Sevgi sabırlı ve yürektendir, sevgi kıskanç ve övüngen değildir. -İncil |
|
||||||||||
|
Legal XYZ Partisinin Ad kenti İl Teşkilatının yönetim, denetim, disiplin grubu üyelerinin yeniden seçimine yönelik kongrenin yapılacağı, büyük alana sahip KongYap isimli düğün salonu hıncahınç insan kalaba-lığı ve onların çıkardığı gürültüyle doluydu. Hoperlorden çıkan, kulak tırmalayıcı “sesssssssssss” şeklinde duyulan ses ayarları, az sonra kongrenin başlayacağını işaret ediyordu. Kısa bir açılış konuşmasından sonra oylamayla divan kurulu oluştu-ruldu. İki ayrı grubun, iki ayrı listesi vardı. Her gruptan üçer konuşmacı; iyi temennilerle başlayan, parlak demokrasi nutuklarıyla devam eden konuşmaları dışında destekledikleri aday listesinde adı geçen adayların genel kalitesini övücü konuşmaları kısmi alkış ve kısmi yuhalamalar arasında gerçekleştirdiler... "Gündem dışı söz almak isteyen var mı?" duyurusu üzerine Ber, söz alıp almama konusunda önce tereddüt geçirdi. Konuşmak için hazırlıklı değildi. Buna rağmen bu kongrede içini dökmediği takdirde ileride bunun rahatsızlığını duyacağını düşünerek, söz hakkı istedi. İzin verilmesi üzerine mikrofonun olduğu yere tedirgin adımlarla vardı. Mikrofonu boyuna göre ayarladı... Halen bir giriş cümlesi bile bulamamıştı. Zaman kazanmak için öksürdü. "Herkese selam!..." dedikten sonra salonda bulunanlara saatlerdir olmayan bir şeyi; ‘sessizliği’ kısa bir anda olsa yaşattı. Bir yerlerden başlangıç yapmalıydı. Başlangıç, devamı ve bitişi de beraberinde getirecekti.. Politikayla ilk tanışmasından başlamayı uygun bulmuştu. "El-Kenti İlk öğretim 3. sınıfında okuduğum zamanlardı. Babam; zengin ve politikayla ilgili biriydi. Bir gün, AX Partisi Genel Başkanının ilimize geleceği haberini alan babam; otuz otomobil kiralayarak İl sınırı girişinde onu karşılamaya gittiğinde, beni de yanına almıştı. Babamın bu kadar önem verdiği birinin neye benzediğini merak ediyordum. Taşıtlar uzun bir konvoy oluşturmuştu. Yolun sağ tarafında park eden otomobilin içinde bana uzun gelen bekleyişler yaşamıştım. Bir süre sonra, dışarıdaki canlanma ve heyecan dalgası ve üzerine babamın, "Dışarı çıkın!... Geliyor!...” sesleriyle otomobillerde bulunan diğerleri gibi ben de dışarı çıkıp onlarla saf tutmuştum. Lüks bir arabanın arka koltuğunda camları inik penceresinden, elin-deki fötr şapkasının içini göstererek, kocaman kafasıyla, etrafa gülücükler dağıtan yüzün sahibinin AX Partisinin Genel Başkanı olduğu söylen-diğinde, babamın etkisiyle hayalimde oluşmuş babacan görüntü darmada-ğın olmuş; onun yerini olumsuz duygular veren bir varlık silueti almıştı. Bu olumsuzluklarla dolu içsel algılamalarımın doğruluğunu; ileri zamanlarda bu şahsın iktidarı veya muhalefeti döneminde ülkede oluşan kötü gidişin, sefaletin, karışıklığın, her alandaki ataletin, tıkanmışlığın, tükenmişliğin çirkin yüzleriyle yüzleştiğimde, anlamıştım... Saf çocuk sezgileri doğru çıkmıştı..." Ağzından dökülen son kelimeler kulak tırmalayıcı bozukluktaydı. Nefes alışveriş ritmini düzeltmek için konuşmasına ara verdi. Önündeki bardaktan bir yudum su aldı.Kongrede bulunanları, gözleriyle taradı. Olumlu veya olumsuz bir tepki elde edemedi. Ne bir alkış, ne de bir yuhalama vardı. Yüzler anlamsızdı. Kaldığı yerden konuşmasına devam etti; "Sizlerin beni alkışlaması için nelerden söz etmem, nasıl ve ne şekilde konuşmam gerektiğini, iyi biliyorum... Fakat böyle bir amaç güderek konuşmamı sunmam benim yanlışım olur. Çünkü; nabza göre şerbet verenlerden değilim. İzninizle kaldığım yerden devam edeceğim.... Parti liderinin, konuşma yapacağı alana vardığımızda, babam kolumdan çekerek en önlere kadar götürdü. Arada yapılan alkışlara, babam da iştirak ediyordu. Benim alkışlamadığımı görünce kızdı. ‘Nedenini’ sordu. ‘Canımın istemediğini’ söylediğimde, o sıralar hatırı sayılır değerde para teklif etti bana... Bir eliyle beni karnımdan sarmalayıp, yukarı kaldırıp, diğer eliyle de Lideri gösterip, “Oğlum! Bu bizim ufkumuz, gelece-ğimiz,” demesine ve parayı sevmeme rağmen kabul etmemiş ve alkışlamamıştım... O günden beri politika denilince o günkü ortamı anımsarım... Legal XYZ Partisinin program ve düşüncelerinin demokratik temelde olması nedeniyle sıcak bakmış, görev teklifini kabul etmiştim... Bugün yapılacak il teşkilatı organlarının üyelerinin seçiminde; her iki listede adı geçenlerin tespiti Ad kentindeki parti üyelerimizin görüş ve onayları alınmadan bu yönde hiçbir inisiyatif tanınmadan il başkanı ile genel başkan yardımcısı Lis ve yandaşları, tarafından saptanmıştır. Düşünce olarak ‘demokratım!’ diyen bir partinin uygulamada aksine hareketi bende; “Bu partinin iktidar olması halinde bile demokrasi kurallarını uygulamayacağı” gibisinden bir takım kuşkular oluşturdu. Demokrasi benliğine sahip olunup olunmadığı bu tür yansımalarla anlaşılır, kanımca. Bu benliği kazanan birey ailesinde, partide ve her yerde demokratik duruşta, bulunur.. Dolayısıyla bu davranış biçimini eleştiriyor bu ve başkaca yazılı olarak bildireceğim gerekçelerle partiden istifa irademi sunuyorum..." Sözlerini sessizce dinleyen kalabalık; Ber’in toplantı salonunu terk edişine kadar bu duruşlarını korudular... Ber, salonu terk ettiğinde, bir anda oluşan ağır uğultuyu duyabi-liyordu. Ber, kendisini kuş gibi hafif hissediyordu. Hafifliği daha çok duyumsamak için yürüdü, yürüdü... Otoparka bırakmış olduğu arabasını almadı. Çarşıda biraz dolaşacaktı. Eve hemen gitmek istemiyordu. Bekle-yeni yoktu... Yine kendisiyle baş başa kalacaktı. Değişen bir şey olmaya-caktı... Seyyar tablada satılan fındıktan bir oturumda yiyebileceği gram kadar satın aldı. Çay içmek istiyordu. Küçük bir çay ocağını gözüne kestirdi. Dışarıya ufak tabure ve masalar diziliydi. Bir tabureye ilişti. Başına dikilen garsondan çay rica etmesine gerek kalmamıştı. Garson, dumanı tüten çay dolu bir bardağı kendiliğinden önündeki sehpa-ya koymuştu bile. Fındık ile Çay birlikte iyi giderdi. Gazete kağıdıyla yapılmış külahı yırtmadan açtı. Fındık sertti. Dişleriyle kırmaktan vazgeçti. İki tanesini alarak avucunun içine sıkıştırdı, yumruk şeklinde kapadıktan sonra diğer elinin ayasıyla baskı yaptı. Biri kırılmıştı. İçinden çıkardığı fındık tanesini iştahla yedi. Çaydan bir yudum aldı. Fındık tazeydi. Bir tane daha aldı... Fındığın altında bulunan eski tarihli bir gazete parçasındaki haber dikkatini çekti. Fındıkları yanlara itekleyerek inceledi. Küçük bir resim vardı. Bir erkeğe dansöz kıyafeti giydirilmişti. Altındaki haberi okudu. ‘İzmler kentinin, Namuskar mahallesinde, aslen Mar kentli olan NamusLive isimli şahıs, ailesinin namusuna göz diken, sataşan TecNam isimli şahsı, akrabalarıyla birlik olup işyerinden kaçırdı... Zorla dansöz kıyafeti giydirilerek, İzm kenti sokaklarında gezdirildi. Onuru kırılan TecNam isimli şahıs şikayetçi dahi olmadı. NamusLive ve akrabalarının verdiği bu ceza, Sodgom Ülkesini şok ederken Mar kentli bir yurttaş, 'Mar Kentinin bazı köylerinde ailenin kırılan onuruna, karşı tarafın onuru kırılarak yanıt verilir,' dedi. Sokaklarda dansöz kıyafetiyle gezdirilen TecNam ortadan kaybolur-ken, İzm Kentinde bulunan yurttaşlardan hiç biri olaya tanıklık etmek istemedi ve 'Biz bir şey görmedik,' dediler. Namuskar mahallesi muhtarı NamMuh ise, 'Ben gösteri yapan palyaço ve çengiler sanmıştım. Gerçeği sonradan duydum,' iddiasında bulundu... ‘. Haber; Ber' e ilginç gelmişti. Fındıkları masanın üzerine aktardı. Gazete parçasının buruşukluğunu elden geldiğince düzelttikten sonra ikiye katlayıp, gömleğinin cebine koydu. Haberi, Med'e okumak istiyordu. *** 28 "...Kardeş!... Önceleri rica minnetle bize iş yaptıranların şimdi burunları kalktı. İç ve dış güvenlik üçümüzü de kırmızı bültenle arıyor-muş. Bu kez ciddiler... Görmezlikten gelemeyeceklermiş. Gördükleri yerde sorgusuz sualsiz içeri atacaklarmış... Tabi ki; sağ yakalamak ister-lerse..." "Her kuşun eti öyle kolay yenmez... Rutbin ve iki arkadaşımı sandılar bizi?... Bagajdaki mermileri bitirmeden zor..." "Ya!.. Bizde diğer arkadaşlar gibi ‘ağamız sizsiniz!’ diye, güvence verseydik... Bırakın aranmayı, işlediğimiz ve işleyeceğimiz suçları bile bir şekilde örterlerdi... Hatta işgüzar bir Yargı Grubunun verdiği cezaları infaz ettirmezler, bizim hatırımıza genel af bile çıkarırlardı." "Uyandık, uyanmasına ama geç kaldık... Keşke, uluslar arası planlardan önceden haberdar olsaydık da İllegal örgütlerle yaptığımız mücadeleye verdiğimiz uğraşın yarısını kendimize harcasaydık. Şimdi, daha fazla malvarlığımız olurdu..." "Vatan, Millet dedik, başımıza illet aldık. Daha önce canım cicim diyenler bizim kellemizi istiyorlar, geçmişte müştereken ve müteselsilen oluşan ortamı maskelemek için bizi kullanmaya çalışıyorlar... Onların günah keçileri olacağız...." "Biraz güçlenmemizin de bunda payı var. Bu bazılarını korkutmaya başlamıştı... Tarihin tekrarı... " "Maşçet!... Hep senin hatan!... Konuşursak SodGom Ülkesi geçmi-şinde yaşadığı depremin daha şiddetlisini yaşar, şantajını sürekli kullana-rak çıkar elde etmenden bıktılar... Onlar ; yataklarında rahat uyumak istiyorlar..." *** Daha bir saat önce yemek molası vermişti. Çift kişilik kebap, bir şişe ayran, tabak dolusu salatayı iki pide ekmekle mideye indirmişken yine acıktığını hissediyordu. “Of! Of! Patronun cebinden yiyorum diyemi bu kadar acıkıyorum?" diye düşündü. "Cebimden çıksaydı bu kadar çok yemek yer miydim?..." Niyeti bozdu, içinde restorantı olan petrol tesisine girdi. Lavobaya girmeden önce siparişini verdi. Elini, yüzünü yıkadı. Dışarı çıkıp temiz havayı ciğerlerine çekti... Aniden tokluk hissetti. Önceki açlığından eser kalmamıştı. "Keşke siparişleri vermeseydim... Çaktırmadan kamyona atlayıp kaçmalı," diye düşündü. Düşündüğünü de yaptı... Motor daha soğumamıştı. Kontağı ilk çevirişinde kamyon çalıştı. Vitese attı, gaza bastı. Petrol istasyonu geniş bir alanı kapsıyordu. Ana yola gireceği esnada; gecenin karanlığında yayılan selektör ışıklarında hızla kendi gidiş istikametine doğru yanyana seyretmekte olan iki taşıtı fark etmesiyle frene hafifçe dokundu. Fren, istenen sonucu doğurmamıştı. Bu kez sonuna kadar bastı. Otobana çıkmak üzereydi ve kamyonu durduramıyordu. Çaresi yoktu, direksiyonu sağa kıvırarak yolun iyice sağından seyretmeye başladı. Sol aynadaki görüntüden, hızını düşürme-den arkasından yaklaşmakta olan iki aracı korna çalarak uyarmaya çalıştı... *** Sessizliği sürücü bozdu:" Arkamızdaki taşıt bizi takip ediyor!" "Bu kanıya nasıl vardın?" "Hızı bazen kesmeme rağmen beni sollamadı. Süratlendiğim zaman arada ki mesafeyi koruyor." Bu söz üzerine sürücünün yanındaki koltukta kurulu olan kişi, arkada bulunan ve uyku ile uyanıklık alanlarına gidiş gelişleri yaşadıkları mayışmış suratlarından anlaşılan kişilere seslendi... Sürücü dışındaki dört kişi başlarını arka cama çevirdiler... Silahlarını çekip, emniyeti açtılar ve ağzına mermi sürdüler. Sürücü, sağa çekmesi gerektiğini anladı... Arkada bulunan araç da biraz uzakta sağa çekti. Öndeki aracın sürücüsü, bu kez, lastikleri yakarcasına süratli kalkış ve seyre başladı. Uçak hızına varma telaşındaydı sürücü... Arkadaki taşıt buna uyum sağlamakta, gecikmedi. Geniş yolda aradaki mesafeyi azalttı. Takip eden otomobil, tanıtılan grubun bulunduğu taşıtın tamponuna vuracak kadar yaklaşmıştı. Arkadaki araç sollamaya geçtiğinde, hızını azalttı. Şimdi, İki araç paralel konumda ve aynı hız seviyesinde seyir halindeydiler. Takip edilen aracın arka sol koltuğunda oturan şahıs pencerenin otomatik camını indirerek yanda bulunan taşıtın içinde bulunanları elindeki silahı hazır vaziyette tutarak incelemeye başladı... Aniden haykırdı, "Bunlar!.." Sesi korku doluydu. Ön Koltukta Oturan kişi, "Solla!... Sollllaaa! Kamyoonnn!..." Lüks araba sürücüsü, takip eden sol paralelinde ki taşıtın, ancak son anda kenara kaçması nedeniyle denileni yapamamış, önüne aniden çıkan kamyondan kaçıramamıştı güzelim arabayı... Bilanço; takip edilen aracın ön koltuğunda oturan TerKazMaf isimli politikacının, Medya'dan emekli taşıt sürücüsü MedMaf'ın, arka koltukta bulunan Kamusal Mafyalıktan emekli olduktan sonra özel Mafya'lık yapan MaşÇet, Güvenlik emeklisi İçDışGüv ve Silah ve Uyuşturucu Marketler zinciri olan iş adamı SilUyMar isimli kişilerin ölümü... *** 29 Aralıksız birçok eylem gerçekleştirmişti; evi toplamış, kahvaltısını yapmış, kuaförde ense traşı olmuş,yorucu bir banyo seansı sonrası Med’in önceden bıraktığı evin telefonunu aramış, arzuladığı; "Geliyorum,’ yanıtını aldığında ev adresini ayrıntılı tanımlamış ve kendisini kanepeye uzatıp, müzik setinden çıkan kızılderili kökenli ezgileri dinlemeye başlamıştı. Ezgi, mistik özellikteydi... Alıp götürüyordu içselini; vadilere, dağlara, gök ve yeryüzü geniş alanlarına... Beklediği zil sesi geldi. Yıllardır aynı mekanda olma arzusuyla yanıp tutuştuğu bir elin dokunuşuyla çalan bu zil sesi sanki zafer marşı gibi gelmişti kendisine... Heyecanla açılan kapının önünde sanal seanslarda gördüğü görüntünün aynısıyla Med karşısındaydı. Yüzü aynı tebessümlü ifadeler gösteriyordu. Elinde ekmek dağıtma sepeti ile Kap bey ve karşı komşunun meraklı gözlerle inceleyen bakışları; ilk karşılaşma anının egzotik yapısını yok eden figürlerdi. Ber, onları görmezlikten gelerek, Med’in alelacele içeri girmesini sağladı. İkisinin de gözleri ışıl ışıldı. Ber'in gözbebeklerinin rengi Med'leşmişti. Yeşil renge dönüşmüştü. Bakışmalar, sarılmayı emrediyordu... Emre serbest iradeleriyle uydular. Ber'in sesi; heyecanlı çocuk sesine dönüşmüştü. "Med!... Med!..." diye bağırıyordu. "Seni görebildiğime inanamıyorum. Gerçek misin sen?..." 'Elle tutulabilen, gözle görülebilen nesnelere madde...' deniyordu. Orta ve lise dengi okullarda verilen eğitim kendi alanında yerini bulamıyordu. Ama olsun... Başka alanlarda bazen anlam ifade edebiliyordu. Maddenin ne olduğunu öğreneli yıllar olmuş ve unutmamıştı. Med'i daha önceleri de bu şekliyle görmüştü. Ama, önceden gördüğü Med; sanal gerçeklikti. Şimdi ki ise fiziksel gerçekliğiyle karşısındaydı. Ber, ellerini onun yüzünde ve saçlarında gezdirdi. Elle tutabiliyordu. ‘Sudan bile daha maddesel gerçeklikteydi. Su, elle zapt edilemezdi. Med ise ellerinden akmıyordu. Elini gezdirdiği bölgeleri, avurtlarını dolduru-yordu ve ne eksiliyor ne de fazlalaşıyordu. Med, Ber'in bedeninde dolaşan ellerini hafifçe itekleyerek, "Gerçekmişim değil mi?..." diye sordu muzip bir tavırla. Ber "Gerçeksin!..." dedi. "ve gerçeklerin en güzelisin..." Med, bir anne şefkatiyle yaklaştı ve "Ber! Fiziksel görünümüme o kadar alışma!... Dün konuşmuştuk..." uyarısında bulundu. "Beyinsel duyumsal bağlantıyı koparmayacağım. Ama; ilk ve son kez yüz yüze görüşmüş olacağız. Bu konuda beni ikincisi için hiçbir zaman zorlama-yacaksın! Söz vermiştin." Ber, onaylamadığı takdirde sıkıntı doğacağını duyumsadı. "Tamam, dediğin gibi olsun!" "İkincisi; gerek bu şekilde gerekse beyinsel ve ruhsal diyalog-larımızı başka birine anlatır veya ima edersen tüm bağlantıları tamamen koparacağım... Bunu da bir kez daha hatırlatmayı uygun görüyorum." "Bunu yüzüncü kez duydum gibime geliyor... Ne içersin?" "Sen ne içeceksen ondan olsun. Biracı olduğunu biliyorum..." "Bu kez günün anlam ve önemine uygun olan içecekten aldım." "Kırmızı şarap mı?" "Aynen öyle." "O halde ne bekliyoruz?... Beraber hazırlayalım." Ber ile Med birlikte mutfağa girdiler. Kendilerine sunacakları servisi hazırlamayla uğraşırlarken Ber, dilini de çalıştırıyordu: "Med, senle olan önceki diyaloglarımdaki rahatlığın aynısını yüz yüze olmamıza rağmen aynen ve eksiksiz duyuyorum," dedi. "Neden?" Ber, yüzünü ona çevirerek, göz kırptı. "Yanıtını biliyorsundur," dedi. "ama sesli konuşmayı kesmemek için yanıtlayacağım... Aksi halde yine beyinsel seanslara geçtiğimi sanacağım... Nedeni; içimden geçenleri biliyorsun ve ben bu durumu kabullendim. Bu nedenle sana içselimdeki düşünce ve duygularımı perdelemek için farklı davransam bile bunun farkına varacağını bildiğimden doğal davranıyorum ve bu beni rahatlatıyor." Şarap kadehlere dolduruldu ve salona geri döndüler. Med, okşayıcı cümlelerin altında kalmak istemedi. "Senle beyinsel, duygusal, düşünsel çok benzerliklerimiz var," dedi. "Zevklerimizde hemen hemen aynı... Örneğin, ben girdiğimden beri çalan şu kızılderili müziğine tapıyorum... Kızılderililer, eskiden iyi ruhları çağırmak, kötü ruhları kovmak için müziği çok kullanmışlar. Müzik eşliğinde, yanan ateşin etrafında dans ederlermiş. " "Senin gibi ruhu güzel kendi güzel olanları mı, çağırırlardı?..." "Dalga geçme, bozulurum..." Ber'in de bu konuda tarihsel bilgileri vardı. "Kızılderililerin algılama yetisi çok iyiymiş," diye başladı. "Yabancıların kendi sonlarını getireceğini fark ettiklerinden olsa gerek bu tür kötü ruh kovma amaçlı törenleri daha sık yapmaya başlamışlar... Bu tür törenlerle sonuç alama-dıkları da soykırıma uğramalarından belli..." Boşalan şarap kadehlerini ikinci kez doldurma uğraşı nedeniyle oluşan kısa bir suskunluk sonrası, "SodGom Ülkesindeki yurttaşların da bu tür törenlere benzer etkinlikler yapmasının aynı şekilde yeterli olmadı-ğını belirteyim...." Ber'den karşı yanıt gelmeyeceğini duyumsadı. Onun düşüncelerini okuduğunu, "Giriş uzatmalarını ben de sevmiyorum Ber!..." diyerek bir kez daha belirtti. Anlaşmışçasına ikisi de aynı anda ayağa kalkarak çırılçıplak kalın-caya kadar soyundular. Med, Ber’in yanaklarını öptü; şefkatli bir öpücüktü bu ve yanıtını aldı. Gözleriyle, Ber'in gözlerinin içine yakıcı ışınlarını salarak, "Yaşa-mında yaşamadığın ve yaşayamayacağın bir olayı yaşayacaksın şimdi... Sakın korkma ve panik yapma! Aceleye getirme!" dedi Med, kısık ürperti ve çoğunluk erotik duyumsamalar veren ses tonunda. "Her anını doya doya hissetmeye, yaşamaya bak." Ber, yaklaşımı garipsediyse de bozuntuya vermedi. "Göreceğiz," dedi sadece. Yıllardır arzuladıkları sahnenin gerçekleşmekte olduğunun verdiği motivasyonla hareket eden bu iki kişi; birbirlerini yutacakmışçasına davranışlar sergileyerek yerdeki halının üzerine birlikte uzandılar. Yatak odasına gitmek zaman kaybıydı onlar için... Ber, elektriğe tutulmuş gibi hissediyordu kendisini... Bedenindeki tüm gücü kollarına vererek Med’i sarmalamasıyla aniden derin kuyuya düşüyor sandı kendisini... Geçici durum, diye düşünürken, halen düşmekte olduğunu fark etti. Esintiden kımıldayan kavak yapraklarının çıkardığı sesler geldi kulaklarına... Ani geçişler yaşıyordu... Okyanusu gördü; kocaman dalgalarıyla kıyısında bulunan kentin binalarına saldırıyordu... Dalgalar, ikiz uçaklar şekline dönüştü; Büyük ülkenin, büyük kentinin en büyük ikiz binasının ortasından geçerek, her iki binayı zeminle, toprakla bütünleştirdi. Kilometrelerce yükseklikteki bina şimdi sıfır santimdeydi. Duruma uygun isim bulunmalıydı, bulundu. ‘Sıfır noktası’ dendi. Bina enkazı içinde bulunan su, yerüstüne sızmaya başlamıştı. Bu; ikiz kulelerin ve ikiz kulelerle birlikte gömülen canlı cansız tüm varlık-ların tümünün gözyaşlarıydı. Gözyaşları dillenmeye başladı. Sanki biriyle, birileriyle karşılıklı konuşuyordu. "Diğer ülkelerin yurttaşlarına nefretin o kadar büyümüş ki; doygunluğa erişemediğinden kendi insanlarına da yönelmeye başladın... Biz kardeş değil miyiz?..." Gözyaşlarının, muhataplarından biri katil Okyanus’du. Katil Okya-nus, onun sözlerine devam etmesini engelledi. Saldığı dalgalarla gözyaş-larını içine çekti, susturdu... Günahkar Okyanus; mazlum gözyaşlarını içseline alarak izole etmişti. Gökyüzü; güneşi kapatan siyah yoğunluklu bulutlarıyla en kara gününü yaşıyordu... Katil Okyanus’un nefretsel motifli üç ana görevi vardı. şimdi. Biri; dışardan ithal ettiği dalgalarla gerçekleştirdiği eylemin toplum önünde günah sayıldığını biliyordu. Bu günahı gizlemeliydi. Kuleleri yıkan dalgaların, kendisi dışında ve yabancı denizin dalgalarından kaynak-lı olduğuna kıyısında bulunanları ve bulunmayanları ikna etmeliydi... Diğeri; kendi nefretine kardeş nefretler doğmalıydı, kıyısında sakin bireylerde. Kendi nefretini onların nefretiyle örtmeliydi. Nefret günahsa; bu günah toplumun olmalıydı. Üçüncüsü; kanlı günahlar çağını başlatmanın başlangıcıydı, olmalıydı bu yıkım. Geçmişte kalan kavramlar kullanılmalı, kullandırıl-malıydı... Uygun bir kavram bulunmuştu; ‘Kan davası...’ Dünyanın geçmişte kalan töresine göre kan davası günah da değildi. Geçmişte güzel günlerin geçtiği dişe diş; kana, kan dönemini yeniden başlatmanın sarhoşluğuyla; ‘Okyanus’, dalgalarını uzakta bulunan uzak namlı Irak ülkesine ve Irak’ın komşu ülkelerine yönlendirdi. Yıkım başlamıştı. Ber, yıkımın tanıklığını yapıyordu. Geniş ve düz bir ovada yer sarsıntısıyla toprak ikiye bölünüp kendisini içine çekti... Yer altında milyonlarca insandan koro halinde çıkan feryadı duyumsadı. Feryadın sahiplerinden çıkan kanlar dereleşmişti. Derenin büyüğüne nehir, nehirin büyüğüne akarsu denirdi. Ortaokul döneminde kulağı çekile çekile öğretilmişti bu bilgi. Kulağı yerindeydi, acısı kaybol-mamıştı. Acılı anılar bilinçaltına atılsalar da bir gün depreşirdi. Bu bilgiyi unutmamıştı. Bilgi, acıyla karışıktı. Kandan dereler; nehirlere sonra akarsulara dönüştüler. Akarsulaşan kanlar, yol buldular. Kendilerinin akıtılmasına neden olan Okyanus’a ayrı ayrı kanallardan döküldüler. Üzeri mavi renkle maskeli masmavi Okyanus hafif pembeleşti, kızarma belirtisiydi bu. Akıtılan kanlar, intikam istiyordu. Ayrı kanallardan akan kanlar Okyanus’da birbirleriyle birleştiler. Birbirine uygun olmayan kan gruplarını barındıran kanlar, bulundukları bedenlerden akıtıldıktan, ‘dost Okyanus’un’ aslında düşman olduğunu anladıktan sonra birleşebil-mişlerdi. ‘Düşman ortaktı. Önceki dönemlerde kendi aralarında varolan düşmanlığı dahi var eden bir düşmandı.’ Ortak düşmanları Okyanus’un üzerinde kendilerine yol buldular, hızları ışık hızıydı. Seyir esnasında kendilerine ayrı bir güç daha iştirak etti. Geçmişten kalan ve Okyanus’un dibinde uyandırılmayı bekleyen mağdur, mazlum değişik kan gruplarına ve renklerine sahip kanlar... Onlarda canlanmıştı. Bu kanlarda, Okyanusun yüzeyine çıkarak kendile-rine katılmışlardı. Okyanus, maviliğini kaybediyordu. Gerçek rengini ortaya çıkaran ise bileşik kanlardı. Artık Okyanus’a hakim renk; şiddetin, zulmün rengi olan kırmızıydı. Okyanusun. kan davası konulu eylemlerine, yüzeyinde akan bileşik kanlar gerekli tepkiyi veriyorlardı. Okyanus; saldırgan konumunda, bileşik kanlar ise, meşru savunman konumundaydılar. Meşru savunma doğal bir haktı. Yasaldı, hukuka uygundu. Saldırgan konum ise hukuka aykırı ve şeytaniydi. İşin ilginç yanı, şeytana karşı Tanrı’nın yanında yer aldığını iddia edenlerden bazı kişi ve gruplar yeşil renkleriyle Okyanus’un üzerindeki kızıllığın net rengini nötrleştirip, değiştirmeye onların gerçek yüzünü maskelemeye çabalıyorlardı. Bunlardan bazılarının dini vecibelerini yerine getirirken şeytana attıkları taşlar, geri dönerek onların kafalarına isabet ediyordu. Bu taşları onlara geri atanlar ise; gerçek dindarlardı. Gerçek dindarlar; dini vecibelerini yerine getiriyor görünen-lerin, Şeytanın uşağı olmaları halinde Şeytanlaştıklarını biliyorlardı. Onlarda Şeytan taşlama dini vecibeleri elekten geçiriyorlardı. Elekten geçirenler; Düzenleme, İzleme, Uygulama ve Denetleme-leriyle Şeytan’a yardımcı olanların, gerçek yerlerinin Şeytan safları olduğunu bilebilecek ermiş beyinler ve ruhlardı. Sembolik olarak Şeytan’a atacakları taşların bir kısmını, zamanında lazım olur diye, saklamışlardı. Şimdi hem onlara hemde biat ettikleri Şeytan’a atıyorlardı. Ermişler, ebabil kuşları görüntüsü arada sunuyorlardı. Fil süresindeki olayı canlandırıyorlardı. Bilerek veya bilmeyerek kendilerini maskeleyenlere uygulamalı öğretide bulunuyorlardı. Onlar öğrenmekte geç kalmışlardı... Ebabil kuşlarına dönüşen ermişlerin, attıkları her ufacık taş diğerleriyle birlikte onlarında kafalarını parçalıyordu. Üzerlerine bindikleri mekanik, teknolojik, bilişik bazen uçan, bazen karada yürüyen, bazen yüzen fillerin üzerlerine düştükçe tarihe geçecek sahneler tüm boyutlarıyla izleyicilerine heyecanlı dakikalar yaşatıyordu. Geçmiş tarih canlanıyor, yeniden yazılıyor ve geleceğe anın tarihi olarak miras kalıyor-du. Geçmişte yaşamış tüm semavi dinlerin, ekollerin, öğretilerin iyi ruhları da canlanmış reel hayata geri dönmüştü. Bunlar kendi öğretilerini kullanarak, yanlış yorumlayarak, haksız çıkar elde edenleri cezalandırmak için geri dönmüşlerdi. Onların maskelerini düşürmek ve öğretilerini yanlış yorumlamalar-dan temizlemek için geri dönmüşlerdi. İyi ruhlar; yaşayan iyi ruhlar yanında, gizli alemden gelen kötü sanal ruhlara ve reel kötü ruhlara karşı kendi teknikleriyle mücadele etmeye başlamışlardı. Değişik sesler, renkler, tarihsel motifler... Kısaca, insanlığa mal olan tüm insani değer ve değer koyucular canlanmışlardı sanki. Dünya, şimdi mahşeri yaşıyordu. Hesaplaşma başlamıştı. Kan davası, duygusallıktı, yanıtı da duygusal içerikliydi... Mantık saf dışıydı. Kan; kanla beslenmek istiyordu. Çünkü kendisi akıtılmıştı. Kendisini yuvasından akıtanlar da bulunan kan da akmalıydı. Yoksa benliğini, rengini kaybederdi. Kan, ölümsüzleşmek istiyordu. Mücadeleleri, kendi istek ve arzularıyla kan akıtıp, kan davası güden güçlere ve işbirlikçilerine karşıydı. Kan davası, duygusallıkta taşıyordu. Yani tehlikeliydi. Yanıtıda duygusal içerikli olabilirdi. Mantık safdışı bırakılmıştı. Akıtılan kanda, kanla beslenmek istiyordu. Akıtılmıştı ve yeniden canlanmak için kana gereksinim hissediyordu. Kendisini yuvasından akıtanların kanıyla beslenmeliydi. Kısasa kısas hükmü canlanmıştı. Akan kan; akıtılacak kanla ölümsüzlüğü yakalamak istiyordu. Okyanusun dalga çıkaran, ithal eden, ihraç eden noktasına kadar ulaşan bileşik kan; hareket merkezini zorladı... Kesilen başlardan akan kanlar, uzuvları kopan insanların gözyaşları Ber’in yüzüne aktı. Birbirinden beslenen kanlar, başını döndürdü. Nefreti iyice duyumsuyordu... Nefret; açlığını doyurmak için başkasının kanını çağırıyordu. Günaha girmek istemedi... Nefretini boşaltacak günahsız bir alan aradı. Bulamadı. Kendisine yöneldi. Kendisine yönelen nefreti, kendi kanını bedeninden dışarı akıttı. Kansızlık, midesini bulandırdı, başı dön-dü... Düştü... Anlık nefreti boşalmıştı, akan kanı bedenindeki damarlarına geri döndü. Sayısız ve her telden müzik parçaları çalan radyo, televizyon sesleri, bazı politikacıların esmer yüzleriyle bağırarak konuşmaları kulaklarında çınladı... Arada atılan alkol dolu kahkahalarla, “Bu artık üçüncü dünya savaşıdır, resmen ilan ediyorum. alanı Güneşin doğduğu yerin ortası olan ortadoğu, Asya ülkeleri ve Sodgom ülkesidir! " diye bağıran kötü ruhları gördü. Onlara secde eden bazı dünya ülkeleri temsilcilerini izledi... Puslu ve toz duman alanda, ciğeri nefes almakta zorlanıyordu. Öksürdü Ber; ağzından çıkan balgam, kanlıydı... "Sen Öldün!.." diyerek elindeki ağır silahı kendisine doğrultan şahıstan korktu. Korku şiddetiyle kalbi yerinden çıktı. Kalpsizdi, şimdi... Damarlarına, beynine kısaca hiçbir uzvuna kan pompalanamayacaktı. Kan gitmeyen beyin hücreleri öldüğünde, düşünemeyecekti. Meşru müdafaa zemini doğmuştu. Karşılık verdi. Saldırgan etkisiz kılınmıştı. Başkaları da ortaya çıktı... Med’in sesini duydu, "Sakin ol!" diyordu. "Az sonrayı bekle..." Bu seslenme sihirliydi... Sesler, görüntüler kayboldu... Şimdi ne nesne, ne ses hiçbir şey yoktu... Sadece sükunet vardı ve bu rahatlatı-cıydı... Sükunet kısalığıyla kaldı. Üzerinde kesimi yeni yapılmış çimenler-den başka bir şey bulundurmayan toprak üzerindeydi. Hayır!.. Hayır!... Toprakla bütünleşmiş gibiydi... Sanki kendisi toprak olmuştu. Bütünleştiği topraktan bir sopa genişliğinde delik açıldı. İçinden su fışkırmaya başladı. Kaynak suyu görünümünde berrak ve temizdi. Kaynak suyu, toprağın yarılmasıyla oluşan bir kanaldan akmaya başlamıştı.. Kaynak suyu kesintisiz akıyordu. Çoğaldı ve dere oldu. Kanal yata-ğından büyük bir hızla aşağıya doğru akıyordu. Bu kez; kendisini akan su üzerinde aynı hızda seyir halinde gördü Ber. İlk kez doyumsuzluğunun doygunlaştığını duyumsuyordu. Hayatında hiç bu kadar mutlu hissetmemişti, kendisini... Tarif edemeyeceği bir devinim içindeydi. Tüm benliği karşılanıyordu sanki... Geçen zamanı kavrayamıyordu. Biraz ileride arada kabarıp çekilen deniz dalgalarını gördüğünde hazsal duyumsamaları çılgınlık derecesine ulaşmıştı. Kanaldan akan suyun, denizle birleşmesine ramak kalmıştı. Deniz kabardı. Metrelerce yukarıya doğru yükseltti. Aynı anda; kanaldan akan kaynak suyu da denize döküleceği nokta-da Ber’ide beraberinde alarak metrelerce yukarıya doğru yükseldi. Yükselen kaynak suyu ile deniz suyu yarım ay şeklinde birbirlerine doğru yönelerek yakınlaştılar. Her iki su hava boşluğunda birbirlerine dolandılar. Kanaldan gelen kaynak suyu ile deniz suyu sarmaladılar birbirlerini... Her çıkışın bir inişi vardı ve iniş de gerçekleşti. Kanal suyu olduğu gibi deniz'in kabaran suyuyla özdeşleşerek denizle birleşmişti. Yine kavak yapraklarının hışırtı dolu seslerini duydu Ber... Bu kez bu hışırtılar melodikti. Kulağa hoş geliyordu. Geniş bir ovada tek başına durduğunu izledi. Çırılçıplaktı... Hava sıcak veya soğuk değildi. Hafif bir meltem rahatsız etmeden bedenini yalıyordu. Mutluluk hissediyordu tüm hücrelerinde, duygularında. Bedeninde olagelen romatizma ağrılar da gitmişti, rahattı... Arada ağaçların selam verircesine dallarını aşağıya doğru sallayıp doğrulduklarını görüyordu. Kuşların, böceklerin, geyiklerin, aslanların çıkardığı sesler, rahatsız edici değildi, hatta bir orkestra şefi tarafından yönetiliyor gibi ritmikti, senfonikti... Alıp verdiği soluklar vücudunu doyuruyor, kanının damarlarında daha rahat dolaşmasını sağlıyordu. Gündüz aydınlığında gökyüzünde beliren yıldızların "Artık özgür-sünüz!" yazısını oluşturacak şekilde dizildiklerini gördü... Alan, aniden insanlarla doldu... Birbirleriyle tokalaşan, sevişen, değişik dil ve seslerle zafer şarkıları söyleyen, parlak yüzleriyle, başları üzerinde saçtıkları beyaz ışıklarla, renkli gözleri ışıl ışıl parlayan birey-lerden oluşan büyük bir insan topluluğuydu bu.... Topluluğun neşesinden kendisine düşeni aldı... Beden ve dillerinden çıkardıkları sesler; iyi bestelenmiş çok sesli bir müzik parçası kadar uyumluydu. Sesler bütündü ve çatlak ses yoktu. Ber, topluluğun çevresinde halka oluşturduklarını ve çevresinde dönmeye başladıklarını gülümseyerek izledi. Çevresinde hızlı dönüşlere geçtiler. Ber’de bulunduğu noktada kendi etrafında topaç gibi dönmeye başlamıştı. Kendi ve çevresindeki bireylerin dönüş hızı nedeniyle kimseleri göremiyordu. Sadece ince bir çizgi hali vardı. Hızın şiddeti; halkanın döndüğünü dahi fark ettirmiyordu. Sabitlenmiş gibiydi. Halkanın kendisine doğru git gide daralarak yaklaştığını ancak, duyumsayabi-liyordu. Halka gözlerine bir parmak kadar yakın mesafede durmaya başladı. Bu kısa sürdü. Bir mermi hızıyla iki kaşının ortasına temas etti. Ber, sendeledi. Sendelemesi psikolojikti. Farkına vardı... Halka; mermi vuruş etkisi yaratmamıştı. Hoş duygular alnının ortasından tüm bedenine yayıldı. Bu hazza doyamıyordu. Sanki!... Sanki!... Bedenine giren halka ayrışmış, tüm hücrelerinin içine ayrı ayrı girmiş, hücrelerinin plazmalarında tatlı dalgalar yaratmıştı. Yerinde duramıyordu. Yüklenen aşırı enerji tüketilmek dileğindeydi. Bacakları gerildi. Yay gibi fırladı, yerden... Yükseklik bir kaç metre-lik değildi... Bulutla kucaklaştı. Bulut, kendini kopyaladı. Kopya minimize olup, Ber’in bedenine girdi. Dağlarla yüzleşti, sönmemiş volkanlarla, okyanuslarla, ormanlarla, bitkilerle, hayvanlarla... Her yüzleştikleri, kendilerini kopyalayarak, kop-yalarını minimize ederek, Ber’in bedenine giriyorlardı. Mistik bir ezgi sürekli çalıyordu bu arada. Ber’in ve yüzleştiği varlıkların tavırları müziğe uygun ritimlerdeydi. İçinde oluşan minimize varlıkların tümü yoğunlaştı, yoğunlaşma da kendisini kopyalayıp, kopyasını dışarıya verdi. Ber’in karşısında gördüğü kopya şekil değiştirdi ve Med biçimini aldı. Ber, içindekilerinin verdiği enerji ve tazyikle, Med’leşen yapıya tensel, duygusal, düşünsel yakınlaşma sağladı. Normal yaşamdan soyut-lanmıştı sanki... Kendisini çok güçlü hissediyordu. Tüm doğallığıyla Med’le birleşme sağlıyordu. Doğanın barındırdığı tüm varlıkların değişik sesleri, aşırı hazlanan isterik kadın çığlıkları düzeyine ulaşmıştı. Ber, çığlık sesinden hiç hoşlan-mazdı. Bu çığlıkların ise sonsuza kadar kulaklarında çınlaması için her zorluğa katlanırdı. Bu arada Ber’inde altta kalır yanı yoktu. Med ve Ber ikilisi; erotik sesli bir düet sunuyorlardı birbirlerine... Son bir eylemle zevkten kısılmış gözlerini açtı. Med karşısındaydı. Cinselliğe ilk kez tamamıyla ve tüm atomlarıyla doyuyordu. Bazı insanların neden doyumsuz olduklarını, değişik birliktelikler yaşamalarına rağmen gözlerinin dışarıda olmasını daha iyi anlıyordu. Çünkü onlar az önce gerçekleşen birleşme benzerini arıyor ve elde edemi-yorlardı. Med’in yüzünden yükselen sıcaklık içini hoş etmişti. Med ile cinsel birleşiminin, boşalımla sonuçlanmış olduğunu organında kalan eserden anlamıştı... Kavrayan kolların sahibine daha sıkıca sarıldı. Sımsıkı tuttu. Duygu boşalımı kendisinde Med’in akan gözyaşları gibi salgılandı. Her ikisinden yek diğerinin yüzüne akan gözyaşları boşa akmıyordu. Yararı olacaktı. Yüzlerindeki sıcaklıktan buharlaşan gözyaşları, gökyüzünde bulutlaşacak, yağmur olarak geri dönecek, içen insanların gözyaşı kaynağını oluştu-racaktı. Gözyaşları, gözyaşlarını doğuracaktı. Ağlamak; su israfı değildi... Hafiften ve kesik kesik alınıp verilen soluklar ritimli ve estetikti. Sağ eliyle Med’ in beline kadar varan uzun saçlarından gidiş gelişli seyirde okşamalarda bulundu. Bu okşamalar karşılıklıydı. Birbiri içine geçen gölge vücutlar gibiydiler. Şeffaf, incitmeyen dokunuşlar... Kendisine özel bedensel kokular... Alınan ve verilen nefesler; ıslak ağaçlar arasında bulunan birinin aldığı nefesler kadar tazeydi... Yüzlerinde hafif bir gülümseme mimiği oluştu, her ikisinin. Göz gö-ze geldiklerinde, Med’ in sanki sonsuz derinlik görüntüsü veren yeşil gözlerinin parlak ışıltılar saçtığını zevkle izledi. Ber’in dişlerinin arasına giren Med’in bir saç teli hala yerinde duruyordu. Yemeğinde; kıl gördüğünde yemek masasından kalkan Ber; Med'in saç telini iştahla yuttu. Med’i içine almak, çiğnemek, yutmak gibi içgüdüsel istekler oluştu Ber’de. Sevgilisine olan aşırı duygusallığından onu yiyen çekik gözlüler ülkesi yurttaşıyla ilgili gazetede okuduğu bir haberi anımsadı. O çekik gözlü insanın ruh halini şimdi anlayabiliyordu. Ber, bir tüy kadar hafif hissediyordu kendisini ve üzerine uzanmış olan Med’i... Dünyayı kucaklamak geliyordu içinden. Damar ve kas atımları, organının titrekliği doyum sonrası göstergelerdi. Ber ile Med normalleşinceye kadar hareketsiz kaldılar. Med, Ber'e kendi ev telefonunu verdi. Bu ‘sana güveniyorum’ demekti. Ber, telefon fihristine verilen telefonu büyük rakamlarla yazdıktan sonra, Med'in yanına uzandı. Sola yarım dönerek sağ bacak ve sağ kolunu Med’ in bedenine bıraktı. Tam konuşacaktı ki; Med, işaret parmağını hastane duvarlarında asılı hemşire fotoğrafında olduğu gibi tutarak susmasını işaret etti. Ber’in konuşması ortamın sihrini bozacaktı sanki... *** Devamı: 16.SAYFA'DA
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |