Yaşam ciddi, sanat neşelidir. -Schiller |
|
||||||||||
|
Genel olarak karşıtlıklar üzerine kurulu olduğu düşünülür yaşamların. Güzelin karşısında çirkin, iyinin kötü… Sıcak-soğuk, yararlı-yararsız, yapmak-yapmamak, siyah-beyaz, bırakmak-bırakmamak… Örnekler uzayıp gider. Uzamayan gerçek, ara değerlerin de olduğudur. Zıt uçlardaki iki değerden izler taşıyan, ara değerler. İlk anlarda genel olarak düşünülmez, gri benzeri… Bu yazının konusu da değildir, ara değerler. İlk yazımda iz bırakmaktan söz etmiştim, düşündüğümce. İz bırakmanın, bırakma isteği ve arzularının; yüksek sesle söylenmese bile, insani bir özlem olduğunu anlatmaya çalışmıştım, kısaca. Bu yazımın konusu da, her şeyin karşıtıyla var olduğu düşüncesinden yola çıkarak, iz bırakmamaktır, yine kısaca. İz bırakmak güzeldir… Beğenilen, aranılan izler bırakmaya, kim “hayır” diyebilir? Bıraktığımız izlerin sürülerek bizlere ulaşılması, hangimizin hoşuna gitmez? Gider mi? Zorunlu değildir elbette, iz bırakmayı amaçlamak. Amaçsız bir yaşam sürdürmeyi de amaçlayabilir insan ve insanlar. Özellikle de yaşadığımız günlerde. Ne de olsa özgürlük vardır. Herkes, istediği konuda, istediğini seçebilir… “Zevkler ve renkler tartışılmaz” sözü gelebilir akıllara. Ancak, zevkler ve renkler tartışılır bence. Zorunlu mu? Hayır. Gerektiğinde tartışılabilir. Ne zaman gerekir? Kişilere ve tartışma isteklerine bağlıdır. Tartışılır, ama zorla kabul ettirilemez. Tartışmayla, ağız kavgasını karıştırmayan insanların tartışmaları da az keyif değildir hani. İz bırakma çabalarını sürdürmeyi veya sürdürmemeyi de seçebilir insanlar. Onların seçimi ve kararıdır. Ancak, hem kaçınılmaz izler bırakıp, hem de bırakmamayı amaçlamak; yetinmeyip yok etmeye çalışmak, kişisel ve kişilerin seçimi olmaktan uzaktır. Genel olarak bu yaklaşımı anlatan, “karda yürüyüp, iz bırakmamak” sözü de, kişisel olmaktan uzaktır. Saklı düşünceyi ve düşünceleri de kapsar. Aydınlıklardan korkup uzak kalmaya, saklanmaya çalışan karanlık düşüncelerin, insanı rahatsız eden, ilk bakışta görünmeyen anlamları olduğunu düşünülür, çoğunlukla. Fizik yasalarına, gerçeklere aykırıdır, karda yürüyüp iz bırakmamak. Karda yürüyüp iz bırakmak, keyiflidir. Arkaya dönüp izlerine bakarak yürümek, keyfini arttırır insanın. Aynı karda yürüyüp iz bırakmamayı amaçlayanlar, bu keyfin diğer ucunda yer alır. Karda yürürken iz bırakacağını bilir, o izin bırakılmaması gerektiğini düşünürken… Tam burada, sorun başlar. Kişisel olduğunu düşünüp, izinin görünmesini istemeyen; herkesin görebileceği yerlerde iz bırakmaz. Herkesin üzerinde hakkı olduğu alanlarda dolaşmaz. Dolaşırken bırakacağı izlere, diğer insanlar ilgisiz kalmaz, kalamaz. Onların yaşamlarının da etkilenmesi söz konusuyken, kişisel hakkın arkasına saklanıp, saklamaya çalıştıklarını saklayamaz, diğer insanlardan. Ayak izinin yer aldığı kar kümesini yok da edebilir. İz yok olur, ama yok edilmeye çalışılan iz, yeni bir iz ve izler bırakır, saklanmaya çalışılırken… Karda yürümekten uzak duramayan, yürürken iz bırakmamayı düşünen insanlara dikkat edilmesi gerekir. Saklamaya çalıştıkları, diğer insanları bir biçimde ilgilendiriyor olmalı… Bu durumda yaptıkları ve yapmak istediklerinin, diğer insanların zararına olabileceğini düşünmek, abartmak olmaz. Bu sözün, etkin görünmek ya da kurnazlık adına fazla düşünülmeden, öylesine söylenmesi ayrıdır elbette. Ancak, böyle bir sözü rehber edinen insanların yaşamının, diğer insanların zararı üzerine kurulu olmasından izler taşımadığı düşünülebilir mi? Karda yürüyüp iz bırakmamayı ilke edinmiş, toplumun farklı kesimlerindeki insanlar güvenilir olabilir mi? Benzer biçimlerde, farklı meslek gruplarındaki böyle insanlar, diğer insanlara eşit uzaklıklarda durup, haklarına saygı gösterebilir mi? Özellikle toplum adına görevli insanların yaptıklarının, yapması gerekenler olduğu düşünülebilir mi? Yoksa sonu gelmez “kart sahibi yakinim olur” ve benzeri iz sürmelerin, izlerinin yok edilme çabaları mıdır, bütün o söylemler? “Benden olmayan yaşamasın” söylemine uzar mı, çoğu kez yüksek sesle dillendirilmeden… Tırmanıp, örneğin siyah-beyaz zıtlığına dönüşmez mi, grilerin varlığı unutulurken? Gri ve grilerin her iki renkten farklı oranlarda da olsa izler taşıyıp, içinde barındırdığını düşünmemek, ne adına, ne için yararlıdır? Yararlı mıdır? Aynı gri ve griler, bir yandan siyah-beyaz karışımından olumlu izler taşıyıp zenginlik olarak karşımıza çıkarken; diğer yandan koşullara bağlı olarak siyah ya da beyazlara uzayabileceği de gerçek değil midir? Salt beyaz ya da siyahtan oluşan gri ve griler var mıdır? Griler varken, yok mu sayılacaktır? Yaptığını yapmamış, bıraktığını bırakmamış gibi davranmak; gibi benzeri, griye yüklenen belirsiz ve net olmayan anlamında, sevimsiz değil midir? Yetinmeyip griye yüklenebilecek tüm olumsuz anlamları da beraberinde sürüklemez mi? Toplum olarak bir arada yaşamayı amaçladığımızı her fırsatta söylerken; aslında aksini mi söylüyordur karda yürüyüp iz bırakmamayı amaçlayan düşünceyi sahiplenen insanlar? Onlara karşı olduğunu söyleyenler ne düşünüyor? Teori ve pratiğin farklı olduğu benzeri, söylenenlerle yapılanlar farklı mıdır? Farklı olmasının, kime ne yararı vardır? Var mıdır? Bu durumda kimi ya da kimleri kandırıyoruz? Kendimizi mi? “Herkesi kandırabiliriz, ama kendimizi asla” düşüncesi, akıllara gelmez mi? Gelir elbette. Beynimizin kıvrımlarında saklayabildiğimizi sandıklarımız arasında, o da yer bulur kendine. Oysa bir başka yerde, gerçek dünyada ve yaşamda yer bulamaz… Bulmamalı, ama buluyor. Onca şikâyetlere rağmen, buluyor. Ya şikâyetlerde, ya da şikâyet edenlerde bir sorun var… Ya şikâyet konusunun gerekleri yapılmalı, ya da şikâyet edilmemeli, yalnızca. Üzerine düşeni yapanların, ya da gerçekten yapabilecek bir şeyi olmayanların şikâyet etmeye hakkı vardır elbette. Ancak, şikâyetçi görünüp, “bugün değilse bile, yarın bana da yarayabilir” ve benzeri düşüncelerle; karda yürüyüp izini belli etmeyenlere sessiz kalıp, kendilerini belli etmeyenlerin, şikâyet etmeye, hak adına hakkı ve hakları yoktur… Tam bir açmazdır, iz bırakmamayı amaçlayarak, fiziki dünyanın değerlerini sahiplenmeye çalışmak… Kitabına uydurmak… Zamanı gelince, kendisine yakın olanlara, örneğin miras olarak bırakmak... Aslında amaç, iz bırakmamak da değil. Aksine iz bırakmak… Genel olarak, herkesin imrenerek bakacağı düşünülen izler bırakmak. Arsa, ev, araç ve benzerleri olarak, para değeri yüksek değerler olarak... Değerini(!) doruklara taşıyacağı düşünülen para olarak... Bırakılmak istenilen izler, bu ve benzeri düşüncelerle ilgilidir, çoğu kez ve doğrudan. Bırakılmamak istenilen izler, o değerler elde edilirken bırakılan izlerdir, daha da doğrudan. Peki, bütün bunları amaçlayan insanları barındıran toplumlar, ayrılmaz bir parçası olmasına rağmen; bir köşesine neredeyse itelenmişken, dünyada iz ve izler bırakabilecek mi? Bıraktıkları izler, ne olacaktır? Elektrikten-uçağa, cep telefonundan-bilgisayara uzayan yaşamın vazgeçilmezlerinin yalnız kullanıcısı olan bir toplumun, bir ülkenin bırakacağı izler ne olabilir? İnsanlık tarihinde yer alamayışı, salt düşmanlarla çevrilmiş zor bir coğrafyada yaşamasıyla açıklanabilecek midir? Farklı anlamlarda da olsa iz bırakamamak, aslında “yaşamadım” demek değil midir? İnsan, toplum ve ülke olarak…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © E. Asım Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |