Yalnızlık güzel birşey, ama birilerinin yanınıza gelip yalnızlığın güzel birşey olduğunu söylemesi gerekir. -Balzac |
|
||||||||||
|
Durgun bir göl... Kıyısında, kıpırdamadan duran, iri yapraklı ağaçları barındıran bir orman... Esinti yokluğu mevsim koşullarından kaynaklı... Arada bildik kuş sesleri; bu durgunluğa uyumlu notada ötüşlerde... Güneşin sıcaklığı ağaç altında etkisini nispeten hissettirmiyordu. Ormanın kuytuluk bir yerinde derme çatma kalaslardan yapılmış ve cam yerine tahtalarla pencereleri örtük bir kulübe kendi içinde iki erkeği barındırıyordu. Işıldağın verdiği aydınlığa alışmış gözlerle birbirlerini süzerek, ellerindeki kutularda bulunan ılık biralarını arada yudumlayarak, konuş-malarını sürdürüyorlardı. Diğerine göre daha sakin görünen; “İyiyön,” adlı adam, Rutbin isimli şahsa, anlatımındaki karanlık noktaları aydınlatmasını istemişti... Ondan bunu istemeye hakkı vardı. Saatlerdir büyük bir dikkat ve özenle dinlemişti onu ve kör noktalar çoktu. Rutbin, kendisine göre aydınlatıcı açıklamalarına kaldığı yerden devam etti. "...Bu karanlık, puslu ortamda her iki taraftan da uyuşturucu, silah kaçakçılığı, şantaj, adam kaçırma, öldürme, tehdit gibi yollarla şahsi menfaatleri için hareket edenlerin olduğu istihbaratınızca da bilinen bir gerçek... dedi. Rutbin’in otomobilinden getirdiği biradan bir yudum daha alıp devam etti. "Bu ilişkiler o kadar gelişti ve yayıldı ki kendi çevremde bile bu işe bulaşanlar oldu. Daha önce farkına varamadığım bazı önemli bağlantıları keşfedebilmem bu süreçten sonra başladı..." İyiyön, söze girerek, "Asıl konuya gelsen...." uyarısını yeniledi. Onlarca kez yinelemişti bu uyarısını... "Diplere indiğimde biraz önce anlattığım her yerde hazır ve nazır, fakat bir şekilde kendisini maskeleyen organizasyon hakkında bazı ipuçları elde ettim. Öyle bir organizasyon ki, bireylerin, toplumların, devletlerin hatta dünyanın kaderini tayin ediyor. Kader tayininde iyi niyetli olsun, kötü niyetli olsun istediği her kişiyi ve her nesneyi kullana-biliyor; istediği kişi, kişilik ve kurumu bir şekilde etkileyerek kendi yandaşı ve figüranı yapabiliyor... Gelişen her olay onların eseri. Savaştığı-mız illegal örgüt de, bizlerde kullanıldık, bir çok kan döküldü... Çünkü o güç isteseydi saniyesinde iki tarafa da silah bıraktırabilecekti. Aradaki sorunları her iki tarafı da hoşnut edecek siyasi ve kültürel anlamda birlik ve beraberlik bozuma uğratılmadan çözebilirdi. Bu Sodgom ülkesi vatandaşlarının birbirlerine daha sıkı bağlanmasını da doğuracaktı. Özelde Birleşik Devlette konuşlanmış büyük gücün bunu gerçekleştirmemesi, bu kaosun devamına onay vermesi anlamına geliyordu..." "Bilinen komplo teorilerinden biri...." Rutbin,"Şimdiki bilgilerim olmasaydı ve biri bunları bana anlatsaydı bende aynı şekilde karşılık verirdim," dedi. "Neyse devam etmeme izin verin, lütfen!... Bu organizasyon, ülkeler içinde yumuşak karınları kullanıyor, gerektiğinde ülke yönetiminde gerek-tiğinde o ülkenin içerisindeki kuruluşlara derneklere, destek veriyor veya yenilerini oluşturuyor. Yeteri kadar kullandığı grup ve bireylerle işi bitti-ğinde ise bozuk para gibi harcıyor. Özellikle bunu önceden fark edip oyunlarında figüran olmak istemeyen veya figü-ranlıktan istifa etmek iste-yen grup ve bireyleri, bir şekilde yok ettiriyor. Bu organizasyon için din, kimlik, ırk, gelenek ve hiç bir değer önemli değil. Fakat bu değerleri iyi bilen ve kullanabilen bir yapı sunuyorlar. Gerektiğinde ve işine geldiğinde dinci bir yönetimi, sosyalist bir yönetimi, diktatörlüğü veya çok demokratik bir yönetimi dahi destekleyebilecek karmaşık bir yapısı var. Bu organizasyon geleceği tayinde zorlanmamak için bilinçli yandaşları dışında, farkında olmayan uygun insanları bile, medyaya, edebiyata, politikaya, bürokrasiye, özel sektörlere, müzik piyasasına, diğer sanat ve kültür alanlarına, bilim alanına, üniversitelere, legal ya da illegal örgüt-lere, dini ve milli cemaat ve örgütlenmelere, istihbarat merkezine girdir-miş veya oralarda olanları bir şekilde etkilemiş hatta daha ilginci batının en önemli bir ülkesinde geçinen yandaşı bir grubu sosyal demokrat sahte kimliğiyle devletin başına getirtmiş bir organizasyon..." "Bana organizasyonun ismini, tam olarak merkezini, künyesini bildir?..." "İşte bütün sıkıntımda bu..." "Hayali bir şeyden söz ediyor ve benim inanmamı bekliyorsun..." "’Buldum’ dedikçe daha üst bir organizasyonun varlığını keşfediyor-dum. Bu sürekli tekrarlandı. Hala en üst merkez birime ulaşabilmiş değilim. Bununla ilgili tüm ayrıntılar sana vereceğim belgelerde ve rapor-larım da yazılı... Tam tespit edilmemişse de bu organizasyonun yoğun-luklu gücü Birleşik Devlet’te barınıyor... Tıpkı havanın esintisini derimiz- le, aldığımız nefesle, yaprak kıpırtısıyla fark etmemiz gibi; kendisi görünmeyen fakat etkisini hissettiren bir merkez..." "Bana somut bir şeyler söyle..." dedi. İyiyön. "Örneğin; yakın gelecek için ne tür planları olduğundan söz edebilir misin?" "Dedim ya! Ayrıntılar belgelerimde... Bazı ülkelerde bulunan ve genelde önceleri kendilerinden destekli fanatik gruplar, terör mücadelesi bahanesiyle pasifize edilecek. Sonradan ortaya çıkarılacak bazı krizler, sıkıntılarla kamuoyunda duyarsızlık, belirsizlik, korku dalgalarının yayıl-ması sağlanacak. Böylece kamuoyunun doğal tepkisel enerjisi bir şekilde tüketilecek... Oluşturacakları onlara uygun zeminde özellikle; Birleşik Devletin Ortadoğu da girişim ve müdahalelerde bulunması sağlanacak... İstediklerini politik yönden elde edemediklerinde ülkemizin de kendi yanlarında taraf olması konusunda önceden oluşturdukları koşullar, özel-likle yerel işbirlikçilerinden soyguncular mesleğine sahip elit kişilerce en son gerçekleştirecekleri ekonomik kriz nedenleriyle zorlamalar meydana getirecekler. Yeni duruma ve kendi yararlarına uygun bir ortam ve yönetim daha oluşturacaklar. " İyiyön’ü hava sıcaklığı ve anlatılanlar terletmişti. Alnında ki teri elinin tersiyle sildikten sonra; iki elinin parmaklarını birbirine geçirip tahta masaya koydu. "Kabul edelim ki anlattığın özelliklere sahip böyle bir organizasyon var," dedi. "senin dışında bunun farkında olanlar var mı?" "Çok sayıda olmasa da var. Bunlardan idealist olmayanları ‘bana ne,’ diyerek ortamdan salt kendileri için çıkar edinmeye devam ediyorlar. İdealist olanlardan bir kısmı, görevi bırakıp bildiklerini öldürülme, iftira atılma korkusuyla içine gömerek yaşamlarını devam ettirmeye çalışı-yorlar. Susmamayı tercih edenler ise bir şekilde sindirilmeye çalışılıyor veya öldürülüyorlar... Artık hiçbir şeye inancım ve güvencim kalmadı. Her şey ve herkes; farklı düşünce ve amaç taşısa da, değişik tavır, tepki, eylem de bulunsa da haklı, haksız görünse de sanki bu organizasyonun isteğiyle bundan haberli veya habersiz davrandıklarını son zamanlarda iyiden iyiye duyumsuyorum... Hatta hiçbir şey yapmayanlar da sanki onların arzusuna uygun davranıyormuş gibi geliyor bana ve bu durum yaşamı ve kendi yaşamımı gözümde anlamsız kılıyor... Allah’ım bunları düşündükçe bazen çıldıracak gibi oluyorum..." Masa üzerinde olan içi kağıtlarla dolu klasörleri işaret ederek, "SodGom Ülkesine geçmiş yıllarda başkanlık yapan lider, onlar tarafından destekli ve onların düzenlemelerine genelde bilerek bazen de bilmeyerek uyarken, geleceğe yönelik senaryolarının bir kısmına karşı çıkmıştı. Onların düzenlemelerini bozmak için yurttaşlık bilinciyle İllegal-ABCD örgütünün ve yandaşlarının halkı etkilemede kullandıkları söylemleri, propagandaları boşa çıkaracak uygulama ve yasa değişiklikleri için çalışmalar başlattı. Hatta el altından gazeteciler kanalı ile örgüt lideri ile bağlantı sağladı. Amaç, oyunu bozmaktı. Ülke halklarının birlikteliğini gerçekleştirmekti.. Bunun için gerekli demokratik açılımları sağlayacak-tı... Halkların kendi kültürlerini geliştirme ve yaşatması, bireylerin kendi ana dillerinde eğitim yapabilme olanağı da dahil büyük güçten ayrık yerel düzenleme raporları hazırlamaya başlamıştı. Bu yerel düzenlemelerle illegal örgütlerin doğuş ve varlık nedenleri sonlandırılacaktı. Ayrıca Devlet ve halk içinde kargaşadan yararlananların daha fazla palazlanması önlenmiş de olacaktı..." "Kimden söz ettiğini biliyorum, toprağı bol olsun." "İşte önceki liderin, kendi düzenlemelerine uygun davranmaktan vazgeçip, farklı bir yapılanmaya gittiğini tespit eden organizasyon; uyarılarına olumsuz yanıt alınca zehirleyerek onun hayatını sonlandırdı." "Kalp krizinden vefat etmişti..." "Bu laf!... Cinayeti maskeleme..." "Seninki temelsiz bir iddia!" "Belgelerde dayanağı var. Sadece o değil, bu senaryoların farkına varan yazar ve gazetecilerden bazıları da sonsuza kadar susturuldular... Bu oyunu bozmak isteyen Dış Güvenlikten bir üst düzey görevlisi, helikop-terle sınırdaki bir ülkeye giderken uyarıldı... Organizasyonun uyarısına; uymaması üzerine helikopteri düşürüldü ve kaza süsü verildi... Yine üst düzey bir dış güvenlik görevlisi tatbikat esnasında kepine atış yapılarak uyarıldı... Uyarıya olumlu yanıt alan organizasyon onun yaşamını sonlan-dırmadı... Örnekler çok... Önce sonuç alabilecekleri basit yolları deniyor-lar. Öldürmek onlar için son çare..." Dibinde kalan son damlaları zorlukla ağzına döken İyiyön, bira kutusunu masaya sertçe indirerek,"Senin bilgi, sezgi ve mantığınla düşünürsek; SEN NİYE ÖLÜ DEĞİLSİN?..." diye buz gibi bir sesle sordu. "Bazı teşebbüsler oldu... Yıllardır yaptığım mücadeleler nedeniyle deneyimlerim var... Korunmayı ve gizlenmeyi de iyi biliyorum." Yanan ışıldağa, gözlerini kırpıştırmadan dikti. "Kendimi yaşayan bir ölü olarak vasıflandırıyorum ve ölümden korkmuyorum. Sadece toplumu bu yönde uyarmak için zamana gereksinimim var!... Özellikle sana ve senin gibi arkadaşları ikna etmeye... Tek başıma mücadele edemeyeceğimi biliyo-rum." "Sana birşey daha soracağım sakın alınma... Geçmişte aramızda bayağı sorunlar yaşanmıştı. Kurallara bağlı olmadan çalışmalar yaptığın-dan dolayı sen ve grubunla düşman gibiydik... Neden bir başkasını değil de beni çağırdın bu sıcak ormana?..." "Yanıtını bildiğin bu soruyu sormakla kendini tatmin etmek istiyorsun... Evet, galiba senin ve birkaç arkadaşın dışında pek kimseye güvenmiyorum... Senin gerçek anlamda kendi çıkarlarını göz ardı ederek insanlık için katıksız mücadele veren biri olduğunu önceden de biliyor-dum. Sadece yöntemleriniz bana çok saçma geliyordu... Ama siz gerçek güvercinleri artık seviyorum galiba." "Teşekkür ediyorum! Güvenine layık olacağım... Peki şehirde yaşayıp neden koruma istemiyorsun?" "Güldürme beni... Adresi belli hedef olurum." İyiyön, ayağa kalkarak içi belgelerle dolu beş klasörü, Rutbin’inde yardımıyla çuvalın içine koydu. Ağırlaşan çuvalı zorlukla kaldırdı. Boşta kalan elini samimi bir şekilde Rutbin’e uzatarak, "Benden istediğin başka bir şey var mı?" diye sordu. "Gereğini yapacağına inanıyorum... Benden haber bekle!... Bazı arkadaşların elde edip bana ulaştıracağı belgeleri üst raporunu hazırladık-tan sonra sana sunacağım. Sakın benle bağlantını koparma!..." İyiyön, başını olur anlamında salladı. Kapıya doğru yöneldiğinde Rutbin’in sert elini kolunda hissetti. "...........................?!" "Yanlış anlama, sadece önlem... Önce ben çıkacağım... Beş dakika sonra da sen çıkarsın!..." dedi. Rutbin, İyiyön’ün tepkisini beklemeden kapıyı yarısına kadar araladı. Gövdesi kulübe içinde başı dışarıda duruşuyla; çevreyi gözleriyle taradıktan sonra koşar adım kulübeden uzaklaşarak sık ağaçların arasında gözden kayboldu. *** Rutbin, sık çalılıkların altına saklamış olduğu yeşil ve kahverengi benekli kampetini aldı. Ufak alan boşluğuna serdi... Uzandı... Üzerine, günlerdir yıkanmamaktan kokan örtüyü çekti... Uyumaya çalışacaktı. Aslında yabancısı olmadığı bir yaşamdı... Yıllarca illegal örgüt ve elemanlarıyla yaptığı geceli gündüzlü silahlı mücadele sürecinde bu tür yaşam biçimiyle barışık hale gelmişti... Yine uykuyu yakalayamamıştı. Dolunay ışığı, yaprak dalları arasından Rutbin’in burnunun ucunu gösterebilecek kadar aydınlatıcı ışık huzmeleri indiriyordu. Böcek sesleri, kulağının az ötesinden gelen sinek sesleri ona ezgisel geliyordu. "İyi ki, vücuda sürülen sinek kovucu ilaçlardan almışım. Bu ufacık kanatlılarla sabaha kadar mücadele etmem gerekecekti," diye düşünerek kendisini tebrik etti.. Eşini ve çocuklarını düşündü. Uzun zamandır onlardan haber alamı-yordu. Olaylar duruluncaya, güvenli ortam sağlanıncaya kadar kendisine karşı şantaj aracı olarak kullanılabilecek kişileri bulunamayacakları bir eve gizlenmelerini söylemişti... Düşünceler, beynini uyuşturmuştu. Gözleri kendiliğinden zorlamasız kapanmalardaydı. Uykunun ilk kısmı olan tilki uykusu aşamasındaydı, şimdi... Bir sesle irkildi. Gözlerini ve kulaklarını açtı... Yaprak hışırtısına benzeyen bir sesti bu. İlgi çekici ikinci ses, kuru yaprakları barındıran bir dalın üzerine basıldığında çıkabilecek seslerdendi. Civarda bulunan hayvanlar gece gezmelerinde galiba, diye düşündü. Bu düşünce kendisini tatmin etmedi. Yanı başında bulunan silahının emniyetini açtı, yüzükoyun döndü. Gözleriyle dal ve yaprakların arasından etrafı dikkatli bir şekilde incelemeye başladı. Elli-altmış adım uzaklıkta bir karartının çevreyi incelediğini fark edince, soluğunu tuttu. Karartının yanına; elinde uzun namlulu silahla birinin yaklaştığını görüyordu. Rutbin yerde sürünerek yakınındaki kocaman bir ağacın arkasına geçti. Terden vıcık vıcık olmuştu. İlk kez dolunaydan bu kadar nefret ediyordu. Ağaçların gövdelerini kullanarak uzaklaşmaya başladı. Şarki müca-delesinde, çevreden açılan yaylım ateşleri arasında cesaretle onlara karşılık vermişti. Yüz yüze bedensel mücadelelerde gerekli performansı göstermiş ve sağ çıkmıştı. Fakat şimdi... İlk kez ve şimdiye kadar tatmadığı, duyumsamadığı bir duyguyu algılıyordu... Bu, içini ürperten, kalp atışlarını hızlandıran, tüylerini diken diken eden, damarlarındaki kanı daha kısa aralıklarla beynine pompalayan bir duyguydu. Bu, bütün çıplaklığıyla KORKU duyumsamalarıydı. Korkuyordu.... Bu duyguyu engelleyemiyordu. Bedenine ve ruhuna usulca sahiplenen, kendisini ele geçiren etkiyi içselindeki telkinler yok edemiyordu... Beynine bir kurşun sıkmak, işin kolaycılığıydı. Korku, tüm hücrelerine yayılmıştı... Beyni karıncalanıyor, saçlarının dipleri kaşınıyor, bedeni titriyordu. Soluk alıp verme ritmi, normal düzeneğini kaybediyordu. Ne kadar bastırmak istese de, sıklıkla alıp verdiği soluğu ormanda yankılanıyor gibi geliyordu kendisine. Alıp verdiği oksijene doyamıyordu. Yüzü ateş sıcaklığındaydı. Uzman üstlerinin sürekli tekrarladıkları; “korkunun üzerine gitmek, korkuyu kaçırır ve tüketir,” öğretisini anımsadı... Şimdi; korkunun üzerine gitme düşüncesi kendisini daha çok korkutuyordu. Kah koşarak, kah yürüyerek, kah etrafı inceleyerek geçirilen süre ,yarım saati aşmıştı... Bir çalılığın altında gizlenerek dinlenmeye çalışırken, “Sonu en çok ölüm! İlerisi yok! Neden korkuyorsun?...” telkininde bulundu, kendisine. Galiba tehlikeyi ıskalamıştı... Şimdi daha farklı şeyler düşünebiliyordu. Yerini nasıl tespit etmişlerdi. Yakın iki arkadaşı ile dün gelen Ajan İyiyön dışında kimse bu ormanda gizlendiğini bilmiyordu. Arkadaşlarının her ikisine güveniyordu. Peki ya İyiyön! Bilgi sızdırmış olabilir miydi?.. Gördüğü siluetler; ormanda bulunan serserilere ait olabilirdi... Başkaca iş çevirmeye gelen kişiler de olabilirdi... Balık avlamaktan bıkıp ormanda avlanmaya çıkan balıkçılarda olabilirdi. Tehlikeye şartlanmışlık nedeniyle nasılda bunları düşünmemişti?... Hiçbir şekilde dışarıdan görünmesi mümkün olmayan bir yerdeydi ve bu kendisine güven veriyordu. “Çıt!... Çıt!... Çıt...” Biraz önce duyduğu seslerin tekrarıydı. Bu kez bekleyecekti... Yüzleşmek istiyordu. Orman genişti ve önceki alandan bayağı uzaklaşmışken aynı sesleri duyması; kaçmanın çare olmadığı sonu-cuna ulaştırmıştı kendisini... Yaklaşık, on beş metre öteden bir karartının yavaşça kendi bulundu-ğu yöne doğru ilerlediğini gördü. Mevzisinden doğrulmadan, "Olduğun yerde dur!... Kimsin?" diyerek bağırtılı uyarılarda bulundu. Karanlıktaki karartı, ses vermediği gibi ilerlemesini de durdurmadı. Karartının yanına ulaşmasına beş adımlık mesafe kalmıştı... Rutbin, elinde hazır olan tabancayla üst üste ateş açtı... Karartıdan ses çıkmamıştı. Durmamış ve düşmemişti... Gözleri fal taşı gibi açıldı. Kırpıştırdı; gözlerini... Ellerinin titreme-sini önlemeye çalıştı... Karartı ile yüzleşti... Karartı, içinden geçip kayboldu... Arkasını döndüğünde karartının kendisinden uzaklaşmakta olduğunu fark etti... Galiba halüsünasyon görüyorum, diye düşündü. Düşünceleri engellendi. Bu kez çıtırtılar dört bir yandan geliyordu. Çıtırtılar baş ağrıtıcı, kulak tırmalayıcı seslere dönüştü. Ormanın; tüm ağaçlarının, çalılarının, yapraklarının, böceklerinin, vahşi hayvanlarının, kuşlarının... Ormanın barındırdığı canlı cansız varlıkların tümünün bileşik çığlıklarıydı sanki... Birkaç saniye sonra yerden bitercesine bir çok karartının kendi üzerine geldiğini görür gibi oldu. Mermi dolu şarjörünü tabancasındaki boşuyla değiştirdi. Karartılara doğru rasgele ateşledi. Karartılar üzerinde yine bir etkisi olmamıştı. Karartılar üzerine geliyordu. Kendisiyle her yüzleşen karartı, içinden geçerek kayboluyordu. Yeniden karartılar ve sonra daha yenileri... Tüm şarjörlerini ve yelek ceplerinde bulunan mermilerini tüketmişti. Mermilerle birlikte kendisi de tükenmişti. Mermilerinin bitmesinin akabinde karartılar da kaybolmuştu... Şafağın kızıllığı, sabahın işaretiydi. Rutbin için ise umudun ve güvenin... Ruhsal tedaviye gereksinimim var, diye düşündü. Olanlar kendi ürettiğim korkulardan kaynaklı... Bu yargı kendisini rahatlatmıştı... Arkasından gelen bir ses onu irkti, "Atış talimin bitti mi?" Bu ses oluşan yargısını tamamıyla silmişti. Sesin geldiği yöne baktı. Ses ve sahibi, tanıdık birine aitti. Bu İkiyüz’ dü. Sarı saçlı, mavi gözlü, uzun boylu, bozuk psikozlu bu gençle bir ara aynı bölgede birlikte çalışmalarına rağmen birbirlerine hiç ısınama-mışlardı. Rutbin, "İkiyüz!..." diyerek seslendi. "Burada ne işin var?..." "Sabah gezmesine çıkmıştım!" "Gevezeliği keser misin!" Rutbin,"Bana bir diyeceğin yoksa, iyi sabahlar dileyerek birbirimizden ayrılalım," dedi. İkiyüz'ün geliş amacını çabucak öğrenme amaçlı bir girişimdi bu. İkiyüz, birden ciddileşti. Gözleri kanlandı. Bakışlar dostane değildi. Kavuşturmuş olduğu kollarını birbirinden ayırdı. Sağ elinde tuttuğu silahın namlusunu Rutbin’e doğru yöneltti. "O kadar kolay değil!" diye bağırdı. "İyiyön anlattığın saçmalıklardan birine söz ederken gizli kulakla dinledim..." Rutbin, elindeki silahı aniden ona doğrulttu. Tetiğine bastı. İkiyüz'ün kahkahaları ormanda çınladı, "Atış taliminde mermilerin tümünü harcadığını unutmana senin adına üzüldüm, " dedi. "Ne duruyorsun?... Uzatmana gerek yok, vur beni!" Dişlerini gıcırdatarak, "İzin ver de; tadını çıkarayım..."dedi İkiyüz. "Bugün yargı ve infaz günün. Yargılanman tamamlandı. Suçlusun. Cezan, ölüm. İnfazda kullanılacak sarf malzemesi standartlara uygun olduğu üzerindeki damga ile müseccel iki kurşun..." Rutbin, yargı ve infazı tanıyacak, boyun eğecek biri değildi. Haklı haksız tüm saldırılarda savunma hakkı kullanabileceği bir eğitimden geçmişti. Beklememeliydi. Beklemek, ölmekti. Ona bu izni vermemeliydi. Sağ ayak bileklerinin üzerinde bulunan komando bıçağını kınından ani bir hareketle aldı. Fırlatacağı anda İkiyüz’ün silahından üst üste çıkan iki kurşunla, seri hareketinin devamını engelledi. İkiyüzün, silahından çıkan iki mermi ile yere serilmişti. Gözlerindeki korku, yerini mutluluk hissiyle dolu ölü bakışlara terk etmişti... Ber, gördüğü rüyadan ve uykusundan kan ter içinde uyanmıştı. Elleriyle bedenini yokladı. Sanki orada kendisi de bulunmuştu. Sanki rüya değildi. Zihnini toparlayarak yeniden uykuya daldı. *** Deniz ufkundan bakan bir çift göz... Yeşile, maviye, siyaha, elaya, kahverengiye dönüşen... Değişen, devinen, etkileyici ve ürküntü veren gözler... Her göz kırpışı, bitişiğindeki okyanusta dalgalar oluşturuyor, oluşan dalgalar uzak diyarlardaki denizlere, nehirlere, derelere... Hatta, köylerde-ki pınarlardan akan suyun yol bulduğu incecik kanallara kadar ulaşıyordu. Kara, su kaynaklı dalgaları aynen hissederdi. Çünkü kara ve su birbirinden ayrılması mümkün olmayan ikiliydiler. Med ve cezir olayları bunun bir örneğiydi. Tüm özellikleri içinde barındıran gözler, bu kez akıllı psikopat ‘tik’lemelerindeydi. Olacak yeni felaketlerin habercisiydi bu kırpışlar. Her göz kırpış, ‘kan ve gözyaşı akıtın!’ emriydi. Emre aykırı hareket edenler, emrin içeriğindeki sona uğratılırdı. Bu; ‘Ya öldür, Ya öl!’ tekerlemesiydi. Hava aydınlık... Görüş mesafesi alabildiğince geniş ve rahat.... Bakımdan yeni çıkmış helikopter; binlerce benzerine kıyasla en son arıza yapacak nitelikte... SodGom Ülkesinde bazı hatırı sayılır makamda bulunanları taşıyor. Komşu ülke içinde bir görüşme yapacaklar. Görüşme, belki de antlaşma ile sonuçlanacak... Düzenleme Grubu, hoşnutsuz ve küskün... Bu duygularını daha önceki günlerde uyarı ateşiyle sunmuştu; Üst düzey görevliye... Yapılan uyarı Üst düzey görevliyi etkilememişti... Rutbin'in elde ettiklerine benzer bulguları içeren belgeleri incelemişti. Düzenleme Grubunun kısmi senaryoları hakkında geniş bilgiler edinmişti. Senaryo; Sodgom ülkesi’nin de aleyhineydi... Üst düzey görevli olarak görevine, topluma, insanlara karşı sorumlulukları vardı. Bazen uyduğu Düzenleme Grubu Raporlarının bu kez yenilir yutulur tarafı yoktu. Ortak çıkarlarımız soyut kavramına da hiç bir şekilde sokulamazdı. Bu kez uymayacaktı, rapora karşı sapma meydana getirecekti. Havadaki seyir bu amacı taşıyordu. Pilotun sesi duyuldu, "Düşüyoruz!..." Helikopterin düşüşü, bu pilotun ünlemli uyarısını doğrulamıştı. Sağ kurtulan, belge valizinde bulunan fareydi. Farenin yok edilmesine gerek yoktu. Çünkü insani dili yoktu. Okuma yazması yoktu. beyni çalışmazdı. Kemirmeye çalıştığı belgeleri sadece yiyecek olarak görmüştü. Bunun da bir mahzuru yoktu. Ayrıca kendi ülkelerindeki hayvan severler derneğiyle uğraşmaya da değmezdi... Ber, helikopterin üzerine düşmekte olduğunu fark etti... Korktu... Kaçması, koşması lazımdı... Gerekli davranışı gösterdi. Kaçışı seriydi, çabuktu. Kendisini çok uzaklarda ve düşürülen helikopterin yanışını seyrederken buldu. Şimdi, bir başka tehlikeli alandaydı. İki ateş ortasındaydı. Resmi giyimlilerle, resmi giyimli olmayanların karşılıklı silah atışları arasında bir o yana bir bu yana bakarken, ölümün kokusunu hissediyordu. Taraf değildi. Olsun, ortadaydı. Ortada bulunan ise en kolay hedefti. Resmi grubun karşı cephesinden gelmeyen bir mermi resmi ve üst düzeyde bir görevlinin başına isabet etti. Ölümle sonuçlanacak düşüşü hafıza makinesiyle kare kare çekti. Tap etmesine gerek yoktu. Gerçi teknolojide buna izin vermezdi. Talimat geldi. "Çekilin!..." Emir dayanağı düşünce bilinmiyordu. Uyulması gerekliydi. Düşünüp, tartışmak onların görevi değildi... Resmi giyimli olmayanların, "Zahiremiz bitti... Zorlanacağız!..." bağırtıları devam ettirilmedi. Gökyüzünden süzülerek inen yiyecek, içecek dolu koliler onları sevindirdi. Bağırtılarını sonlandırdı. Yemek önemliydi. Biyolojik güç demekti. Uçak ve helikopterler çeviksel çabuklukla kolileri atarken, içinde bulunanlar, Resmi giyimli olanlara megafonla, "Sizle beraberiz.... Onların köklerini kazıyın!" diye anons ediyorlardı. Uçakta ve helikopterde bulunanlardan her iki tarafta ayrı ayrı memnundu. Onlar, her iki tarafın dostuydu... Her iki taraf birbirinin düşmanıydı. Ayrık düşüncelerdeydiler. Ama bir şeyde birleşiyorlardı, bu; dostlarının aynı olmasıydı... Bu kaostan zarar gören, "Düşmanımın düşmanı düşman kaldıkça dosttur," atasözü oluyordu. Çünkü her iki tarafta ortak dostlarını düşman olarak görmüyordu. Atasözü, ruhunu kaybetmek üzereydi. Karşı koydu. Dile geldi. Atasözü konuşuyordu. Konuşmak için gürültülü sese gerek yoktu. Sessiz sesle bağırdı. Kulağı, standart altı sesleri dahi duyabilme yeteneğine sahip olanlarca duydu. "Ortak dostunuz, aslında her ikinizin de düşmanlarıdır." Yetenekli kulaklar duyduklarını başkalarıyla paylaşmak istemediler. Hafızanın hatıra defterine bir daha açılmamak üzere yazdılar, kilitlediler. Ortamlarını bozmamalıydılar. İyi kötü geçinip gidiyorlardı. Cervantes’in Don Kişot’u deliydi. Kendilerine deli denmesi hoşlarına gitmeyecekti. Hem, karşıda ki düşman; yel değirmenleri değil, insanları atomlarına ayıracak derecede güçlü düşmanlardı. Onların elinde, en azından ölü ruhlarını saklayan bedenlerini topraklaştıracak, bir mum gibi eritecek beden ‘canının’ ilk harfinden sonra 4 rakamını alan C4 ler vardı. C4 ler, bir mumcu dükkanının yüzlerce mumunu eritecek kadar güçlüydü. Uzak durulmalıydı. Resmi giyimlilerinde anılan dostları gibi helikopter ve uçakları vardı. Havada giden bu nesnelerden atılan içi yazı dolu parşömenlerden birini yere düşmeden kaparak okudu Ber. "Canınızın, malınızın, namusunuzun ve dininizin düşmanlarına kanmayın. Dininizin ipine sımsıkı sarılın. Dinimizde her ne olursa olsun amire itaat farzdır. Onlar; dininize ve amirinize isyan etmişlerdir. Ayrılmayın! Saflarınızı sıklaştırın..." Oluşan kalabalıkta bulunan bazı siyah sakallılar, parlak yanaklılardan olup da sonradan sakal uzatan insanların yönlendirmesiyle havadan atılan bu kağıtları katlayarak ve bükerek; kılıçlara, satırlara dönüştürdüler. Dönüşen bu silahlar oyuncak değildi artık. Sonradan sakal uzatanlar ekonomik anlamda da durumdan memnundular. Çünkü sarf malzeme listesi ekonomikti. Varolan potansiyel dini duygular, Bir sakal, Bir bıyık, Bir kaç ucuz ateşli silah... Hatta ateşli silaha da gerek yoktu. Ortaçağ savaşımlarında kullanılan kılıç, pala gibi kesici, delici silahlar yeterliydi. Atılan kağıtlardan bunların yapımı kolaydı, onlarda zaten yapmayı başarabiliyorlardı. Ber, kağıttan yapılma tabancalardan atılan kurşunlardan eğilerek kendisini sıyırdı. Havada sallanan, savrulan satır ve kılıçlardan uzuvlarının eksilmemesi için kendisini geri çekti. Satır ve kılıçların sallanmasıyla oluşan hava dalgalarından saçları savruldu. Dert edinmedi. Birkaç tel saçın önemi yoktu. Kökü kendisindeydi. Doğal sakallılara tanınan oyun süresi bitmişti. Onları oynatmalarının anlamı kalmamıştı. Suni sakallılar ise doğal parlaklıklarına dönüştü. Suni sakallılar, doğal sakallıları iyi tanıyorlardı. Onları sakalsız dahi olsalar tanıyacak kadar samimileşmişlerdi. Özellikle; haslarını ayak seslerinden dahi tanıyabilirlerdi. Bunun için parasına bahse girebilecek kadar iddialıy-dılar. Doğal sakallılar oyundan hoşlanmışlardı. Bırakmak evlerine dönmek istemiyorlardı. Bir kaçının elinde bulunan ateşli silahtan çıkan mermiler hedefe varamadan kendilerine geri döndü. Kendilerinin hedefi kendileri olmuştu. Enteresan bir durumdu. Havada salladıkları satırların gücünden doğal sakalları kesildi. Siyah sakallı yüzleri, yerini tıraşlı yüzlere bırakmıştı... Ber aniden beyaz eşya satan bir mağazanın içinde buldu kendisini... Yüzlerce televizyon teşhirdeydi. Hepsi açıktı. Farklı kanallardan farklı haberler sunuluyordu. Ekranlara sırasıyla göz gezdirmeye başladı. Bir haber dikkatini çekince seyrine ara verdi. Gözlerini, kulaklarını ve tüm duyularını o ekrana sabitledi. "Saçlarına yeşil kurdele bağlayan bir genç kız daha Ad kenti üniver-sitesinin kapısından geri çevrildi. Kız çocuğu, ağlayarak dert yandı." İnancım gereği taktığım yeşil kurdeleyi çıkarmam mümkün değil!" dedi... Rektör, "İrticaya geçit yok," başlıklı bir konuşma yaptı. "Çağdaş Halk Temsilcileri Meclisinde, yeşil kurdele bağlanarak temsilcilik yapılması yasağı getirildi. Yeşil kurdeleli temsilci, meclisten ve görevden atıldı." "Yeşil kurdeleyi, samimi olarak takanlarla takmayanlar arasında ayırım yapma olanağımız yoktur... İşin kolaycılığı; yeşil kurdele takan-ların tümünü samimiyetsiz olarak kabul etmekten ve giymelerini yasaklamaktan geçer..." "Yeşil de, kırmızı gibi, sarı gibi bir renktir. Renklerin serbestliği, renksiz ortamımızı bozmaktadır... Renklerin tümü yasaklanmalıdır. Hatta ses renkleri de renksizleştirilmelidir... En iyi renk; renksiz renktir...." Yanından gelen homurdanmalarla irkildi. Kendisiyle birlikte aynı ekranı izleyen kalabalık grubun farkına vardı. Sakalsız olsalar da, biçimlerinden, ten renklerinden doğal sakallılar oldukları anlaşılan insanlar, suni sakallılara serzenişlerde bulunuyorlardı. Aldanmışlığın ve aldatılmışlığın yoğunluklu olduğu serzenişler ağlamalarla sürdü bir süre. Onların, onlardan akan gözyaşlarını sonradan oluşturacakları ortak bir havuza boşaltmak için geçici olarak gözyaşı poşetine gizlediklerini gördü Ber. Ber'in açık ekranlardan birinden diğerine kayan, sürekli izlem, göz-lem ve duyuşları kafasını karıştırdı... Başı dolanmaya başlamıştı. Bir el... Daha sonra bir çok el silah sesleri duydu. Sodgom ülkesi, üst düzey başkanının elini yalayarak geçen kurşun; duvara isabet ettikten sonra "tınnnkkk!..." sesiyle birlikte yerle yüzleşmişti. Parmak yaralayan yakalanmıştı... Onun anlatımları saldırı amacını açıklamıyordu. Çünki, onun hedefe ateş etmesi gerektiği dışında bir amacı veya bilgisi yoktu. Düzenleme Grubu’nun, raporlarına uygun hareket ettiğinin farkında değildi. Rapora uygun sonucu ortaya koyamamıştı.... Rapor, yeniden düzenlendi. Dikkat çekmeyen, yumuşak bir rapordu, bu. Öldüremeyen elin yerini; öldüren ilaçlar almıştı. İlaçlar güçlüydü, kuvvetliydi ve acı vermiyordu... Yavaş öldüren cinsintendi... Raporun içeriği, bir sabah onaylandı. Alt uygulayıcılar, sonucu aldırmışlardı. Sapma olmamıştı. Zehirlenme sonucu önceki uyarılara kulak asmayan, senaryoları duyumsayarak sapma meydana getiren ve bir zamanlar kendi yandaşları olduğu bilinen üst düzey görevliye gerekli yanıt verilmişti... Başkalarına da örnek olmalıydı. Yalınız, İzler ve kanıtlar silinmeliydi... Alınan kan örnekleri, numuneler yok edilmeliydi... Bunlarda senaryoya uyan şekilde sonuçlandırıldı.... Ber, zehirlenerek ölümü gerçekleştirilen bedensel ağırlığın altında kalmamak için yana çekildi. Çekildiği yanın, bir eğitim ve uygulama alanı olduğunu fark etti. Atılan bir kurşun yanından geçti ve bir diğer üst düzey görevlinin yanak tüylerini cımbızladı... Uyarı gerçekleşmişti. Üzeri kapatılmalıydı... Kapanmayan Ber’in gören gözleri ve duyumsamalarıydı. Bu kez bir orman ve bir göl görüyordu... İki derinliği ve iki gizliliği... Bilenler, bildiklerini bazen kendilerine bile saklamamalıydı. Geçmişlerine uygun davranmalıydı... Aksi davranışta, Büyük Şeytan kendi üçgenini oluştururdu. Bilenlerden bir kaçı bildiklerini saklamayı kabul etmediler, sapıcı olmak istediler... Şeytan, Sap Gölü çevresindeki ormanda şablon üçgenini oluşturdu ve her ucuna bir darağacı dikti... Üst uçta Rutbin vardı... Ber, üçgenin içine düşecekken kendisini yana atarak kurtardı. Aksi halde, oluşmuş üçgen içinde yeni bir üçgen daha oluşacaktı. Belki de üçgenin ucunda kendisi olacaktı. Darağacında idam edilmeyi canı çekmemişti. İştahı kapalıydı... Bunlar unutulmalıydı... Ayrıntı gelecek tarihçilere de bırakılmamalıydı. Gerçek, ayrıntılarda gizliydi ve yok edilmeliydi... İrili, ufaklı günahlar ve günahkarlar çoktu... Günahlar gizlenmeli, günahkarlar affedilmeliydi. Günahlar ve günahkarlar sayısızdı. Toprak; toprakta, ateş; ateşte, Su; suda gizlenmeliydi. Günahlar; günahta. Günahkarlar; günahkarda gizlenmeliydi bu kez. Günah ve günahkarlar bu kez nicelik ve nitelik olarak sevaplar maskesiyle gizlenemeyecek kadar çok göze çarpıyordu. ‘Örtü için kullanılacak günahkarlar bulunamadığı takdirde, günah-sızlar günahkar gösterilmeliydi.’ Sodgom ülkesinde günahkar çoktu. Şimdilik buna gerek yoktu. Kitle psikolojisinin negatif enerji ateşi böyle söndürüle bilinirdi. Üstte bir kaç günahkarı gösterip, halkın görünen maskeyle oyalanması sağlanıp, alttaki gerçek günahkarlar gizlenmeliydi. Maske, yüzü saklamak için icat edilmişti... Amaca uygun maske bulundu. İstenen maskeli balo ortamı kendiliğinden oluşursa değerlendirilmeli, oluşmazsa oluşturulmalıydı. Sonuçta bu iki ihtimal, aynı noktaya götürürdü... Binlerce günahı ve o günahları işleyen günahkarların masumiyetini göstermek için on bir kişi yeterlimiydi?... Yanıt geldi; ‘Yeterliydi...’ Ziyade adam maskenin delinmesini sağlayabilirdi. Durum hassastı. "Ben konuşursam Sodgom ülkesi deprem görmüş gibi sallanır!..." diyeceklerin sayısı çok az olmalıydı. İki elin parmakları kadar olmalıydı... Hadi cömertlik bizde kalsın bir tanede yedek olsun!... Adam öldürme, kasıtla ilgiliydi. Cezası büyüktü... Trafik kazası sonucu adam öldürmenin hukuk literatüründeki karşılığı; ‘istenmeden ölüm meydana getirmekti...’ Cezası düşüktü. Toplumda infial meydana getirmeyecek türdendi. Kader böyle imiş dedirtecek çeşittendi... Uygundu... Ber, gördüklerine, duyduklarına, duyumsadıklarına inanamıyordu. Rüya görüyorum galiba, diye düşündü... Ama bu kadar gerçek rüyalar görmemişti... İçsel yorumlamalara girdi... Sessiz düşünmeliydi... Diline sahip olmalıydı. Düşünmek suç değildi... Ufukta kendisini başlangıcından beri izleyen içinde binlerce gözler barındıran bir çift göz düşünceye serbestlik tanımıştı... Düşüncen seninle ölüme kadar gidecekse "sorun yok!" diyordu. Bakışlardan verilen sinyal buydu, açıktı. Düşünceni seslendirmen, -hatta kimsenin bulunmadığı bir yerde bile olsa- yasaktı. Ya biri duyarsa?... ‘Yerin kulağı vardır,’ deyişini onlar herkesten daha çok biliyorlardı. Ülkede kamyon ve otomobil kazaları çok olurdu. Bunlardan birinin daha olması normaldi... Ber, sesli düşünmeye karar verdi.... Paylaşılmayan düşünce yok hükmündeydi. Sesli düşünme akis yapar, bu akis sahibine –bazen- farklı-laşmış haliyle geri dönerdi. Bu gidiş ve gelişler yeni düşüncelerin oluşma-sını sağlardı. Kötü yasaklara karşı duruş; iyi günahkarlıktı. İyi günah işlemek zevkliydi ve iyi kişiliği rahatsız edici değildi. İyi günahlarda yüzmeye başladı. Deniz ufkunda bulunan bir çift gözün ve içinde barındırdığı binlerce gözlerin bakışları hiddet doluydu. Onlara bakmamalıydı. Onlardan etkilenmemeliydi. Onların gözleri hipnotizma etme gücüne sahipti. Onların gözleri, bakışlarıyla avını donduran bir yılanın gözleriydi. Şimdiye kadar algılamış olduğu yerler kare kare önünde belirdi. Hiçbirinin içinde değildi. Minyatür alanları kuşbakışı izleyebiliyordu. Birden kare alanların önünde uzun ve geniş bedeniyle bir dansöz belirdi. Dikkat çekiciydi... Batı ve doğu müziği karışımı oyun havalarıyla hafiften kıvırıyordu. Ber’in tamamıyla dikkatini çekerek, sesli düşüncelerinde yoğunlaş-masını devam ettirmesini engelledi biran. Dansöz güzeldi, çekiciydi, enfesti. Ama, şimdi düşüncelerine devam etmeliydi. Bedenini kıvır kıvır döndürürken elinde bulunan içi değişik bir sıvıyla dolu kadehi Ber'e ikram etti. Ber, kadehi aldı. Sıvıyı bir dikişte bitirdi. Şimdi hayat çok daha güzel görünüyordu. Dansözün giydiği kıyafetler, çalınan müzik, müziğin ritmine uygun bedensel kıvırmalar ve kıvrımlar dışında anlık yaşamda hiçbir şey kalmamıştı... Arada, müziğe uygun sözler ağzından çıkıyordu. Dansözün sesi tipi ve bakışları gibi etkileyici ve ikna ediciydi. "Gördüklerin yanılsamaydı. Unut gördüklerini!.." diyordu. "Komplo teorilerinin üreticileri, etrafı bulandıran sapıcılardır..." Daha bir çok sözler sarf ediyordu. Ber etkilenmişti. Benliğini Dansöz esir almıştı. Onla birlikte kıvırmaya başladı. Onun söylediği şarkıları tekrarlıyordu. Üzerinde onun giysisinin aynısının oluştuğunu gördü. Ber, gittikçe dansözün şekline bürünmekte olduğunu duyumsuyordu Bir süre sonra kendisi de gördüğü dansöz gibi bir dansözdü. Çevresine bakındı. Kendisi gibi dansöz olmayan az sayıda kızlı, erkekli insanları gördü. Bunlar ayrık insanlardı. Toplumun bütünlükçü estetik yapısını bozuyordu. Onlarında kendisine benzemesi gerekiyordu. Ayrık gözlerin kendisinde odaklanmasını sağlayarak kıvırmaya başladı... Az önce kendisine ikram edilip midesine aktardığı sıvıyı, izleyenlere fark ettirmeden elinde oluşan boş kadehe kustu kıvırtmasına ara vermeden onlara ikram etti. Bir ses, ikramını engelledi. Her şey çok güzel gidiyordu. Bu güzelliği duyduğu ses bozmuştu. Bu Med'in sesiydi ve ilk kez onun sesini duymaktan nefret ediyordu. "Erkeğe dansöz kıyafeti yakışmaz," diyordu. "Kadın ise; dansöz olduğunu açıkça belirtmeden bu kıyafeti giymemeli ve kıvırmamalıydı. Çünkü; bu dansözlerin özel kıyafetiydi ve kıvırmak sadece onlarda estetikti... Meslekleri ellerinden alınarak, Dansözler mağdur edilmemeliydi.... Resmi mesleği Dansöz olarak tescil edilmemiş suni dansözlere karşı dikkatli ol!" Med, Ber’in üzerine okyanustan getirttiği soğuk suyu döktü. Çivi çiviyi sökmüştü... Eliyle yerel imalatlı kahve sundu. Ber, ayılmıştı. Dansöz görüntüsünden önceki kişiliğini kazanmıştı. Med, "Dansözlere dikkatini çok verme, şaraplarından içme!..." diye uyardı. Bu kez Ber'in üzerinde etkinlik sağlayan Med olmuştu. Gözden kaybolan Büyük Dansöz aniden ortaya çıktı. Büyük Dansöz’ ün bağrından binlerce dansöz türedi. Bunların bir kısmı erkek, bir kısmı bayan bir kısmı da üçüncü cinse aitti. Bazıları ise doğallıklarında olmadığı halde yek diğerinin cinsel kimliğini taklit ediyordu. Nereye baksa onlardan birini görüyordu. Med, koltuğun altında barındırdığı küçük bir çantayı açtı. İçinden çıkardığı sayısız çoklukta kablolardan dansözlerin üzerine savurdu. Kablolar sanki doğuruyordu. Ana kaynağı, küçük çantada bulunan binlerce kablo; diğer uçlarıyla, dansözlerin her birini ayrı ayrı tutmaya başladı. Med, daktilo tuşuna benzer düğmelere basıyordu. Her basışı bir dansözün ve bazen yüzlercesinin inleyerek, bağırarak yere düşmesine, sonra kül olmasına neden oluyordu. Belirli bir süre sonra dansözlerden eser kalmamıştı. Tümü kaybol-muştu. Kaybolmayan deniz ufkunda bakan bir çift gözdü... Saatin zili, rüyasından, daha sonra uykusundan ayrılmasına neden oldu Ber’in. Bazı sesler, uygun olmayan zamanlarda çıkardı. Tuvalete gitmeliydi, gördüğü rüyaların sersemliği içindeydi. Duş almalıydı. *** Devamı: 13.SAYFA'DA
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |