Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Sana, kimsenin bilmek zorunda olmadığı ve bilse de pek fazla umursamayacağı bir çocuğun ve telefon hatlarına sıkışmış bir çiçeğin öyküsünü anlatacağım. x Bu Dünya İmparatorluğu'nda bir yerlerde, Wagner kusmuğu yağmurlara boğulan kara bir şehirde ; paslı çiçeklerin açtığı tuhaf bir iklimde; Tuhaf adlı bir çocuk, nefesi sıcak bir çiçek arıyordu... Belirli bir yolu yoktu fakat ayakları vardı. Uykusuzluğu, kendisiyle hesaplaşma arzusunun ve hesaplaşamama korkusunun bileşkesiydi. 'Hiç' olduğunun henüz farkında olmadığı 'bu dünya'da sütün dibinin de kaymak tuttuğu gün sevincinden iflas edebileceğini düşünecek kadar hayalperest ve umutluydu. O günlerde umut, onun için en büyük kötülük değildi. Tüm kalbiyle inandığı hemen hemen bir tek şey vardı : İnsanlara okumak değil yorulmak zor geliyordu. O anlattıkça kendi dünyasını, Bu Dünya'nın plastikleri ona daha da fazla saldırıyordu. Çünkü plastikler , kendilerini anlatmaya cesaret edemeyecek kadar sakat ve boyalıydı. Okudukça yoruldu çocuk , yoruldukça delirdi , delirdikçe doğdu. Doğdu, doğdu ve yeniden doğdu...Oysa , doğum fotoğrafı yoktu Tuhaf'ın... Şiirsel düzlemlerde koşan Tuhaf, fısıldayarak duyurdu ilk isteğini : Doğum fotoğrafım olmadı benim. Bunu , güzel mi güzel bir otopsi raporuyla telafi edin... Lütfen! Lütfen , cenazeme çelenk göndermeyin . Plastik kullanmadan sevişin ; yeter ! Yüreğinin götürdüğü yerlere gitmedi hiç, yüreğinin getirdiği yerleri götürdü hep!.. 'En' Lisesi'nin 'fen' karizmatik olmayan çocuğuydu! Ol'mayı ve öl'meyi bilemeyen cahil çocuk!.. Söyle çiçeğe ; kimsin sen?!... ben, apış arandaki ağustos böceği . ben, gök-yüzün'den baki kalan o hoş seda . tanıştığımıza leyla oldum sevgili ! sevgilim:turuncu nar çiçeği... Şimdi, hangimizin aklı yerinde ki?! Şimdi hangi dünyada, hangi şehirde, hangi sürüde kavisli yazgısıyla insanoğlu?.. Tuhaf... Tuhaf ; Bu Dünya İmparatorluğu'nun en paslı çocuğu! Adam Olacak Çocuklar Lisesi Mezunu, Patron Olacak Mıyım Acaba'cılar Üniversitesi 'nin sessiz turuncusu... Apartman kulağı çanak antenlere fısıldayarak : Apartmanlar ışıklı et yığını, apartmanlar içi yanmış kibrit kutusu, dedi ve utanarak yutkundu..Konuşamadıklarını tükürdü! Çorak toprakları özledikçe yoruldu ; ruhunu , apartman karanlıklarında bir beden daha küçülttü... Tuhaf, bulunduğu deryadan bihaber balıklar arasında, ölümünü dahi sırıtarak bekleyen soytarılardan da tuhaf, sessiz sedasız ne yapıyordu?.. Işıklı et yığınları karşısında , Paranoyak geveze daktilosu... Çikolataya bulanmış sigara dumanında , Kambur bir cazgır gibi ağlıyordu . Tuhaf : İKİ KİŞİLİK YALNIZLIK'lar ordusu ! Tuhaf : İki kişilik algılar yanılması . Paranoyak geveze daktilosu , Ankara'nın karartılmış boyacısı . Paslı hayat kokulu sigara dumanı , Bayat nefesinin sıcak çikolatası !.. Sarılık geçiren bir sonbahar sonu, vanilya kokulu yağmurlar getirdi ve Tuhaf'ın dostları ve de dostlarının kuzu postundaki dostları ders çalışmaktan yarılırken, o ,ani bir şeyler yapma isteğini açığa vurdu : Şair yumruğunda ROCK ezgisi, şair yumruğunda EKMEK kavgası, şair yumruğunda TÜTÜN kokusu!.. Üçüncü çoğul şahıslar pek bir acaipti doğrusu! Tuhaf, platonik orgazmlardan bıkıp sustu. Koştu,koştu... Lacivertti, mordu, turuncuydu, karaydı, kırmızıydı...Renk seçiminde hep yalnızdı. Tüm renklere küsüverdi. Kanatlandı. Kanatları parmaklarıydı... İçini, kanatlarıyla fazlasıyla kurcaladı ve bir gece vakti yalnızlığa karşı ruh mastürbasyonu yapmaktayken soluk soluğa kendi içine kusuverdi : KAOTİK YALNIZLIK MANİFESTOSU!.. Heba edilmiş hayatımın kartvizitiyim. Gitar soloyla terbiye edilmiş kahverengi film jeneriğiyim. Figüran benim.Kameraman benim. Kahraman benim.Yönetmen benim!.. VERY SPECIAL THANX TO PAIN! Ellerimden tutun ve beni çorak topraklarda sürükleyin, diye bağırdı Tuhaf...Sonra,çok sevdiği bir cümleyi mırıldandı: ''Bilmezlik ile ne hoştum;hayalimde ne güzellik, ne de aşk vardı.''(*) Kendi filminin galasında içi boş sinema salonuydu.Yönetmen de o'ydu ; seyirci de!..Klişeler, kendi dilinde söylenemeyecek kadar solgundu. Ruhu hastaydı. Sise, karanlığa, delilere, yağmura ve deforme hayatlara cinsel bir haz duygusundan da öte bir ilgi duyuyordu. Küçüklüğünde simetri hastası olduğunu hatırladı ve tüm gördüklerinin ve de göremediklerinin asimetrik bir bütünlüğün simetrisi olduğunu anlayınca rahatladı. Kırmızı yağmurluğu, kırmızı eldivenleri, kırmızı pantolonu ,kırmızı çizmeleri olmayınca ağlayan çocuktu fotoğraf albümünde.Büyüdü , kaosa inandı. Sonra, kırmızıya olan ilgisini bıçakladı. Peygamber olduğunu sanacak kadar narsis değildi ama günahlarına muazzam bir hayranlık duyuyordu. Belirtisiz bir hayat tamlaması kurdu ; yazarken beynine kan sıçrayanlardandı. Yine, küçüklüğünde hiç delireceğini hissetmediğini anımsadı ve kendisini yalınkılıç bir iç savaşın içinde buluverdi! Kaosun tutunanlarından değildi çünkü...Tuhaf, kendi ilhamında sessiz sakin boğuldu. Beceriksiz bir hayalperestti. Çocukluğuna geri dönüşler,boğulmalara açılan taze yelkenlerdi... Özledi,özledi,özledi... Çizgi filmler dünyası olsun istedi. Musluğa bağlı hortumu koynundan içeri sokup deliler gibi ıslanmak istedi. Kahkahalar atarken ağlamak...Babasının yanaklarını kahkahalar atarak sıkmak ,annesinin eteğine 'acıktım' diye sarılmak... Marketteki kasiyer olmak istedi. Köşe başında bağdaş kurup oturan çiçekçi... Tarlanın çamuruna nasırlı ellerini bulayan çiftçi... Yangını rüyalarında su gibi gören itfaiyeci... Özledi Tuhaf,özledi. Onlar gibi düşünebilmek istedi. Sonra, tüm bunların dışta mümkün olsa da , içte , bozkır köylerinden de uzak istekler olduğunu anlayınca fena halde yalpaladı... Bozkırdan da sarı bir sonbahar sonu, bozkır köylerinden de uzak bir yalnızlık sağanağına tutuldu... Tuhaf, aniden yerinden kalktı ve dilini yutana kadar koşmaya başladı... Yağmur,bağlama tınısında yağıyordu... Su damlacıkları, teninin her gözeneğini teker teker öpüyordu. Koştu Tuhaf, koştu... Geçmişinin formasını üstünden çıkardı ve Yalnızşehir'in boş tribünleri önünde diz çöküp kayıverdi ; dizlerini kanattı. Deli gücü dedikleri şey, Tuhaf'ın dizlerinden akan kandı. Yavaşça, gökyüzüne baktı ; kimse yoktu... Kara şehirlerin asitli spermlerine dönüşen yağmur damlacıkları , gözlerine küçük demir bilyeler gibi düşüyordu. Saçak altına saklanmış boklu güvercinler , baca diplerinde kurum lekesiyle vaftiz edilmiş kuzgunlar , kapı eşiklerinde ıslanmış tüylerini yalayan donuk gözlü kül rengi kediler, griler, maviler, siyahlar Tuhaf'ın 'atamadığı' golü çılgınlar gibi alkışlıyordu... Onlar, Bu Dünya'nın karasına bulanmış plastik gölgelerdi...Canlı oyuncaklar!.. Kızmadı Tuhaf, kızmadı. Çünkü kötüler beyaz giyer...Çünkü kimse 'ben kötüyüm' diyemez ki... Tuhaf, başında diz çöktüğü çamur birikintisine (tarihte yazılı her kötülüğün, yüzsüzce, tarihe kara bulut gibi tekrar çökeceğini bildiği için) kaybolacağına aldırmadan şu sloganı yazdı işaret parmağıyla : KIRMIZIII?.. siyaaahhh!.. KIRMIZIIIII?... siyaaaahh!.. EN BÜYÜÜK?.. yalnızlık!.. Yalnızlık, onu 'geğirmişti' BU DÜNYA'ya karşı... Gün bitti. Günler başladı... Tuhaf, düşlerindeki düşüşlerine kırmızıya ve siyaha zaafı olan bir ortak aradı.Görmek istediklerine değil ,inanmak istediklerine inanan bir ortak. Kötülüğün en ahenklisini görüp, çamurda yuvarlanıp, ağlayıp,ağlayıp,ağlayıp en karanlık dehlizlerden çiçeklerle çıkabilmek için. Bu dünyanın plastiklerine aldırmadan koşup, sarılıp,sarılıp,sarılıp aşık oldukları anda nefessizlikten ölebilmek için. Telefonlara sarıldı Tuhaf, telefonları açan olmadı. Kapıların zillerine bastı Tuhaf ; açan yine olmadı.., Olamadı Tuhaf, ölemedi de. Bu Dünya'nın kapı zilinin tam üstüne kocaman bir 'HEP' yazdı; içindeki 'HİÇ'i karalayabilmek için. Dedim ya ; umut onun için henüz en büyük kötülük değildi. Halüsinasyonlarla harmanlanmış cümleler kurdu Tuhaf : Delilerin kapı zili olmaz , dedi bana ; fark ettim ki günlerdir kapımı çalan yok. Günlerdir kapımı çalan yok ve ben bana bunu söyleyen kişinin 'kendim' olduğunu sanıyorum veya günlerdir 'kapımızı'çalan yok . İZNSİZ , GÖLGESİZ , PLASTİKSİZ ayyaş bir rengin içinde sevişmekteyiz . Bir ses , telefonda ve rüyalarda bedenleşebilecek kadar uzaktaysa ; sessizliğin bir ses olması muhtemeldir . Günlerdir,.. Günlerdir deli olmadığımı bilecek kadar deli ve kapımı çalmadan da beni sevebilecek kadar iyi , İZİNSİZ , GÖLGESİZ , PLASTİKSİZ biri var... -dı...Tuhaf,düşlerini kanatacak çiçeğini bulduğunu sandı. Senkronize düş'üşlerini nar çiçeğiyle yapacağını sandı...'' Hayranlığı o dereceye vardı ki ; yere düştü ve kendinden geçti.''(**) Başka bir kutup yıldızı bulamadı. En parlak yıldızı değil ; sönük fakat yine de 'yıldız' olan bir yıldızı aradı...Kusamadı Tuhaf ,kıpırdayamadı... Nar gibi dağıldı : Paramparça,kan kızılı!.. Çamura birlikte bulanmalıydılar ve birlikte doğrulmalıydılar her yenilgi yudumunda. Paramparça olacaksalar,birlikte karışmalıydılar kırmızıya... Bir leke bırakmalıydılar 'bu dünya'ya-inat ve heyecanla-... Nar lekesi çıkmaz(dı) çünkü!.. Sonra,sarılarak düşerlerken dejavulaşmış koridorlardan,nar çiçeği elini bıraktı Tuhaf'ın... Tuhaf,daha önceleri de içinden geçtiğini anımsadığı her yalnızlık koridorunda yeniden, yeniden, yeniden yalnız kaldı... Tuhaf, hiçbir şey yapmadı. Hiçbir şey yapamadı ; bu dünyada olmasa da dünyada bir yerlerde izinsiz, gölgesiz, plastiksiz birileri hala var,.. Birlikte düşelim sevgili nar, birlikte parçalanalım! Kırmızıya birlikte bulanalım ve birlikte yutkunalım her boğulmada! Ne yanmış şeker koksun tenimiz, ne de vanilyalı afrodizyak!.. Birlikte yapılan içgüdüsel bir düş'üştür aşk ve aşk , alev alev yakan gözükapalı bir öpüştür yar!.. Takvim yapraklarının hiç koparılmadığı Uzak bir şehirde, garip gölgelere yanaklarını okşatan birisi var. Her geçen gün değerini yitiren bir zaman kavramı var. Her geçen gün, farkına şiddetle varılan bir 'biz' var... İki kişiden daha kalabalık bir 'biz' bu. Yarısını sen tanıyorsun sevgili ; yarısını ben , dedi çiçek. Kalbinin manyetik kutbunu yitirdi Tuhaf... Kutup yıldızı silindi gökten! Istanbul - Ankara...Yağmur kovalarken!Yağmur kovalarken, gökyüzünü andıran bir yüzü ve huzurlu bir kucağı arama yolculuğu!.. Yurtsuzluk, der ,ıslık çalıp koşardı Tuhaf... Cümleler, kalem tükürüğü!.. Acıtarak, ısırarak kendi parmaklarını, gayriciddi bir halde ,derin uyku hallerinin yaşattığı o sevimsiz kuşbeyinlilik anlarından birinde Red Kit'ten daha seri bir şekilde kibritini çıkarıp sigarasını yaktı Tuhaf... Duman yaktı gözlerini. Tüm yalnızlıkların canlı kalkanı olmak istedi hemen ; kelimelerinin ucuna susuturucu taktı ve James DEAN'den daha fazla kısarak gözlerini, dumanını bu dünyanın karasına bulaştırdı. Duyumsadı sesini sessiz sevgilinin... Marilyn MONROE'nun kaçmış çorabından daha değersiz hissetti kendisini ya da NIETZSCHE'nin bıyık telinden... Aşık Veysel'in bağlaması gibi ; kör ve acımtırak bir illüzyondu hayata karşı!.. Yalnızca, bir 'çift' göz bilebilir gök-yüzü'nde yıldız avlamanın hiç kimseyi yaralamadığını... Kör ve acımtırak bir illüzyon değilse ömrünüz ey yalnızlar ; üzülmeyin! BİR ÇİFT GÖZ, YALNIZ DEĞİLDİR!.. Sizce de tüm dejavular birer öksürük değil mi? Her karanlık koridor, tanıdık birer yalnızlık gibi! Şimdi, bir çift gözden daha büyük bir teselli Tuhaf'ın istediği. Bambaşka bir sığınma duygusu aradı Tuhaf ; sözcükle , ritm ile , düşünceyle. Beyinsel bir gücün ona ulaştırdığı her düşsel tenin özlemiyle... Ürktü Tuhaf,ürktü... Delimtırak bir tıkırtı duydu!..Ne söyledikleri anlaşıldı,ne de SÖYLEYEMEDİKLERİ...Dosya kağıdının hayalarını buruşturdu , Bu Dünya İmparatorluğu'nun mahşeri turuncusuna tükürdü... Nar çiçeğine küfretti : Rengarenk kırılmalar yarattı... Naylon poşetleri kovalamaya devam etti ; çocukluğa merhaba!.. Yolda duran küçük bir taşı tekmeleye tekmeleye eve kadar götürdü... Basamakları saydı...Otomobillerin plaka numaralarını tek tek okudu...Herkesin ortak olarak yaptığı fakat bu şeyleri bir başkasından duyunca sanki bunları yapan birisinin varlığını ilk kez duyar gibi şaşırdı... İlk kez anlamsız bir şeyin de anlamlı olabileceğine inandı ve çatlak heriflerin patlak prezervatiflerinden daha kaygan zeminlerde yürüdü! Yağmurlu bir regl günü tabancasını çektiiiii....ve ıslattı tüm palyaçolarını Bu Dünya Lunaparkı'nın!.. Hiçbir şey olmamış gibi davrandı çünkü hiçbir şey olmamıştı... Cebinde ruhsatsız bir su tabancası vardı...Küçüklüğünde apayrı dünyalara gittiğini hissettiren şeyi ona büyüdüğünü söylediklerinde yaptı :Yatağının altına saklandı...Bu yüzden tüm zamanların en çok iz'lenen ölümüydü! Ayakkabılarının bağcıklarını birbirine düğümledi , naylon poşetlerin uçuşması için haftalarca bekledi Yalnızşehir'in çıkmaz sokaklarında. Derken, son bir kez elini uzattı gökyüzüne doğru ve dudaklarından derli toplu bir itiraf metni uçuştu... Çünkü o,uçuk kaçık dikenlerin çirkefliğinden bıkarak uzak şehrin papatyasına hak ettiği sıcak nefesi vermek istedi..,Tuhaf'ın DERLİ TOPLU KARA SESSİZLİĞİ eşittir DERLİ TOPLU İTİRAF METNİ : Seni elime alıp külünü iç'ine dökeceğim!.. Acıtan tadını, uyuşmuş parmak uçlarımla bulmaya çalışıyorum. Biliyorsun ya uçtayım, ya da uçtayım. Sevmenin dumanı çok!.. Sevmenin nedeni yok çünkü seni neden sevdiğimi bilmediğim için seviyorum. Benden başka hiç kimse, seni ,bir gece yarısının siyah çeyreğinde düşler üstü izler bırakarak uyandıramaz . Bu Dünya'nın, Bu Hayat'ın dışında bir yerlerde, belki de DÜNYAda, bir plastiğin hissedemeyeceği uç noktaları hissettiremez . Sarılarak uyumak istiyorum sadece. Sonsuza değin, alışkanlık olmayan bir güven ile. Bir kardeş gibi ve bir kardeş gibi değil. Dosttan öte,sevgiliden yakın! Düş tadında ama zehirli?..Hayır ; sevimli ve yeni uyanmış keyifli bir bebek gibi. Görülmemiş bir rüya gibi.Zamansız bir dünya gibi. Uzakla yakını karıştırdığım yakın bir zamanda ' zamansız ' bir rüya gördüm ; biliyorum. İçim , öylesine bir hal aldı ki anlatmayı mümkün kılan tüm yetilerimi yitirdiğimi hissettim. Sonra , bir ışık gördüm... İçim , acıdı yine... Ardından vazgeçtim, dedim ama vazgeçemedim. Her gün , yeni bir tekerrür benim için. Zaman yok ; biliyorum. Bu yüzden zamansız bir rüya da yok! Peki , ne zaman düzelirim ben?!.. Zaman yoksa, ' Ne zaman?' da yok sevgili...İç beni , ZAMANSIZ RÜYALARINA ALET ET!.. İç ki ; soğumadan tenimiz , yarılanmadan ömrümüz, saralım açık yaralarımızı...Sevmenin yarası çok . Yaşasın ' DOSTTAN ÖTE,SEVGİLİDEN YAKIN ' bayramları!.. Yaşasın ' dosttan öte, sevgiliden yakın ' bayramları!.. Köpük köpük biralar denizi , içimdeki aptal şaire çarpıyor dalgalarını.. Yaşasın ölmüş şairlerin bayramı! ‘Boş ver'lerle tüket satılık intiharlar mevsiminin intiharlarını!.. Kazalarım, kayıplarım, günahlarım, rüyalarım, kırmızılarım, ağlayıp ağlayıp bağırmalarım, içini ısıtan kahkahalarım , yalanlarım, kapı yumruklamaktan çürüyen parmaklarım, çocukluk fotoğraflarımdaki doğallığım var hayali balkon intiharlarında! Balkon eşittir hayali intihar!..İntiharla ölçmeden cesaretimi,sarılarak sar yaralarımı...'' Anka kuşu gibi yalnızlığı alet edin!Öyle hareket et ki; adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun. '' (***) Kızma bana ; insanım. İnsanım. İnsanım!.. Sen, türkülerde anlatılan sevgiyi ararken;ben, aptal şaire aşık çürük organlarla yattım. Benden nefret EDEMEDİN... Çünkü ben her şeyi,boyamadan yaşadım. Soruları sevemedim. Fakat bir şekilde anlattım ve BU DÜNYA’yı sorgulayan sorular sordum. Çünkü sen bende, ' hırs yapılmış günlük sevgiler 'i değil, türkülerde anlatılan, dokunmaya kıyamayan, AĞLATAN, AĞLATAN, AĞLATAN sevgiyi buldun. Ben kendimi Rock'n'Roll sevişmelere kaptırdım. Yine de ; ne hissediyorsan boyamadan anlatabileceğin bir tek ben vardım, biliyorum. Biliyorum! Sana, sadece ikimizin konuştuğu bir dil yaratıyorum... Saçlarından çekip dudaklarını kanatarak öpüyorum. Boynunda sıcak bir nefesin külleri var şimdi!.. Sen, kalbinin daha aşağılarda attığını hissettiğin anlarda bile benim garip gölgeme aşık oldun. Sevmenin boyutu yok!.. Şimdi bir kasiyerin gözlerinde gözlerin. Bir itfaiyecinin alevli rüyasında düşlerin.. Bir çiftçinin nasırlı ellerinde ellerin.. Sımsıcak bir nefes gibi çiçeklerim... Kendi hikayemde,sol avcumun iç'inde 'ol'mayan kalp çizgimin üstünde yalnız başıma susuyorum.Senden sadece seni istiyorum... Gözlerde bir ışık uyuyakalmış, ışık hızından fazla bir hızda bakışlar ok gibi delip geçiyor tüysüz kalp duvarlarını...Oysa ben, Gözlerin İçine Bakmaktan Utananlar Tarikatı'ndandım. Özlemeyi özlediğim gibi, sarılıp UYUyamaMAYI özlüyorum şimdi!..Şimdi , bir çift gözün yalnızlığımı bozmasını özlüyorum. Garaj pisliğinde pusuya yatmış insan yüzlerinde, yerden toplanıp 'içilmeye' çalışılan nefes orospusu olmuş izmaritlerde, eldeki tütün kokusunda, yepyeni yolculuklarda açığa çıkan eski hüzün yumaklarında, yeni tanışılan insanların sesindeki o garip heyecanda... Seni, göğüs kafesimin kemik parmaklıklarında birikmiş bira şişeleriyle 'SENİ SEVİYORUM' yazarak seviyorum! Ellerimden tut ve beni çorak topraklarda sürükle... x Bir kişi değildi Tuhaf... Liman değildi o. Riskti. Bazen korku dolu bir rus ruleti, bazen açılmamış kartlarla süren poker gibi...Çay tabağında asimetrik bir güzellik yaratan, küp olmayan, dikdörtgenler prizması şekerler gibi...Eriyebilirdi. Çayın yanında uçuşan tavla pulları gibi....Savrulabilirdi. HEP ÇİÇEKLERİ'yle dolu bir buket , bu riski ne kadar taşıyabilirdi ki?.. Birlikte yalnız olmak ama beraber yalnız olamamak. Aslında bütün mesele bu... Düşüncenin olağan seyrinin farkına varıp sırf gidişatın klişeleşmiş yoluna inat, aniden ,düşündüğün şeyin aksini düşünmek...Seni kıskanan bir sürü gözün , yalnızlığınına aldırmadan hala inatla sana saldırmasını tepkisizce izlemek... Ani bir şeyler yapma isteğini açığa çıkarmak ya da her zaman olduğu gibi kendi içine kusuvermek... Hiç tanımadığın birisine gidip ona sımsıcak bir MERHABA demek... Sen kendini tanıyor musun ki?!Dengenin dengesizliğinde yürümeyi denedin mi?..Neyzen’in nefesinden Nazım’ın yumruğuna geçip gidebildin mi? Sonra , tanımadığın yalnızlarla birleşip yalnızlıklar ordusunu yenme umudu biriktirmek...Borsayı takip etmeden de yaşanabileceğini göstermek. Çorak topraklar üstünde çırılçıplak bir ruh ile dertleşmek ya da dertleşememek... Yastığında, HEP ÇİÇEKLERİ'nin kokusunu istemek ama HİÇ'liklerle dolu bir rüyanın iç'inde kaybolmak...Uyandığında , HOŞÇA KAL'lardan yapılmış bir uçurtmanın kopmuş kuyruğunu yanıbaşında bulmak...Ağlamaklı bir sızı duyuvermek boynundan aşağıda ; göğüs kafesinde hapsolmuş bir başka sen'in iç'inde.. HOŞÇA KAL , veda sözü olmadıkça güzeldir bir de formalite olmadıkça... Geriye ne kalıyor şimdi? Yalnızlık : BİR , Hayat : SIFIR!.. Halikarnas Balıkçısı, yaşamın tanımı yoktur ,diye bağırıyor sevgili...Ben,kendi yolumda sessiz ve yalnızım. Sen, Tuhaf'ın hikayesini dinleyen ağustos böceği!.. Sen ; hayali sevgilisinin apışarasında tembellik yapan Tuhaf'ın ,kırmızılar iç'indeki benzeri!.. Avanak romantizmle yazılmış cümleleri okumana gerek yok artık!İnsanoğlu pek kalabalık ve de yalnızdır... GİT!.. Bu Dünya İmparatorluğu'nun katı gerçekçi tokadını yüzünde hisset hadi , BU DÜNYAdaki umutların ahşap yangın merdiveni!..Lanet olası Bu Dünya'yı DÜNYA yapmak için bir kere de olsa 'çeneni kapayarak kusmasını' öğren artık!.. Tanımadığın insana git. Kendine git. Çocukluğuna git. Cilalanmış fayansları batır... Takım elbiseleri batır... Karşılıksız aşkını batır... Ulaşamadığın şehirlerin gemilerini batır! Sesinin kötü olmasına aldırmadan söyle şarkını... Bağır!..Tanımadığın insana sarılamıyorsan , yastığına sarıl!..Çünkü ''Küle değil,ateşe üflemelidir.''(****) Ya da boş ver her şeyi... 'Şey' sayılamayacak kadar var olan şeyleri dahi... Belki de uyku,en dürüst kurtarıcımızdır. Sahiden de uçmasını öğrenemeyecek kadar plastik olduğun için uyuyorsan , iyi uykular yalnızlığın şarkısını fısıldayan ağustos böceği... İyi uykular sana sabıkalı bebek dünya! Çünkü; GECE BİTTİ , GECELER BAŞLADI... Ozan Önen ODTÜ GENÇ YAZARLAR TOPLULUĞU BAŞKANI PK 40 06531 ODTÜ / ANKARA www.gencyazarlar.org/ ozan@gencyazarlar.org msn messenger: very_special_thanx_to_pain@hotmail.com (*),(**),(***) Leyla ile Mecnun , FUZULİ (****) Divân-ı Lügati’t-Türk , Savlar , KAŞGARLI MAHMUT
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ozan Önen ODTÜ Genç Yazarlar Topluluğu Başkanı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |