre yaşamayı bırakıp döneceksin gerçeklere. Ama önce, bir kadın çizeceksin..." diyorsunuz; büyük bir kesime atıfta bulunduğunuz aşikar. Bir diğer şarkınız "Kapkaç"ta "Kimler bekliyor son nefesimizi? Ya da kimlere sattılar acaba bizi? Soracağız artık, hesap verecekler. Buradan ileriye gidemeyecekler; kapmaya kaçmaya son verecekler: Manga geliyor..." şeklindeki iddialı sözlerinizi duyuyoruz. Müzikal altyapıyla beslenen bu sözler oldukça etkili olmuşa benziyor ve siz sahnede çalarken sizi dinleyenler sizi kendileriyle daha kolay özdeşleştiriyorlar, nefret ettikleri durumlara laf geçiren sizin gibi adamları dinlediklerinde müthiş keyif alıyorlar. Şimdi, sizi şaşırtabilirim ama bunu sormak zorundayım: Türk Edebiyatı'na ve musıkisine üflediği neyle ve nefesinden yükselttiği sözleriyle damga vurmuş gerçek bir deli olarak Neyzen Tevfik, 1901 yılında, İstanbul Çukurçeşme'de yazdığı bir metinde şöyle diyor: " Bana yoktur lüzumu gülşeninin/ Şeb-i tarik ü ruz-ı ruşeninin/ Ne gulammanın, ne de zenninin, / Hepsinin ta mezarını sikeyim." İsyan, yeryüzünde hep vardı ve her zaman da olmaya devam edecek. Heyecan da öyle. Osmanlı eşkıyalarından, Fransız Devrimi'ni yapanlara; delirmiş şairlerden, başkaldıran asilere... Hep vardı. Ama, ben sizin isyanınızın ve heyecanınızın samimiyetine gerçekten inanan birisi olarak soruyorum: Şarkı sözlerinizdeki sertliği neye göre dengeliyorsunuz? Neyzen Tevfik kadar sert bir ironi kullanmaya cesaretiniz var mı? Bundan sonraki albümünüzde yer alacak parçaların sözlerini ve Türk müzik tarihinde bırakacağınız izi çok merak ediyorum doğrusu. Yani belki siz, ödeyemediğiniz faturalar ve birikmiş borçlarınız nedeniyle de şarkı sözü yazmış olabilirsiniz yakın bir zamanda, ama, popüleritenizin ve kazancınızın yükselişe geçmesiyle birlikte, hayat memat durumları sözlerinize ne kadar samimi şekilde yansıyacak? Üstelik "Yalan" diye de bir şarkı yapmışken...Limon'da çıktığınız günlerde, sizi dinleyenler adeta bir yeraltı cemaati gibi görünürdü gözüme, Dövüş Kulübü gibi hatta. Pogo yapan arkadaşlar içtikten sonra deli gibi kusarlardı sizi dinleyip... Mesela ben ev arkadaşımla sizin sahne aldığınız bir gecede tanışmıştım. Benzer frekansların insanları var yani o ortamlarda....Tüm bu söylediklerime atfen neler anlatmak istiyorsanız anlatın. Kusuruma bakmayın; abuk ve kısa soruları sevmiyorum. Hadi söyleyin; cemaatinizin size olan inancını nasıl koruyacaksınız? Özgür ( maNga ): Öncelikle Neyzen Tevfik'in o sözlerine biraz değinelim: Orada bireysel bir yaklaşım var; senden gelecek mutluluğu da, senden gelecek üzüntüyü de bu saatten sonra istemiyorum. Ben zaten çekmişim çekeceğimi, diye sövüyor Neyzen Tevfik. Bizler deyim yerindeyse laf sokma babında Neyzen Tevfik kadar üstad değiliz elbette ki. Bizim şarkılarımızda da anlık öfkelerin, ani sinirlenmelerin yeri kesinlikle var; o anlarda çok sakin bir insan olsanız dahi o duyguyu ifade etme ihtiyacı hissedersiniz. Şarkı da zaten hayat gibi, o olay gibi; her şey sakin gidiyor ve bir anda bir patlama ihtiyacı duyuyorsunuz. Böyle anlarda, "Aman abi bu kadar sert olmayalım." gibi durumlar söz konusu değil bizim için. Tanımlamalar yapılırken küfür edilmesine de karşı bir duruşumuz yok. Ama, önemli olan şey akıllı ve mantıklı cümlelerle olayı ifade etmek. Burada elbette ki Neyzen Tevfik'in duruşuna karşı bir duruşumuz da var demek istemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Ferman ( maNga ): Cemaatimizin bize olan inancı konusunda söyleyeceğim şey biraz klişe de olsa şu söz olabilir: Nereden geldiğini bilirsin ve gittiğin yere de o bilinçle gidersin. O cemaati kaybetme korkumuz yok. Bizi bilen adamlar her zaman bize önceden olduğu gibi bakacaktır. Bazı insanların görüşleri va bakışları hakikaten de değişebiliyor ama: Vay; şöhret olmak! Vay; ünlü olmak! Biz zaten bunları takmıyoruz; hiçbirisi de umrumuzda değil. Bizim umrumuzda olan şey albüm yapıp konserler vermekti ve biz de şu an bunu yapıyoruz. Tabi ki bir popülerleşme hadisesi oluyor etrafınızda ister istemez: Gittiğiniz her yerde "Yok şu oldunuz, yok bu oldunuz." diyorlar, hakikaten de bunlar umrumuzda değil. Çünkü biz hala Limon'da çıkan o adamlarız, Limon'da çalan Manga gibi çalıyoruz her yerde, sahnelerin hepsinde o günlerdeki hislerimizi taşıyoruz. Limon'da ben sahnedeyken gözlerimi kapayarak söylerdim şarkıları, hala da gözümü kapatarak söylüyorum tüm şarkıları. Değişen bir şey olmadı. Geçen gün, Öykü'nün bir yazısında çok güzel bir şey vardı: Popüler kültürün içine sızarak, kendi amaçların için onun araçlarını kullanarak popüler kültüre saldırmak. Mor ve Ötesi'ni örnek veriyordu buna örnek olarak. Özgür (maNga): Zaten, popülerleşme hadisesi bizi yapmak istediklerimize daha da yaklaştıracaksa, biz bunu kullanmaktan çekinmeyiz. Mesela bu konuda başımıza çok ilginç olaylar da geldi. Ferman'ın başına Diyarbakır'da gelmiş. Benim Niğde'de... Niğde'ye gittik mesela; orada baktık hayranlarımız geldi yanımıza; böyle bol pantolonlu, bereli, küpeli genç kerdeşlerimiz. Kendi hip-hop grupları falan da varmış orada. "Biz normalde bu tarzda giyinemiyorduk buradaki insanların tepkileri yüzünden, sizin konsere gelmeniz bahanesiyle biz böyle rahat giyinebildik bugün, istediğimiz gibi davranıyoruz bugün." dediler. Bizim sayemizde kendilerini ifade edecek ortam da bulmuş oluyorlar yani bizim gelişimizle birlikte. Türkiye'de eksik olan şey egemen müzik kültürleri olarak pop ve arabeskin oluşu nedeniyle farklı tarzda müzik yapanların popüler olmaya fırsat bulamayışları. İşte bu yüzden biz bir şeyler yapmaya, bir şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz. Popüler olmanın bizi derinden etkileyecek, bizi değiştirecek bir şey olacağı kanısında değiliz. Bizim zaten sistemle belli bir sorunumuz var. Çok profesyonel anlamda olmasa da Kapkaç şarkısında da ifade ettiğimiz gibi tüm sistemlerle sorunumuz var. Bizim Irak Savaşı'yla değil; bütün savaşlarla sorunumuz var. Belli bir otoriteyle değil; bütün otoritelerle sorunumuz var. Bunlar okulda öğretmendir, evde anne babadır; bunlar çok genel şeylerdir ve zaten bu konulara da genel olarak bakılması lazım. Ama, tam bu noktada da insanın bireysel bir şekilde kendini anlaması, algılaması gerkiyor. Bireysel bir kurtuluş olunca da, birey kendini değiştirdikçe de toplumun tümü kendisini değiştiriyor. Limon günlerine de dönecek olursak; şimdi yeni yeni anladığımız şey Limon'un bizim için çok çok özel bir yer olduğu. Özel bir kitle vardı orada, öyle değişik bir eküri vardı; bizimle birlikte eğleniyorlardı, her hafta düzenli olarak geliyorlardı, böyle yirmi otuz kişilik bir güruh bir yerden bir yere sürekli olarak hareket ediyordu, kavgalar çıkıyordu; biz çalmaya devam ediyorduk falan... Gerçekten de özel bir yerdi yani orası. Ferman (maNga): Oradaki olay gerçekten de önemli bir eğlence kültürüydü. Açık konuşayım; ben Türkiye'nin hiçbir yerinde öyle bir bar kültürü görmedim. Türkiye'nin hemen hemen her yerinde bar programları yaptık; Limon'daki gibi bir bar kültürüne hiçbir yerde rastlamadık. Hep eleştiriliyordu mesela son zamanlarda; iyi tipler gelmiyor falan filan diye... Aslında, sahibinden barmenine kadar, dinleyicisinden güvenliğine kadar hep böyle "N'aber abi?" der, sahneye çıkıp çalar, sahneden iner ve muhabbetinize yine devam ederdik tekrar. Öyle bir şey olmayacak Türkiye'de bir daha; yok çünkü. Ozan Önen: Başkent Ankara'dan bir eski başkente; İstanbul'a gittiniz albümünüz çıkmadan evvel. Bunu bilenlerin kulağına, şarkılarınızdan "Bitti Rüya"daki şu sözler takıldı çok: "Bir köprüden geçiyorum; mutlu gibiyim sanki. Geride bir kent bıraktım; bir de sevgili. Rüya mı bu gerçek mi, inan anlamıyorum. Bu şehir beni içine çekiyor; kendimi alamıyorum. Olanlar yetmez gibi, bir de mesaj geliyor: Mutluluktan hoşça kal, birer birer zırvalanıyor. İyice dağıtmak için biraz daha içiyorum. Sonra oturmuş mal gibi zırıl zırıl ağlıyorum." Bu sözler postmodern bir hayatı yansıtıyor, cep telefonu var şarkıda; "dağıtmak" ve "mal" gibi gençliğin çokça rağbet ettiği argovari sözler var. Türkçe'ye özen gösterenler biraz kızsalar da ben bu sözleri çok sevdim, durumunuza cuk oturmuş yani. Anlam itibarıyla da bir "şaşkınlık" ve "yükselişten önceki yıkımın heyecanı"nı görüyorum. Kaçışı ve kadın kokusunu... Kaosu görüyorum. Çamurun ortasındaki yeniyetme ruhu görüyorum. Bu şansı yakaladığınız için mutlu gibisiniz sanki, yani; oldukça ünlüsünüz artık. Daha dün Bahçeli'de sırtınızda gitarla "Ne olacağız?" kaygısıyla yürüyorken, şimdiki "Ne olacağız?"ınızın içinde hangi renkler var; merak ediyorum. Ve, soruyorum: Bu noktadan itibaren, kendinizi tekrar etme korkusuna kapılıyor musunuz? Ya da çıktığınız turnelerden, TV programlarından, konserlerden, verdiğiniz yüzlerce röportajdan sonra kişiliklerinizde bir erozyona uğrama kaygısı yok mu? Kurt Cobain, "Smells Like Teen Spirits" adlı şarkılarını konserlerinde söyledikleri zaman kendilerinden nefret etmeye başladıklarını söylemişti Nirvana grubu adına. Bıkmıştılar yani. Robert Pinget, "Yazamamak" adlı "nouveau" romanvari kitabında, şöyle yazıyor: "Bay Rüya yazamıyordu...Bay Rüya yazamıyordu...Bay Rüya yazamıyordu..." Ve Pinget, aynen böyle devam ediyor ama yazıyor da. Aynen Kurt Cobain gibi, Robert Pinget gibi; zirveyi gördükten sonra dibe vurup da dibi anlatabilecek kadar cesur olacağınıza inanıyor musunuz? Ya da Dostoyevski gibi? Hiç konuşuyor musunuz bu konuları? Özgür (maNga): İlk önce Türkçe hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Sonuç olarak bizler yaşadığımız zamanın müziğini yapıyoruz, kentsoylu bir müzik yapıyoruz, yaşadığımız zamanın lisanını kullanıyoruz. Eskiden türkülerde kullanılan sözcükleri bizim şimdi de aynı söylenişleriyle söylememizi kimse bekleyemez. Kentte yaşadığımız ve de çeşme başında kimseyi görüp de aşık olmadığımız için kendi yaşadığımız şeylerde birebir kendi kullandığımız kelimelerden söz çıkartıyoruz. Çok da tezat bir duruş sergilemiyoruz yani, zaten söz yazma işinin böyle de olması gerekir. "Ne olacağız?" mevzusuna gelince; geçenlerde ilk konserimizin kayıtlarını izliyorduk, ODTÜ Rock Şenliği'nde 2002 Mart'ında çıkmıştık. Hakikaten, senin de dediğin gibi bir "Ne olacağız?" durumu vardı. ODTÜ konserinde Ferman, Yağmur'a "Olacak mı lan?" diyor mesela. Hala da bu soru var kafamızda. Ünlü oldunuz, falan diyorsun ya; "Hakikaten de mi?" falan diyorum ben de kendi kendime. Ferman (maNga): Sonuç olarak güzel söz yazalım diye bir kaygımız yok, o an ne hissediyorsak ve hangi kelimeleri kullanıyorsak o sözleri taşıyoruz şarkılara da. Bu Türkçe'yi kötü kullanmak değil bence. Dilin kendi akışı, kendi doğası. Kendimizi tekrar etme konusunda da hiçbir sıkıntımız yok. Zaten daha birkaç ay oldu ilk albüm çıkalı, daha çok yapacak şeyimiz var yani. Korkumuz yok. Ozan Önen: Jim Morrison'un şu sözlerini hepiniz biliyorsunuzdur: "There are things known and things unknown. And in between, are the doors." Zaten, The Doors grubunun adına ilham veren kitap olarak da filozof Aldous HUXLEY'in "The Doors of Perception" (Algı Kapıları) kitabı gösterilir. Birçok ünlü müzisyenin, nitelikli işlerini çıkartmadan önce edebiyattan ve felsefeden beslendiği görülmüştür. Eski şarkıları cover'lamak gibi, ünlü şiirlerden şarkı sözü yapmak aklınızdan geçti mi hiç; bunu da merak ediyorum çok. Mesela bir Can Yücel'den, Ece Ayhan'dan, Neyzen Tevfik'ten, Nilgün Marmara'dan, küçük İskender'den, Altay Öktem'den ya da ne bileyim; Charles Bukowski'den, Sylvia Plath'ten? Var mıdır beslendiğiniz, sizi yerinizden hop oturtup hop kaldırtan şeyler; isimler, şehirler, hayvanlar, şairler, kadınlar, objeler, eserler, akımlar?... Japon manga sanatından başka tabi : ) Özgür (maNga): Mesela Sepultura en son Goethe'nin bir kitabından beslendiklerini söylüyor, üç albümdür aynı kitaptan besleniyorlarmış. Ozan Önen: Faust... Özgür ( maNga ): Evet, Faust. Mesela Tool o anlamda çok fazla felsefe kökeni olan bir grup, Dream Theatre da keza aynı şekilde... Daha çok progressive müzik türlerinde bu etkilenmeleri görüyoruz. Doors aslında dönemi içinde progressive bir grup olarak değerlendirilebilir, her ne kadar çok kısa soluklu olsalar da müzik tarihine damgasını vurmuş bir grup Doors. Bizim etkilendiğimiz isimler var tabi ki... Ferman ( maNga ): Mesela bir Dövüş Kulübü var film olarak. Ya da Libido. Yağmur mesela Libido'yu izledikten sonra çok etkilendiği için yazdı bir şarkının sözlerini. Ama yine de çok felsefi bir etkilenme yok sözler yazılırken. Özgür ( maNga ): Şu da var ki gruptaki herkes edebiyatla, kitaplarla haşır neşir. Bukowski demişken; mesela Bukowski'nin sözlerini Direc-t şarkı sözü yaptı. Ama biz şu an için bizi birebir etkileyen, somut biçimde bize dokunan gerçeklerden söz çıkartıyoruz. Ama, bakarsın günün birinde bir bilgisayar oyunundan da deli gibi etkilenebiliriz, o zaman oradan bile bir şeyler çıkar. Çok da planlı programlı şeylerden çıkmıyor yani şarkılar. Ozan Önen: Türk rock grubu Duman'ın bir röportajında, solist Kaan Tangöze'nin Neşet Ertaş'ı da dinlediğini okumuştum. Garipsemedim, hatta hoşuma gitti bu durum. Sizler ne tür müzikler dinliyorsunuz şu sıralar? Kimler gelip kimler geçiyor CD kutularınızdan? Özellikle tavsiye ettiğiniz isimler var mı genç dinleyicilerinize? Hani olur ya; yeni birilerini keşfettiğinizi sanırsınız ve bir an önce o keşfettiğiniz şeyi başkasına da göstermek istersiniz. Mesela şu yanımda fotoğraflarınızı çeken arkadaşım Fatih Eltimur'a sizi zorla dinletmiştim, Marmaris'e gidiyorduk o vakit, arabadaydık. Toplama bir albümdü, Sing Your Song yarışmasına katıldığınız şarkınızı dinletip kendimi bi bok sanmıştım "Aha bak ben keşfettim bu adamları, sen de keşfet." edasıyla...Komik ama keyifliydi. O da, başkaları da bana kaçırmış olduğum şeyleri dinletiyorlar, ben de onlara. Mesela en son Jeff Buckley'i dinlettim ve çok da sevdi arkadaşım. Özellikle de Forget Her parçasını. Sizin keşfettiğiniz son hazine hangisi? Ferman ( maNga ): Mesela ben Faith No More'u çok geç keşfettim ve pişmanım daha önce dinlemiş olamadığım için. Özgür ( maNga ): Şu anda dinlediğimiz birçok ünlü grubun feyz aldığı ve beslendiği gruplardan olarak da Faith No More'u gösterebiliriz. Korn'undan tut da System Of A Down'una kadar ritmler, vokal teknikleri, gitar kullanımı ve altyapı olarak çok iyi bir kaynaklar. Daha progressive olarak Tool'u ve A Perfect Circle'ı örnek olarak gösterebilirim. Onlar şu anda en sağlam modern rock'ı yapıyorlar. Bir de Pain Of Salvation diye bir grup var, onların son albümlerini çok beğendim. Ama yine de müzik konusunda çok fazla şeyi ayırt etmeyi sevmem. İçinde davul ve bas olan her şeyi dinlerim. Neşet Ertaş'a gelince, Neşet Ertaş vaktinde yaptığı emprovizasyonları Japonya'daki konservatuarlar tarafından merak edilerek Türkiye'ye gelinip dinlenilen ve "Sen bu emprovizeyi, bu taksimi nasıl yapıyorsun?" denildiğinde "Gönlüm nereye isterse oraya basıyorum." diyen bir saz üstadı sonuçta. Hakikaten de incelenmesi, dinlenmesi gereken insanlar arasında en önemlilerden. Müziğimizi yaparken bir şekilde batı enstrümanları kullandık ve batı kökenli bir tarzda ilerledik ama "bu illa ki de böyle olacak" diye bir şey yok. Zaten bizim müziğimiz de oldukça geniş ve bunu ortaya koyarken de en önemli şey samimiyet. Müzik, müziktir sonuç olarak ve bu yüzden de her şeyi önyargısız olarak dinlemek lazım. Laço Tayfa'dan tutun da, Cypress Hill'e; Cypress Hill'den House Of Pain'e, onlardan death metal gruplarına, death gruplarından Metallica'ya her şeyi dinlemek lazım. Rock'n'Roll tarihinden Black Sabbath'a; ortaya çıkan yeni akımlardan Sex Pistols'a, punk türüne, Seattle'da ortaya çıkan grunge ve hardcore türlerinden birçok şeye kadar her şeyden dinlemek lazım az da olsa...Korn, Limp Bizkit, Deftones, Incubus, Rage Against the Machine, System Of A Down bizim beslendiğimiz isimler olarak ön plana çıkıyor; bunu da her daim dile getirmişizdir. Zaten dünya nüfusu şu an tavan seviyesinde; yedi milyara ulaşan insan sayısı var ve bir şekilde büyük bir kısımın büyük bir üretimi var. Burada önemli olan hangisinin yolundan gideceğiniz değil; sizin ne yapmak istediğiniz. Ferman ( maNga ): Bizim tarzımıza bakıp da, bizim söylediklerimize bakıp da sadece Korn'a veya ne bileyim A Perfect Circle' a takılmasın hiçkimse körü körüne. Ama mesela bizi yeni dinlemeye başlayan çok genç dinleyicilerimiz var. Ama lütfen onlar bu birkaç gruba saplanıp kalmasınlar. Çünkü biz de bu isimlerden önce çok şey dinledik ve şu anda da çok şey dinliyoruz. Yoksa tek türe saplanıp kalmak hiçbir şekilde besleyemez insanı. Ben bir haftadır Tea Party ve Minister Of Sound dinliyorum mesela; bu aralar sadece elektronik ve drum&bass dinliyorum. Bu hafta cayır cayır sert şeyler dinleyesim gelmedi mesela, ama geçen hafta black metal dinledim hep. En son Eric Truffa diye bir adamın albümünü aldık Özgür'le. Trompetçi bir adam Truffa. Farklı bir şeyler dinlemek lazım yani. Ozan Önen: Hadi şimdi de siz bana birer soru sorun, tüm röportaj klişelerini yıkalım ve veda edelim artık...Garage'a içmeye gidelim sonra da... Özgür ( maNga ) : Neden Manga? : )) Beklediğini buldun mu? Ferman ( maNga ) : Albümü nasıl buluyorsun? Ama, objektif olarak, ciddi olarak yorumunu merak ediyorum. Ozan Önen: Geçen gün televizyonda Aslı'nın sizin hakkında yaptığı bir yorumu dinledim. Sizin hakkınızda "ciddi anlamda uzun zamandan beri farklı bir şeyler, yeni bir şeyler yapan adamlar" demişti. Katılıyorum. Benim de Ankara'daki rock barları gezerken gözüme en çok çarpan şey şuydu abicim: Başkentin rutin temposunda, okul koşuşturması, hayat memat işleri arasında, cumartesileri ne yapılır? Manga dinlenir. Apayrı bir renktiniz yani benim için. O rengin de daha büyük kitlelere ulaşması beni çok mutlu etti. Albümünüzü böyle görüyorum. Apayrı bir tarz, belki birileri bu tarzı daha önce de denemiştir Türkiye'de, biz bilmiyoruzdur. Ama, edebi açıdan, sözlerin anlamı, müziğin dokunuşu açısından beni etkileyen işler çıkartıyorsunuz. Samimiyetiniz de ayrı bir güzellik. Ben, Limon'da çıkan Manga'yı şu an karşımda görüyorum. Albümüyle de, tavrıyla da... Ferman ( maNga ) : Eyvallah. Son olarak şunları söylemek istiyorum: Ankara gerçekten de çok önemli bir şehir, bu şehirde birçok şeyi değiştirmeye çalıştık. Limon'da da bir şeyleri değiştirmeye çalıştık. Limon dahi bizim yaptığımız müziğe açık değildi. Belki de Sing Your Song bizi Limon'a götürdü çok eleştiri almamıza rağmen. Ne olursa olsun her bar sahibi haklıdır, ufak da olsa bir popülerlik aradılar zamanında. Yarışmadan sonra bu müziği yapmamıza izin verildi. Çünkü, bu yarışmadan önce biz bir yıl boyunca böyle "Hadi Korn çalalım, hadi Deftones çalalım." diye giderdik barlara, "Yok, bunları çalmayın." derlerdi. "Haftasonu çıkan gruplar bir iki tane Korn çaldı, siz çalmayın." derlerdi. Çok iyi hatırlıyorum. "Sert çalmayın, biraz daha piyasaya oynayın." derlerdi. Sing Your Song bir şeyleri değiştirdi. Mesela biz yılbaşında, Ankara'da Sepultura çaldık Limon'da. Kimsecikler de bir şey demedi. Ankara da, Limon da çok önemliydi. Artık Limon yok; Garage var. Ortamı çok iyi tanımasam da artık, yine de Limon tayfasından Can'lar var orada; Deniz'ler var, sizler varsınız... Sonuçta bize çok yakın bir tayfa oradakiler. Sadece şunu söylemek isterim iyi niyet olarak: Garage'dakiler önyargılarından kurtulsunlar, sert-yumuşak kelimelerini bir yere bıraksınlar. Garage'da çalanlar da hakikaten kendi bestelerini yapsınlar ve kendi hissettikleri şeyleri bir yerlere getirmeye çalışsınlar. Öyle de olduğunu umuyorum şu an. Biz bıktık şu sözlerden: "Eskiden şöyle çalıyordunuz, şimdi böyle çalıyorsunuz. Siz hardcore grubu değilsiniz. Nu metal nedir?" falan... Herkes geçsin bunları. Bakın; Türkiye'de hiçbir şey yok müzik adına, rock müzik adına da yeni yeni bir çıkış söz konusu. Var olanlar hak ettikleri ilgiyi göremeseler de... Biz Limon kültüründen geldik ve bizden sonra gelenler de o kültüre saygılı olsunlar; sert, cayır cayır müzik yapmak adına kötü beste yapmasınlar. Önemli olan iyi ürün verebilmek. Bu tür şeylerden kurtulduğumuz zaman biz hep beraber bir araya gelip bir şeyler yapacağız bu ülkede...Bu kadar... Ozan Önen : Çok teşekkürler. Ferman-Özgür ( maNga ) : Biz teşekkür ederiz. Ozan Önen ODTÜ Genç Yazarlar Topluluğu Başkanı/Organizatör GARAGE ZONE Art DirektörüI PK 40 06531 ODTÜ / ANKARA www.gencyazarlar.org/ ozan@gencyazarlar.org msn messenger: very_special_thanx_to_pain@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ozan Önen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |