Sevmek bir başkasının yaşamını yaşamaktır. -Balzac |
|
||||||||||
|
Ocak ayının soğuk günlerinin birinde, sabahın akşama kavuşma vakti gelmişti. Kadın elindeki çantasıyla evinin yolunu tutmuştu. Üzerindeki bordo renkli kabanı, yağmurun suyundan ıslanmış, koyu bir renk almıştı. Başındaki şapkasıyla bütün saçlarını örtmüştü. Boğazında siyah bir atkı vardı, onu soğuktan koruyan. Bir eliyle düşen çantasını yukarıya, omzuna doğru kaldırıyor, ömür eliyle de, içinde yiyecek olan poşeti götürmeye çalışıyordu. Birden aklına geldi, evde ekmek kalmamıştı. En yakın bir marketten ekmek alması gerekiyordu, gözleriyle bir market aramaya başladı. Yolda dümdüz ilerleyince, karşısına bahçe içinde güzel bir market çıktı. Kaldırımdan atlayıp, çiçeklerin arasından geçti, ön kapıya dolaştı. Giriş kapısından içeri doğru girdi, gözüne gazetelerin başlıkları ilişti, hızlıca başlıklara bir göz attı. İşe yarayan haberleri okuduktan sonra, sütlerin olduğu rafa yöneldi. En üste duran, beyaz kaplı olan, bir litrelik sütten bir tane adı, ekmeklerin olduğu dolaba yöneldi, ardından. Son kalan iki ekmekten birini de o aldı, dolabın dibinde biriken ekmek kırıntıları gözüne çarptı. Tam kasaya yönelmiş ilerlerken, birsinin ona baktığını hissetti. Birden kafasını arka tarafa doğru çevirdi. Saçları uzun, sakallı, kalın çerçeve gözlüğü olan bir adam ona bakıyordu. Biraz ürktü, “Neden acaba” dedi? Bir anlam veremedi. Fazla üzerinde durmadan, yoluna devam etti. Kumral saçlı, iri yarı, gözlüklü adam ona seslendi; “Selma!” diye. Kadın birden irkildi, bu onun ismiydi, arkasına döndü, anlamsızca, “Ne istiyorsun?” der gibi baktı. Adam onun yanına yaklaştı, yanılmamıştı, bu Selma’ydı, yıllar onun güzelliğinden hiç bir şey çalamamıştı. Bunca zaman sonra, tekrar onu görmek, ne kadar da güzel diye geçirdi içinden. Kadın ise hala şaşkın, hiç bir şey demeden bakıyordu öylece. Bu sakallı adam kimdi? Adam, kadının yüzündeki şaşkınlık ifadesinin bitmediğini fark ederek, “Ben Selim, hatırlamadın mı?”dedi. Kadının allak bullak olan beyni, bir türlü toparlanamıyordu. Ne diyeceğini bilemiyordu, hafızası bu kadar kısa bir zamanda, ne kadar da çok yıpranmıştı. Adam “Liseden” diye ekleyiverdi. O an da kafasında ki bütün parçalar yerine oturdu, yapboz tam olarak tamamlanmış oldu. Onunla ne kadar da çok hayalleri olmuştu, on yedi yaşının sevinciyle. Ama yıllar öyle çabuk ve acımasız geçmişti ki, her biri bir tarafa savrulmuş, birbirinden habersiz olarak, farklı farklı yerlerde yaşamışlardı. Yıllar sonra işte bugün, bir tesadüfün eseri olarak bu markette, tekrar karşılaşmışlardı. Selim onu tanımasaydı, bu karşılaşma da olmayacak, iki yabancı gibi aynı kapıdan çıkıp gideceklerdi, belki bir daha, başka hiç bir yerde karşılaşamadan da, ömürlerini tamamlayacaklardı. Selma “Tanıyamadım seni, çok değişmişsin” diye cümlesine başladı. O zaman ki kısa saçlı, soluk benizli çocuğun yerine, uzun saçlı, sakallı bir adam çıkınca karşısına, o da şaşırmıştı. Selim; “Sen aynısın hiç değişmemişsin, hala zayıfsın, hala da güzel” diye cümlesine devam etti. Kadın kısa bir gülümsemeyle bu cevaptan memnun kaldığını belirtti. “Burada mı yaşıyorsun?” diye meraklı, bir soru yöneltti adama. Selim; “Hayır” diye kestirme bir cevap verdi. Ama Selma’nın gözlerinde ki merak, bu cevapla bitmemişti. “Burada geçici bir şantiye işinde çalışıyorum” diyerek cümlesinin devamını getirdi Selim. “Sen ne yapıyorsun?” diye merakını giderecek, bir soruda Selma’ya o sordu. “Ben burada kalıyorum biliyorsun, ailem burada, annemle yaşıyorum, kendi bürom var, muhasebe üzerine.” Dedi. “Ben de inşaat mühendisliği okudum, burada bir ihale aldım, onun takibi için bir kaç aylığına burada kalmam gerekiyor, ne kadar burada kalacağım belli değil, hava koşullarına bağlı.”diye, Selim de, işiyle ilgili gerekli açıklamayı yaptı. Kadın bu cevap karşında memnun olmuştu. Onun düzenli bir işi olması, kendi ayaklarının üstünde durması güzeldi. Merak ettiği başka, o kadar çok şey vardı ki, ama çekiniyor, bir türlü sorularını ona yöneltemiyordu. Nereden başlasam diye düşünürken, Selim bir soru yöneltti ona. “Yalnız mı yaşıyorsun?”oldu bu soru. “Hayır” dedi ürkek bir ses tonuyla “Annemle yaşıyorum”. Adam merak ettiği sorunun cevabını almıştı, o evlenmemişti. “Sen kiminle yaşıyorsun?” diye meraklı bir şekilde, o da sorusunu yöneltti. “Kızımla ve eşimle” dedi adam. Kadının ince yay gibi olan kaşları eğildi, başı önüne doğru düştü. Üzüldü, kalbinde bir şeylerin parçalandığı belliydi. Bu cevap karşısında yapabileceği tek bir şey vardı. Susmak. İnsanlar geçen zamanı çok iyi değerlendirmiş, hayatlarını düzene sokmuşlardı. Bütün arkadaşları evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuştu. Bir tek o yalnız kalmış, hayatını pişmanlıklar ve gözyaşlarıyla sulamıştı. Hep giden bir şeylerin ardından bakmış, hayal kırıklarıyla yeni güne “merhaba “demişti. Şiir tadında bir yaşam aramıştı kendine. Büyük hayallerin peşinde koşmuştu bunca zaman. Hayat denen bu ormanın içinde, kaybolup gideceğini hiç düşünmeden. Dostluklar kurmuştu kendine, sanki bir daha hiç bitmeyecek gibi, herkesi hep sevmişti, asla düşmanı olmayacak gibi. Hüzün dolu yaşamıştı bütün hayatı, kırılmalardan uzak kalmaya çalışarak, fakat o iyi oldukça, o güldükçe, her şey daha çok üstüne gelmeye başlamıştı. Onun hayalindeki gibi bir yer değildi, hayat. İnsanlar onun kafasındaki gibi hep gülücükler dağıtmıyordu. “Ne oldu, neden daldın?” sözlerinden sonra Selim’in, daldığı o derin âlemden geri geldi ruhu. “Yok” dedi “Geç kaldım, annem merak eder, hemen gitmem gerekiyor.” Bu gidiş onun için bir kaçıştı, yaptığı hatalardan ve de pişmanlıklardan. Elinde duran ekmeği ve sütü kasaya doğru uzaktı, bütün borcu, bir yetele, yirmi beş kuruştu, bozuk iki tane demir parayla borcunu ödedikten sonra, kapıdan dışarı çıktı. Selimse arkasından, “Görüşürüz1” diye bağırıyordu. Onu orada yalnız bıraktığını, son an da fark etti Selma. Arkasına baktı, gözleriyle "görüşüz" dedi, bir an önce oradan uzaklaşmak istiyordu. Aslında kaçtığı ne marketti, ne de Selim. Aslında geçmişinden pişmanlıklarından kaçıyordu o. Yol boyunca eve varıncaya kadar düşündü, zamanı nasıl harcadığını, yalnızlığını ve hayat denen bu oyunu. Hayata hep korkarak yaklaşmıştı, hiç bir zaman yaptığı işi tam olarak yapmamıştı. Biraz kitap okumuş, biraz yazmıştı, biraz koşmuş, biraz dinlenmişti. Hayallerininse birazı gerçekleşmiş, birazı kalmıştı. Hep ertelemişti hayallerini, umutlarını hep birilerine bağlamıştı. Hep kırılmıştı hayat yolunda. Kendisine de biraz güvenmişti. Bu güvensizlikle ertelemişti hayallerini ve umutlarını. Yaşadığı hayatın yarısı kendisinin, yarısı da başkasının hayatıydı. Dışarıda zabıta memurları, içerideyse gardiyan gibi görev yapan güvensizlik duygusu, her şeyin birazını yaşatmıştı ona. Ve bunca yaşanmışlığın ardından, elinde kalan tek şeyse, biraz mutluluktu…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © neslihanca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |