Sevginin ölçüsü ölçüsüz sevmektir. -Spinoza |
|
||||||||||
|
O büyük insanlık denizinin kıyısına kurulmuş köhne bir liman gibiydi. Geldikleri gibi gitmediler ama onun ıslak ve yosun tutmuş taşlarından. Yücelmiş olarak gittiler. Yüceltilmiş olarak... Saf ve sahipsiz bir sevgi ile hayat bulan, yaraları sarılan insanlar... Tökezleye tökezleye geldiler ve kutsandıktan sonra usul usul gittiler. Huzur dolu olarak... Etraflarında bakındılar geldiklerinde. O kadar büyüktü ki içi birbirlerine bile rastlayamadılar. Açıklarda, o köhne ve güneşin hiç doğmadığı limandan uzaklarda yeni ve güzel şeyler olmalıydı. Güneşin altında parıldayan şeyler... Son bir kez öptüler, kanattılar dudaklarını ve sonra yavaşça çekip gittiler. Her biri birer birer... Günden güne o köhne liman biraz daha genişledi sanki. Akan her damla kanda sahipsiz bir sevginin kirletilmiş gölgesi... Artık daha da ıssızdı o köhne liman. O büyük insanlık denizinin kıyısına kurulmuş köhne bir liman gibiydi. Martılar bile uçmazdı onun güneş ışığı değmeyen isli taşları üstünde. Hüzün yüklü bulutları hep ağlayacak gibiydi; ama hiç yağmazdı yağmur o limana. Hiç rüzgar esmezdi. Öylesine dingindi içi. Hiç öfke yoktu o isli ve yosunlu taşlarda. Sonsuz bir kederle kararmış, kimsenin sahip çıkmadığı sevgileri içinde barındıran o taşlarda... Minik tıkırtılar vardı sadece. Yaralı olanların, iyileştirilmiş olanların, düşmüş olanların, yüceltilmiş olanların, günahkâr olanların, affedilmiş olanların birbirinden bağımsız minik tıkırtıları... Onun anaç bir tavırla hiç tiksinmeden, şikayet etmeden kolları arasına aldığı insanlar minik tıkırtılar çıkartarak gezerlerdi içini o kararmış taşlardan tiksinerek. Açıklarda daha güzel şeyler olmalıydı. Parıldayan, ışıldayan şeyler. Güneşin altında... Hiç öfke yoktu burada, dal kıpırdamazdı, çıt çıkmazdı. Öylesine dingindi işte; ama gittiler yine de. Tüm acizliklerini unutarak, o sahipsiz sevgilerden yapılmış yeni hayatlarını alıp gittiler. Geçmişe dair hiçbir şeyi hatırlamayarak, "Nereden, nasıl geldim ki ben bu lanetli yere?" diyerek gittiler açıklarda güneşin altında parıldayan şeylere. Artlarında içlerindeki tüm nefreti, kiri, ıstırabı, kini bırakarak gittiler. Her damla kanla biraz daha karardı o liman. O büyük insanlık denizinin kıyısına kurulmuş köhne bir liman gibiydi. O martısız, kıpırtısız ufuklarında hep yeni gemiler olurdu, yeni insanlar. Akın akın, tökezleye tökezleye gelen yeni insanlar. İçlerinde biriken tüm kiri ve kini o son öpücükteki kanla akıtıp geçmişlerini bir çırpıda unutmaya hevesli insanlar... Ve o tüm affediciliği, tüm kutsallığı ile açardı kollarını, ıstırapla kararmış taşlarını. İçlerindeki bütün acıyı alıp kendine katmak için. Onlar, sahipsiz sevgisiyle kutsanıp temizlenirken o daha fazla kararırdı. Kendi acizlikleri yüzünden kararan limanın eski taşlarından tiksinerek gezerlerdi içini. Sadece minik tıkırtılar vardı işte bu yüzden o sessiz limanın içinde ve o insanlar bu ışıksız, rüzgarsız, sonsuz limanın büyüklüğünden öylesine korkarlardı içini dolaşırken. Onlar güneşi isterlerdi, rüzgarı, öfkeyi... Kendi büyüklüklerinin gururunu yaşayabilmek için küçük yerlere kaçıp gitmek isterlerdi. Bu büyük, dingin ve fedakâr liman onlara ne kadar küçük olduklarını hatırlatıyordu. O kadar çok sevgi vardı ki bu çirkin, karanlık taşların içinde, ne kadar insan akıtırsa akıtsın pisliklerini üstüne yine de hiç eksilmezdi onun sevgisi. Öylesine yüceydi bu liman... Kucakladığı, bağrına bastığı, ondan tiksinen her bir insanın onda şifa bulurken ardına bıraktığı düşkünlüğü, iğrençliği ile daha da çirkinleşen, şekli bozulan taşları öylesine yüceydi. Ondan alabildikleri ne varsa alan ve geriye sahip oldukları tek şeyi -karanlıklarını bırakıp saf ve sahipsiz bir sevgiden yapılma yeni hayatlarını alarak güneşe ve onun öfkesine koşan insanlar ufkunda gitgide küçülürken o iyice büyür ve genişlerdi. Tertemiz ve kutsanmış bir şekilde açıklardaki yeni ve güzel şeylere koşanlar kısa bir süre sonra geri döneceklerini bilmezlerdi. Kırgın, yaralı, aşık, düşmüş, pisliğe bulanmış, günahkâr... Istırap içinde o yosunlu taşlara yaslanacaklarını, o martısız, yağmursuz gri gökyüzünden inen sahipsiz sevgilerle iyileştirileceklerini bilmezlerdi; çünkü insanlar unutmaya meyilliydiler. Onlar güneş altında parıldayan şeyleri ve öfkeyi severlerdi. Islak, soğuk, isli, yosunlu taşları değil. Griyi ve martısız, yağmursuz gökyüzünü değil. Gelirlerdi; ama geldikleri gibi gitmezlerdi. O anaç liman bütün bunları bilirdi. Bile bile açardı kollarını tüm bu pisliğe; çünkü bilirdi ki bu küçük ve aciz insanların ne yalanları ne kötülükleri ne de ona akıttıkları o kirli kanları onun sonsuz sevgisini tüketebilir, onu yok edebilirdi. O sadece her ihanetle biraz daha çirkinleşir, kararırdı iyice; ama aynı zamanda da büyür ve yücelirdi. O büyük insanlık denizinin kıyısına kurulmuş köhne bir liman gibiydi. Gizem Ozan 30.09.2004
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gizem Ozan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |