..E-posta: Þifre:
ÝzEdebiyat'a Üye Ol
Sýkça Sorulanlar
Þifrenizi mi unuttunuz?..
Yüz kiþinin içinde aþýk, gökte yýldýzlar arasýnda parýldayan ay gibi belli olur. -Mevlana
þiir
öykü
roman
deneme
eleþtiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katýlýmý
Yazar Kütüphaneleri



Þu Anda Ne Yazýyorsunuz?
Ýnternet ve Yazarlýk
Yazarlýk Kaynaklarý
Yazma Süreci
Ýlk Roman
Kitap Yayýnlatmak
Yeni Bir Dünya Düþlemek
Niçin Yazýyorum?
Yazarlar Hakkýnda Her Þey
Ben Bir Yazarým!
Þu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm baþlýklar  


 


 

 




Arama Motoru

ÝzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman > Hüsrev Özel




6 Kasým 2008
Tanrý Daðlý Akkartal 3. Bölüm  
Kam Bilge Ata/Bizans yolunda/Kýrgýzlar Ötüken tahtýný alýp Göktürk Devleti yýkýlýyor

Hüsrev Özel


Yorgo: - Ben þahsen aileden bir Ortodoks'um. Ama dostum Arpad bir istisna adeta, çünkü ülkesinde atalarýnýn din ve töresi çoktan terk edildiði halde, o bir " Son Hunlu "dur. Akkartal bu "Son Hunlu" nitelemesi üzerinde durarak Yorgo'ya: - Yani þimdi Arpad dostumuz "Hun" aslýndan mý gelmektedir?


:CHAF:


BÝLGE ATA

Akkartal Batý istikametinde yol alýrken, Ötüken'den ayrýlalý günler olmuþtu. Dört ünlü Kamdan üçüncüsü Bilge Ata ile muhakkak görüþmek istiyordu. Ulutolga bunu bilhassa önermiþti. Bilge Ata, Yedisu civarýnda, Zengibar daðýnda bir maðarada münzevi hayatý sürmekteydi. Oraya varmak için, Altaylar ve Tarbagatay daðlarýndan aþmasý gerekiyordu. Tengri Daðý’nýn kuzeyinden aþýp, Türgiþler diyarýna ulaþmýþtý. Buradan yola devamla, Balasagun ve Fergana üzerinden geçerek, Semerkant ve Buharay'a kadar gidecekti. Aslýnda, ünlü kamlardan dördüncüsü olan Kýraç Ata’yý da görmek istemiþ, lakin onun Kaþgar civarýndý bulunuþu, bunu daha sonraya ertelemesini gerektirmiþti. Hem nasýl olsa Kam Kül Erkin ona uðramýþ, ülke ahvali ve gidiþatýndan haberler vermiþtir, diyordu.

Nihayet Yedisu’ya ulaþtýðýnda gölgeler doðuya doðru uzanýyor, gün akþam oluyordu. Ufukta yükselen Zengibar Daðý, uzaktan sisler ve dumanlar arasýnda bir siluet gibi görünüyordu. Biraz önce dinmiþ olan yaðmur yerleri ýslatmýþ, çamurdan kaçýnmak isteyen Akkartal, yoldan kenara çýkarak, atýný otlu bozkýrdan sürüyor, karanlýk basmadan varmak istiyordu oraya. Bozkýrýn ortasýnda yükselen bu dað, esasen çok yüksek sayýlmazdý, etrafta baþka tepelerin olmayýþý, burayý olduðundan çok daha yüksekmiþ gibi gösteriyordu. Ýlk anda koyu yeþil görünen etekler, yaklaþýldýkça deðiþik ton ve nüanslara bürünüyor, mor ve turuncu kesimler, o yöredeki yaban kavaklarýnýn hazaný yaþadýðýný iþaret ediyordu. Küçük patikadan týrmanarak ulaþtýðý bir düzlüðün tam ortasýnda, sarp ve kayalýk bir tepe daha yükseliyordu. Sýradan atlarýn kolay kolay çýkamayacaðý bu yokuþ, Karaþimþek için pek bir sorun teþkil etmiyordu. Dað keçileri gibi mahirane týrmanan çevik at, nihayet zirveyi oluþturan devasa kayanýn dibine gelip, durmuþtu. Bilge Ata’nýn barýnaðý olan maðara iþte bu yalçýn kayanýn böðründe bir yerde olmalýydý.

Bu sýrada üç kartal, bu ulu kayanýn semasýnda biteviye daireler çizmektelerdi. Akkartal atýndan inip, onu, yerleri dolduran uzun yapraklý otlarýn, mayhoþ kuzukulaklarýnýn tadýna bakmak üzere serbest býrakýyordu. Kendisi daha yukarýda bulunan maðara giriþine týrmanmaða hazýrlanýyordu. Terkisinden, Kam için özel olarak getirdiði bazý eþyanýn bulunduðu küçük deri torbayý alarak, yukarý doðru týrmanmaða baþlamýþtý. Bir süre yokuþ týrmandýktan sonra, sola dönünce maðara giriþi nihayet görünüyordu. Ayný anda, yan yana duran iki boz kurdun arasýnda, orta boylu aksakallý, nur yüzlü bir adam beliriyordu. Kurtlar hýrlayarak atýlmak istiyor, lakin emir bekliyormuþ gibi, yerlerinden kýpýrdamýyorlardý. Bu adam Bilge Ata’dan baþkasý olamazdý. Gelen olduðunu bir þekilde haber almýþ, maðarasýnda yanan ateþ baþýndan kalkýp, bakmak için dýþarý çýkmýþtý. Ulutolga'nýn bu isimde bir öðrencisi olduðunu elbette ki o da iþitmiþ, lakin henüz þahsen tanýþmýyorlardý. Buraya öyle, her aklýna esenin gelemeyeceðini bildiðinden, bu gelenin ancak bir tanýdýk tavassutuyla burada olacaðýný kestiren Kam, aþaðý doðru seslenerek:

- Hey, savaþçý kimsin, burada kimi ararsýn?
- Adým Akkartal, size hocam Ulutolga'nýn selamýný getirdim. Destur olursa yukarý gelmek isterim.




Ulutolga'nýn adýný duyan münzevi Kamýn gözlerinde bir sevinç pýrýltýsý uçuþmuþ, sonra eliyle hemen yukarý gelmesini iþaret ederek, içeri girmiþti. Bu sýrada, irikýyým boz kurtlar da bir biri ardýndan aþaðý doðru koþmuþ, kuyruk sallayarak Akkartal'ýn yanýna gelmiþlerdi. Sonra adeta hoþ geldin eder gibi, ayaklanarak, þakacýktan onun elini kolunu ýsýrmaya baþlamýþlardý. Nitekim Akkartal'ý býrakýp, sanki etrafý kolaçan etmeye memur edilmiþler gibi, oradan ayrýlmýþlardý. Akkartal yukarý çýktýðýnda, maðaranýn kaya çýkýntýlarýna tünemiþ bir kaç kartal daha görmüþtü. Çok dikkatini çeken bir þey, Bilge Ata’nýn bir bakýma Ulutolga'ya benzemesiydi. Akkartal bu benzerliðe þaþýrarak, bir ara onlarýn ikiz kardeþ olabileceklerini bile düþünmüþtü. Bu sýrada misafiri için maðarada yanan ateþ baþýnda külbastý yapmakla meþgul olan Kam, onun içeri girdiðini fark edince doðrulmuþ ve þefkatli bir ses tonuyla onu buyur ederek :

- Hoþ geldin oðul! Hele geç otur, önce bir güzel karnýný doyur, sonra konuþuruz!
- Hoþ bulduk Bilge Atam! Sað olasýn, cidden hayli acýkmýþtým.

Derken, ateþ baþýnda serili bir ayý postunun üstüne baðdaþ kurup oturmuþtu. Bu sýrada korlaþmýþ ateþte cýzýrdayarak piþmekte olan etlerden yayýlan nefis koku iþtah kamçýlýyordu. Piþerek, artýk yenecek duruma gelmiþ olan etlerden iri bir parçayý, maþasýyla kavrayan Kam, bunu hemen ona uzatmýþtý. Geyik eti olan bu külbastýlar kadar lezizini baþka hiç bir yerde yemediðini teslim ederek, karnýný doyuran Akkartal, merakýndan:

- Bu ne etiydi, Bilge Atam, çok lezizdi eline saðlýk?
- Geyik etidir oðul. Yoksa þimdi de bunlarý, bu yaþta nasýl avladýðýmý mý soracaktýn?
- E, þey... Diye tereddüt eden Akkartal, gerçekten bunu düþünmüþtü.
- Tamam, tamam anladým. Ama bu iþleri kendim yapmam, av etmek yardýmcýlarýmýn iþidir çünkü oðul!
- Demek baþka yardýmcýlarýnýz da vardý?

Onu, yalnýz yaþýyor diye sandýðýndan, bu ifade karþýsýnda hayli þaþýrýyordu. Fakat, Bilge Ata’nýn gülerek;
- E, tabii, insan yapa yalnýz da yaþayamaz ki bu dað baþýnda oðul. Yardýmcýlarým, iþte o gördüklerin, yani kurtlar ve kartallardýr.

Derken, bu cevap, Akkartal'ýn þaþkýnlýðýný hayrete çeviriyordu. Nitekim:
- Demek bu kurt ve kartallar öyle mi?
- Evet. Onlar benim can dostlarým ve yegâne yardýmcýlarýmdýr, hem uzun yýllardan beri böyledir bu oðul!

Bilge Ata bunu derken kývançla gülümsüyordu. Akkartal'ýn hayreti onun hoþuna gidip, gururunu okþamýþ olacaktý. Çünkü bir insanoðlu olarak, kurt ve kartal gibi böyle vahþi ve asil hayvanlara söz dinletip, hatta onlarla dost olabilmek her baba yiðidin harcý olamazdý. Bunu baþarabilen bir kiþide bulunmasý gereken iradi güç ve ruh derinliðini ölçmek imkânsýzdý her halde.

     - Koca Tolga nasýldýr, ne haldedir oðul? Býrak bunlarý da biraz da aziz dostumdan bahset þimdi bana! Çünkü yýllar geçti görüþemedik halen bir türlü.
Diyerek, konuyu deðiþtiren Bilge Ata’ya cevaben Akkartal:

-Hocam, þükrolsun Gök tanrý’ya ki, sýhhat ve afiyet üredirler Bilge Atam. Tedrisata devam etmektedir el’an dergâhta. Çýkacaðým yolculuktan önce size muhakkak uðrayýp, fikir danýþmamý salýk veren de kendisi olmuþtu zaten.

Akkartal'ýn yolculuktan bahsetmesiyle hemen ilgilenen Kam:

- Ha, sahi yolculuk ne tarafaydý, yoksa güney-batýya doðru mu uzanmak niyetindeydin oðul? Çünkü Tolga, olsa olsa bu nedenle beni salýk vermiþtir, zira bilir ki, biz de bundan hayli zaman önce, senin gibi at sýrtýndan inmez, dünya kazan biz kepçe, acunu diyar diyar gezer, dolaþýr idik.

-Benimkisi, gezip görme merakýnýn yanýnda, biraz da zorunluluktan kaynaklanýyor Bilge Atam. Ýcap eden bir araþtýrma ve keþif gezisi diyebiliriz buna.

- Ya, demek öyle, ne hakkýnda bu peki?

- Töreler, yöreler ve dinler hakkýnda. Budunun yoðun ilgi ve dikkatini çeken Musevilik, Ýsevilik ve Müslümanlýk dinleri hakkýnda. Öncelikle eski bir gezgin olarak, sizin bu konudaki malumatýnýzý öðrenmek isterim. Tabii, lutf ederseniz Bilge Atam?

- Bundan yýllar önce bir seyahatimde, bu konularla bir Hintli ve bir Arap Bedevî'si aracýlýðýyla tanýþýp, onlardan dinlemiþtim. Tanrý tarafýndan gönderildiðine inanýlan Yalvaçlardan (Resul) öðrenildiði iddia edilen dinlere semavî dinler denip, bunlar, demin saydýklarýndý. Anladýðýma göre bu dinler, kaynak ve usulde bir, sadece pratikte bazý deðiþiklerle ayrýlýyorlarmýþ. Mevcut ve yaþayan sair töre ve dinlere ise, tabii dinler, yerel inanýþlar diyorlar. Durum þimdi nicedir? Zaman içinde deðiþmeler olmuþsa, bunlar nedir, bizzat görmek, sanýrým en iyisi olur oðul. Vaktin olursa bir ara gene bana uðrar, gözlemlerini anlatýrsýn. Ama hiç deðilse, yolda yararý olacak bazý somut þeyler verebilirim sana.

Onlar böyle konuþurken, biraz sonra batmaya baþlayan güneþ, doðu semalarýný eflatuna boyamýþ, cephesi güneydoðuya bakan maðara, giderek karanlýða gömülmekteydi. Bilge Ata, yanmakta olan ateþte tutuþturduðu meþaleyi, yukarda bir oyuðu sokmuþ, içerisi olabildiðince aydýnlanmýþtý. Bu arada Akkartal maðara çýkýþýna gitmiþ, oradan dýþarý bakmaktaydý.

Bunu gören Bilge Ata:
- Ne o, atýný mý merak edersin yoksa oðul? Öyle ise buna hiç gerek yok. Çünkü gördüðün o kartal ve kurtlarýn korkusundan yaklaþan olmaz buralara. Ýçin rahat olsun. Diyerek onu temin etmekte geç kalmamýþtý.

Derken tekrar ateþ baþýna oturmuþlardý. Bu arada Bilge Ata, iri bakýr bir bakraçtan, topraktan yapýlma çaydanlýða su aktarmýþ, bunu ateþe koymuþtu. Onlar sohbet ederken, su da kaynamýþtý.

Bilge Ata:
     - Sana, buraya özgü bir çay demliyorum þimdi oðul. Çünkü kýmýz pek bulunmaz buralarda. Hem bunun yeri gene de çok baþkadýr ya. Buna Zengibar çayý derler. Her bakýmdan yararlý olan bu nimet için ulu Tanrýya ne kadar þükredilse yeridir.

Aðaçtan oyma bir kavanozdan aldýðý yarým avuç çayý, kaynamýþ suya boca etmiþ, sonra onu ateþe yakýn bir kenara, dem almak üzere koymuþtu. Akkartal bu övülen çayý bir an önce denemek için sabýrsýzlanýyordu. Nitekim hazýr olan çay, maun oyma çamçaklara konulup, içilmeðe hazýr hale gelmiþti.

Ýlk yudumdan sonra, çayla ilgili izahatýna devamla Bilge Ata :

- Bundan sana da vereceðim oðul. Yolculukta iþine yarayacaktýr. Þöyle ki, bu çaydan bir kaç yudum alan, açlýk ve yorgunluk nedir bilmeyeceði gibi, iyi bir tasnif ve tahayyül yetisine eriþerek, uzun yollar boyunca bile yalnýzlýk çekmeyecektir. Diyordu.

Buna memnun olan Akkartal, meraký daha da artarak;




- Bu tam benim aradýðým þeymiþ meðer Bilge Atam. Ayný etkileri hissedebilirsem ne ala!

- Bundan hiç kuþkun olmasýn oðul.

Nitekim, ilk defa denediði bu çaydan ard arda bir kaç yudum alan Akkartal, biraz sonra beyninde deðiþik bir kýpýrdanma hissedip, zihninde daha önce hiç duymadýðý oluþumlar duymaða baþlamýþtý. Aldýðý bir kaç yudumdan sonra yerinden kalkma ihtiyacý duyarak:

- Hissettiðim ilginç bir etki var Bilge Atam. Þimdi biraz dýþarýya, mehtaba bakacaðým. Demiþti.

Bunu beklediði anlaþýlan Kam, tebessümle:

- Tabii oðul, tabii, buyur dilediðin gibi yap!

Maðara aðzýna gelen Akkartal, burada dýþ cephe önüne oturup, geri yaslanarak, baþýný yukarý kaldýrmýþtý. Gözlerinin önüne serilen manzara muhteþemdi. Dolunay sanki baþýna beyaz ipekten esiri bir serpuþ dolamýþ gibi haleli, sema viyolet mavisi ve renk o denli yoðun ki, ay normalin bir kaç misli büyüklüðünde ve uzayda, kendine has bir mekâna açýlan sihirli, tünelimsi bir kapýyý andýrýyordu. Burada yaþayýp da mistik hayallere dalmamak mümkün olamazdý. Sanki kâinat onunla yüz yüze konuþarak sýrdaþ olmak ve bütün gizemlerini açmak istermiþ gibi yakýndý. Havadaki bulutlar geliþi güzel olmayýp, adeta bir ressam fýrçasýndan çýkan, üç boyutlu cisimleri biçimliyor, devasa filler, kartallar, leylekler, zürafalar hareket halinde, saða sola devinip durmaktalardý. Bu denli pitoresk bir mehtabý ilk defa seyre dalmanýn hazzýyla uzun süre sessiz kalan Akkartal, nihayet aklýna üþüþen bir dizi soru ve açýklamayý paylaþmak için ateþ baþýna, Bilge Ata’nýn yanýna dönmüþtü.

-Bilge Atam, mehtabýn buradan görünüþü bir harika. Buralardan ayrýlamayýþýnýzýn gizemi, sanýrým anlaþýlýyor artýk.

- Haklýsýn, galiba bunun için seviyorum buralarý oðul. Ama zaman zaman sizlerin hayatýna gýpta etmiyorum deðil ha.

- Size sormayý ta baþýndan beri istediðim bir husus var, destur verirseniz ?

- Elbette oðul, ona ne hacet, buyur sor ne soracaksan?

- Size, neden Bilge yerine, Bilge diyorlar?

Bu soru Bilge Ata’yý seslice güldürmüþ, nitekim:

- Oðul, bunun cevabýný o, hocanýz olacak köftehordan sorsan daha iyi olurdu. Ama ne var ki, þimdi burada deðil ve bize düþüyor bu iþ. Evet, doðru þekli senin dediðin gibidir. "Bilge" lakabýný talebelik yýllarýmýzda Tolga takmýþtý. Böylece sürüp bu güne geldi iþte.

Bilge Ata’nýn bu izahatýndan sonra bir süre sessiz kalmýþlardý. Akkartal bu arada yarýn sabahla baþlayacak olan yolculuðunu ve geçeceði yerleri düþünmüþtü. Nitekim sessizliði bozarak;




-Bilge Atam, görmemi bilhassa salýk vereceðiniz yerler var mý, diye sorsam ne derdiniz?
- Tabii ki vardýr oðul. Mesela, Batýlýlarýn Kostantinopol dedikleri bir yer vardýr, orasýný gidip görmeni isterdim. Doðrusu uzaktýr, ama o zahmete deðer. Burasý ayný zamanda Ýsa dini, diðer adýyla Hýristiyanlýðýn doðu merkezidir. Bir de batý merkezi Roma vardýr. Mekke, Kahire, Atina þehirleri de vardýr. Ama bunlar da uzaktýr. Ancak, þartlarýn elverirse git hepsini gör, derim.

Bir süre daha böylece sohbet edip, yatma vakti eriþince, mevcut ayý postlarýna bürünmüþ, huzur içinde uyumuþ, sað selim sabahý bulmuþlardý. Çay ve yemekten sonra vedalaþmýþ, Bilge Ata, ceylan derisine yapýlmýþ bir harita ve torba dolusu Zengibar çayýný eline tutuþturmuþ, gene görüþmek dileði ile ayrýlmýþlardý. Aþaðýda, kendi haline býraktýðý atýný yerinde ve sapa saðlam ayakta bulunca sevinen Akkartal, onu bir insanmýþçasýna selamlayýp, saðrýsýn okþamýþ ve koþumlarýný vurup, elindekileri heybenin bir gözüne koymuþtu. Bu sýrada Bilge Ata ve kurtlarý ayný yerlerinde durmuþ, yukardan izlemekteydiler. Nihayet at binip, yukarý el sallayarak onlarý son bir kez daha selamlayarak, hareket etmiþti.

Ýlk uðraðý Alma ata’dan sonra Tokmak, Balasagun ve Fergana ya varmýþ, sonra kuzeye yönelerek, Talas yakýnlarýndan geçmiþti. Burada edindiði bilgiler, duyduklarýný tasdik eder vaziyetteydi. Bir savaþ olup, saðlanan Arap ittifakýyla, Çin iþgali artýk kaldýrýlmýþ, daha önce düþman olarak görülmelerine raðmen, bu kaný deðiþip, iliþkiler yumuþamaya baþlamýþtý. Buradan tekrar güneye yönelip, ünlü þehirlerden Taþkent, Semerkant ve Buhara'ya varmýþý. Buralarda uðradýðý Ýlteberler, doðu Ulu Kaðanlýðý hakkýnda söylediklerinden pek memnun olmazken, kendi yönettikleri ahalinin huzursuzluðunu da izah edememiþlerdi. Buradan yola devamla Merv, Nesa, Gürcan, Teberistan ve Reyden kuzeye yönelip, nihayet Tebriz'e ulaþmýþtý.

Burasý, Turanî illerden Azerbaycan'ýn büyük ve mamur kentlerinden biriydi, lakin, siyasî yönetim Araplara geçmiþ olup, Mervan isimli bir Emevî Valisi tarafýnda idare ediliyordu. Talas yengisinde pay sahibi olan Araplar, bunun sonucu itibar ve nüfuz sahibi olmuþ, ahalinin sosyal hayatýna doðrudan etki ediyorlardý. Bu etkiyi en barizinden, çarþý- pazarda dolaþan kadýnlarýn giyimlerinde görmek mümkündü. Kimi kadýnlar, gözleri hariç, tüm bedeni örten, çarþaf ve peçelere bürünürlerken, kimisi sadece yüzü ve ellerini açýkta býrakacak þekilde örtünmüþlerdi. Etrafta belli yerlere, Mescit adý verilen yeni mabetler kurulmuþ, mimari görkemi haiz bu binalar, toplu ibadet için açýlmýþlardý. Buralara bilhassa erkeklerin gidip geldikleri görülmekteydi. Ancak ahaliden çoðu henüz din deðiþtirmemiþti. Ýslamlýkta bu bakýmdan zor kullanmak yok, fakat daha ziyade milli-siyasî amaçlar gözeten Vali Mervan, bu kuralý keyfince uyguluyor, yerine göre uymak iþine gelirken, yerine göre uymamayý yeðliyordu. Nitekim zorla Müslüman ettiði eski yönetici ve nüfuz sahi bireyler vasýtayla fiili idareyi ele geçirip, sair halka hoþ görünür duruma gelebilmiþti. Âlicenaplýk için, onlarý din deðiþtirmeðe zorlamamak bile yetebiliyordu artýk. Buna maruz kalanlarýn her türlü angarya iþin yapýmýna razý olacaðý belliydi. Böyle bir durumda Ýslam'ý kabul etmiþ olan kimi Beylerin, takiyye yaparak, durumlarýný düzeltip, kendilerini baskýdan kurtardýktan sonra, gene eski inançlarýna döndüklerine bile rastlanýyordu.

Nallarýndan biri düþüp, diðerleri kýsmen eskimiþ olan atý yedeðinde, yürüyen Akkartal, onu nallatmak için Tebriz sokaklarýnda dolaþýyor, bu arada usta bir nalbant arýyordu. Nitekim, çevresinde haþarý çocuklarýn oynaþtýðý, devasa þemsiyeyi andýran ulu bir çýnarýn altýnda, gördüðü üç kurnasýndan akan sularýn doldurduðu havuzlarýndan atýna su içirmek istiyordu. Küçük kurun (havuz) bunun için yapýlmýþ olup, atýný doðruca onun baþýna çekmiþti. Berrak suya eðilen at içmeðe baþlarken, Akkartal ýslýða çalmaða baþlamýþtý. Bu ýslýk atý içiþe teþvik ederken, kuyruk ve kulak hareketleri atýn duyduðu hazzý gösteriyordu. Etrafta oynaþan çocuklarýn dikkatlerini çeken, her haliyle farklý görünen bu atlý, oyunlarýný kesip, ona yaklaþmalarýna sebep olmuþtu. Çocuklarýn meraklý bakýþlarýna gülümseyerek karþýlýk veren Akkartal, su içmekte olan atýna ýslýk çalmaya devam ediyordu. Bu hareket, on- on iki yaþlarýnda çakýr gözlü bir oðlanýn dikkatini bilhassa çekmiþ olacak ki, yanýndakilere hitaben, hayretle:

- Gördün mü Yaman, bu yabancý týpký bizim gibi yapýyor? Demesine yol açmýþtý. Akkartal'ýn ýslýkla çaldýðý "su içiren ezgi" dalga dalga sürüp giderken, Karaþimþek daha bir keyifle içmeye devam ediyordu. Nitekim ýslýk kesilince, at da dudaklarýný þapýrdatarak, baþýný sudan kaldýrýp, saða sola sallýyordu. Her molada olduðu gibi, gene atýnýn baþýný, gür yelesini, geliþkin kaslarýný þefkatle okþamýþ, onu tekrar yedeðine alarak, uzaklaþmaya baþlamýþtý. Az sonra arkasýndan seslenen biri:
- Beðim, nalbant ararsan þu ilerden saða sapýnca, hemen karþýna çýkar! Diyordu. Bu çakýr gözlü çocuktan baþkasý deðildi. Çocuklar önce çeþmenin baþýnda
dururken, þimdi ona yaklaþmaða baþlamýþlardý.

Nitekim Akkartal :

- Nalbant aradýðýmý nereden bildin? Bunun üzerine çocuk gülerek:
- Elbette ki atýn yürümesinden anladým. Bizim atýmýz da var beðim. Demin çaldýðýn ýslýk, ne Arap ne Farisi olmayýp, bizim budundan biri olacaðýný düþündürüyor, ama?



- Ya, demek öyle? Peki, sizlere ne denir, kimlerdensiniz?

- Mene Çandar derler, þu karýndaþým Ýlkut, bu da taydaþým Yaman. Hepimiz
Oðuz-Bozok boyundanýz. Aðam ya sen?

- Men de Oðuzdanam!

Bu yanýt hepsini gülümsetmiþti. Sonra Akkartal çakýr gözlü çocuða:
- Haydin, þimdi o nalbandýn yerini gösterin ki, size birer ödül verem, tamam mý?

Bu öneriyi sevinçle kabul eden çocuklar hemen koþturup, öne geçmiþ, nitekim az sonra nalbant dükkânýna gelmiþlerdi. Kemerinde takýlý keseden bir avuç gümüþ çýkaran Akkartal, bunlarý çocuklara daðýtmýþ, sevinçle oradan ayrýlmýþlardý. Çocuklarla konuþmasýný izlemiþ olan Nalbant, onu kapýda karþýlayarak, saygýyla buyur etmiþ, at için gerekenleri özenle yapmýþtý. Bunu beðenen Akkartal, Usta’nýn emeðini ziyadesiyle karþýlamýþ, memnuniyetle ayrýlmýþlardý. Taþ döþeli þehir caddelerinde bir süre daha dolaþan Akkartal, nihayet tavsiye edilen hanýn kapýsýnda durmuþtu. Atýný orada hazýr bekleyen han seyislerine teslim ederek, içerdeki aþhaneye girmiþ, yemek için boþ bir masaya oturmuþtu. Burasý hayli büyük ve iþlekti. Ýlk iþ, ýsmarladýðý etli pilav, salata ve revani tatlýsýndan oluþan bir yemek yemiþ, sýra etrafa göz gezdirmeðe gelmiþti. Çevrede yirmiden fazla masa vardý. Bunlarýn etrafý türlü meslekten adamla çevriliydi. Kimi yiyor, kimi içiyor, kimi sohbet ediyordu. Nitekim içeri giren bir adam, Akkartal'ýn gözüne takýlýp, ilk anda onu tanýþ birine benzetmiþti. Ama kime? Baþýnda açýk kahverengi sarýk ve belinde hançeriyle onu, talihsiz yolculuk arkadaþlarýndan merhum Mirza’ya benzetmiþ olmalýydý. Ýþin garibi bu adam, çevre masalarda boþ yer bulunmasýna raðmen, doðruca onun masasýna yönelmiþ, az sonra da yanýna gelince:

- Bir mahsuru yoksa oturabilir miydim beðim?

- Hayýr. Elbette, buyurunuz.

Masaya oturan adam aþçý yamaðýný beklerken konuþuyordu:

-Buranýn yemekleri iyi olur. Ben Tebriz'e her gelmemde burada konaklarým. Sizi ilk defa görüyorum.

Akkartal cevaben:

- Bu zaten ilk geliþimdir.

- Gün doðusundan geldiðiniz belli, sanýrým bir gezgin olmalýsýnýz, belki de bir elçi, yoksa yanýlýyor muyum?

Adamýn tahminleri Akkartal'ý þaþýrtacak denli isabetliydi. Nitekim, hafif yadýrgýlý bir tebessümle, cevaben:

- Tahminleriniz yerinde. Siz de bir tacir olmalýsýnýz.



Adam yadýrganmaya aldýrýþý etmiyordu. Ayný tarz konuþmayla cevap veriyordu.

- Evet, doðru! Peki ama nasýl anladýnýz bunu?

- Bir rastlantý her halde.

- Nasýl yani?

- Bana birini hatýrlattýnýz, sanýrým ondan ötürü.

- Kimi, nasýl birini?

- Ýsfahanlý bir taciri.

Bunu duyan adamýn meraký birden artarak:

- Demek öyle. O da Farisi miydi yoksa?

- Evet. Hem, ne rastlantýysa, dýþ görünüþ bakýmýndan size benziyordu. Bu sözler adamý iyice heyecanlandýrmýþtý;
- Adý neydi onun peki?

- Mirza. Evet Mirza'ydý talihsiz dostumun adý. Neden sordunuz?

- Talihsiz mi dediniz, ona ne oldu ki? Böyle diyorsunuz.

Derken, adam endiþelenmeðe, hatta üzülmeðe baþlamýþtý. Sakýn onun bir yakýný olmasýndý? Akkartal bu sanýsýný gidermek için:

- Onu tanýyor muydunuz yoksa? Oysa tarif bile etmedim henüz. Adam son derece kaygýlý bir sesle;
- Korkarým evet. Ama gene de inþallah korktuðum gibi deðildir, diyorum. Sözünü ettiðiniz kiþinin baþýna kötü bir þey gelmiþe benziyor. "talihsiz dostum" demeniz buna iþaret ediyor. Hayli zamandýr haber alýnamayan kardeþimin adý Mirza olup, o da benim gibi doðuya, batýya seyahatler eden bir tacirdir.

Akkartal, adamýn bu sözlerinden sonra aksi tesadüfü iyice anlamýþ, onun adýna üzülmüþ, sonra olan biteni kýsaca nakletmiþti.

Nitekim duyduklarýna çok üzülen adam:

- Vah zavallý kardeþim vah! Demek öyle oldu ha?

- Evet maalesef.



- Her þeye raðmen, kaybolan zavallý kardeþime dair akýbeti öðrenmeme vesile olduðunuz için size teþekkür ederim. Çünkü devamlý merakta kalarak, kaygýyla yaþamak daha elem vericiydi bizler için.

Aralarýnda böylece baþlayan konuþma, konular deðiþerek, uzunca bir süre devam etmiþ ve nitekim Mirza'nýn büyük kardeþi olduðu anlaþýlan Cihangir:

- Demek Bizans'a gitmek istiyordunuz, o halde size bir dostumu tanýþtýrayým, çünkü kendisi büyük bir kervanla oraya gitmek üzere yola çýkacaklardý. Ýsterseniz birlikte gidersiniz. Bir hafta sonra bizim kervan da yola çýkacak.

- Ya, öyle mi? Fazla vaktim yok, o nedenle, ben bugün yola devam edeceðim.

- O halde þimdi buyurun yanlarýna gidelim. Þehrin batý kapýsýndaki büyük kervansaraydan neredeyse yola çýkmak üzeredir onlar da.

Böylece masadan kalkýp, kendilerini saygýyla yolculayan hancýya bir miktar bahþiþ veren Akkartal ve Cihangir, atlarýný alýp doðruca kervanýn bulunduðu yere varmýþlardý. Kum taþýndan yapýlmýþ olan kervansarayýn yüksek ve geniþ cümle kapýsý, çok sayýda oymalý penceresi, yirmi kubbe ve on tonozlu büyük bir damý vardý. Öndeki geniþ alanda, takriben yetmiþe yakýn kiþi ve bir sürü deve, at ve katýrla karþýlaþmýþlardý. Etrafý akasya, ceviz, çýnar ve servi aðaçlarýyla çevrili bulunan meydanlýkta toplanmýþ olan kervan, yüklenerek, harekete hazýr hale getiriliyordu. Çevreye yýðýlmýþ olan ticaret mallarý, rulo yapýlmýþ halýlar, ipek toplarý, baharat torbalarý, misk-i amber kutularý ve sair eþya, develere yüklenirken, aðaçlarýn altýna kurulu sayvanlarda oturmuþ, yemek yiyen, sohbet eden bir sürü kadýn-erkek, çoluk çocuk vardý. Ýnsanlar bir sayfiye havasý içindeydiler. Cihangir, ileri gelen zevata Akkartal’ý takdim edip, ayrýlmýþlardý. Az sonra da, gelmesi beklenen kervan muhafýzlarý sökün edip, hep birlikte hareket edilmiþti.


BÝZANS YOLUNDA MOLA SOHBETLERÝ


Akþama kadar durmaksýzýn yol alýnarak, henüz güneþ batmadan etekleri düz ve geniþ bir otlakta biten yeþil bir korunun eteðinde ilk molayý vermiþlerdi. Burasý onlarýn daimi mola yerlerinden biriydi. Yöre her bakýmdan elveriþli olup, kervancýlar etrafý gayet iyi taný maktalardý. Yükler hemen indirilip, hayvanlar otlaða salýnýrken, çevredeki uygun yerlere çadýrlar kurulup, önlerine ateþler yakýlmaktaydý. Muhafýzlar çevreyi kolaçan ederken, kervan cariyeleri gayretkeþ, türlü yemekler hazýrlamaða giriþmiþlerdi.

Cihangir'in dostu Câbir zengin bir tüccardý. Kervanda malý bulunan iki arkadaþý daha vardý. Bunlardan biri Ermeni asýllý Agop, diðeri Musevi Salamon'du. Çabucak kurulmuþ olan süslü sayvanda, yerlere serilen halý ve kilimler üzerine atýlan minderlere oturup, ortaya konan büyük bakýr bir sininin etrafýný çevirmiþlerdi. Bir yandan zarif fincanlarda cariyelerce sunulan yemen kahveleri içilirken, bir yandan latife ve nükte dolu sohbetler baþlýyordu. Akkartal þayet kervandan ayrý ve yalnýz gidecek olsa, þimdi en az dört misli fazla yol kat etmiþ, olacaktý. Lakin, o ülke coðrafyalarýný gezmekten ziyade, insanlarla görüþüp, tanýþarak belli baþlý konular üzerinde gözlem yapmak istiyordu. Bu bakýmdan böyle bir ortam onun için biçilmiþ bir kaftan sayýlýrdý. Buna, bir bakýma merhum yol arkadaþý Mirza ve sonra onun biraderi vesile olmuþ, dolayýsýyla onu minnetle anýyordu.

Câbir ve tüccar arkadaþlarý orta yaþlarýný hayli aþmýþ, olgun, güngörmüþ ve neþeli insanlardý. Akkartal onlarý ismen tanýmýþ, bunun deve yürüyüþüyle alýnan bu uzun yola deðecek bir müþavereye yol açacaðýna þimdiden kani olmuþtu.

Nitekim Câbir, aniden aklýna gelmiþ gibi:

- Akkartal Beð, Cihangir Bizans'a gitmek istediðinizi söylemiþti, lakin, sebep neydi buna diye sorsak?




Akkartal, karþýsýnda baðdaþ kurmuþ olduðu halde oturan Cabir’e cevaben, anlayýþla:

- Câbir Efendi, Oraya, fikrine bilhassa deðer verdiðim birinin tavsiyesi üzerine, gezip görmek ve ayný zamanda Ulu Kaðan Moyen Çor'a fahri elçi olarak, Bizans Ýmparatoru ile görüþmek üzere gidiyorum.

- Ya, öylemi, çok ilginç! Sözüne devam eden Akkartal;
- Bunun dýþýnda baþka bir arzum da buralara has inanç ve töreleri araþtýrmaktýr. Diyerek, asýl maksadýný açýklamýþtý.

Bu cümlesine neþeyle ilk karþýlýk, Cabir’den geliyordu;

- Ya, ne kadar ilginç! Dahasý tam yerine rastladý dostumuz, öyle deðil mi arkadaþlar? Diyerek ötekilere bakmýþtý.

Bunun üzerine kýr saçlý, Salamon:

- Ben de uzun yol boyunca ne eder, molalarda neler konuþuruz, diye düþünüyordum. Desenize ki, sohbet konusu bol olacak!

Ermeni asýllý Agop neþeyle gülerek:

- Bre, al benden de o kadar!

- Akkartal Dostumuz belki bilmez, biz üçümüz ayrý ayrý dinlere mensup, çok da iyi arkadaþlarýz. Derken kývançla gülümsüyor, ötekilere bakýyordu.

Akkartal;

- Takdire þayan bir olay. O halde bu konular, sohbetlerinizde geçiyor olmalý ?



- Elbette, bizde herkes fikrini açýklamakta hürdür. Kimse kimsenin dinine karýþmaz, yermez. Ama aramýzda latife eksik olmaz, takýlýrýz bir birimize dostça. Diye cevap veren Câbir idi.

Ýnsana, din ve töresinden zorla bahsettirilemezdi. Akkartal bu konuda konuþacak gönüllüler arýyordu. Burada umduðundan iyi bir kaynaða rastlamýþ gibiydi.

Nitekim Salamon kendini tanýtarak:

- Akkartal Efendi, arkadaþlarýmýn bildiði gibi, ben çok sofu bir Musevi deðilim, ama gene de dinime baðlýyýmdýr evvel Yehva (Yahova), ne de olsa en eski, dolayýsýyla en hakiki olanýdýr bizimkisi bu dinlerin. Diyerek, sunî bir kurum ve azametle etrafýndakileri süzmüþ ve sözlerine devamla; umarým buna kimsenin bir itirazý olamaz! Diye eklemiþti.

Salamon'un bu sözlerini tebessümle karþýlayan Akkartal, diðerlerinin tepkilerini okumak için onlara bakýyordu. Nitekim buna ilk itiraz Ýsevî (Hýristiyan) olan Ermeni Agop'tan geliyordu:

- Yo, Yoo! Salamon efendi, bak iþte burada haksýzsýn. Niye dersen, çünkü dininizin daha eskiye dayanýyor olmasý onun ayný zamanda en doðru olduðunu hiç göstermez. Hem o en hakiki diye nitelediðiniz din, eðer cidden doðru olmuþ olsaydý, Rabbin Oðlu Ýsa’yý çarmýha gerer miydiniz? Deðil mi ya?

Salamon sathî bir kýrgýnlýkla:

- Amma yaptýn bre Agop, Ýsa’yý çarmýha gerenin bizimkiler olduðunu sana kim demiþ? Onu biz deðil, Romalýlar öldürmüþtür bir kere! Dedikten sonra muzipçe gülerek;

-Hem o yalancýnýn tekiymiþ caným; yok Rabbin oðluymuþ, yok babasýz dünyaya gelmiþ imiþ, bu konuda bir yýðýn safsata uydurulmuþ. Þimdi niye kimse babasýz doðmuyor muþ peki ama?

- Salamon Efendi, Salamon Efendi, sözlerini tart biraz da öyle konuþ, tamam mý? Çünkü o, kendisi "Ben Rabbin oðluyum" diye hiç dememiþtir her halde. Onu çekemeyip, mahkûm ettirmek isteyen sizinkiler öyle uydurmuþ olmalýlar bunu. Bir de bazý fanatik cahiller. Çünkü onun ortaya koyduðu müthiþ mucizelere baþka türlü bir mânâ verememiþ olacaklardý. Hem ölüleri bile diriltebilene sen olsan ne derdin onlarýn yerinde ki? Diyen Agop, onun cevap vermesini beklemeden sözlerine hemen devamla: Her halde Yehva'nýn ta kendisi derdin, deðil mi?

Salamon umursamaz bir tavýrla:

- Aman, bre Agop Efendi, sen bunlarý cidden olmuþ þeylerden mi sayarsýn? Hiç demez misin, ölüleri dahi diriltebilen hiç öldürülebilir mi, buna kimin gücü yeter, diye?

Agop vakur bir eda takýnarak:

- Bu, bir itikat meselesidir Salamon Efendi. Kaldý ki, sizinkiler zaten onu öldürememiþlerdi, çünkü o, daha sonra gene dirildi ve Rab Baba tarafýndan göklere çýkarýldý, ta ki zamaný gelip, tekrar yeryüzüne dönünceye kadar.
Salamon gülerek:
- Ya, ne zaman gelecekmiþ peki o zaman? Agop:
- Dedik ya iþte, kýyamet güne yaklaþma vakti geldiðinde. Gelme tarihini de biz deðil, Rab bilir gene.

Salamon yüzündeki umarsýzlýk ifadesiyle:

- Gerçi, ne onun ne de o zamanýn geleceði falan yok ya, ama diyelim ki bir gün çýkýp, hayýr, inip geldi gökten. Peki ama, o zaman onun Ýsa olduðunu nasýl anlayacaksýnýz Agop Efendi?

Agop bu defa tevekkül ederek:

- Hele o bir gelsin de, anlarýz her halde bir þekilde gelenin kim olduðunu. Burada Câbir söze girerek:
- Hayret, Müslümanlar olarak oysa biz, Ýsa Aleyhisselamýn yerine, ona benzeyen bir haydudun çarmýhta öldüðüne inanýrýz. Sizin ifadeleriniz neden böyle anlayamadým.

Derken, teessüf ediyordu. Bu konu aralarýnda ilk kez açýlmýþ olmalýydý ki, kimse diðerinin bu konuda nasýl inandýðýný bilmiyordu.

Salamon, Cabir’in bu sözleriyle Agop'u desteklemiþ olmasýna tepkiyle:

- Câbir Efendi, mademki ona katýlýyordun, o halde az önceki sorulara neden cevap vermedin, anlayamadým.

Câbir:

- Hangi sorularý kast ediyorsun? Salamon:
- Bunlarý yeniden mi tekrarlamalý. Sizin kitabýnýz ya da Peygamberiniz, Ýsa'dan bahsederken, ona Allahýn oðlu ve yeniden gelecek mi, diyor?

Buna cevaben Câbir:

- Esasen, sizlerin bu konulardaki þahsi tartýþmalarýnýza katýlmak istemezdim, ama bu mevzulara dair bizim kitabýmýz, her halükarda sizin kitaplarýnýzda geçenlerden daha farklý ifadeler içerir. Kuran’a göre Allah üç türlü yaratma örneði vermiþ; Âdemi ana ve babasýz, Ýsa’yý sadece babasýz, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed ve diðer insanlarý ise hem analý hem babalý yaratmýþtýr.
Agop:
     - Þimdi Salamon Efendi, acaba pek beðendikleri Mose'lerinin (Musa) aslýnda adam öldüren bir katil olmasýna ne diyecekler bakalým?

Salamon:

- Musa Efendimizin birini öldürmüþ olduðu doðrudur, fakat onun bunu neden yaptýðýný bilmeyen cahiller iþte böyle, sanki o, sýradan bir katil olup, durduk yerde cana kýyan bir cani imiþ gibi konuþurlar. Oysaki o, haksýz yere ve savunmasýz bir kadýný öldüren Mýsýrlý bir Firavun askerini öldürmüþtür. Var mýydý sizin Ýsa'nýzýn da böyle bir yiðitliði, söyle bakalým?

Agop alayla gülerek:

- Bizim Ýsa'mýzýn iþi öldürmek deðil, aksine insanlarý, hastalarsa saðaltmak ve hatta ölmüþlerse diriltmekti. Bu yiðitlik deðil ise, o halde nedir, söyler misin?

Bu soru karþýsýnda bir an susmak zorunda kalan Salamon, yeni bir çýkýþ yapabilmek için süratle zihnini araþtýrýrken, Akkartal:

- Yaptýðýnýz bu konuþmalar cidden dikkate deðerdi dostlar. Yalnýz, henüz anlaþýlmayan bazý hususlar var. Bunlarýn baþýnda; hem hepimiz ayrý dinlere mensubuz demeniz, ve hem de din kitaplarýnýzýn bazý ortak konularý ele almýþ olmalarýna ek olarak, hatta ayný kiþilerden bile bahsetmiþ olduklarýna dair zanným geliyor. Bu doðru mu? Ayný kiþilerden, ki siz bunlara Peygamber diyorsunuz, bahsediliyor mu gerçekten bu üç kitapta da?

- Evet Akkartal Beð, burada üç kitap söz konusudur. Gerçi bir de Zebur adý verilen ve Davut Peygamber'e gelen kitap var. Diye baþlayan Câbir, sözlerine devamla: Bunlar, bizim lisanýmýzla Tevrat , Ýncil ve son kitap olan Kuran’a-ý Kerimdir. Bu üç kutsal kitabýn ele aldýklarý konular, mahreçleri, ortaya çýktýklarý topraklar ayný, ama ismi geçen peygamberler biraz farklýdýr. Onlarýn kitaplarýnda bizim peygamberin adý pek geçmez, lakin, onlarýn ismi Kuran’da sýk zikrolunur. Bu farkýn bence en mühim sebebi; bizim kitabýmýzýn en son kitap olmasýdýr. Ayrýca bizim kitabýmýz en son olmakla kalmaz, en yeni, tahrif edilmemiþ ve en sahih olanýdýr bu kitaplarýn.

Derken, gülerek arkadaþlarýna bakan Câbir, sözlerine devamla:

- Diðerleri, yani bunlarýn kitaplarý, bizim kanýmýzca, asýl nüshalarý kaybolup, deðiþikliðe uðramýþ, bu nedenle, artýk hükümleri kaldýrýlýp, geçerliði kaybolan kitaplardýr. Bir baþka kayda deðer husus ise; bizim peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in Arap Milleti aslýndan olmasýna raðmen, o bütün insanlara, hatta cinlere, meleklere ve tüm kâinata Peygamber olarak gelmiþ olduðu halde, ondan öncekilerin, Ýsrail oðullarý halkýndan olarak, sadece onlar için gönderilmiþ olmalarýdýr.

Bu izahat karþýsýnda Akkartal:

- Muhterem Câbir Efendi, bu dedikleriniz bence henüz belirsiz ve karýþýk ifadeler olup, anlaþýlmak için bazý ek sorulara ihtiyaç vardýr. Bana cevap verebilir miydiniz, rica etsem?

- Tabi, tabii Akkartal Beð, anlayamadýðýnýz ne varsa, buyurun sorun. Bildiðimiz kadarýyla cevap vermeðe hazýrýz.

Câbir böyle derken diðerlerine bakmýþ, onlar da buna baþlarýyla onay vermiþlerdi. Akkartal baþtan baþlayarak:
- Önce isterseniz ben, bu ifadelerden þahsen ne anladýðýmý açýklayayým. Derken, bir an durup, sonra bilhassa Cabir’i muhatap alarak sözlerine devamla: Yani siz diyorsunuz ki, bizim, el’an dahi geçerli olan kitabýmýz Kuran’da yazýlý bulunan ilâhî ifadeler, onlarýn kitaplarýnda geçenleri de kapsar ve bunlar onlarýn daha sahih, veciz ve doðru olanlarýdýr, öyle mi?

Agop ve Salamon Akkartal'ýn Cabir’e yönelik sözleri karþýsýnda afallamýþ, þaþkýnlýk içinde kâh ona, kâh birbirlerine bak maktalardý.

Nitekim Câbir:

- Evet, öyledir. Akkartal:
- Sonra, diyorsunuz ki, Tevrat ve Ýncil gelmiþ olduklarý zamanda doðru ve sahih olmalarýna karþýn, daha sonra, yeniden yazýlýþlarý esnasýnda, ilk içerdikleri kýsmen olsun deðiþtirilip, asýllarýndan tahrif ve taðþiþ (sahteleþtirme) edilmiþlerdir, öyle mi?

Akkartal'ýn kýsa ve kesin tanýmlamalarý karþýsýna Agop ve Salamon þaþkýnlýkla baþlarýný bükerken, Câbir sadece:

- Evet, öyledir! Diyordu.

Sonra tahlile devam eden Akkartal:

- Þimdi gelelim bu kitaplarda geçen kelamý oluþturan cümleleri ilk telaffuz eden aðýz sahipleri olan kiþilere, yani Peygamberlere dair sorulara: Diyordunuz ki, Tevrat'ý ilk vaaz eden Peygamber Musa'dýr, o ve Ýncil'in vaaz edeni olan Peygamber Ýsa, yani her ikisi de Ýsrail Oðullarý'ndan türemiþ kiþilerdi, öyle mi?

Câbir:

- Evet, öyle. Akkartal:
- Buna karþýn sizin, bizim Peygamberimiz, dediðiniz, yani Arap Milliyetinden türemiþ olan ve Kuran'ýn ilk vaaz edeni olan Peygamber, yani Muhammed Bin Abdullah isimli Zat, bütün kâinata hitap etmiþtir, öyle mi?

Câbir:
- Evet.
Akkartal:
- Þimdi gelelim, tereddütle karþýlamakta olduðumuz sorulara: Bir kere, Araplarla Ýsrail Oðullarý ayný topraklar üzerinde yaþamýþ ve halen dahi oralarda yaþamalarýna raðmen, nasýl olup ta þu nispeten ufacýk olan yarýmadada tamamen gayrý, yani baþka soylardan türemiþlerdir, ya da bu doðru deðil midir yoksa?

Bu soruya cevap Salamon'dan gelmiþti:

- Bu doðru deðildir, çünkü Araplar ve Ýsrail oðullarý esasen ayný soydan gelip, birbirlerine amcazade olurlar, çünkü daha öncesinde hepsinin ortak adý ayný ve buna Sami kavimleri denirdi.

Akkartal:

- Ya, demek öyleymiþ. Dedikten sonra, Cabir’den bir tepki beklemiþti, ama o sükût ediyordu.

- O halde Câbir Efendi, demin ki, "Bizim Peygamberimiz Arap Milletindendir, ama o Ýsrail Peygamberleri gibi sadece kendi kavmi için gelmeyip, aksine bütün insanlýða ve hatta top yekûn Kâinata peygamber olarak gönderilmiþtir" þeklindeki, açýk bir iddia demek olan ifadeleriniz kýsmen hasara uðramaktadýr, öyle deðil mi?

Cabir’den gene cevap gelmeyince sözlerine devam eden Akkartal:

- Biz, yalnýz ve sadece arý gerçeði araþtýrmak adýna, öncelikle, bir kitabýn bütün kâinata ve top yekûn insanlýk âlemine hitap edebilmesinin þekil ve þartýný; "o kitabýn hem mânâ, hem de yazýlý ifadesinde kullanýlan dil ve alfabe itibarý ile bütün insanlar tarafýndan doðrudan okunabilir ve anlaþýlabilir durumda olmasýdýr", diye tanýmladýktan sonra, gene soruyoruz ki; adý geçen diðer iki kitaptan farklý olarak, nasýl oluyor da sizin kitabýnýz bütün insanlýða, diðerleri ise sadece o peygamberlerin bizzat içinde yaþamýþ olduklarý kavimlere hitap etmiþ oluyorlardý? Bu, sizin kitabýn içeriðindeki hitap þeklinden ötürü mü, yoksa yazýldýðý dil ve bunda kullanýlan alfabeden ötürü müydü? Siz eðer, yazýldýðý dil ve yazý türünden ötürüdür, derseniz; o zaman dünyadaki bütün insanlarýn, ilk yaratýlýþtan beri Arapça okur olmasý, ve de hepsinin Arap neslinden türemiþ olmasý icap etmez miydi? Bu gerçekten böyle midir þimdi? Yok, eðer bu iddiaya temel, o kitabýn içeriðindeki hitaptan ötürüdür, ise, böyle bir iddiaya temel teþkil edebilmesi için bir kitabýn, gerçekten evrensel bir dil ve onun yazýlý ifadesiyle yazýlmýþ olmasý icap ederdi. Oysaki, böyle bir dil henüz mevcut bile deðildir.

Nitekim sözü baðlamak için Akkartal:

- Netice olarak bana, yukarýdaki "Bizim kitabýn müstesna özellikleridir" baþlýðý altýnda öne sürdüðünüz iddialar, fasit ve dayanaktan yoksun ifadeler gibi geliyor. Yoksa yanýlýyor muyum?

Böylece irdelemesini bitiren Akkartal, Agop ve Salamon'u hayret ve þaþkýnlýða, Cabir’i derin düþüncelere sevk ediyordu.
Ýlk toparlanan Agop:
- Akkartal Beð, müsaadenizle bir hususa açýklýk getirmek istiyorum. O da, bizim davranýþlarýmýza yön veren dini kaidelerimizin yazýlý bulunduðu kitap, Câbir dostumuzun dediði gibi, aslýnda sahteleþtirilmeyip, bilakis, sadece vukuf ehli kiþilerden oluþan bir heyet tarafýndan, deðiþen çaðýn gereklerine uygun hale getirilmeðe çalýþýlmýþtýr, ki bizce bunun bir mahsuru da yoktur. Nihayet o kurallarý, tüm fayda ve zararýyla pratikte yaþayacak olan da gene bizleriz.

Bunu duyan Salamon da, Cabir’in demin ki aleyhte bulduðu sözlerine cevap vermek istiyordu. Bu meyanda olarak da:

- Bizim kitabýmýzýn öncelikle kendi kavmimize hitap ettiðini inkâr etmeðe hiç gerek ve sebep olmadýðý gibi, bence bundan tabii bir þey de yoktur. Bunu öncelikle vurguladýktan sonra, þimdi gelelim bir kitabýn herkese hitap eden, cihanþümul þümul olma özelliðine; bizim dilimizi bilen, ya da salt dinimizi merak ederek, tetkik ile öðrenmek isteyen herkes, eðer isterse, bunu pekâlâ yapabilir. Zira, isteyen bunu kendi diline çevirip, nüshalarýný sayýsýzca çoðaltabilir. Hal böyle iken, daha nasýl olur da bu özellik sadece Câbir dostumuzun kitabý olan Kuran’a inhisar edilebilir ve böyle bir iddianýn aslý, esasý olur mu?

Câbir bu arada yeniden toparlanarak:

- Bu sözlerimde esasen, bizim kitabýn tüm kâinat ve insanlýk âlemine gönderilmiþ olmasý özelliðini açýklarken, onun kapsadýðý anlam itibarýyla, demek istiyordum. Ayrýca, demin de dediðim gibi, bizim kitap Kuran’da, onlarýn kitaplarda geçen bütün peygamberler ve bunlarýn hayatlarýna dair hikâye ve ibret veren öykülere yer verilmiþken, onlarýn kitaplarýnda bu yoktur, onun için.

Akkartal:

- Câbir efendi, eðer "Bütün insanlýk âlemi" derken, yekûn dünya nüfusu yanýnda sadece devede kulaktan ibaret kalan bir Ýsrail Oðullarý'ný kast etmiyorsanýz, zira sözlerinizin anlamý budur, o halde nerede bunun delili? Yoksa baþka milletlerden yüce yaratan hiç mi Resul göndermemiþti?

Câbir:

- Akkartal Beð, Aslen bir Ýranlý olarak, bu konuda ben de tereddüt ediyorum, ama gene de, madem Kuran’da böyle deniyor, zahir bu doðrudur diyorum. Son sorunuza iliþkin ise, Kuran’da adý geçen yirmi beþ tane Peygamber vardýr, lakin Yaratan'ýn her millete muhakkak birçok peygamberler gönderdiði de zikrolunur, ama ne var ki, açýk isimlerine yer verilmemiþtir bunlarýn.
Akkartal:
- O halde kitabýnýzýn gerçekten ve her bakýmdan cihanþümul olmayýþý kendiliðinden ortaya çýkýyor denebilir. Bunu geçerek, bir soru da, Agop efendinin "O öldükten sonra tekrar Baba Rab tarafýndan diriltilip, göklere çýkarýldý, vakti gelince Ýsa tekrar gelecek" þeklindeki iddiasý üzerine hâsýl olmuþtu. Hem bunda, açýkça söylediði gibi, Salamon efendinin de kuþkusu varmýþ. Bu durumda siz þahsen, ve "son kitap" denen
Kuran’a ne diyor?

Bu soru karþýsýnda her üçü de dikkat kesilmiþlerdi. Agop gene Cabir’den bir destek umarken, Salamon merakla onun ne diyeceðini bekliyordu:
Câbir:
- Doðrusu bu konuda kitabýmýz Kuranýn açýk bir beyanýna ben rastlamadým, var diyeni de duymadým. Ama sorsan çoðu Müslüman Ýsa'nýn bir gün geleceðini söylerdi.
Akkartal:
- Fakat nasýl olur? Bu kadar önemli ve daha mühimi, insan ve Ýslamlýðýn geleceði ile çok alakalý görünen bu konuda, eðer bu gerçekten bir gün vuku bulacaksa, bir tek cümle olsun nasýl yer almazdý kitabýnýz Kuran'da. Yoksa bu var da siz mi bilmiyorsunuz?
Câbir:
- Emin deðilim bundan. Ama bana kalýrsa, ben de böyle bir izahýn olmasý gerektiðine inanýyorum. Kuran’a ayetleri pek çok yerde Ýsa Mesih'ten bahsederken, onun tekrar dünyaya geleceðinden neden hiç bahsetmemiþ olsunlardý ki? Doðrusu, bu konuyu daha önce hiç böyle düþünmemiþtim.
Akkartal:
- Sizin sözünü ettiðiniz bu kitaplarýn hem ayný konularý içerip, hem de bazen çok mühim iddialar içeren konularda birbirini tutmamalarý çok ilginç. Bu durumda, hangisinin arý gerçeði içerdiðini ortaya çýkarmak da imkânsýzlaþýyor. O nedenle, biz gene insanlarýn pratik hayattaki bireysel davranýþlarýna göre hüküm vermekte devam edeceðiz demektir.

Bu sözlerinden hemen sonra, Akkartal'ýn aklýna merhum yoldaþý Mirza gelip, onunla olan hatýralarý muhayyilesinde yeniden canlanmýþtý. Sonra deminki tahlilleri ve en son ki sözleriyle baðlantýlý olarak, Cabir’in ilgisini çekebileceðini düþündüðü bir konuya deðinmek istiyordu. Mirza'dan bahsedecekti. Ýnançlarýnda kararlý, davranýþlarýnda mutedil, uyumlu ve güvenilir bir arkadaþtý çünkü Mirza. Onun anýsýna hürmeten, Cabir’i de el’an bulunduðu muðlâklýk halinden arýndýrmak ümidiyle:

- Muhterem Dostlar, þimdi arzu ederseniz size, bundan çok önceleri gene bir yolculukta geçen bir hatýramdan bahsetmek isterim. Diye genel bir soruyla baþlamýþtý. Az öncesine kadar sürmüþ olan sükût ortamýndan giderek sýkýlmaya baþladýklarýndan, böyle bir öneriyi hepsi memnuniyetle karþýlayýp, içtenlikle "Hay hay!" demiþlerdi.

Bunun üzerine Akkartal:
- Uzakdoðu'da bir gemiyle deniz yolculuðunda tanýþmýþtým onlarla. Hepsi on sekiz kiþiydik ve daha yolculuk baþlar baþlamaz bin bir türlü tehlikeden geçerek, ölümlerden dönmüþ, nihayet Tanrýnýn yardýmlarý, bizlerin yeti ve metanetleriyle kurtulduktan sonra, iþte böyle müzakereler yapýp, din ve töreleri konu edebileceðimiz uygun ortamlara kavuþmuþtuk. Orada da, buradakine benzer bir çoðul inanç zümresi oluþturmuþtuk. Aramýzda bir Mirza, bir Tao-Li, bir de Kaptan Huan vardý. Hemen hepimiz ayrý diyarlardan gelmiþ, ayrý din ve törelere sahiptik. Çoðunluk orta ve uzak Asyalýydýk ya, bize göre Batý olan bu diyarýn din ve inanýþlarýna, o zamana kadar aþina olamayýp, aksine çok yabancýydýk. Bu nedenle, merhum dostumuz Mirzanýn da mensup olduðu Ýslam Dini'ni ve buna dair ameli yaklaþýmlarýný, kendi dinince yasak sayýlan belli bir konudaki tavrýný, oradakilerin yadýrgayýp, karþý çýkmalarýna raðmen, nasýl ýsrarla savunduðunu hiç unutmam. Diyen Akkartal, bir an, hem nefes tazelemek, hem de muhataplarýnýn, bilhassa da Cabir’in ilgisini yoklamak için duralamýþtý. Tahminde yanýlmamýþtý, zira Câbir merak içinde ve devam etmesini bekliyordu.

Nitekim Akkartal sözlerini sürdürerek:

- Konu, keyif veren bir otun kullanýlmasýyla baþlamýþ, sonra þarap içilme keyfiyetine gelmiþti. Herkes "olur veya neden olmasýn" düþüncesinde iken, merhum dostum Mirza: "Ben, þahsen bu dâhil, dinimizce yasak olan, keyif verici þeyleri kullanmak istemem". Diyordu. Buna karþýn bizim Kaptan ona: "Fakat bir Din, insana keyif ve hoþnutluk veren þeyleri neden yasaklar, anlamak zor Mirza Beð! Bunu, mümkünse açýklayabilir miydiniz" Diye soruyor, Mirza ise cevaben: "Evet, sanýrým. Bunun adý doðrudan zikredilmiþ olmasa da, þarap gibi içkiler dinimizin kitabý olan Kuran'da açýkça yasak olan içecekler arasýnda sayýldýðýndan, bir Müslüman bunlarý kullanmaktan neden, niçin demeksizin, kaçýnýr. Çünkü biz o kitabý Allah kelamý olarak bilir, onda yazýlan her þeye istisnasýz iman ederiz" diyordu. Ýþte bu ifadelerde yer alan itikat ve teslimiyet, dikkatimi bilhassa çeken nokta-i nazar olmuþtu. Kaldý ki çoðu toplumlarda bir kiþiye, o kiþinin mensubu olduðu dinde "yasak" diye sözü edilen þeylere karþý nefsini engelleyebilmesine ve bunun karþýsýnda gösterebildiði feragate bakýlarak güven duyulur. Bu, her ne kadar, güven yaratmanýn asgari tarzý olsa da, duyulan güvene haklýlýk kazandýran somut bir delil olarak takdir edilir. Malumdur ki, insanlarýn yekdiðerinden olan en mühim beklentisi, karþýlýklý güven ve bunun bir þekilde temin (garanti) edilmesidir.

Sözlerini böylece bitiren Akkartal, meselenin tarihi açýlým ve kökenlerinin mantýkla irdelenmesi bir yana, pratikte yaþanan ve müspet izlenim býrakan bir olayýn kendi dindaþý tarafýndan ortaya konulmuþ olmasýný duymak ve hakkýnýn teslim edilmiþ olmasý karþýsýnda, Câbir hakikaten memnun olmuþtu. Nitekim yüzünde belirgin bu ifadeyle Akkartal'a:

- Siz Uygurlar meðer gerçekten uygar, kelam ve kemal sahibi insanlarmýþsýnýz. Bunu gerçi duyardýk, ama tanýk olmak bu güne nasipmiþ. Sizi içtenlikle tebrik ederim Akkartal Beð. Milletiniz sizinle övünebilir.

- Bre, al bizden de o kadar! Diye hemen ekleyen Agop ve Salamon, Cabir’e rekabet etmekten geri kalmýyorlardý. Nitekim hazýr olan yemekler, kurulu sofraya tabak tabak dizilip, yemek faslý baþlayýnca, sohbet þimdilik burada noktalanýyordu. Fakat bunun ilerdeki günlerde, hatta saatlerde devam edeceði de kesindi. Çünkü taraflarýn yekdiðerine açmak istedikleri daha birçok konunun bulunuþu bir yana, Akkartal'ý kendi dinleri için kazanmayý bile umuyorlardý.

Derken gün akþam yaklaþmýþ, neredeyse karanlýk çökmek üzereydi. Etrafta otlayan hayvanlarý bir yere toplayan kervan hizmetçileri onlarý birbirlerine baðlayýp, sonra yaktýklarý ateþlerin baþýna üþüþmüþlerdi. Kervanla gelen köpeklerin varlýðý, karanlýðýn basmasýyla ürümeðe baþlamalarý sonucu daha bir belirgin hale gelmiþti. Etrafta otuzu aþkýn çadýr kurulmuþtu. Üstlerinde duran koyu bulut kütlesi ile altýndan uçuþan kýrlangýçlar bir arada olunca, bu kervancýlarýn hayat defterinde, yaðmayý bekleyen yaðmur demekti. Fakat altýndan altýndan esen yel yok muydu, damlalar düþemiyordu yere bir türlü. Keþke esmeðe devam eden yel þu kara bulutu yerinden alýp, karþý yatan kara daðýn ardýna atsa, diyenler bile vardý. Zira yaðacak olan yaðmur, kervancýlarýn en az istedikleri þeydi. Onlarý kýsmen ýslatýp üþütmesi bir yana, yollarý da çamur batak içinde býrakacaktý çünkü. Fakat ne umulan, ne de korkulan olup, kýsa süren bir saðanakla baþlayan yaðmur, adeta þaka yaparken, dinmeyen rüzgârýn üstünde kayan bulutlar, yýldýzlarýn bile görünmeðe baþladýðý lacivert bir gökyüzü býrakývermiþti geride. Yaðmur baþladýðýnda çadýrlara doluþan kervan halký, az sonra dinen saðanaðýn ardýndan gene dýþarý dökülürken, sönmeðe yüz tutan ateþlere odunlar atýlmaða, içeri alýnan halý, kilim yerlere serilmeðe, üzerleri yeniden minder ve yumuþak tüylü postlarla döþenmeðe baþlamýþtý. Zaman zaman hayatlara mal olan yol kesen haramiler de olmasa, þu kervancýlar kadar güzel yaþayan kimse yok denebilirdi bu dünyada. Sürüsüz kurt, dikensiz gül bahçesi olur muydu hiç. Bu bakýmdan, hayatýn bir baþka adý da arena olsa yeriydi. Varoluþ'un bir þartý mýydý ne; her þeyin ve herkesin muhakkak bir karþýtý bir rakibi bunuyordu. Hem de kýyasýya düþmancýl, bitiresiye hýþýmla dolu. Uzaða gitmeðe ne hacet, iþte size buna dair bir örnek: Biraz önce kulaklarýný kýrpmýþ, uzun bacaklarý ve ince beliyle rüzgâr gibi hýzlý koþan bir Afgani tazý ve onun ardýndan ýlgar eden iki atlý, bir havar tutturmuþ gidiyorlardý ki, sormayýn nasýl. Bunun nedeni meðer, elli adým ilerde bir bostan ve burada otlanan uzun kulak bir tavþanýn görülmesiymiþ. Lakin þimdi tavþancýk, cansýz ceresiz haliyle, o tazýnýn sivri diþleri arasýndan sarkýyordu. Kim derdi ki, o da az önce harikulade bir canlýydý ve koþup oynaþýyordu gönlünce. Hem bunu düþünen kimdi? Av yakalayan tazý baþarýsýndan memnun, tazý sahibi kývançta, ötekilerse bundan gýptalýydýlar. Sanki tavþana acýyýp, tazýya suç yükleyen mi vardý. Kör mü kaçýp, kurtulmayý becerseydi o da. Hayatýn özü böyleydi iþte; büyük balýk küçüðü, hýzlý tazý yavaþ tavþaný yakalardý. Sanki biri tutmak, diðeri tutulmak için yaratýlmýþlardý. Yaþamý daha müþfik, her canlý için yaþanýlýr kýlmak için gelmiþ olan Yalvaçlarýn onca çaba ve çilesi beyhude gibiydi. Onun için, tabiatýn haþin kucaðýnda doðup, boz kurtlarla büyüyen ünlü kamlar Kül Erkin, Bilge Ata boþ yere demiyorlardý ki; "Ey can Bahadýrlarým, Çaðanlarým, siz siz olun, her bakýmdan Bilge ve güçlü olun ki, içinizde bulunan en yüce haslet, sevgi ve acýma daima baki kalsýn, aksi durumda ne bu mümkün olur, ne de hayatý yaþayabilmek."

Akkartal önüne oturduðu ateþe bakarken düþüncelere dalýp, çevreden uzaklaþmýþtý bir an. Nitekim, saçlarýna aklar düþmüþ olduðu halde, tacirlerin en genci olan Salamon ona seslenerek:

- Bre, Akkartal efendi bakarým da çok derinlere dalmýþ gibisin. Ne oldu, yoksa sevdalýn mý düþtü aklýna?

Derken, baþýný kaldýran Akkartal, Câbir ve Agop'un kendisine baktýklarýný görüp, gülümseyerek:

- Evet, biraz tefekküre dalmýþtým. Belki Salamon efendi haklýdýr sanýsýnda. Derken, Salamon hemen atýlarak:
- Bre, bilmez miyim ben bu yaþlarýn adamýný, hele bir de böylesine yahþi, yaman biri olursa dalanmadan durabilir mi kadýn milleti, imkâný yok rahat býrakmazlar adamý!
Agop ise bu konuya baþka bir açýdan bakarak:
     - Akkartal efendi gibilerin böyle kadýn, kýz gibi konulara vakit ayýracaðýný pek sanmam.
Derken, Salamon'a zýt gidiyordu gene. Fakat Salamon:
- Agop Efendi, sen galiba bu akla, Akkartal dostumuzun taþýdýðý o görkemli kýlýçtan ötürü hükmediyorsun. Fakat unutma ki, gönül ferman dinlemez.

Onlar böyle havadan sudan konuþurken gün savuþup, gene bir akþam karanlýðý kavuþmuþ, ateþin yükselen alevlerinden saçýlan ýþýk, etrafta dolaþan pervaneleri oraya çaðýrmýþtý. Bunlardan kimi yanmakta olan kuru odunlarýn üzerine konmaða çalýþýrken, anýnda kavruluyor, kimisi ýþýk ekseninde divaneler gibi biteviye daireler çiziyordu. Az önce tazýnýn tavþan kovalayýp, þimdi bir baykuþun öttüðü düzlük giderek aydýnlanýyordu. Çünkü hemen arkalarýnda yer alan orman, doðmakta olan ayýn yansýttýðý þualarý kesip, bulunduklarý yeri kesif karanlýkta býrakýyordu. Ayýn bu hareketi, istenirse kervanýn yola devam edebileceðini gösteriyordu. Nitekim Cabir’in önerisi kabul görüp, az sonra toparlanan kervan yeniden yola diziliyordu. Gecenin serinliðinde yol alýp, gündüzün muhtemel sýcaðýnda mola vermek, onlarýn zaten devamlý uyguladýklarý bir tarzdý.

Kervaný bu minval üzere býrakýp, þimdi de Kostantinopol þehrine kýsaca bir göz atalým:
Büyük Anatolya yarým adasýnýn boðazla kesilerek, bittiði yerin karþý yakasýnda, haliçle boðaz arasýnda kalan sahada (Altýn boynuz) görkemli, yüksek surlarýn içinde kurulmuþ olan ünlü þar (þehir) Kostantinopol o an terletici bir sýcaðý yaþamaktaydý. Ýmparator Heraklis'in palikaryalarý (asker) talim edip, sokaklarda devriye gezerken, surlarýn dibinde kurulan pazar yerinde toplanan halk, açýlan sergilere alýþveriþ için hücum ediyor, yabancý menþeli mallar adeta kapýþýlýyordu. Çin, Hint, Ýranlý ve Turanlý tacirlerin uzun ipek yolunu üþenmeden izleyerek, ta buralara kadar gelmelerinin sebebi bu olmalýydý...

Sabaha kadar olaysýz devam eden yolculuk, yeþil bir vadide mola verilmesi ile bir kez daha noktalanýp, yorulan kervanýn dinlenme vakti gelmiþti. Yine hayvanlar çayýrlýða salýnýp, çadýrlar kurulmaða baþlýyordu.

Henüz atýndan inmiþ olan Akkartal, yanýndaki Cabir’e:

- Gerçi sizlerle yolculuk çok hoþ, fakat bu þekilde Bizans'a kýrk günde zor varýrýz gibime geliyor. Oysa benim bu kadar zamaným yok, ne yazýk ki. O nedenle, biraz moladan sonra, þayet gücenmez iseniz, yola yalnýz devam etmek niyetindeyim. Diyordu.

Câbir az da olsa þaþýrarak:

- Size hak vermiyor deðilim Akkartal Beð, sizinle yolculuk etmekten biz çok memnunduk, lakin karar sizindir elbette ve istediðiniz an bizden ayrýlabilirsiniz. Biz üç hafta, yahut aksilik olmazsa bir ayda oraya vasýl oluruz diye umarýz. Þayet biz gelinceye kadar orada kalýrsanýz, yine görüþürüz. Yok, biz gelmeden ayrýlýrsanýz bu da bahtýmýza. Þimdi buyurun bizimkilerin yanýna gidelim. Bakýn, oturmuþ gene sizi bekliyorlar.

Akkartal atý kara þimþeði yaklaþan bir kervan hizmetlisine teslim ederken, kendisi az ileride Agop ve Salamon'un oturduklarý çadýrýn önündeki çimenliðe yönelmiþti. Ondan önce gitmiþ olan Câbir, durumu anlatmýþ olmalýydý ki, neþeleri birden kaçmýþ gibiydi.

Nitekim Salamon esefle:
- Bre, Akkartal Efendi, yapýlýr mýydý bu yani þimdi bize. Refakatinize çok alýþmýþtýk çünkü.

Akkartal onu yatýþtýrmak için;
- Hemen þimdi yola çýkacaðýz demedik Salamon Aða, neden böyle keyfiniz kaçar ki. Hem inanýn, ben de sizlere çok alýþmýþtým, ama ne yaparsýnýz ki yolum çok uzun, zamaným ise azdýr.

Bu izahtan sonra, karþý tarafýn nispeten yatýþmasýyla tekrar karþýlýklý oturulmuþ, Akkartal'a yönelik ilk soru Agop'tan geliyordu :

- Akkartal Efendi, þahsen ben ve dostlarýmýn çok merak ettikleri bir þey var, o da sizin dininiz ile bizimkiler arasýndaki fark. Sahi sizde nasýl ve neye göre inanýlýr? Sizin de bir kitap ve peygamberiniz var mýydý?

Bu soru üzerine Akkartal þöyle kýsaca bir düþündükten sonra:

- Bizim dinimiz temel ve esasý bakýmýndan sanýrým sizinkilere göre biraz farklýlýk gösterir. Bu meyanda, birleþtiðimiz birçok noktadan en mühimi "Tek Ýlah"a inanýyor olmamýzdýr. Geriye kalan detaylarý anlatmak uzun sürer. Sormak istediðiniz varsa, en iyisi siz sorun ben izah edeyim, nasýl?

Salamon hemen baþlayarak:

- Size de bir veya daha çok Peygamber gelip, kutsal kitaplar getirmiþ midir? Baþka bir deyiþle; Din ya da törenizi neye göre yaþarsýnýz desem?

- Bizde, sizdeki anlamda bir peygamber adý geçmez, lakin, kuþkusuz, bilge kiþiler on binlerce yýldan beri gelip geçerken aramýzdan, elbette bunlar hayat, insan ve kâinata hakkýnda kitaplar da yazmýþlardýr. Ayrýca, derin düþünceli ulu kiþiler, gerek tabiatý doðrudan okuyarak ve gerekse ilham yoluyla ilâhî gerçek ve nihaî gayeyi keþfedip, bunlar kuþaktan kuþaða, dilden dile nakil ile bu güne gelmiþlerdir. O nedenle, bizde, sizlerde görüldüðü gibi, atalara tapýnmaya varan ifrati tavýrlar olmaz, kitaplar okunur, mânâ ve yorumlarý þiirlere yazýlýp, türkülerle söylenir. Ayrýca bizde "sabit ve asla deðiþmez" gözüyle sadece Gök tanrý’ya bakýlýr. Yani, geri kalan hemen her þey zaman ve mekân þartlarýna göre deðiþir hayatýmýzda.

- Sizde sabit deðer hiç mi bulunmaz yani?

Bu sorunun sahibi Câbir idi. Buna cevaben Akkartal:



- Böyle sorulunca, buna öncelikle; bizde sabit olmayan deðer hiç yoktur, diyebiliriz. Lakin, her þeyin zaman ve mekâna baðlý bulunmasý kaçýnýlamayacak bir gerçek olduðuna göre, ve bunu deðiþtirmek her zaman kendi irademizde olamayacaðý için, elbette ki deðiþen deðerler de olur. Fakat gene de, bunlarýn sonsuza kadar böyle kalacaðý iddia edilmez. Zira, zaman içinde hayatta, ihtiyaçlara daha iyi cevap veren yeni çözümler gerekebilir pekâlâ.

Salamon:
- Mesela þimdi hangi deðer yargýlarý sabittir, diye sorsak? Akkartal:
- Bu meyanda; masum olduðu halde adam öldürülemez, rýzasý dýþýnda kimsenin malýna, ýrz ve namusuna dokunulamaz, yalan söylenmez, kan içilmez gibi kurallarý hemen sayabiliriz.
Agop:
- Kadýn ve erkek arasýnda fark gözetilir mi peki sizde? Akkartal:
- Kadýn ve erkek, biri diðerini ikame edemeyen iki asal yaþam unsuru olarak, kuram ve kuralda eþit sayýlýr. Fakat bazý hususiyetlerini mukayese edersek, aralarýnda belli durumlarda ister istemez fark oluþur. Mesela, bir zorunluluk olmadýkça kadýnlar hükümdar seçilmez, ama yardýmcý idareci her zaman bir kadýn olabilir. Evlilikte ihanet olmaz, olursa bu birlik bozulacaðýndan, eþler ayrýlýr. Bir kadýn ayný zamanda iki erkekle yaþayamaz, fakat kadýn onaylayacak olursa, erkeðe istisna yapýlabilir.
Câbir:
- Þimdiye kadar söyledikleriniz bizdekilerin ayný olmasa bile, çok zýt da deðiller idi, fakat domuz eti yer misiniz?

- Bizde domuz beslenmeyip, eti de yenmez, ancak her þeyde olduðu gibi, bunun istisnasý da olabilir.
Câbir:
- Peki ama istisnalar kaideyi bozmaz mý?
Akkartal:
- Hayýr, aksine, istisna kuralý tasdik ve teyit eder. Çünkü, istisna olmadan kural da olmaz. Kuralýn oluþmasý ancak bir istisna ile mümkün olur.

- Bu nasýl olur Akkartal Beð, bunu biraz daha açýklar mýsýnýz lütfen?
Akkartal:
- Örneðin bu, bir kez müsaade edilip, sonra kesin yasaklama þeklinde olabilir. Zira ancak bu þekilde kural koyucunun otoritesi belli edilmiþ olur. Buna, bir defalýk olmak üzere, affetmek bile denebilir, tabii söz konusu bir suç olursa.

Baþka soru gelmeyince Akkartal:

- Þimdi isterseniz ben bir kaç soru sorayým, siz cevap verin? Diye önermiþ ve onlardan müspet cevap gelmesi üzerine:

- Sizce, insan nasýl yaratýlmýþtýr, desem? Câbir:
- Sanýrým bu konuda verilecek cevap her üçümüzce de ayný içerikte olacaktýr. Ýsterseniz ben söyleyeyim?

Derken önce ötekilerin yüzüne bakmýþ, onay gelmesi üzerine de:

- Bizim kitaplarda geçenlere göre insan, ilk insan ve ayný zamanda er kiþi Hz. Âdem ve onun bir parçasýndan yaratýlmýþ, ilk kadýn olan Havva'dan türemiþtir.
Akkartal:
- Yani tek ruh ve tek bedenden mi çoðalýyor, demek istiyorsunuz insan?

- Evet, öyle anlaþýlýyor kitaplardan.

- Yani bu durumda insanlar ruh olarak bir tek kaynaktan geliyor, o tamam, fakat irsi olarak da ayný soydan mý türemiþ oluyorlar?

- Evet, öyle.

- Oysaki, bizim törenin izahý daha farklý ve ona göre; insan ruhu yeryüzüne indiði yere göre, hars ve hamur bakýmýndan özelliklerinde farklý olur. Bu ise, yeryüzünde farklý ýrklar bulunmasýnýn sebebidir. Siz bunu nasýl izah ediyorsunuz peki?
Câbir:
- Allahýn iþi ve hikmeti olsa gerek. Akkartal:
- Yani, daha tabii bir izahýnýz yok mu buna iliþkin?
- Bu bize yetiyor iman için. Akkartal:
- Fakat biz, insan aklýna daha uygun somut bir izahý benimseyerek, böylece beyaz, sarý ve siyah ýrk nasýl olur, sorularýna da cevap veriyoruz. Oysa siz, ýrk farkýný izah edemeyip, insanlarýn ayný ebeveynden türemiþ olduklarý halde, nasýl olup da farklý renklerde olduklarýna ancak hayret ediyorsunuz. Öyle deðil mi?
Salamon söze karýþarak:
- Evet, yaratanýn iþi diyoruz. Bizim kitaplar böyle diyor, biz de böyle kabul ediyoruz. Hem bir an, farklý ýrkta bir nesil türeyebilmesi için, belki de ayný ana, farklý renkte baba söz konusu olmuþtur, diye aklýma geliyor.
Salamon:
- Bizim inandýðýmýz þeklin bir zararý yok insanlýða. Ýnsanlarý kardeþ ilan edip, birleþtirmeye yönelik bir sav bu nihayet.

Akkartal:
- Faydasý nerede peki bunun? Yapýlmýþ ve halen yapýla gelen bunca savaþ ve dökülen kanlarý olmamýþ sayýp, görmezden, duymazdan mý gelelim yani?
Salamon:
- Bu bir bakýma, ne yazýk ki doðru, yani bunun zararý yoksa bile, faydasý da pek yok gibi.
Akkartal:
böylece?
- O halde, bir takým tutarsýz iddialar içeren kitaplara inanmýþ olmuyor musunuz böylece?
Salamon:
- Burada, yani bizim kitaplarda geçenler, esasen bir nasihat, bir temenniden ibaret þeylerdir, iddia deðil bence. O nedenle doðruluklarýnýn kanýtlanmasý da beklenmemeli.
Akkartal:
- Fakat burada ister istemez bir kýyaslama yapýyor ve daha açýkçasý, bizim töreden gelen verilerle, sizin dinlerinize dair vecibeleri mukayese ederek, doðru olaný bulmaya çalýþýyoruz. Öyle deðil miydi yoksa?
Salamon:
- Öyle, fakat sizce daha makul bir izahý var mýydý peki bunun ? Akkartal:
- Bizim inancýmýz daha tabii ve fayda bakýmýndan daha iþlevsel. Þöyle ki; bize göre her ýrkýn, farklý hars ve hamurundan ötürü olan kendine has üstün özellikleri vardýr. Bunu kesin doðru olarak alýr ve her ýrka, toprak ananýn çocuklarý olan insanlýk ailesi içinde, onun en iyi yapacaðý görev verilirse, karmaþa ve anlaþmazlýklar önlenebilir, diyoruz. Olamaz mý?
Salamon:
- Bu izah makul görünüyor, ama hangi ýrkýn üstün özelliðinin ne olduðunu nasýl tespit edeceðiz?
Akkartal:
- Tabii ki bunu, milletlerin tarih içinde gösterdikleri idari, yönetsel ve sanatsal yeteneklerine ve bunun sonuçlarýna bakarak tespit edebiliriz.
Salamon:
- Akkartal efendi, dediklerin makul görünüyor, ama biz bunlarý yapmak için çok geç kalmýþýz. Çünkü bunun için insanlýðýn yeni bir eðitim-öðretim ile buna imkân saðlayan bir nizama sahip olmasý icap ederdi. Bir takým yanlýþ koþullanmalar, ki bunlar þimdi her toplumda ayyuka çýkmýþ durumda, daha baþlangýçta oluþmasýndý.
Akkartal:
- Yani, yanlýþlar devam edecek, insanlar hayvanlardan ve vahþi tabiat yasasýndan ayrýlýp, gerçek anlamda insan olamayacak ve ayakta kalabilmenin tek imkân ve þartý güçlü olmaktan geçecek, öyle mi?
Salamon:
- Evet, ne çare ki. Akkartal:
- Sizin dediðiz gibi sürüp gidecek belki bu yanlýþ düzen, ama gene de, insan olarak, umutsuz ve çaresiz seyretmek yerine yanlýþlarý, gerek dilimizle, gerekse elimizle düzeltmeðe ömrümüz oldukça devam etmeliyiz bence, öyle deðil mi?

Diyerek sözlerini bitiren Akkartal'a hepsi katýlmýþlardý. Nitekim onun ayrýlma vakti gelip, getirilen atýna binerek hareket ederken, kendisini yolculamak için toplanmýþ olanlara hitaben son olarak:

- Dostlarým, haydi esenlikle kalýn, belki dönüþte gene rastlaþýrýz bu yollarda! Her þey için çok teþekkür ederim!

Onlar gene hep bir aðýzdan:

- Yolun açýk olsun Akkartal, Güle güle!


AKKARTAL BÝZANS'TA

Günler süren yolculuktan sonra nihayet bir kuþluk vakti, boðazýn beri yakasýnda bir tepede durmuþ, mavi gökyüzünde, arkasýndan yavaþ yavaþ yükselen pýrýltýlý bir güneþin eþliðinde, nefes kesen güzelliðiyle Bizans'ýn kurulu bulunduðu efsanevî þehri seyre dalmýþtý. Bulunduðu yerden uzun bir müddet þehri seyreden Akkartal, nitekim atýný, boðazýn öte yakasýna geçiþ saðlanan bir kýyýsýna sürmüþtü. Buradan karþýya adam ve yük geçiren irili ufaklý birçok gemi vardý. Atýný yükleme yapýlan büyük bir geminin yanaþmýþ bulunduðu iskeleye sürmüþ, hem kürek, hem de yelkenle hareket eden gemi, çok sürmeden karþý kýyýya ulaþmýþtý.

Yüksek surlarýn önündeki büyük kapýdan giren, çýkan çoktu. Bunlarýn içinde iki tekerlekli zahire, meyve ve þarap fýçýsý yüklü kaðnýlarýyla ve dört tekerlekli at arabalarýyla gelmiþ olan köylüler ve süvariler vardý. Büyük kapýnýn önünde duran muhafýzlar, gözüne kestirdiklerini hemen durdurup, ancak sorguladýktan sonra içeri býrakýyorlardý. Onun yaklaþtýðýný gören, elinde kargýsý, baþýnda uzun tüylü miðferi, kýsa etekli, deri saçaklý, yelekten oluþan üniformasýyla bir nöbetçi seslenerek:

- Hey atlý, dur bakalým. Kimsin, ne maksatla girmek istersin Bizans'a?

- Turan diyarýndan, Bizans Ýmparatoru Heraklis ile ulu kaðan Moyen Çor adýna görüþmek için gelen bir elçiyim. Her halde bana refakat eder, imparatorluk sarayýna yol gösterirsiniz?!

Bu sözler karþýsýnda bir an bocalayan asker:
-Olabilir, fakat buna dair bir kimlik kanýtlayýcý belgeniz var mý, yoksa giremezsiniz içeri.
Akkartal:
- Elbette! Dedikten sonra, bir zamanlar Kaðanýn vermiþ olduðu, ceylan derisi üzerine altýn yaldýzla iþlenip, damgalanmýþ olan berat ve buyrultuyu, koynundaki mahfazasýndan çýkarýp, göstermiþti. Bunu gören nöbetçi, içeriðini okuyup anlayamamýþ olmasýna raðmen, gördüðü þeyin resmi nitelik taþýyan bir evrak olduðuna kanaat etmiþ ve durumu diðer arkadaþlarýyla danýþýp, içlerinden birisi ona refakatle görevlendirilmiþti.

Ýmparatorun sarayý iç hisar dâhilinde kalýyor ve olsa olsa iki yüz adýmlýk bir mesafedeydi. Oraya doðru atlarýyla yönelirken, þehir çok hareketli ve kalabalýktý. Saray muhafýzlarýnýn bulunduðu yüksek giriþ kapýsýnýn önünde durulup, vaziyet açýklanýnca, haftada bir elçi kabulü yaptýðýný ve bununsa yarýna tekabül ettiðini öðrenebilmiþlerdi. Fakat buna raðmen, içeri alýnan Akkartal, saray misafirhanesine kabul edilip, teþrifatla aðýrlanmýþtý. Yarýna kadar çok zamaný olup, çýkýp biraz dolaþmak istemiþ, bunun için yanýna hemen bir mihmandar verilmiþti.

Mihmandar Vasili misafirine karþý çok kibar davranan, Ýmparatorun özel hafiyelerinden biriydi. Akkartal isterse, biraz sonra hipodromda yapýlacak olan karþýlaþmalarý dahi izleyebileceklerini söylemiþti. Burada Ýmparatorun özel muhafýzlarýndan seçilmiþ olan cilasunlara karþý dövüþen esirler, ya da gönüllü savaþçýlar, kýran kýrana kapýþýyorlarmýþ. Akkartal bu teklifi kabul etmiþ ve kalabalýðýn arasýndan geçerek tribünlerden birinde, halkýn arasýnda yer almýþlardý. Paralý giriþe tabi olan bu karþýlaþmalar, çoðunlukla kanlý bittiðinden çok ilgi görüyorlardý. Bu nedenle tribünlerde adeta bir izdiham olup, hiç boþ yer kalmamýþtý. Bu karþýlaþmalar sonucu elde edilen hâsýlatýn bir bölümü de kazanan savaþçýlara veriliyormuþ. Buna daha çok esir savaþçýlar ilgi gösterip, esaretten kurtulma vaadi dolayýsýyla iþtirak etmektelermiþ. Ancak, kazananlar genellikle imparatorun adamlarý olurmuþ. Nadiren de olsa kazanan bazý esirler olmuyor deðilmiþ. Ýþte bu gün dövüþmesi beklenen Arpad da halkýn favorisi olan Macar asýllý bir esirmiþ. Denildiðine göre þimdiye kadar yaptýðý dövüþlerde Ýmparatorun üç adamýný yenerek, öldürmeyi baþarmýþ imiþ. Fakat bu gün nispeten daha çetin rakiplerle iþi varmýþ. Þayet bunlarý da yener ve karþýsýna baþkaca rakip de çýkmazsa, özgürlüðünü hak kazanabilecekmiþ.

Hükümdar Locasý Akkartal'ýn da bulunduðu tribünün tam karþýsýnda yüksek sütunlar üzerinde kurulmuþtu. Yarýþlarýn baþlangýç ve bitiþini onun vereceði iþaretler belirliyordu.

Nihayet yüksek sütunlu görkemli revak üzerinde maiyetiyle azamet içinde oturan Ýmparator, elindeki mor mendili hýzla aþaðý indirmiþti. Bunu izleyen saniyelerde arenanýn her iki yanýndan karþýlýklý açýlan kapýlardan, ayný anda iki iri yapýlý, eli kýlýçlý savaþçý, izleyenlerin coþkun þamatalarý arasýnda görünmüþ ve aðýr aðýr meydana doðru yürümüþlerdi.

Arpad adlý Macar savaþçýsýnýn, seyirci kitlesini yukarý kaldýrmýþ olduðu elleriyle selamladýkça, lehine yapýlan tezahürat etrafý çýnlatýyordu. Bu arada onun son durumunu görmek için sabýrsýzlýkla bekleþen bahisçiler de hemen paralarýný yatýrmaya baþlamýþlardý. Bir aksilik olmadýkça, onun yine kazanacaðýna inanýlýyordu.

Kahverengi uzun saçlý, konveks burunlu, uzun çeneli, geniþ alýnlý Macar savaþçý, ayný zamanda uzun boylu ve geniþ omuzluydu. Kaslarýnýn uzaktan dahi seçilir olmasý, onun çok idmanlý ve güçlü bir yapýya sahip olduðunu gösteriyordu. Karþýsýndaki rakip de ondan aþaðý olmayýp, sakallý yüzü ve iri hatlarýyla daha kaba ve gorilimsi bir yapýya sahipti. Her ikisinin de belden üstü çýplaktý. Üstlerinde sadece kalýn kemerli kýsa birer deri þort ve kýsa konçlu deri çizmeler vardý. Bu kýyafet orada dövüþen bütün savaþçýlarda tek tipti.

Derken iyice yaklaþan savaþçýlar, yekdiðerini tartan bakýþlarla bir an duraladýktan sonra, Bizans tipi birer uzun meçle saldýrýya geçmiþlerdi. Ýlk etapta Macar'ýn daha atik olmasýna karþýn, Slav asýllý diðer savaþçýnýn daha sert darbeler indirdiði fark ediliyordu. Fakat atik olana hamle isabet ettirmek çok daha zordu. Bu yüzden karþý tarafýn çoðu hamlesi boþa gidiyor, geçen zamanla ataklar hýzýný kaybediyordu. Seyirci kitlesi nefesini tutmuþ dövüþü izliyordu.

Bir ara Akkartal, yanýndaki mihmandar Vasili’ye dönerek:

- Sizce kim yenecek?
- Elbette ki ayý Ýgor!
- Neden buna hükmediyorsunuz peki?
- Ondan çekinmeyen gladyatör yok da onun için.
- Öyle mi, bakalým göreceðiz biraz sonra.
- Sizin favoriniz öteki anlaþýlan.
     - Yalnýz benim mi, baksanýza, sizden baþka herkesin.
- Olsun, bence gene de ayý Ýgor kazanýr.

Mihmandar gerçi lâfzen böyle diyordu, ama gerçekte o da bundan pek emin deðildi artýk. Çünkü ilerleyen dakikalarda ayý Ýgor'un hayli yavaþladýðý gözden kaçmýyor, buna kaþýn Macar dövüþçünün hýzý artýyor, her hamlesi rakibini biraz daha yalayýp geçiyordu. Bu gidiþle isabet ettirmesi an meselesiydi. Nitekim beklenen olmuþ, Ýgor'un aðýr aksak bir hamlesini eskivle atlatan Macar, onu göðsünün tam ortasýndan þiþleyivermiþti. Gövdesine saplanan kýlýcýn geri çekilmesiyle bir feryat koparan Ýgor, anýnda yüz üstü yer kapaklanmýþtý. Bunu izleyen tribünlerin çýkardýðý þamata yeri göðü inletir olmuþtu. Kazandýðýný belirten bir jestle kýlýcýný yukarý kaldýran Arpad, seyircilerin çýðlýk ve ýslýklarýnýn dinmesinden sonra, yönünü Ýmparatorun oturmakta olduðu tarafa dönerek yüksek sesle:

-Ýmparator hazretleri durumu gözleriyle gördüler! Ya karþýma baþka birisi çýksýn, yahut destur verin hemen serbest býrakýlayým artýk! Demiþti. Bir adamýnýn daha yenilmiþ olmasý Ýmparatorun keyfini kaçýrmýþ, bir iþaretle hemen baþka birinin gönderilmesini buyurmuþtu. Bunun üzerine ölen savaþçýnýn çýkmýþ olduðu kapý tekrar açýlmýþ ve oradan bu defa eli baltalý, beli kýlýçlý bir insan azmaný olan Bizanslý Kosta çýkmýþtý. Macar dövüþçü bu adamý hemen tanýmýþtý. Sol gözü, aldýðý bir kýlýç yarasýndan ötürü az çok sakatlanmýþ olduðundan, ona lakap olarak “Kör Kosta” diyorlardý. Kör Kosta kurala aykýrý davranarak arenaya iki silahla birden çýkmýþtý. Bir ara elindeki baltayý iþaret parmaðý gibi kullanarak rakibine " Þimdi sana gösteririm " diyordu. Kara kývýrcýk saçlarý, geniþ avurtlarý, çökük burnu, geniþ alný ve kalýn beliyle ürkütücü bir görünüþü vardý. Macar savaþçýsýnýn iþi bu defa daha zor gibiydi. Ama baþka seçeneði de yoktu. Ya bu adamý da yenip muhtemelen serbest kalacak, ya da ölüp, bu esaretten artýk o þekilde kurtulacaktý.

Nitekim karþý karþýya geldiklerinde, Kör Kosta iðrenç bir þekilde gülmüþtü. Hemen ardýndan da rakibinin boynunu uçurmaya yönelik ilk hamlesini yapmýþtý. Fakat atik davranan Macar bundan son anda geri sýçrayarak kurtulmayý bilmiþti. Ancak Kosta çok hýzlý olarak, haklý bir üne sahipti. Darbelerinin ardý arkasý kesilmiyor, rakibine bir hamle fýrsatý bile vermiyor, onu hep geri sürüyordu. Az sonra kenardaki duvarýn dibine varýlacak ve orada daha zor duruma düþeceði içi, Macar bir anda geri çekilme yönünü deðiþtirmiþti. Fakat Kosta hiç ara vermeden saldýrýyordu. Elindeki iri savaþ baltasý kalýn pazulu kollarýnda bir oyuncak kadar hafif ve hýzlý ölüm kavisleri çiziyordu. Bir anda durup, tasdik deðiþtirmeðe ve daha aðýr hareket etmeðe karar veren Macar, rakibini böylece bir tuzaða düþürecekti. Aralarýndaki mesafe bir adým kadarken, onu ortadan ikiye biçmeye yönelik bir hamleye kalkýþan Kosta'yý kötü bir akýbet beklemekteydi. Çünkü bu gidiþle tuzaða düþmesi an meselesiydi. Biraz önce, artýk yakalanacakmýþ gibi yavaþlayýp, yerinde sabit duran Macar, son salisede kenara çekilmiþ ve o anda öne sert bir dürtüþ yaparak, onu tam çene altýndan yakalamýþtý. Neye uðradýðýný anlayamayan Kör Kosta, höykürüp, boðuk sesler çýkarýrken ve bir anda boðazýndan fýþkýran kýzýl kana boyanmýþtý. Geri çekilen ucu kanlý kýlýca ve onun sahibine bir an durup inanamayan gözlerle bakmýþ, sonra dengesini kaybedip, sýrt üstü yere yuvarlanmýþ, orada bir iki debelendikten sonra öylece kalmýþtý.

Bu durum Ýmparatoru hepten kýzdýrýrken, izleyenleri daha bir coþturmuþ, kan görmekten adeta zevk alan bu kitleyi çýlgýna çevirmiþti. Ýmparatorun onu serbest býrakmak, ya da okçu müfrezesine oklatmaktan baþka seçeneði kalmamýþtý. Gereksiz tepki çekmek istemediðinden, öfkesini dizginleyip, onun hemen serbest býrakýlmasýný emretmiþti.

Tribünlerdeki kalabalýðýn attýðý sloganlar, Macar savaþçýsýnýn hemen serbest býrakýlmasýný dayatýyordu. Bu sýrada Akkartal ve Vasili dýþarýya yönelmiþlerdi. Yan taraftan dýþarýya açýlan baþka bir kapýdan da Macar savaþçý çýkarýlmýþtý. Ýmparator özel çýkýþ kapýsýný kullanarak oradan daha önce ayrýlmýþtý.
Akkartal ve yanýndaki mihmandar nihayet dýþarý çýktýklarýnda, on adým ötelerinde Arpad'ý görmüþlerdi. Koþarak kendisini kucaklayan genç bir adama:

- Gözlerime ve yaþadýklarýma inanamýyorum Yorgo, senin gibi, nihayet ben de özgür oldum galiba! Diyen Arpad, dostu olduðu anlaþýlan bu genç adamý halen býrakmamýþtý.
Nitekim ayrýldýklarýnda:
- Buna çok çok sevindim Arpad. Tribünde çok dua ettim. Þükür ki kazanmayý bildin sonunda. Haydi hemen gidelim buradan.

Böylece onlar önden giderlerken, Akkartal ve mihmandar Vasili on adým arkalarýndan takip eder gibi yürüyorlardý.

Vasili bir ara Akkartal'a:

- Çok affedersiniz, fakat acilen bir yere uðramam gerektiði þimdi geldi aklýma. Hem saraya yalnýz da dönebilirsiniz, ben de iþimi görüp birazdan tekrar gelirim. Olmaz mý?

- Tabi, tabii buyurun iþinize bakýn siz. Beni merak etmenize de gerek yok.

Derken oradan ayrýlan Vasili, seri adýmlarla yandaki dar bir sokaða dalmýþtý. Bu durumu çaktýrmadan izlemiþ olduðu anlaþýlan Yorgo, hemen Arpad’a dönerek:

- Dostum hadi davran, bana kalýrsa hava bozmaða baþlýyor. Hemen buradan kaybolsak daha iyi olacak. Çünkü korkarým baþýmýz yeniden derde girecek! Demiþ ve hemen ardýndan hýzla bir yan sokaða sapmýþlardý. Onlarý izleyen Akkartal da durumun farkýna varmýþtý. Yanýndan alelacele ayrýlan mihmandarýn bu tavrýný zaten pek hayra yormayýp, konuþulanlarý da iþitince kuþkusu kesinleþmiþti. Anlaþýlan oydu ki; Ýmparatorun adamlarý ortalýk sakinleþip, seyirci kitlesi daðýlýnca Macar'ý tekrar yakalamak istiyorlardý.

Macar ve dostunun girmiþ olduklarý kuytu sokaða sapan Akkartal, o an için pek ummadýðý bir durumla karþýlaþmýþtý. Eski tutsaklarýn artýk kaçýp, izlerini kaybettirmiþ olacaklarýný sanýyordu çünkü o. Fakat girdikleri sokaðýn sonunda bir alanda, etraflarý pusatlý bir palikarya mangasýyla sarýlmýþ, baþlarýnýn yeniden dertte olduðunu görmüþtü. Yanlarýnda silah olarak sadece Yorgo'nun getirmiþ olduðu iki kamayý fora ederek, sýrt sýrta dayanmýþ, kendilerini zorla bile olsa teslim almak isteyen askerlere karþý direnmeye hazýrlanýyorlardý. Her nasýl haber almýþlarsa, gelerek etraflarýný sarmýþ olan askerlere karþý pek þanslarý yok gibiydi. Akkartal da seri adýmlarla oraya yönelirken, askerlerin komutaný onlara hitapla:
- Silahlarýnýzý atýp, hemen teslim olun, yoksa güç kullanmak zorunda kalacaðým! Bu sýrada oraya ulaþmýþ olan Akkartal hemen müdahale ederek, sert bir tonla:
     - Hey siz! Ayýp deðil mi bu yaptýðýnýz. Ýmparator hazretlerinin alenen serbest býraktýrdýðý, bunu çok da hak etmiþ olan bir adamý ne hakla yeniden tutuklamaya kalkýþýyorsunuz?!

- Sen de kim oluyorsun be adam, var git iþine, canýna mý susadýn yoksa?!

Bu sözler üzerine, elini kabzaya atýp, sorunu artýk kýlýcýn çözeceðine karar veren
Akkartal, hayli zamandýr iþ tutmamýþ olan Alpagut'u yeniden sýyýrmadan, son bir defa:
- Bu adamlarý rahat býrakýn, haksýzlýk etmeyin diyorum! Diyerek, ihtar etmiþti. Ama onlarýn cevabý kýlýç ve kargýlarla üzerine yürümek olmuþtu. Bu andan itibaren iþlemeye baþlayan savaþ makinesi, bir anda korkunç bir fýrtýnaya dönüþmüþ, havalardan kýlýç ve kargý parçalarý yaðmaya baþlamýþtý. Bir anda neye uðradýklarýný anlayamayan Bizanslý askerler, aldýklarý yaralarla canlarýndan olmamak için kaçýþmaya baþlamýþ, çok geçmeden ara sokaklarda kaybolmuþlardý. Bütün bunlarý hayretle izlemekte olan Arpad ve Yorgo derhal onun yanýna gelerek:
Yorgo:
- Çok sað ol savaþçý, bizim için baþýný derde sokmuþ oldun. Ýstersen birlikte gidelim. Çünkü çok sürmez daha kalabalýk gelirler.
- Merak etmeyin, çünkü az sonra beni hiç aramayacaklarý bir yerde olacaðým. Siz gidebilirsiniz.
Macar Arpad:
- Bari ayrýlmadan adýný baðýþlayýp, sonra tekrar görüþeceðimiz bir yer söyle savaþçý. Çünkü bu iyiliðin altýnda kalmak istemem.

- Turan diyarýndan gelen bir gezginim, adým Akkartal. Saraydan baþka bir yer adý da bilmem. Belki tesadüfen karþýlaþýrýz gene.

- Tamam, ilk fýrsatta gene görüþeceðiz.

Bu kýsa konuþmadan sonra hemen oradan ayrýlmýþ, dar sokaklarda kaybolmuþlardý. Akkartal saraya gelmiþ, kendisi için ayrýlan misafirhanede istirahat ederken, neredeyse biraz sonra çýkagelmiþti Vasili de. Ama yüzündeki ifade, kafasýnýn hayli karýþýk olduðunu gösteriyordu. Ondan ayrýldýktan sonra, ihbarda bulunmak için gittiði garnizondan ayrýlmayýp, sonucu beklemiþti. Zira o gelmeden biraz önce diðer hafiyelerin vermiþ olduðu habere göre hemen harekete geçmiþ olan askeri birlik, hezimete uðramanýn periþanlýðý ile geri dönmüþ, yaþadýklarýna dair abuk sabuk þeyler söylüyorlardý. Kimisi on gladyatörün ani saldýrýsýna uðramýþ olduklarýný, kimi üç kiþiyle baþa çýkamadýklarýný anlatýyordu.

Nitekim Akkartal Vasili’ye:
- Sayýn mihmandarýmý düþündüren bir konu mu vardý yoksa?
- E, þey, bu gün acayip bir iþ oldu, daha doðrusu olmuþ. Ama ne olduðunu tam olarak bilen yok, ben de henüz anlamýþ deðilim.
     - Öyle mi, neyle ilgiliydi bu iþ ki?

- Hani bu gün arenada dövüþerek galip gelen o adam vardý, iþte onunla alakalý.
- Ha, öyle mi?

-Evet, o adam esasen bir Macar komutanýydý ve bize çok pahalýya mal olduktan sonra, güç bela esir alýnabilmiþti. Ýmparator hazretleri aslýnda bu nedenle onu serbest býrakmak istemiyordu. O, ya arenada ölmeli, veyahut yaþlanýncaya kadar zindanda yaþamalýydý.
- E, eh sonra ne oldu? Tekrar tutuklandý mý bari?
- Hayýr, bizi düþündüren de bu iþte. Adam her nasýlsa kaçýp, kayýplara karýþmýþ. Ýmparator bunu duyarsa mahvolduk demektir.
- Hýmm. Ama gerçekten iyi bir savaþçýymýþ bu Macar. Sýradan askerlerin elinden kurtulmasýnda þaþýlacak bir þey yok bence.
- Fakat askerler, ona dýþarýdan yardým geldiðini söylemekteler. Kendilerini engelleyenler, kimine göre üç, kimine göre on-onbeþ kiþilermiþ. Bu doðruysa mesele daha ciddi bir boyut kazanýyor demektir. Ýmparator bunu öðrenirse gerçekten halimiz harap demektir.

Derken Vasili ona bir arzusu olup olmadýðýný sorup, iyi akþamlar dileyerek ayrýlmýþtý.
Bu sýrada, saraya uzak olmayan, tenha bir han odasýnda Arpad ile dostu Yorgo baþ baþa vermiþ, olan biteni konuþuyorlardý.

- Görüyor musun alçaklarýn ettiðini Yorgo, o Turanlý savaþçý yetiþmese, belki þimdi yine kodeste olacaktým.

- Doðrusu, onu Teo (Tanrý) göndermiþ olmalý, seni onlara teslim etmemek için ölümü dahi göze almýþtým çünkü ben de. Adam da dövüþüyordu hani, böylesini daha önce hiç görmemiþtim þahsen. Sahi adý neydi onun?
- Akkartal. Gerçekten haklýsýn dostum. Ýmparatorun adamlarý aralarýna yýldýrým düþmüþ gibi bir anda darmaduman oldular. Þimdi sarayda olup, sorumlularýn ne hale düþtüklerini görmek isterdim. Hem anladýðýma göre, Akkartal þu an sarayda olmalý. Umarým bir aksilik olup, onu tanýyan kimse çýkmamýþtýr karþýsýna.
- Bu Akkartal da tam bir muamma yani. Hem tutup hiç tanýmadýðý kiþiler için baþýný belaya sokuyor, hem de iþine engel olduðu adamlarýn sarayýnda kalýyor. Sakýn yanlýþ anlamýþ olmayalým.
Arpad:
-Yok caným, eminim "Burada saraydan baþka yer bilmem" demiþti. Fakat orada ne sýfatla ve ne zamandan beri bulunuyor bu meçhul. Bunu nasýl öðrenebiliriz acep?
     - Bilmem. Fakat Turanlý olduðuna göre, her halde ya bir elçi, ya da Ýmparatorun hizmetinde bir danýþman, belki de bir savaþ öðretmenidir. Kim bilir?
- Ha, dur hele, belki bunu öðrenecek birini bulabiliriz. Bizim Eleni'nin kardeþi sarayda önemli bir makamdaydý, ama hangisinde olduðunu þu an bilemiyorum. Ondan yardým isteyelim.

Böylece dýþarý çýkan Yorgo, biraz sonra gülerek tekrar içeri gelmiþti.

- Aziz dostum, hiç merak etmeye gerek yok artýk. Çünkü az sonra bizzat Eleni saraya gidecek ve ne mümkünse yapacak. Kardeþi Yuhannis meðer orada Baþpiskopos imiþ.

- Ya demek öyle, ben de duymuþtum bu adamýn adýný.

Aradan çok geçmemiþti ki, Akkartal'ýn kaldýðý odanýn kapýsý yavaþça çalýnýp, yanýnda genç bir bayan ile uzun boylu bir adam içeri girmiþlerdi. Kýyafeti sýra dýþý olan bu adamýn, boynunda, gümüþten, iri bir haç asýlýyordu. Akkartal onlarý ayakta karþýlayýp, oturmalarý için yandaki masayý göstermiþ, sonra da nezaketle:
- Buyurunuz, sizin için ne yapabilirim? Adam tane tane konuþarak:
- Efendim, rahatsýz ettikse lütfen mazur görünüz. Adým Yuhannis, Sarayýn Baþpiskoposuyum, bu da kýz kardeþim Eleni. Diyerek, kendilerini takdim etmiþti.
Bunun üzerine Akkartal:
- Bendeniz de Turanlý Ulu Kaðan Moyen Çor'un fahri elçisi Akkartal. Tanýþtýðýmýza çok memnun oldum, ziyaret sebebinizi neye borçluyum?

Bu kez konuþan, uzun boylu, sarýþýn bir bayan olan Eleni idi.

- Bu gün siz de arenadaydýnýz deðil mi?

- Evet?

- Arpad, adýný hatýrladýnýz sanýrým?

- Hýmm, sanýrým anlýyorum .

-Arpad ve Yorgo dostlarýmýzdýr, sizi görüp, daha sonra kendilerine haber vermeye söz verdik. Çok merak ediyorlar çünkü sizi.

- Evet anlýyorum, kendilerine selam söyleyin lütfen. Fakat bu vesileyle ben sayýn
Baþpiskopostan, mümkünse yarýn için özel bir randevu rica edecektim?
Yuhannis:
- Tabi, tabii efendim, ne zaman isterseniz memnuniyetle görüþebiliriz.

Derken, Yuhannis böyle bir talebi hiç beklemiyor olmalýydý ki, hayli þaþýrmýþtý. Bunu fark eden Akkartal, maksadýný kýsaca belirtmiþ olmak için:

- Bendenizin ikinci ve hatta daha mühim bir görevi de, dünyadaki din ve töreler hakkýnda araþtýrma yapmaktýr. Hazýr tanýþmýþken, bu konular üzerine sizinle de konuþmak isterdim.

- Hay hay, çok memnun olurum Akkartal Beð. Dediðim gibi, nasýl ve ne zaman arzu ederseniz. Mihmandarýnýzýn haber vermesi yeter. Ýsterseniz burada, isterseniz mabedimiz Ayasofya'da konuþabilirdik.

Böylece vedalaþýp, hemen ayrýlmýþlardý. Kendilerine bu kýsa görüþmeye iliþkin haber ulaþtýðýnda, Arpad ve Yorgo son derece sevinmiþ, Akkartal'ý yakýndan tanýmak için sabýrsýzlanmaða baþlamýþlardý.

Hýristiyan Ortodoksluðunun merkezi olan Bizans, bir monarþi olmasýnýn yanýnda, ayný zamanda teokratik bir yönetim þekline sahipti. Ruhanî-dînî misyonlarý dolayýsýyla, halk nezdinde azizlerden sayýlan Bizans imparatorlarý, devletin hem siyasî, hem de dinsel önderi sýfatýný taþýyorlardý. Bundan ötürü, Ýmparator Heraklis din adamlarýna itibar eder, Baþpiskopos dilediði zaman onunla görüþebilirdi. Bu bakýmdan bir Baþpiskopos, Ýmparatordan sonra Bizans'ýn ikinci yüksek makamýna sahipti.

Devresi gün ilk görüþmeyi onunla yapmak istediðini söyleyince, mihmandar Vasili bunda tereddüt etmiþ, lakin Akkartal ýsrar edince, buna iliþkin haber muhterem pedere iletilmiþti. Yuhannis'in bunu derhal kabul etmesi Vasili’yi ayrýca þaþýrtmýþtý. Akkartal bu görüþmeyi Yuhannis'in makamýnda yapmayý uygun görmüþ, kalkýp oraya gitmiþti. Kendisine kapýya kadar refakat eden Vasili, Baþpiskoposun emrindeki papazlar tarafýndan içeri alýnmayýnca bozuma uðramýþtý. Fakat buna karþý yapabileceði bir þey bulunmuyordu. Akkartal, kendisine yol gösteren papazla Yuhannis'in makamýna giderken, baþka bir papaz da Vasili’ye onun bilmediði mühim þeyleri izah etmekteydi. Dediðine göre bu Turanlý, ayný zamanda Hýristiyanlýðýn Asya içlerindeki yapýlanmasýnda çok mühim bir rol oynayacak ve Bizans'ýn bu meyandaki menfaatlerini gözetecekti. Anlaþýlan oydu ki, Baþpiskopos bu görüþmeler için gereken kýlýfý çok iyi hazýrlamýþ, þüpheye mahal býrakmak istememiþti.

Onu kapý önüne kadar getiren papaz, çalarak içeri girmiþ ve beklenen konuðun gelmiþ olduðunu haber verip, hemen geri dönmüþtü. Ýnce iþlenmiþ büyük abanoz kapýdan içeri giren Akkartal, kendisini ayakta bekleyen Yuhannis tarafýndan karþýlanmýþ ve antika bir koltuða buyur edilmiþti. Bulunulan mekânýn iç döþemine göz atan Akkartal, burada özgün bir mistik hava keþfetmiþti. Etrafta, duvarlarda görülen dinsel önemi haiz ikonalar, fresk ve tablolar ilk etapta dikkatini çekmiþ olan nesnelerdi. Yaðlý boya tablolardan biri Ýsa'nýn çarmýha geriliþinin alegorik temsilini yansýtýyordu. Diðer tablolarda bazý azizlerin portreleri ve Meryem ile kucaðýnda çocuðunun temsili resimleri bulunuyordu.

Akkartal'ýn bunlarla alakadar olmasý, her halde pek ummamýþtý ki, Baþpiskopos
Yuhannis'i hayli þaþýrtmýþa benziyordu.
Nitekim mütebessim:
- Sayýn Akkartal, yanýlmýyorsam sanatla yakýndan ilgilisiniz.
     - Biraz aziz Peder. Çünkü biz bu dâhil, bütün sanatlara önem atfederiz. Mabetlerimizin ibadet mahallerinde pek resim bulunmaz. tablolar genelde koridorlara asýlýr. Þahsen yetiþmiþ olduðum kadim dergâhta sanatýn birçok dalýnda ders veren üstatlar bulunmaktaydý. O nedenle, kiminde bizzat iþlerken, kiminde sadece nazarî malumat edinmekle yetinmiþimdir. Ýþlediklerim arasýnda resim ve kelamý (retorik), sayabiliriz.

Burada birden söze giren Yuhannis:

- Akkartal Beð, bunlar bir yana, sizin dün ortaya koymuþ olduðunuz sanat, bütün Bizansý allak bullak etmiþ, kimse bunu izaha muktedir olamýyor, tabii ki, sizin de bildiðiniz iki kiþiden baþka. Derken hayranlýkla gülümsüyordu.

Akkartal bu sözleri iþitmemiþ gibi gene etrafýna bakýnýrken, Yuhannis:

- Ýmparator þayet bu yönünüzle tanýþmýþ olsa, size aðýrlýðýnýzca altýn ödeyip, hassa askerlerine bu sanatý öðretmenizi isterdi. Ne dersiniz, isterseniz takdim edebilirdim sizi?

Akkartal:

- Alakanýza teþekkürler aziz peder, fakat bunu sakýn yapmayýn, çünkü burada uzun süreli kalmamýn imkâný yok ve en kýsa zamanda ülkeme geri dönmem gerekiyor.

Yuhannis:

- Dünkü hadiseden ötürü, þayet bir kaygýnýz varsa, bunu hiç tasa etmeyiniz, Ýmparator bunun için sizi derhal affeder. Hem bu onun nezdinde en geçerlisinden bir referans demektir adýnýza.

- Yo, onu kast etmedim aziz peder, geri dönmemin sebepleri çok daha baþka. Çünkü her bakýmdan beni bekleyenler var ülkemde.

- Anlýyorum, ben sadece, belki arzu edersiniz diye düþünmüþtüm. Mademki durum baþka, o halde yapacak bir þey yok demektir.

Böylece baþlayan sohbet, günün ileri saatlerine kadar sürmüþ ve Akkartal Yuhannis'ten deðerli malumatlar edinmiþti. Esasen Ýmparatorla þahsen konuþmasý gereken bir husus olmadýðýndan, huzura kabul talebini iptal ettirmiþti. Ayný gün Arpad ve Yorgo ile buluþacaklardý. Yuhannis bunu da üstlenmiþti. Nitekim saraydan birlikte ayrýlmýþ ve doðruca kendi evine gitmiþlerdi. Biraz sonra gizlice onlar da çýkagelmiþti. Halen her yerde aranmakta olan Arpad için en emin yer Baþpiskoposun eviydi. Burasý gerçi gündüzleri girip çýkmaya pek uygun deðildi, çünkü saraya en fazla üç yüz adýmlýk bir mesafedeydi ve dýþarýda iken görülme tehlikesi vardý. Bunun için en uygun saat akþamýn karanlýðýydý. Ama onlar Eleni'den Akkartal'ýn evde olduðunu iþittiklerinde, yerlerinde oturup akþam olmasýný bekleyememiþ, hemen bunun bir yolunu bulmuþlardý. Öyle ki, Akkartal bile ilk gördüðünde tanýyamamýþtý onlarý. Çünkü oraya gelmeden önce görünüþlerini deðiþtirip, birer rahip kýyafetine girmiþlerdi.

Ülkesindeki iyi konumu nedeniyle, Arpad'ýn þehir esnafýndan birçok adamý vardý. Zira kendisi Macar kralý Hunyad'ýn hem yeðeni hem de en iyi komutanýydý. Þimdi

Yuhannis'in, etrafý aðaçlar ve yüksek duvarlarla çevrili, iki katlý kâgir konaðýnýn üst katýnda bulunan misafir odasýnda oturmuþ, diledikleri gibi sohbet edebiliyorlardý. Az önce Eleni sofrayý kaldýrmýþ, sýra, Akkartal'ýn özel olarak getirdiði, ünlü Zengibar çayýna gelmiþti. Biraz sonra, Akkartal'ýn tarifine göre yapýlan çay, servise hazýrdý. Porselen fincanlarda servis yapan Eleni, az sonra dýþarý çýkmýþ, onlarý gene yalnýz býrakmýþtý. Ýlk yudumdan biraz sonra, Arpad yüzünde beliren hayretle:

- Aziz dostum, ben galiba zihnimdeki deðiþikliðin ilk emarelerini hissetmeðe baþladým bile.

Yorgo helecanla atýlarak:

- Sanýrým benim duyumsamaya baþladýðým þeyleri anlatmaya imkân yok. Çünkü daldan dala atlýyor, bir yýðýn þeyi bir anda düþünüyor gibiyim. Bu çok deðiþik bir tesir.

Arpad gülerek:

- Þimdi kalkýp at binerek, boðazý, Altýn boynuz’u ve hatta daha öteleri gören tepelere doðru uzanmak geliyor içinden, deðil mi? Diye sorunca, Yorgo'nun þaþkýnlýðý daha da artarak:

- Gerçekten öyle, ama bir farkla; bunun için ata binmek gelmemiþti aklýma, oralara bir koþuda kendim varýrmýþým gibi geliyor çünkü bana!

Neþeyle gülerken kendi kendine hayret ediyordu. Arpad aniden aklýna gelen bir fikirle:
- Bunlar bir yana da, dostumuz Akkartal demek ayný zamanda bir araþtýrma yapmak için gelmiþ bu taraflara, hem de din ve töreler hakkýnda, biliyor muydun bunu Yorgo?

- Hayýr. Gerçekten mi?

Bunu Akkartal'a bakarak sorduðu için o da:

- Evet, doðrudur. Bundan amacým ne olabilir, diye sorabileceðiniz aklýma geliyor, yanýlýyor muyum Yorgo?

- Bunu merak etmedim deðil, ama eðer açýklamak istemiyorsanýz hiç gücenmem tabi. Derken Arpad’a bakmýþtý. O da baþýyla Yorgo'yu tasdik ediyordu.

Buna karþýlýk Akkartal:

- Ortada açýklanmayacak bir sýr yok. Þayet bilmek istediðiniz bir husus varsa çekinmeden sorabilirsiniz. Diyerek onlarý konuþmaya teþvik ediyordu.

Nitekim Yorgo:
     - Sormak istediðim belli bir þey yok, ben sadece þu ana kadar edindiðiniz genel izlenimleri duymak isterdim, sayýn Akkartal?

- Genel kaným o ki, bize göre, batýya özgü bu dinler, esasen ayný menþee sahip olmalarýna raðmen, aralarýnda muhtelif farklýlýklar oluþmuþ ve tabii her biri kendi doðrularýnýn en doðru olduðu kanaatini yaymak istemekteler. Buna karþýlýk olarak da, ötekileri tamamen köksüz, mesnetsiz ve uyduruk sayamadýklarýndan olacak, onlarý hepten veya kýsmen deðiþtirilmiþ olarak görmek eðilimindeler. Ha, bir de hazýr yeri gelmiþken, sizlere hangi itikat ve kanaat üzresiniz, diye sormak isterdim.
Yorgo:
- Ben þahsen aileden bir Ortodoks'um. Ama dostum Arpad bir istisna adeta, çünkü ülkesinde atalarýnýn din ve töresi çoktan terk edildiði halde, o bir " Son Hunlu "dur.

Akkartal bu "Son Hunlu" nitelemesi üzerinde durarak Yorgo'ya:

- Yani þimdi Arpad dostumuz "Hun" aslýndan mý gelmektedir? Buna cevaben Arpad:
- Evet dostum, bizim sülalenin, kimilerince "Tanrýnýn Kýrbacý" diye anýlan, Batý
Hun Ýmparatoru namlý Atila'ya kadar dayandýðý kabul edilir.

Akkartal:
- Ýþte bu çok ilginç, çünkü bizi de efsanevî Hun Tanhu'su "Mete Han" sülalesi Tuku'ya dayandýrýrlar.

Tanýþmalarýnýn bu raddesinde her ikisi de etkilenmiþti. Birbirlerine, yeni tanýþýyorlarmýþ gibi baktýktan sonra, elini Akkartal'a uzatan Arpad:
- Dostum, desene ki biz meðer soydaþmýþýz! Akkartal memnuniyetle gülerek:
- Sadece soydaþ deðil, ayný zamanda Gardaþ mýþýz biz meðer. Demiþti.

Bütün bunlarý hayranlýkla izleyen Yorgo, onlarýn duygularýný ölçemese de, olabildiðince paylaþmaya hazýrdý. Nitekim söz dönüp dolaþarak gene baþlangýçta açýlan konulara gelmiþti.

Akkartal:
- Demek öyle dostum, kutsal Töre bu diyarlarda ancak ve sadece senin gibi bir kaç soylu yiðidin þahsýnda yaþamakta. Buna karþýn kadim Budun giderek bir baþka halk olmuþ, dilini, geçmiþini unutup gitmiþtir.
- Evet, maalesef.
- Bu nasýl olmuþ peki?
- Bunun sebebi, tabii ki ulu Hakan Atila'nýn Batý Roma seferinden dönüþü akabinde zehirlenerek ölmesi ve yerini tutamayan oðullarý Ýlek ve Ýrnek'in içerde baþlayan Cermen isyanlarýný bastýramayarak, devletin parçalanmasý ve anlaþýlacaðý üzere, zayýf duruma düþülmesidir.
Akkartal:
- Cemiyetlerin, dolayýsýyla halkýn din ve töre deðiþtirmesinin en mühim sebebinin devletin her bakýmdan güç kaybetmesinden kaynaklandýðý konusunda hemfikir olmamýza þaþýrmadýðým gibi, þahsi kanaatimi doðruladýðý için buna sevindim sanki. Ancak bu hal þimdi de köklü Budunumuzun doðu kanadýnýn baþýndadýr. Gerçi bu çözülmeye sebep, doðuda Cermenler gibi bir yabancý tebaanýn isyaný olmayýp, bilakis Ulu kaðanlýðýn özde ki unsurlarýnýn serkeþlikleri, beylerin baþýna buyruk ve küçük hesaplara dayanan hodbince davranýþlarýdýr. Anlaþýlan o ki, netice kaçýnýlmaz gibi görünüyor. Tabii bu meyanda bize düþen, araþtýrarak muhtemel oluþumlarý önceden tespit etmek ve buna iliþkin gelecekteki nihaî çareye dair tabii tohumlarý ekmeye devam etmektir.
Arpad:
- Aziz dostum, "nihaî çareye dair tabii tohum" derken, sanýrým bununla kast edilen; sonradan ithal edilmeyip, kutsal töreden yaratýlýþýmýzla beraber gelen deðer yargýlarýdýr, öðle deðil mi?
Akkartal bunu baþýyla da onaylarken;
- Evet dostum, bunu demek istemiþtim.
Arpad kendi kafasýnda bazý çözümlemeler yaparak:
- Yani, nasýl olsa zamanla bazý kilitlenmeler, baðlanmalar kaçýnýlmaz bir mukadderat olarak karþýmýza çýkacak. O halde bunu açabilecek anahtarlarý da þimdiden tespit etmek ve uygun mahallerde muhafaza altýna almak gerekmektedir, diyorsunuz?
Akkartal:
- Çok iyi bir tanýmdý bu aziz dostum. Çünkü yapmak istediðimiz þey de ilke olarak aynen böyledir. Tek farký, týpký bizden önceki ecdadýmýzýn yapmýþ olduðu gibi, bu bilimsel tohumlarý, ulu Tengri'de kurulu Koca Tuðrul Dergâhý’nda bulunan, sayýca az ama nitelik bakýmýndan özlü ve dinamik olan yetenekli hafýzalara belleterek saðlamak istiyoruz .
-Anlýyorum, böyle bir olanak varsa bu çok iyi bir tedbir olurdu kuþkusuz. Ne yazýk ki batýya göçen bizler, her türlü güce sahip olmamýza raðmen, bir gün gelip ulusumuzun var oluþ ve beka mücadelesinde iþe yarayabilecek böyle bir teþkilatlanmayý zamanýnda yapamamýþ, o nedenle bu gün böyle meydanlarda tek tük kalmýþýz iþte.


TURAN DÝYARINDA YENÝ OLAYLAR

Akkartal geri dönmek üzere yola çýktýðýnda, aradan bir hafta geçmiþ, orada kaldýðý sürece Arpad'la her konuda sohbet etmiþlerdi. Arpad ilk fýrsatta ülkesine dönecek ve gecikmeli de olsa, benzeri bir kurumu tesis ve teþekkül ettirmek için ön ayak olacaktý.

Akkartal'ý dönüþ yolunda býrakýp, bu arada Turan diyarý ve Çin'de neler olup bittiðine bir bakalým...

Bu sýrada Çin'de önemli bir siyasî buhran patlak verip, tam bir karýþýklýk baþlamýþtý. Oluþan þartlarý lehte kullanmasýný bilen, anasý Uygur askeri bir vali ve komutan olan Gan-Lu-Þan, bir ayaklanmaya önderlik yaparak, emrindeki kuvvetlerle hükümet merkezlerinden Lo -Yang ve Çang-An'ý ele geçirip, kendisini Faðfur (Çin imparatoru) ilan etmiþti.

Yaþlý Ýmparator bu durumda tacýný, tahtýný býrakýp, canýný kurtarmak için güneye kaçmýþtý. Onun yerine oðlu, ikinci Ýmparator sýfatýyla Çin tahtýna oturmuþ, fakat asilerle baþa çýkabilecek güçte olmadýðý için, ananevi Çinli itiyadýyla Uygur Kaðanýndan yardým istemeðe karar vermiþti. Moyen Çor'un Çin'e akýn ettiðine dair çýkan haberin aslý buydu.

Gan-Lu-Þan bunu haber alýnca, bir yandan ordu kurarken, bir yandan öte taraftaki dayýlarýna ve baðlý bulanan boylara haber salýyordu;

- Çin kýsmen elimize geçmiþ olup, çok sürmez tamamýný almýþ oluruz. Bize tez elden yardým gönderiniz...

Bunun bir hedefi de Kaðaný caydýrmaktý. Fakat bu çaðrý, muhalif Kýrgýzlarýn eline geçmek suretiyle, ya yerini bulmamýþ veya çok geç ulaþmýþtý menziline.

Kaðana karþý çýkmak üzere bir ordu kurulmasý gerekiyor, lakin bu hiç kolay görünmüyordu. Zira, Talas yenilgisinden beri fazla zaman geçmemiþ olup, yaþanýlan hezimetin acýsý henüz silinmemiþti. O nedenle Çinliler buna hiç hazýr ve istekli deðillerdi. Nitekim, kendine baðlý güçlerden oluþturduðu zoraki bir ordu ile yola çýkan Gan- Lu-Þan, Moyen Çor'u Lo-Yang þehri yakýnlarýnda karþýlamýþ, fakat daha ilk çarpýþmada vurulup, atýndan düþünce ordusu daðýlmýþtý. Böylece, nispeten kolay bir zafer kazanan Kaðan, eski Faðfuru tahtýna çýkarýp, buna karþýlýk ondan yirmibin top ipek ile Faðfurun kýzý Prenses Huþe'yi kendisine eþ olarak alarak, bu akýndan yüksek bir moral ve ganimetlerle Ötüken'e dönmüþtü.

Bu baþarý kaðana, son zamanlarda bozulmaya yüz tutan saygýnlýðýný yeniden kazandýrmýþ, ama bir Çinli Prensesle evlenmiþ olmanýn aleyhte kullanýlmasýndan kurtulamamýþtý. Çünkü siyasî muhalifleri, onu yýpratmak için türlü fesat ve fitne çýkarmaktan geri durmuyor, bu meyanda onun Budistliðe geçtiðini dahi yayýyorlardý. Nitekim çok geçmeden, bir sabah yataðýnda ölü bulunmuþtu. Ölüm sebebi tam anlaþýlamayýp, kimi kalp sektesinden, kimi zehirlenerek öldüðünü söylüyordu.

Köþe, bucak her yana ulaþan bu kara haber, Budun’u top yekûn üzüntüye gark edip, yas davullarý çalýnmaða baþlýyor, kopuzuna sarýlan bütün ozanlar aðýt yakarken, Altaylý Yaðýz Ozan þöyle diyordu:


KAÐAN ÖLÜNCE
Daðda kurtlar uludu,
Gölde sular kurudu
Kaðan Moyen Çor öldü,
Þimdi düþman sevinir.
Doru at yemeden durdu
Katun saçlarýn yoldu
Moyen Çor Kaðan uçtu
Artýk Budun daðýlýr.
Göz aðladý kan doldu,
Kalp aðladý burkuldu,
Kaðan Moyen Çor öldü,
Düþman kimse gönenir.
Ozan çalar kopuzu,
Yiðit salar topuzu,
Gayrý Moyen Çor öldü,
Tahta kurulur Bögü.

Nitekim Yaðýz Ozanýn dediði çýkýp, Bögü Þad kaðanlýk tahtýna kurulmuþtu. Kaðanýn ölümü açýklanamayýnca, bu belirsizliði kullanmak isteyen muhalifler, ki bunlara bir de Gan-Lu-Þan'ýn ana tarafýndan olan akrabalarý dâhildi, kasýtlý yorumlar yapýp, Bögü Þad'ý zan altýna sürmek istiyorlardý.

Denildiðine göre; Kaðan Çin prensesiyle evlenince, bunu kabul etmeyen oðluyla arasý açýlmýþtý. Nitekim, baþka kardeþi olmadýðý için, babasýný zehirleten oðul, onun yerine "Ýltutmuþ Bögü Kaðan" unvanýyla tahta geçmiþti.

Ülkenin her bakýmdan güçlenmesi gereken böylesi bir zamanda, kaðanýn ölmesi bir yana, daha nitelikli birinin baþa geçmemesi Budun için ciddi bir talihsizlikti. Oysaki, Bögü Þad kiþilik olarak kaðanlýk tahtýna oturacak olgunluða bile henüz sahip deðildi. Düþmanlarýn þüpheyi onun üzerine çekmek istemeleri baþlý baþýna bir hataydý. Çünkü buna kendilerinden baþka kimseyi inandýrmayý baþaramamýþlardý.

Diðer Yandan Bögü, bedensel özellikleri bakýmýndan baba tarafýna pek çekmeyip, her bakýmdan vasata yakýn kalmýþtý. Zorunlu gelenekten olmasa, silah bile taþýmayacaktý. Açýk kestane rengi saçlarý, ayný renk seyrek býyýklarý, giderek geniþleyen konkav burnu, açýk renk gözleri, köþesiz çenesi, dolgun yanaklarý ve geniþçe bir alný vardý. Devrin gözde becerileri sayýlan savaþ sanatlarýnda, akranlarý arasýnda son sýralara yakýndý yeri. Ne var ki, nefesli sazlarda hayli kabiliyet ve marifet sahibiydi Bögü. Bunun yanýnda birçok da el becerisi vardý. Az bir süre için Koca Tuðrul Dergâhý’nda eðitim bile görmüþ, lakin burada musiki ve sofistike konular hariç, baþka konularla alakadar olmamýþtý. Zekâ yönünden geri olduðu söylenemezdi, lakin sahip olduðu zekâ, tür bakýmýndan yapacaðý iþle pek uyumlu deðildi. Nitekim Kaðan olunca, önce kendi mizacýna uygun bulduðu kiþileri etrafýna toplamak istemiþ, fakat bunlar gerektiðinde idari, askeri kararlar alýp, bunlarýn plan ve uygulamasýný saðlayacak dirayette adamlar deðillerdi. Nitekim yakýn çevresinden gelen yoðun tenkitler, onu vazgeçirip, babasý zamanýnda verilmiþ olan makam ve mansýplar eski sahiplerinde kalmýþtý. Çok kez olduðu gibi, bu tarz belki baþarýlý olur, ast kademelerde yer alan, bilgi sahibi, cesur komutanlar, istisnalar bir yana, baþtakilerin her türlü eksikliðini örtmeðe kâfi gelirdi.

Kaðan'ýn zamansýz ölmesi, ülke yeniden toparlanma sürecine girerken, gidiþatý olumsuz etkiliyor, yurt geneline yayýlan yönetimdeki istikrarsýzlýk, halký güven bunalýmýna sürüklüyor, siyasî, içtimai çalkantýlar kapýda bekliyordu.

Çin'de durum bundan farklý sayýlmazdý. Zira karýþýklýk ve isyan yer yer devam ediyor, Gan-Lu Þan öldürülmüþ olsa bile, asiler onun yerine geçen oðlu Tanlung'un etrafýnda toplanýyor, gün geçtikçe sayýlarý artýyordu.

Buna, fýrsatý ganimet bilerek, Çine karþý saldýrýya geçen Tibetliler eklenince, vaziyet daha vahim bir hal alýyordu. Bu durumdan en az zararla kurtulmak isteyen Çin sarayý, bu defa Kaðan Bögü’den yardým istiyorlardý. Bu durum tabii ki, konumunu güçlendirmek, Çin gibi büyük bir pazarý elden çýkarmak istemeyen Bögü Kaðan için bulunmaz bir fýrsat oluyordu. Nitekim Tümenbaþýlarý Kutluk Bilge, Noyan Arýkbuða ve Tung Baka Tarkan'ý karar için toplayan Bögü, bu yardým talebini kabul edip, orduyla Çin'e yöneliyordu.

Bu sýrada, isyancýlarýn toplandýklarý Çang-an yakýnlarýndaki eski bir kalede asilerin lideri Tanlung, elebaþçýlarý ile konuþmaktaydýlar. Tanlung üst dudaðýndan baþlayýp, yanlardan aþaðý sarkan uzun kara býyýklarýný sývazlayarak:

- Moyen Çor'un iþi tamam, þimdi sýra oðlu olacak o sünepeye geldi. Þayet hazýrladýðýmýz plan tutarsa yaptýklarýný ödeyecekler.

Derken, elebaþçýlardan biri sýrýtarak:

- Dur, önce Tibetlilerle kapýþsýnlar, her iki taraf da bu arada hýrpalanýr, böylece diþimize uygun lokma kalýr her biri. Sonra çýkarýz karþýlarýna.

Bir diðeri dikkatli;

- Fakat gene de her bakýmdan uyanýk olmalýyýz.

-Doðru! Demiþti bir baþkasý ve devamla; öteki kuvvetlerimiz bir araya gelmeyip, devamlý hareket halinde bulunsunlar.

Derken, müdahale eden Tanlung ilk konuþana;

- Ajanlarýmýzdan ne haber Konfu? Diye sormuþ, saçý baþýnda topuz edilmiþ, uzun yüzlü, omzunda kýlýcýyla konuþan adam:

- Karþý taraftan gelen son haber, Bögü kuvvetlerinin sýnýrlardan girmiþ olduðunu bildirmekte. Bu arada Tibet ordusuyla Ýmparatorun ordusu temas için henüz uzaklar. Henüz kesin olmayan bir karara göre; Tang ve Bögü kuvvetleri daha önce bir yerde birleþecekler. Bu da olsa olsa Seçuan yakýnlarýnda bir yer olabilir.
Tanlung;
- Hýmm, demek öyle yapacaklar.

Derken bu tahmin gerçekten doðru çýkýyordu. Nitekim iki güç anýlan yerde bir araya gelmiþ, Tibet ordusuyla karþýlaþýlacak mevki kesinleþmiþti. Burasý Seçuan yakýnlarýnda büyük bir vadiydi. Batýdan gelen Tibet ordusu, doðuya, Çin içlerine hareket etmek istiyorsa ya buradan geçmesi çok muhtemeldi çünkü. O halde bu vadi, yakýnda bulunanlarca bir tuzak gibi etkili bir karþýlaþma yeri haline dönüþtürülebilirdi. Nitekim öyle olup, burayý geçmek isteyen Tibetliler, karþýlarýnda her bakýmdan üstün bir güç bulmuþ ve baþlayan savaþla çok sürmeden bozguna uðramýþlardý. Dönüp kaçarken canlarýný kurtaranlar, geride birçok Budist rahip ve savaþçýyý, ölü ve yaralý esir býrakmýþlardý. Bu arada asilerin savaþtan bekledikleri sonuç çýkmamýþ, güçlü ittifak ordusunca tek tek yakalanýp, çoðu idam edilmiþlerdi.

Nitekim Kaðan Bögü, Ýmparator Tang'la birlikte Lo-Yang'a gelmiþ, onun özel konuðu olarak son derece itibarla aðýrlanýrken, maiyetiyle kendisine tahsis edilen bir sarayda dilediði kadar kalabilecekti. Fakat o biraz dinlendikten ve Çin'de maruf, sofistik konularý araþtýrýp, önde gelenleriyle ile görüþtükte sonra, ülkesine dönmek istiyordu.

Burada kaldýðý sürece hemen her gün etrafý gezen Bögü, daha ziyade sanat evleri ve manastýrlara dikkat etmiþ, buralarda tanýþmýþ olduðu kiþileri davet edip, onlarla sohbetler etmekteydi. Ýþte gene öyle bir akþamda üç kiþiden oluþan bir rahip grubunu konuk ediyordu. Bunlardan ikisi Ýmparator Tang'ýn adamýydý.

Rahiplerden biri söz alarak:

- Ulu Kaðan, esirleriniz arasýnda Mazda isimli çok ilginç bir kiþi var. Bizler ona ancak çýrak olabilirdik. Emir ve müsaade ederseniz kendisini huzura çaðýrsýnlar, bir de siz yakýndan görünüz. Çünkü bize soracaklarýnýza en yetkin cevaplarý o bilir.

Bögü Kaðan meraklanarak:

- Ya, demek öyle. Bu çok iyi!

Nitekim Mazda isimli adamý bulup getirmiþlerdi. Fakat konuklarýn aðýrlandýðý salona girmeden önce, üzerindeki pejmürde kýlýk deðiþtirilip, yýkanarak, bedenini saran kir, pastan da arýndýrýlmýþtý. Bögü Kaðan kýrk yaþlarýndaki bu adamla ilk konuþmasýndan sonra çok etkilenir. Mazda, eskiden beri bilinen, Ýsevilik, Budizm, Brahmanizm, Zerdüþtlük, gibi dinleri nasýlsa baðdaþtýrmýþ, kendine has bir sentez oluþturmuþ, bunu savunuyor ve buna da "Manilik" diyordu.

Mazda'ya göre; üzerinde barýndýrdýklarýyla Dünya, deðiþik iklimlere sahip olarak, daima deðiþen yapýlara bürünen cennetin ta kendisiydi. Bunda hayat ebediydi. Onu bozan ve yok eden, cehenneme çeviren sadece insanoðluydu. Onun için kiþiler ruh ve beden terbiyesine çok önem vermeliydiler.

Bunun yolu ona göre, ilk etapta et yememekten geçiyordu. Ne olursa olsun insan asla öldürmemeliydi; ne hayvan, ne de insan hiç bir zaman katledilmemeliydi. Nefsi veya meþru müdafaa bile yoktu. Bunu ilk etapta et yemeyerek yapacaktý. Ýnsen saldýrmaz, cana kýymazdý. Bögü'ye göre bu adamýn dini, insan ve toplum için güzel prensipleri içeriyordu, o halde yayýlmasý gerekirdi, hatta kendi ülkesinde bile. Böylece geri dönmeye karar verirken, bu maksada uygun olarak dört Mani rahibini birlikte Ötüken'e getiriyordu. Ancak bu karar komutanlarý Tung Baka Tarkan ve Kutluk Bilge tarafýndan benimsenmediði gibi, ülkede tepkilere yol açýp, baþarýsý dahi sayýlmýyordu. Budun'un önde gelenlerine göre doðru olan da zaten buydu. Çünkü aksi hal, Kam Kül Erkin'i haklý çýkaracak gibiydi.

Akkartal bu olaylarý Fergana Þarý'nda duymuþtu. Buradan tekrar kuzeye yönelerek, Yedisu ve dolayýsýyla Zengibar daðýný mekân tutmuþ olan Kam Bilge Ata’ya uðramýþtý. Artýk Sonbahar gerilerde kalmýþ, Zengibar daðýnda kýþ baþlamýþtý. Havalar kararsýzdý. Öyle ki; bazen çok soðuk olup, Karakýþa dönüþürken, bazen günlük güneþlik olup, Yaza öykünüyordu ayam. Maðara giriþini bir ayý postuyla kapatmýþ olan Bilge Ata, harla yanan ocak baþýnda otururken, sabah erken oradan ayrýlmýþ olan Kül Erkin'in anlattýklarýný düþünüyordu. Derken bir ara dýþarýdan gelen belli belirsiz sesler iþitip, ne olduðuna bakmak için dýþarý çýkmýþtý gene. Aþaðýda tam o sýrada atýndan inen de Akkartal'dý. Bunu gören Bilge Ata, yaþýndan umulmayacak bir çeviklikle hemen kayalardan aþaðý inmiþ ve onu içtenlikle kucaklayarak:

- Hoþ geldin oðul, sefalar getirdin. Dönmüþ olmana pek sevindim!

- Hoþ bulduk Bilge Atam. Ben de öyle. Derken hemen yukarý çýkmýþ, serin havada ocak baþýnda oturmuþlardý. Önce o, Bizans seyahatine iliþkin izlenimlerini, sonra Bilge Ata bu arada ulaþan yerel havadisleri nakletmiþlerdi.

Bu meyanda olarak Bilge Ata:

- Ya, iþte böyle oðul, kim derdi bir gün gelip, Aþýna soyundan bir Kaðan, kutsal Töreye, bir baþka inancý tercih edecek. Ama yazýk ki böyle imiþ. Diyerek yakýnýyordu. Buna karþýn Akkartal:

- Bilge Atam, Kaðan Bögü Þad'ý tanýyorduk. Yani, fýtrat olarak ondan bu tür bir sapma beklenmez deðildi. Çünkü bedensel yetileri bakýmýndan iktidarý yeterli deðildi. Bu da, malum ki, henüz yetiþme çaðýnda olan bir gençte önemli ruhi arazlara yol açardý. Böyle birinin Kaðan olmasýnýn sonuçlarý meçhul deðildi. En azýndan mizacý kara Budun’a sirayet edip, halký, kaçýnmasý gereken, olumsuz akýbetlere doðru yönlendirebilir. Bilmem ne dersiniz, þahsen onun Aþýna soyundan gelmiþ olacaðýný sanmýyorum.

- Bu bizce de öyle görünüyor oðul. Sanýrým ki, bu hal onunla kalmayacak. Muhtemel ki, ileride baþka Hanlar gelip, yabancý budunlarda ihdas edilmiþ din ve törelere itibar edip, kendi kimliklerinden sapacaklardýr. Bu bir kez baþlamaya görsün, gayrý ardý alýnamaz.

- Bilge Atam, bu konuda elimizden geleni henüz tam yapamadýk, bu nedenle yolcu yolunda gerek. Sonrasýný Tanrý bilir.

- Bence, bu bir mukadderattýr oðul. Budunumuz, bu yanýlýþýn bedelini zaman içinde acý ile ödeyecek, ve sonra özüne dönecektir. Olacaklarý önlemek artýk çok zor.

- Haklýsýn Bilge Atam, ancak gene de kutsal töre ve Budun adýna bir yerlerde direnmeler olmalý.

Bilge Ata kendi kendine gülerek:

-Ýþte baksana,yýllardýr nasýl direnmekteyiz þurada oðul!

- Dünya deðiþse bile asil olan deðiþmez, senin gibi Bilge Atam. Kut deðerlerimiz uðruna bedel ödeyeceðiz, bu ister istediðimiz için olsun, ister kaçýnýlmazlýðýndan.

Nitekim vedalaþarak ayrýlýrlar. At binen Akkartal, kutlu belde Tengri'ye gitmek için güneye doðru sürer. Gidildikçe yumuþamaya baþlayan iklim, at sýrtýnda yolculuða el veriyordu. Nalýnda çamur tutmayan Karaþimþek, uzaklarý yakýn edip, dergâha ulaþmýþlardý.Orada duyduklarý iþkillenmesine yetmiþti. Kaðanlýktan gelen emir üzerine, Ulutolga ve diðer Dergâh Pirleri atlanýp, üç gün önce payitaht Ötüken'e yola çýkmýþlardý. Akkartal, Bögü Kaðan'a itimat etmiyor, her ihtimali olasý sayýyordu. Dergâhta fazla kalmayýp, tekrar yola koyulmuþtu. Bizzat seçtiði yirmi kýlýç öðrencisini yanýna almýþtý. Yol boyunca uðradýklarý yerlerde kendilerine katýlmak isteyenler olup, ileride gerek duyulmasý halinde haber verileceði vaat edilmiþti.

Nitekim bir akþamüstü Ötüken’e vardýklarýnda, Arýkbuða Noyan'ýn malikânesine gitmiþlerdi. Kendisi orada deðildi, fakat Yaver ve Sungur Noyan'ýn muhafýz kýþlasýna buyur edilmiþlerdi. Ýletilen habere icabetten kýþlamaya gelen Arýkbuða, görüþmekten memnun olmuþtu. Akkartal, buraya geliþlerindeki maksada deðinerek, kam Ulutolga ve diðer pirlerin akýbetlerini sorunca, bir an yüzü gölgelenen Arýkbuða:
- Kendileri saðlýkla ulaþmýþ olup, sarayda konukturlar. Kaygýlý gibisin Akkartal Beð, niye ki?
Akkartal:
-Kaðan Çin'de baþka bir dine geçmiþ. Dergâha yaptýðý bu daveti bu nedenle manidar bulduk. Sizce öyle deðil mi Noyaným?

Arýkbuða hal diliyle onu doðrulayan bir baþ hareketi yaptýktan sonra:

- Bak Yiðidim, gerçeði saklayacak deðilim. Belki de haklýsýnýz. Ýþin kötüsü, halkýn çoðu bu nedenle,biz dâhil bütün idarecilere kem gözle bakmaktalar. Oysa bizim bir kusurumuz varsa, o da asker olmaktýr. Kaygý konusu mevzu, Kam Ulutolga ve diðer hocalarýn kurultay salonuna çaðrýlarak, taraftar kitle önünde, Çin'den gelen rahiplerle tartýþmaya icbar edilmeleri ve Kaðan'ýn bu yabancýlarý destekler bir tavýr içinde olmasýdýr.

- Tahmin ettiðim gibi. Sanýrým gayeleri; bir þekilde bizi aciz kýlarak, halk nezdinde itibarýmýzý yýkýp, kendi, sözde yeni reçetelerini tek mutluluk sýr ve yöntemi diye satmak. Böyle bir karþýlaþma hiç oldu mu ki?

-Evet, ilk oturum dün öðleden sonra yapýldý. Gerçi Mani rahipleri Ulutolga ve maiyetine karþý bir varlýk gösteremediler, ama Kaðan'ýn desteklemesi, izleyen topluluðu lehte etkilemiþ olabilir.

- Baþka oturum söz konusu mu peki?

- Evet, yarýn ayný vakitlerde.

Bu kýsa görüþmeden sonra Arýkbuða kendi hanesine gitmiþ ve akþam Sungur da gelip, Akkartal'ý eve davet etmiþti. Verandayý geçip, kapý önüne ulaþtýklarýnda, kapýyý Tangülü açmýþ, elini uzatarak ona hoþ geldin, demiþti. Çizmelerini hayatta çýkarýp, sonra yan odada eþi ve yaveri ile oturan Arýkbuða'nýn yanýna girmiþlerdi. Herkes yeniden hoþ geldin demiþ ve yanmakta olan ocaðýn karþýsýnda, peykeye oturmuþlardý. Bir süre sohbetten sonra, gelen ani haberle acele kalkýp, doðruca saraya gitmiþlerdi. Geldikleri haberini alan Kaðan, Akkartal'ý görmek istiyordu. Büyük kurultay salonunda, çift kanatlý kapýnýn karþýsýnda Kaðan'ýn tahtý vardý. Tartýþanlar tahtýn önünde kurulmuþ, bir kürsüde, postlar üzerinde karþýlýklý olarak yer alýyorlardý. Onlarýn etrafýnda kalan halý döþeli, geniþ saha, saflar halinde zemine oturacak olan izleyenler için ayrýlýyordu.

Akkartal ve Arýkbuða saraya birlikte gelmiþ, ancak kararlaþtýrdýklarý gibi, içerde ayrýlmýþlardý. Buna göre, Arýkbuða Kaðan'ýn þahsi dairesine geçerken, Akkartal hocalarýn bulunduklarý mihman haneye geçmiþti. Bu sýrada içerde oturmuþ, olan biteni gözden geçiren Dergâh zevatý; hocalar hocasý Ulutolga, Pir Gökbörü, Pir Boran, Pir Daðhan ve Tirendazlar Piri Tarhan, Akkartal'ý karþýlarýnda görünce, sevinçle kucaklayýp, yanlarýnda yer vermiþlerdi. Ýlk konuþan Ulutolga:

- Buraya geliþimiz hakkýnda bir malumatýn var mý oðul? Derken, pek memnun olmadýklarý belliydi.

Akkartal metanetini koruyarak:

-Evet hocam, olan bitenden haberliyiz. Belki bizzat Kaðan hazretleri? ) ile teþerrüf ederiz. Her þeye raðmen, sizleri esen görmekten çok memnun olduk.

Onun sözlerine hepsi aynýyla mukabele etmiþlerdi. Burasý mütevazý döþenmiþ nispeten büyük bir odaydý. Her birinin yatabileceði beþ yatak sað taraftaki büyük bir peykeye yan yana hazýrlanmýþlardý. Sol tarafta,geniþ kemerli, içinde odunlar yanan bir ocak ve ahþap dolaplar vardý.

Az sonra kapý çalýnýp, gezgin Kam Kül Erkin ile daimi öðrencileri Salur ve Ögeday içeri girmiþlerdi. Onlarýn çaðrýldýklarýný duyunca hemen yola düþüp, Ötüken'e gelmiþlerdi.
Ulutolga Kül Erkin'e:
- Aziz dostum, demek sizler de geldiniz.
- Buraya davet edildiðinizi duyunca þöyle bir uðramadan edemedik. Bu arada olan bitenden habersiz deðildik. Diye izah etmiþti.

O anda kapýya gelen bir refakatçi onlarý kurultay salonuna çaðýrmaktaydý. Vardýklarýnda salon dolmuþtu. Kaðan tahtýnda otururken, Arýkbuða ve diðer Tümen baþýlar onun sað ve solunda yer almýþlardý. Çoðunluk kara budundan bir kalabalýk, hemen önlerinde tek basamakla çýkýlan kürsünün sol yanýnda konuþan Mani rahiplerini izlemekteydi. Kanatlý kapýnýn birden açýlmasý ve heybeti büyük savaþçýlar Gökbörü, Tarhan, Boran, Daðhan, Akkartal, Ögeday ve Salur'un içeri girip, ürkerek kenarlara kaçýlan kalabalýk arasýndan Kamlara yol açmalarý, o ana deðin hüküm süren Manilik atmosferini berhava edip, bütün erkâný kendi aslýna tebdil eylemiþti. Önden yürümekte olan haþmetli savaþçýlarýn etrafa saçtýklarý çelikten soðuk ciddiyet, Kaðan dâhil, herkesi yerinden uðratýp, Kamlarýn önünde top yekûn ayaða kaldýrmýþtý. Sonra, Töre buyruðu icabý, elleri kýlýç kabzalarýnda diz kýrýp, selam veren savaþçýlarý, Kamlar izlemiþlerdi.

Derin bir oh, çekerek, tekrar yerine oturan Bögü Kaðan, konuþmadan önce, eliyle, ayakta þaþkýn bakan Mani rahiplerine tekrar oturabileceklerini, baþýyla ise Kamlara, kürsüdeki hazýr yerlerine buyurmalarýný iþaret etmiþti. Dörde karþý iki olmak üzere, rakipler karþýlýklý oturmuþ, güya söze dün kalýnan yerden devam edilecekti.

Savaþçýlar, hocalarýnýn hemen arkasýnda ayakta saf tutmuþ, açýlýþý Kaðanýn yapmasý bekleniyordu.
Nitekim Bögü Kaðan;

-Bu münakaþanýn alenen yapýlmasý ve Budun'un muhteviyat üzerine bilgilenip, aydýnlanmasý bizim için çok mühimdir. Bundan ötürüdür ki, gerek ta Çin diyarýndan buralara kadar zahmet etmiþ olan deðerli konuklarýma ve gerekse Koca Tuðrul Dergâhý’nýn saygýn Kam ve Pirlerine tekrar teþekkür etmek istiyorum! Dedikten sonra bir an nefes tazelerken, sözlerinin etkisini görmek ister gibi, etrafýna göz gezdiriyordu.
Sonra devamla:
- Hatiplerden kim önce baþlamak isterse bunda serbesttir. Demiþti.
Bunun üzerine, bilhassa deneyimli Kam Kül Erkin hemen söze baþlayarak:

-Çinli, sayýn konuklarýmýz, tespitimize göre, her nereden estiyse demeyeceðim, çünkü bu pekâlâ, þu ana kadar içinde yaþamýþ olduklarý kendi cemiyet, ya da toplumlarýnca duyulan bazý ihtiyaçlardan kaynaklanmýþ olabilir, yeni bir din ve anlayýþ düsturu ihdas ederek, bunu yegâne kurtuluþ yoluymuþ gibi, mümkünse bütün âleme yaymak istemekteler. Onlarý dinleyip, varsa yeni görüþlerini tanýmakta elbette bir beis yok, ancak, bu anlayýþ ve yaþam düsturuna bizi ram ederek, bunu kabul ettirmek niyetindeler ise, iþlerinin hiç kolay olmayacaðýný bilmeliler. Çünkü din ve töre deðiþtirmek, hýrka deðiþtirmek gibi basit ve sýradan bir husus olmayýp, aksine bu, insan ya da bir topluma ruh ve benlik deðiþtirtmek anlamýna gelir. Buna ise olsa olsa, ancak kökleri yüzeyde bulunup, mazi derinliði sýð, ya da hiç olmayan uluslar ihtiyaç duyabilirdi Bu da zaten öylelerine yakýþýrdý, bize deðil.

Burada duraklayýp, etrafý süzen Kül Erkin, sözlerinin yarattýðý etkiden memnun, devamla: Bu nedenle, bu müþaverenin nezdimizde ki yeri sýradan bir sohbetten öte olmayacaktýr. Zira Budunumuzun kadim insanlýk tarihindeki müstesna yeri bir hakikattir. Hal böyle iken, ne ilahiyat, ne de hayatiyeti baþkalarýndan öðrenmek ihtiyacýmýz yoktur. Buna raðmen, bir Budun kendi geçmiþi, din ve töresini deðiþtirmeðe zorlanamaz. Zorlanýrsa asýl ve asaletini yitirirse, o ulus bitmiþ sayýlýp, bunu ise baþta Kaðan olmak üzere, kimse isteyemez. Fazla uzatmadan, bu sohbete iþtirak etmemize vesile olabilmek için uzak diyarlardan gelmiþ olan yabancý konuklarýmýza teþekkür ediyorum. Demiþti.

Kül Erkin'in sözlerini tahlil edebilen herkes gibi, Mani rahipleri de hilafýna söyleyecek söz bulamayýp, gülünç duruma düþeceklerini sezinleyerek, susmuþlardý. Böylece tartýþma bir monolog olarak kalýp, ister istemez bitmiþti. Ýzleyici kitlesi daðýlmaya baþlamýþtý. Kaðan, belli etmese de, sonuçtan memnun olmamýþtý. Çünkü dün yaptýðýný bu gün yapamamýþ, Kül Erkin buna hiç mahal vermemiþti. Nitekim tahtýndan kalkmýþ ve arkaya açýlan kapýdan keyifsizce çýkýp, gitmiþti. Olanlardan sonra kamlarýn sarayda kalýp kalmamakta bir an tereddüde düþtüklerini gören Arýkbuða, gerekirse onlarý memnuniyetle misafir edebileceðini söylüyordu. Lakin bunun göreneklere ters düþeceðini de biliyordu. Çünkü misafir bir yere konar ve orada akþam olursa, anane gereði, gene orada gecelerdi. Buna bir de konuk evinin hususi ehemmiyeti eklenince, o zaman bu bir zorunluluk olurdu. Aksi halde o tavýr hem konuk, hem onu kabul eden tarafýndan önceki mekân sahibine karþý hakaret sayýlýrdý. Gerçi Kaðan buna müstahaktý, fakat ona uyan da onunla eþit sayýlacaðý düþüncesinde olan Kamlar, Arýkbuða'nýn teklifini geri çevirmiþlerdi.

Akkartal ve Arýkbuða onlarla vedalaþýp, döndüklerinde, evdekiler merakla onlarý bekliyordu. Olan biteni özetleyen Arýkbuða, yarýn erken kalkmak için yatmaða gitmiþ, az sonra da Çiçek Hatun ayrýlmýþtý. Ocak baþý sohbetinde þimdi sadece Tangülü, Sungur, Aytolun ve Akkartal kalmýþlardý.
Sungur gülerek:
     - Demek Kaðan Bögü fena bozuldu Aðabey. Umarým aklýndan bir kötülük geçmese.
Akkartal kararlýlýkla:

- Pek sanmam, çünkü bu hükümdarlýðýný sona erdirmekle kalmaz, akýbeti çok daha kötü olur.

Tangülü kaygýyla:

- Umarým kötü bir þey olmaz. Aytolun kuþkuyla:
- Kaðanýn þahsen bir kötülük yapmayacaðýný, ama baþkalarýnýn bu iþe karýþacaðýndan korkarým.
Akkartal meraklanarak:

- Nasýl yani, yoksa bir bildiðin mi var Abla Haným? Aytolun mütereddit:
- Emin deðilim, ama bu konuda kulaðýma daha önceden bir þeyler gelmiþti. Akkartal ayný tavýr üzere:
- Ne gibi þeyler Abla, daha açýk konuþamaz mýsýn lütfen? Aytolun belleðini düzenleyerek:
- Merhum Kaðan Moyen Çor'un ölümünden bir kaç gün sonraydý. Sarayda yüzlerini göremediðim iki kiþinin konuþmalarýna rast gelip, kulak kabarmýþtým. Bunlar fýsýltýyla "Þimdi herkes Bögü Þad’dan kuþkulanacak, bu da ilerde çok iþimize yarar.”diyorlardý.

Akkartal öfkelenerek:
- Ya, demek öyle. Kaðan bir suikasta kurban gitmiþ desene? Aytolun mahzun ve kaygýyla:
- Sanýrým evet. O kiþiler hala sarayda ise, bunlarýn yine bir kötülük yapacaðýndan korkuyorum.
Akkartal:
-Anlaþýlan sarayda bir takým karanlýk emel kiþiler varmýþ. Bunlardan kimseye daha önce bahsetmiþ miydin Abla Haným?

- Hayýr, çünkü kim olduklarýný görememiþtim. Aralýk duran bir kapýnýn ardýnda ve kýsýk sesle konuþuyorlardý.

Onlar böyle konuþurlarken, tam bu sýrada loþ saray koridorunda on silahlý adam, yalýn kýlýç mihman odalarýnýn bulunduðu tarafa doðru sessizce ilerliyordu. Vakit gece yarýsýný çoktan geçmiþti. Nitekim, Kül Erkin ve maiyetinin konuk bulunduklarý odanýn kapýsýnda durup, beþer kiþilik iki sýra oluþturmuþlardý. Ayný koridorun devamý beþ adým ilerden saða dönüyor ve buradan hemen sola açýlan bir kapýdan Ulutolga ve diðer pirlerin bulunduklarý mekâna girile biliyordu. Silahlý adamlardan öndekiler kapýyý yavaþça aralayýp, seri hareketlerle içeri dalarken, biri dýþarýda kalmýþtý. Karanlýk odada, yeri belli yataklara kýlýç üþürdüklerinde, çok geçmeden afallamýþlardý. Çünkü serili yataklarda kimse yoktu. Ayný baskýný öteki mihman odasýna da yapmýþ ve gene boþ yataklarla karþýlaþmýþlardý. Elebaþlarý nihayet öfkeyle konuþarak:

- Bu bir tuzakmýþ meðer, hemen bulup, gebertin þu melunlarý!



Diye emir vermiþti. Adamlar koridordan cümle kapýsýna doðru hareket etmiþ, hýzla ilerliyorlardý. Kapýya ulaþtýklarýnda geniþ holde, dört yanda, aniden beliren ýþýklarla gözleri kamaþýp, kýlýç tutan elleri gözlerinde, þaþkýnlýkla etrafý seçmeðe çalýþýyorlardý. Bir anda výnlayan oklarý, canhýraþ feryatlar izlemiþ ve on avcý, ava giderken avlanývermiþlerdi. Avlayanlar ellerindeki meþalelerle, yukarý kata götüren halý döþeli taþ merdivene yönelmiþ ve bir araya geldiklerinde bunlarýn beþ kiþilik bir kemankeþ (okçu) ekibi olduklarý görülmüþtü. Sonra onlar yukarki koridorda bir odaya girerken, aþaðýda harekete geçen kalabalýk bir baþka grup, dýþ kapý önlerine serilmiþ olan cesetleri toplamaya, yerlerdeki kanlarý silmeye baþlamýþlardý.

Bu sýrada Arýkbuða'nýn nöbetçilerinden biri gelerek, evin kapýsýný hýzla çalmýþtý. Bakmak için hemen kapýya koþan Sungur, az sonra helecanla geri gelerek Akkartal'a:
- Aðabey hele koþ, sarayda iþler karýþmýþ, bir takým adamlar Kaðandan sonra Kamlarý ve diðerlerini öldürmek istemiþler. Gerçi bunu baþaramayýp, kendi canlarýndan olmuþlar, ama þimdi yolda bulunan Kamlar tehlikede sayýlýrmýþ.

Derken kýþlada hemen alarm verilmiþ, savaþçýlar hemen at binip, dörtnala Ötüken'i terk etmiþlerdi. Baþlarýnda Akkartal ve Sungur olmak üzere, Dergâhtan gelen yirmi genç savaþçý, olasý bir tuzaða düþmeden Kamlara yetiþmek için kýyasýya kamçýlýyorlardý atlarýný.

3.Bölüm


KAMLARIN ÖLÜMÜ

Uzaktan izlendiklerinden habersiz, ýlýman bir havada yavaþtan uçuþarak düþen iri kar taneleriyle börk ve yamçýlarý beyazlaþmýþtý. Ýki Kam ve beþ savaþçý, rahvan yürüyen atlarla sularý coþkun bir çay kenarý boyunca yol alýyordu. Þafak çoktan söküp, tan aðarmýþtý. Çay yataðý giderek derinleþiyor, çevresi küçük bir vadiye dönüþüyordu. Sularý bulanýk Çay biraz ileride, çukurda kalan küçük bir göle dökülüyordu. Ýzledikleri yol gölün yarý çevresini dolaþýp, güneybatýya doðru yöneliyordu. Henüz göle varmadan, sað yanda çýplak bir tepe ve bunun önünde küçük bir koruluk vardý. Yol bu koruluðun hemen dibinden geçerken, alt kýsým bayýrlaþýp, göle inen aðaçlýk ve meyilli bir yamaç halini alýyordu. Koruluða iki yüz adým yaklaþtýklarýnda aðaçlar arasýnda bir takým kýpýrdanmalar görülüyordu. Koruluðun hemen arkasýnda, kayalýk tepenin üst noktasýnda duran bir adam el, kol iþaretleri yaparken fark ettiklerinde duruma dair netameyi anlamaða baþlamýþlardý. Bu bir tuzak olmalýydý. Arkadan ve önden olmak üzere, iki atlý takýmýnýn üzerlerine hýzla gelmekte olduðu görülüyordu. Bizimkiler yavaþ yavaþ pusatlarýna el atarken, sað tarafta yükselen bozlak yamaçtan aþaðý bir sürü atlýnýn daha geldiði görülüyordu. Bütün bunlarýn ne manaya geldiði kesinleþince, Kýlýç piri Gökbörü diðerlerine hitaben:

-Arkadaþlar, üç yönden üstümüze at sürenlerin iyi niyet taþýdýklarýný sanmýyorum. O halde en yakýndakilere varýp soralým.

Demiþ ve ilk olarak aðaçlar arasýnda kaynaþan atlý gurubuna hýþým gibi saldýrmýþlardý. Er meydanýnda her kalkýp iniþte bir can alan kýlýç, kargý ve gürzleriyle Gökbörü, Boran, Tarhan ve Daðhan naralar atarak ilerliyor, ortalarýna kimseyi yaklaþtýrmýyorlardý. Onlar vuruþurken, elinde ok ve yayý, etrafta atýyla dört dönen kemankeþler piri Tarhan, yardým gereken herkese, attýðý oklar hedefi anýnda delerek yetiþiyor, düþmana ölüm yaðdýrýyordu. Fakat düþman sayýsý kýrmakla tükenmiyor, aksine çoðalýyordu. Bu arada arkadan ve yandan gelenler de yetiþip, vuruþma daha bir þiddetlenmiþti. Biraz sonra kýzýla boyanan küçük derecikler aþaðýdaki çaya karýþýyordu.

Þafakla baþlayan vuruþma kuþluk vakti yaklaþtýðý halde devam ediyor, düþman kýrmakla bitmiyordu. Bu zorlu uðraþta bütün yiðitler yara almýþ olmalarýna raðmen, her hareketleri hala bir cana mal oluyordu. Kýlýç piri Gökbörü bir ok, iki de kýlýç yarasý almýþtý. Kargý piri Boran'ýn sýrtýna üç ok isabet etmiþti. Gürz piri Daðhan'a bir kargý, bir de ok deðmiþti. Kemankeþler piri Tarhan'ýn sadaðýnda artýk ok kalmayýp, elde kýlýç yakýn dövüþe girdiðinden, o da türlü yaralar almýþ, lakin hala düþmemiþti. Kamlara gelince; henüz yara almamýþ, ellerinde kýlýçlarý, etraftaki güçlü yiðitlerden oluþan sipere raðmen, ulaþan ataklarý savmaya çalýþýyorlardý. Aldýðý aðýr yaralarýn neþelerini bozamadýðý yiðitler, bir yandan vuruþurken, diðer yandan þakalaþmaya devam ediyorlardý. Gökbörü cenkdaþý Daðhan'a takýlarak:

-Dostum, o sýrtýna saplý duran uzun diken canýný yakacaða benzer, yanýma yaklaþ bari sapýný budayývereyim þunun!

Böyle derken, arkadaþýnýn sýrtýna saplanmýþ olan kargýyý kast ediyordu. O ise buna karþýlýk:

- Gam etme dostum, bizim sýrtýmýzdaki deri iki kat manda gönü zýrhtan bile kalýndýr. Lakin bu ahmaklar bilmez bunu. Dur hele, bak arkanda tamuya yolculanmak isteyen biri daha var. Bari þu garibe de bir iyilik edelim, sonra gene konuþuruz. Onlarý gören Boran ve Tarhan da hemen rakiplerini atlarýndan uçurarak, yan yana gelmiþ ve kalkanlarýný toka yapar gibi tokuþturarak:




- Yaþþa bre! Vur þu kazýrgan (mezar-cehennem) kaçkýnlarýna ki onmasýnlar yiðidim!
Bu sýrada Akkartal ve savaþçýlarý karda at izlerini sürerek hýzla gelmektelerdi. Nitekim er meydanýna ulaþýp, ilk dar beyi arkadan saldýranlara indirmiþ, ablukada aslanlar gibi vuruþan koç yiðitlere yardýma yetiþmiþlerdi. Birden ne olduklarýný anlayamayan bu çakal ve sýrtlan sürüsü, arkadan yetiþen boz kurtlarýn can alýcý vuruþlarýyla çifter çifter eðerlerinden yuvarlanmaya baþlamýþlardý. Bunu ilk fark eden, sýrtýndan ve göðsünden birer ok isabet etmiþ olan Ulutolga olmuþtu. Etraflarýnda vuruþurken aðýr yaralar alýp, artýk yorulmaya baþlayan Salur ve Ögeday'a seslenerek de:

- Dayanýn bahadýrlarým, iþte deli kartal ve diðer koç yiðitlerim de yetiþmiþ, bakýn iþte þurada, kýrýp geçirmekteler azgýn yaðýyý!

Onu sesleniþini diðer yiðitler de duymuþ, bu sözlerle bir kat daha coþarak önlerindeki düþmaný mýsýr saplarý gibi doðruyor, ortaya doðru ilerliyor, daralan ölüm çemberini yarýyorlardý. Arkadan bindiren bu taze kuvvete artýk dayanamayan kalaba düþman, hissedilir bir þekilde erimeye baþlamýþ, fýrsat bulanlar kaçýyor, kaçamayanlar leþini býrakýyordu kanlý meydana. Dakikalar geçiyor, ablukadaki yiðitler mecallerinin son demlerinde bile ölüm saçmaya devam ediyorlardý. Nihayet yekûn düþman bertaraf edilip, bir araya toplanmýþlardý. Aldýklarý yaralarý týmar için koþan genç savaþçýlar, gördükleri manzara karþýsýnda þaþýrýp kalmýþlardý. Çünkü, atlarýndan düþmemiþ olan bu Alp erenlerin hemen hepsi çoktan uçmaða varmýþ, sadece Kamlar son demlerini yaþamaktaydýlar. Hemen atýlarak onlara yardým ve yaralarýný týmar için atlarýndan indirmek istemiþlerdi. Lakin onlar kesinlikle yere inmek istemiyordu. Nitekim güçlükle konuþan Ulutolga:

- Bizi kendi halimize býrakýn yiðitlerim ve sakýn ola ardýmýzdan üzülüp, yas da tutmayýn. Tam bize göre bir terk-i dünya çünkü bu. Müyesser eylediði için yüceler yücesi ilahýmýz Gök tanrý’ya hamd ve senalar olsun. Bundan sonrasýný sizlere býrakýyoruz. Baþkaca öç almayýn sakýn. At ve pusatlarýmýzla bizi böylece býrakýp, dergâhtaki vazifelerinize dönün. Dileriz Tanrý'dan ki, Budunumuz adý ve töresiyle dünya durdukça yaþayýp, payidar olur.

Ulutolga'nýn bu sözlerini puslu gözlerle dinleyen yiðitler, önce onun sonra Kül Erkin'in göðüslerine düþen baþlarýný görüp, onlarýn artýk asumana göçmüþ olduklarýný anlayarak, hep bir aðýzdan:

- Aziz ruhlarýnýz þad, Türk Töresi var olsun!

Bu sözlerden sonra atý önden giden Ulutolga’yý izleyen bu Alp erenler kafilesi kuzeyin sonsuz bozkýrlarýnda meçhul bir yere doðru yola dizilmiþlerdi. Ýhtimal ki, bu asil atlar onlarý, atalarýnýn geldiði, sýr âlemi Ergenekon'a geri götürüyorlardý. Onlarý puslu gözlerle izleyen savaþçýlar, þimdi buradan ayrýlacak, ama sonra mutlaka gene gelip, bu kýzýl hatýrayý, adlarýna balballar dikerek ebedileþtireceklerdi. Onlar oradan henüz ayrýlmýþlardý ki, çevreden gelen birileri, etrafý dolduran onlarca cesedi hemen toplayýp, gölde kaynaþan pirana sürülerine atýyorlardý.

Aniden patlak veren bu inanýlmaz olaylar zinciri dönüþ yolundaki Akkartal'ý bütün bunlarýn sebep, saik ve müsebbipleri üzerinde düþündürmekte idi. Bunu araþtýrmak için ötekileri Dergâha gönderip, Ötüken'e tek baþýna dönmek istiyordu. Ýçlerinden yaþ ve kýdemce en büyükleri olan Tardu'ya:

- Burada ayrýlýp, dergâha dönecek ve benden haber almadan belli iþlerden baþkasýna el atmayacaksýnýz. Ben dönünceye kadar vekilim sen olacaksýn. Tamam mý Tardu?!

- Ama hocam, siz olmadan yolda izde soranlara biz bunlarý nasýl izah ederiz ve dahasý, dergâha ne deriz ? Ne olur birlikte gelseniz. Diyordu.

Akkartal:

- Bunlara dair cevabý benim bizzat vereceðimi söylersiniz. Ben de çok sürmez dönerim zaten. Merak etmeyin.

Çaresiz ikna olan Tardu:

- Baþ üstüne Hocam, siz de merak etmeyin!

- Haydi, yolunuz açýk olsun öyleyse!


ÖTÜKEN TAHTINI KIRGIZLAR ELE GEÇÝRÝYOR

Böylece veda edip ayrýlmýþlardý. O gece zuhur eden zincirleme olaylar baþkentin siyasî çehresini tamamen deðiþtirip, ülke idaresi sabaha el deðiþtirmiþti. Tung Baka Tarkan kaðan ilan ediliyordu.

Olaylar þöyle geliþmiþti: Kýrgýzlarýn taht ve idareyi ele almak istedikleri öteden beri biliniyor ve onlar bu iþlerde, intikam peþinde olan, Tanlung'un yerli akrabalarýný kullanmýþlardý. Fakat, bu adamlar plandan ayrýlarak, Kamlardan önce Kaðan Bögü'yü öldürürler.

Bu düzeni baþlangýçtan beri, gizlice izleyen Tung Baka ve müttefikleri Arýkbuða ve Kutluk Bilge’ye baðlý adamlar, tutumunu sevmedikleri Bögü'yü gözden çýkardýklarý halde, bir bahane ile Kamlarý yola çýkarýp, sonra, kaðana suikast yaptýklarý gerekçesiyle, Tanlung'un yakýnlarýný idam ederler. Bu arada, olan biteni uzaktan izleyen Kýrgýzlar, esasen, kullandýklarý bu Gan-Lu Þan'ýn ana tarafýndan akrabalarýný, sonra yok etmeði kurduklarýndan, gece saraydan ayrýlanlarý onlar sanýp, yolda mahut tuzaðý kurmuþlardý. Çünkü onlara kalsa, güya Kamlarý öldürttüðü için, suç Bögü'ye yüklenecek ve onlar da bu bahane ile onu öldürtmüþ olacak ve böylece kendi iktidarlarý için halk desteði saðlanmýþ olacaktý.

Akkartal Ötüken'e vardýðýnda bütün bunlar olup bitmiþ, dönen dolaplarý ancak Arýkbuða'nýn evinde öðrenebilmiþti. Nitekim, Kam ve hocalarýn hayatlarýna mal olan bu hadiseden ötürü onlara çok gücenen Akkartal, zamanýnda uyarmadýðý için sitem etmiþti. Lakin Arýkbuða, iþin bu raddeye tam bilmese de, her þeye raðmen kamlarýn güvenliði için onlarý kendi evine davet ettiðini, buna uyulmuþ olsa, o elim hadisenin hiç vuku bulmayacaðýný öne sürüyordu.

Arýkbuða bütün bu izah ve özürlerine raðmen Akkartal'ý yeni Kaðan'a biate razý edemiyor, sonunda dargýn ayrýlýyorlardý. Bu durum Sungur ile Tangülü'nü bilhassa üzüyor, ilk fýrsatta onun yanýna, Tengri Daðý'ndaki dergâha kaçmayý kuruyorlardý. Buna iliþkin konuþmalarýný iþiten anne Çiçek Hatun, bunu kocasýna haber verince, onlarýn göz hapsine alýnmasýna yol açmýþ, Arýkbuða bilahare, bir taliplisi çýkarsa Tangülü'nü evlendirmeye karar veriyordu. Bir talipli esasen dünden hazýrdý, fakat, Akkartal'ýn yavuklusuna göz koymak kolay yutulur bir lokma deðildi. O nedenle bunu asla dýþarý vuramayan bu talipli, Arýkbuða'nýn özel birliklerinin komutaný, binbaþý Kýyandan baþkasý deðildi.

Akkartal sonunda dergâha dönmüþ, hocalýðý ele alýp, tedrisata baþlayalý aylar geçmiþti. Tangülü'nü buna raðmen unutamamýþtý, lakin Ötüken’le aralarý soðumuþ olduðundan, kimse kimseye gidip gelmiyor, olan bitenden haber dahi alamýyordu artýk. Orada bulunduklarý sýrada, bunu öðrenmiþ olan baþyaver Tardu, onu dalgýn ve düþünceli görüp, üzülüyor, buna bir çare bulmak istiyordu. Fakat Akkartal'ýn onur meselesi yaparak, Tangülü gibi, her bakýmdan üstün nitelikli bir güzeli unutmasýnýn kolay olmayacaðýný da bildiðinden, bunu ilk fýrsatta kendisiyle konuþmak istiyordu. Nitekim bir gün yalnýz kaldýklarýnda, sözü döndürüp dolaþtýrýp, o konuya getirerek:

- Hocam, belki bana kýzacaksýnýz ama, sizi bazen derin düþünceler içinde, mahzun görüyorum. Acep, buna sebep Arýkbuða'nýn kýzý Tangülü Hatun mu ola?

Akkartal uzun zamandýr bu ismi bir baþkasýnýn aðzýndan duymadýðý için, bir an þaþýrarak ona bakmýþ ve sonra kaþlarý çatýlarak:

- Demek bu kadar kesin gözlemler yapabiliyordunuz kâhin Beð?

- Hayýr Hocam, bunun kâhinlikle bir alakasý yok, nerede bende o kabiliyet. Bunu, hem orada bulunduðumuz sýrada kendim hissetmiþ, hem de Sungur buna dair bir þeyler çýtlatmýþtý. Onun için. Þimdi kaç zamandýr, kim bilir o bahtsýz da ne elemler içinde yanmaktadýr Hocam?

- E, eh. Ne yapalým yani bunun için? Her halde onu kaçýrýp, buraya getirelim diyecek deðilsin?

- Neden olmasýn Hocam?

- Haydaa! Bize yakýþýr mý bu Tardu, deli olma?

- Yakýþmayacak nesi kaldý Hocam? Bu sevdayý duyup bilmeyen mi kaldý bu ülkede. Babasýnýn onayý mümkün deðilse, biz de gider kaçýrýrýz olur, biter.

- Sahi mi bu dediðin Tardu, yani bunu baþka bilenler de mi vardý?

- Hocam, galiba aðýr iþitir oldunuz, ülkede bilmeyen kalmadý diyorum. Hem kimse yakýþtýramýyor size böyle biçare, sevdiðinden ayrý ve özlem içinde yaþamayý. Ýnanýn bana. Bir emir verin bu yeter.

Tardu'nun bu sözleri karþýsýnda bir an içini çeken Akkartal, sonra kýsaca:

- Tamam Tardu. Þimdi beni yalnýz býrak da bir düþüneyim.

Bu sýrada Arýkbuða Ötüken'de, geçen bunca zaman içinde bu sevda unutulmuþtur sanarak, göz hapsini kaldýrýp, serbest býrakmýþtý artýk Tangülü'nü. Fakat çok yanýlmýþtý. Zira, biraz av etmek bahanesiyle, sabah erken at binen Sungur ile Tangülü, akþam olduðu halde geri dönmemiþlerdi halen. Nitekim bu durumdan kuþkulanan Arýkbuða, onlarý bulup, hemen getirmeleri emriyle, Kýyan komutasýnda bir süvari birliði gönderiyordu arkalarýndan. Tangülü ile Sungur oysa bu sýrada, Altaylara doðru doludizgin at sürüyor, takip eden olursa, yönlerini hemen bulamasýnlar diye de, önce güneye, sonra Batýya ve daha sonra güney- batýya dönüyorlardý. Niyetleri Tengri daðýnda bulunduðunu öðrendikleri o meþhur dergâha gidip, Akkartal'ý bulmaktý. Bu menzile eriþmek için izlenecek olan güzergâhý daha önce kýsmen de olsa öðrenmiþ olan Sungur, yollarýnýn ilk etapta Urumçi, Turfan ve Karaþar'dan geçeceðini de biliyordu. Bunlarý, aklýnda tutmasý için Tangülü'ne de söylüyordu. Yollarda, yönlerini kaybedecek olurlarsa, rastladýklarý yolcu veya çobanlardan soracaklardý.

Sunkur artýk iyice yetiþmiþ, tam bir avcý olmuþtu. Bunun yaný sýra babasýndan kýlýç dersleri de almýþ, ananevi ölçülere göre, savaþçýlýkta kayda deðer ilerlemeler göstermiþti. Tangülü'nün iddialý olduðu dallar okçuluk ve at biniciliði idi. Yanýnda daima taþýdýðý sadak dolusu demir temrenli oklarý, iyi bir yayý ve sivri uçlu keskin bir býçaðý vardý. Baþýndaki beyaz kuzu postundan börkü, uzun saçlarý, mevzun beden ölçüleriyle, beyaz kýsraðý üzerinde tanrýça Ayzýt kadar albenili görünüyordu. Fakat uzaktan onu gören, gerçek bir avcý sanabilirdi kendisini.

Gene Bahar gelmiþ, boz kýrýn her yaný taze ot ve çiçeklerle bazenmiþ, yüksek daðlarda eriyen karlar, yazýn kuruyacak olan birçok derecikler meydana getirmiþti. Tangülü

Akkartal'ý görmeyeli iki kýþ geçmiþ, onu pek çok özlemiþti. At üstünde, bitmez tükenmez gibi görünen yollar ona hiç öyle görünmüyor, sanki her dað eteðini dönüp, her tepeyi aþýnca ona rastlayacakmýþ gibi heyecan nöbetleri geçiriyordu. Fakat bu gerçek olmayýp, küçük hayal kýrýklýklarý yaþasa bile yeise düþmüyor, ümit ve sevincini kaybetmeden yol alabiliyordu. Sungur çok daha neþeliydi. Kâh önü sýra uçmakta olan kuþlarý yakalamak için at sürüyor, kâh ýlgarla giden atýn eðerinde dikiliyor, bazen da yere eðilerek, kopardýðý bir kýr çiçeðini ablasýna ikram ediyordu. Gerçi heybelerinde daima olduðu gibi, gene azýk olarak kuru et, tuz ve çavdar ekmeði bulunuyordu. Ama onlara daha ziyade, avlanmanýn mümkün olmadýðý yerlerde ve belki bir pýnar baþýnda müracaat ediyor, yoksa daha çok taze kýzartýlmýþ av etleriyle karýn doyuruyorlardý. Doludizgin takipçiler, kimi zaman sorarak, kimi zaman iz sürerek peþlerinden gelirken, aralarýndaki mesafe giderek azalýyordu. Zira, Ötüken'den çýkýþta denemiþ olduklarý þaþýrtma taktiðine raðmen, asýl hedefleri takipçilerce tahmin edilmiþ olduðundan, zaman kaybýndan baþka bir iþe yaramamýþ gibiydi.

Bu esnada, nihayet karar vermiþ olan Akkartal Ötüken'e gitmek için yola çýkmýþtý. Tardu'nun bütün ýsrarlarýna raðmen, yanýna kimseyi almak istememiþti. Karaþimþek ve Akkartal iki yýldan beri uzun yolculuklar yapmayýp, bu tür serüvenleri de hayli özlemiþlerdi hani. Ötüken yollarýný neredeyse ezbere bilen Karaþimþek, mevsimin de coþkusuyla adeta rüzgârdan kanatlarý varmýþçasýna süratliydi. Nihayet bir gün sonra Karaþar'a vardýðýnda, daha önceleri de konaklamýþ olduðu Kýzýlhan'da mola vermiþti. Burada durmasýnýn bir nedeni de, epeydir uzaklaþtýðý ülke hayatýndaki gidiþata dair sondalamalar yaparak, halktan olup bitenler hakkýnda taze malumat almaktý.

Hanýn önünde yer alan kameriyede, güzel havadan istifade etmek isteyen baþka yolcular ve bir kaç da müdavim oturmuþ, alçak masalarda hem sohbet ediyor, hem yemek yiyorlardý. Müdavimlerden biri, kamýþlý kapýdan az önce giren Akkartal'ý hemen tanýr ve yanýndaki yolculara usulca:

- Gelenin kim olduðunu bildiniz deðil mi?

Derken, yanýtý kendisi vererek; Koca Tuðrul Dergâhý’nýn yeni Hocasý Akkartal. Açýklamasýný yapýyordu.

Yanýndaki üç kiþiden biri:

- Bilgiçlik taslamaya ne hacet, Akkartal'ý tanýmayan mý var sanki. Ama epeydir ortalýða çýkmayýp, kendini dergâh iþlerine verdiði söyleniyordu.

Derken, bir diðeri:

- Payitahtýn Kaðan deðiþtirmesi esnasýnda olanlardan ötürü, Ötüken’le arasý soðukmuþ. Diyordu.

Onlar böyle kendi aralarýnda konuþa dursunlar, bu sýrada yan masada, oturduðu yerden kalkan, uzunca boylu, omzunda kýlýç kabzasý görünen, vakur bakýþlý baþka biri yavaþça ona yaklaþarak:

- Adým Tuðçe, Külüg Bilge Noyan'ýn Binbaþýsýyým, sizi tekrar gördüðüme çok sevindim Akkartal Beð! Derken, elini uzatmýþtý.

Akkartal kendisini tanýyýp, adýyla hitap eden bu adama nezaketle davranýp, oturmasý için masasýna buyur etmiþ, sonra da:
- Payitahtta durumlar ne âlemde Binbaþý, her halde siz bizden daha ilgilisinizdir orasýyla?
Binbaþý bu karþýlýða tam inanmamýþ gibi bir eda ile bakarken, cevaben;
- Durumlar idare eder sanýrým, fakat gönül isterdi ki daha iyi olsun. Ha, Noyanýmýz Külüg Bilge, bilhassa bir tavrýnýzdan ötürü, sizden övgüyle bahseder, bilmem tahmin edebiliyor musunuz bunun nedenini.
- Olabilir. Fakat izin verirseniz, benim sizden sormak istediðim baþka bir þey daha var?
- Tabii ki, buyurun!

- Noyan Arýkbuða, hali keyfi nasýldýr, halen sað ve esen midir, diye soracaktým. Bu soru üzerine býyýk altýndan gülen Binbaþý, sonra özür dileyerek:
- Ýlâhî Akkartal Beð, buna daha açýkça; görüþmeyeli beri Tangülü haným nasýldýr, deseydiniz ya?

Bu kez de hicapla gülümseyen Akkartal olmuþtu. Sonra gene Binbaþý:

- Haklarýnda kulaðýmýza ulaþan kötü bir þey olmadý, o halde sað ve esen olmalýlar, ama .... Evet, bir de amasý varmýþ bunun. Sanýrým anlýyorsunuzdur artýk.
- Sanýrým anlýyorum, teþekkür ederim.
- Yo, bu yetmez beyim, bana teþekkür edeceðinize, gidip o ama'ya bir çare bulunuz, hem mümkünse daha fazla gecikmeden.

Böylece öðreneceðini öðrenmiþ olan Akkartal, akabinde Binbaþýya veda ederek, Turfan ve Beþbalýk istikametine giden yola düþmüþtü.

Bu sýrada Sungur ve Tangülü amansýz takipçilerinden habersiz ilerliyorlardý. Kýyan'ýn komutasýnda bulunan birlik, beþi izci olmak üzere, onbeþ kiþiden müteþekkil idi. Neredeyse gece gündüz demeden yol alýyor olduklarýndan, aralarýnda artýk bir kaç saatlik mesafe kalmýþtý. Sungur ve Tangülü bu sýrada Altaylarý geçmiþ, Urungu'ya doðru gidiyorlardý. Akþam olmuþ, güneþ batmak üzereydi. Atlar da artýk iyice yorulmuþtu. Bu bölgelerde Þato Türkleri meskûn olup, çoðunluk göçebe olarak yaþýyorlardý. Altay Daðlarý’nýn yeþil etekleri koyun sürüleri, at yýlkýlarý ve yak öküzlerinin otlaklarýydý. Atlý çobanlar yanlarýndan geçen iki atlýya dikkat etmemiþ, nereden gelip, nereye gittiklerini sormamýþlardý bile. Onlarýn kuzeyinde Kýrgýz Türklerinin yurdu vardý. Onlar da geniþ steplerde çoklukla hayvan yetiþtirip, avcýlýk yaparak geçinirlerdi. Hava serin ve giderek soðuyordu. Çünkü esen yeller yüksek tepelerde bulunan kar örtüsünü yalayýp geçerken, bu arada soðuyor ve bu aþaðýlara taþýnýyordu. Ýyi ki yanlarýna kürk almayý ihmal etmemiþlerdi. Yoksa halleri yamandý. At sýrtýnda iyi uyunamayacaðýna göre, gecelemek için dulda bir yer bulmalarý gerekiyordu. Bunun için yöne kulak asmadan, ileride gördükleri kuytu bir aðaç ve kayalýk bir yere sürmüþlerdi atlarý. Nitekim gün battýðýnda küçük bir dere kenarýnda, yaþlý büyük aðaçlar ve yüksek kayalarýn arasýnda gizli bir oyuk bulmuþ, atlardan inip, etrafý kolaçan ederek, orada konaklamayý düþünüyorlardý. Arkalarýndan gelen takipçiler, rastladýklarý çobanlara alaca karanlýkta onlarý sormuþ, lakin belirsiz ve yekdiðerini tutmayan cevaplar almýþ, sonra en makul istikamet olarak gördükleri, güneye doðru devam etmiþlerdi. Çünkü Tengri daðý yöresine gitmek isteyen bir yolcunun her halde burayý izleyeceðini var saymýþlardý. Fakat bizimkiler az kuzeyde bulduklarý dulda kayalýkta mola vermiþ, orada istirahata geçmiþlerdi.

Bu sýrada Akkartal, Karaþar-Urumçi arasýnda kalan yoldaydý. Son anda yön deðiþtirip, Beþbalýk'a uðramadan kuzeydeki Urumçi þehrine yönelmiþti. Bu araziler, Turfan dâhil çok verimli ve bitek topraklardý. Etraf baðlýk bahçelik, çok geniþ bir vadi görünümünde ve sulaktý. Nüfusun daha yoðun olmasý ve yollarýn iþlekliði, yol boyunca bir çok han kurulmasýna sebep olmuþtu. Akkartal üçüncü defa gecelemek için bu hanlardan tanýdýðý Beþpýnar hanýný tercih etmiþti. Fakat buraya ulaþmak için biraz daha ilerlemek icap ediyordu.

Nitekim sabahýn ilk ýþýklarý ve kuþ sesleriyle uyanan Sungur, ayý postundan tabaklanarak, yapýlmýþ olan kürküne sarýnmýþ olarak halen uyuyan ablasýna sevgiyle baktýktan sonra, kahvaltý hazýrlamaya giriþmiþti. Aradan çok geçmemiþti ki, Tangülü'de esneyip, gerinerek uyanmýþ, mahmur gözlerini ovuþturuyordu. Bu sýrada dere kenarýna inmiþ olan Sungur'u göremeyince bir an tereddüt ederek, ona seslenmiþ ve cevap alýnca rahatlamýþ, az sonra da kalkýp yanýna gelmiþti. O anda balýk avýyla meþgul olan Sungur ablasýna fýsýltýyla:

- Ablacýðým günaydýn, þurada saklananý da avlarsam, az sonra güzel bir sofra donatýrýz. Derken, eli gerili yayda tetikte, gözleri ise durgun suya nüfuz etmekteydi.

Tangülü sessizce yanýna yaklaþtýðýnda, onun üç tane iri balýk avlamýþ olduðunu görmüþtü. Gerçi derenin bu kesiminde balýk boldu, ancak çoðunluk açýkta dolaþanlar dahaca küçüktüler. Derken Sunkur'un oku saldýðý görüldü ve akabinde suya dikey girmiþ olan okun, hedefe isabetiyle su yüzeyine yükselmesi ve yana yatmasý ardýndan, iri bir aynalý sazanýn su üstündeki son çýrpýnýþlarý izlenmiþti. Hemen suya eðilen Sungur, onu okla beraber dýþarý almýþ ve:

-Bu iþ tamam, haydi hemen ateþi yakalým þimdi. Tangülü:
- Sen ateþi yakmaya bak, ben bu arada balýklarý temizce ayýklayýp, geleyim, olmaz mý? Demiþti.

Sunkur bunu memnuniyetle onaylamýþ ve etraftan çalý çýrpý toplamaya baþlamýþtý. Bu sýrada aðaçlarýn arasýnda serbest duran atlarýn yanýna gelince, onlarýn da boþ durmayýp, çevrelerinde ot yaprak ne buldularsa, bunlarla karýn doyurmaya çalýþtýklarýný görmüþtü. Nitekim çok sürmeden doymuþ olarak, tekrar atlara binmiþ ve güneye doðru yola revan olmuþlardý.

Bu sýrada Kýyan ve adamlarý gece yarýsýna kadar at sürmüþ olduklarýndan, artýk önlerine geçmiþ bulunuyorlardý. Nitekim onlar da bulduklarý doðal bir mekanda gecelemiþ ve sabah erken uyanarak, etrafý araþtýrmaya baþlamýþlardý. Ama nihaî hedefleri belli olduðundan fazla vakit kaybetmeyip, tekrar ileri, Urumçi istikametine yollanmýþlardý. O sýrada çoktan yola çýkmýþ olan Akkartal, bir günlük mesafede, ayný güzergah üzerinde ve tam karþýlarýndan gelmekteydi. Bu durumda iki tarafýn, her hangi bir nedenle yol deðiþtirmemeleri halinde, karþýlaþmalarý kaçýnýlmazdý. Fakat aradaki mesafe az olmayýp, her þey olasý sayýlýrdý.

Sunkur ve Tangülü rahvan yürüyen atlarýyla ayný güzergah üzerinde yol alýrken, arkalarýnda gelmekte olan doludizgin atlýyý fark edince kenara çekilmiþlerdi. Fakat gelen atlý onlarý hemen tanýyýp, hýzýný kesmiþ, yanlarýna gelince durarak:

-Sungur Beð ve Tangülü Hatun, siz ha!? Diye sesleniyordu. Sunkur onu tanýyýnca gülerek, Tangülü'ye:
-Abla, bu, gezgin Okyaran dýr. Ötüken’de tanýmayan yoktur onu. Akkartal'a yoldaþlýk yaptýðý bile söyleniyor.

Bunlarý dinlerken bir an yüzü kýzaran Okyaran, sonra gülerek:

-Kýyan ve adamlarý henüz size rastlamamýþlar demek. Belki bunu bilmiyordunuz bile, ama þu sýrada her yerde sizi aramaktalar, haberiniz olsun. Hem sahi, siz nereye gitmektesiniz böyle?

Bu soru üzerine muhataplarýnýn tereddüt ettiklerini görünce:

- Bana kalýrsa Tengri daðýna, Akkartal'ýn yanýna, deðil mi? Diye tahmin yürüten
Okyaran'a cevaben Sungur:

- Diyelim ki öyledir, ama bu seni neden alakadar ediyor, onu anlayamadýk
Okyaran Beð?

- Bu da sorulur mu Sungur Beð. Deðil mi ki biz Akkartal'ýn can dostu ve her þeyden haberliyiz, belki bir yararýmýz olur, diye kalkýp, rast geliriz ümidiyle yola revan olmuþ ve þükür, iþte böyle bulmuþuz sonunda sizleri de.

Sunkur duyduklarýndan memnun gülerek:

- Öyle ise çok sað ol, ama bilmem ki sana ne iþimiz düþerdi Okyaran Beð? Okyaran gülümseyerek:
- Hiç kuþkunuz olmasýn bundan Sungur Beð, bu uzun ve zorlu yollarý bizden iyi bilen az olur çünkü. En kestirme yollardan oraya ulaþmanýzý saðlamak için ben hazýrým.

Sunkur onaylar anlamda Tangülü'ne baktýktan sonra:

- Pekala, haydi gidelim o halde!

Derken, yeniden hýzlanarak, Okyaran'ýn ardýna düþmüþlerdi. Okyaran bu hüsnü kabulden ötürü kendini talihli sayýp, hayatýnýn en önemli görevini üstlenmekten ötürü çok mutluydu. Çünkü böylece, Akkartal adlý o efsane kahramaný ile tanýþma ümidi güçleniyor, hatta bu fýrsat nihayet yakýnda çýkacak gibi görünüyordu. Oymaðýndan ansýzýn yola çýkýp, at sýrtýnda uzun yollar kat etmesinin sebebi zaten baþkasý deðildi. Akkartal'ý ilk defa Sançar’dan dinlemiþ ve ona hayran olmuþtu. Sonra merakýný yenemeyip, onu bulmak ve mutlaka tanýþmak için yollara düþmüþtü. Lakin aylar geçmesine raðmen aramalarý sonuç vermeyip, ona rast gelememiþti bir türlü. Nitekim buna dair ümidi artýk yeise dönüþmeðe baþlýyordu ki bu fýrsat çýkmýþtý karþýsýna. Olurdu ya, þayet bu arzusu gerçek olup, sonra bir gün tekrar oymaðýna dönünce, Sançar dâhil, köyün bütün gençleri ona kim bilir ne kadar gýpta ederlerdi. Bunlarýn hayali bile ona yetip, o an duyduðu mutluluk içine sýðmýyordu.

Aradan saatler geçmiþ, günün ikindi vakti yaklaþmýþtý ki, Kýyan ve adamlarý karþý yönden tozu dumana katarak gelmekte olan bir atlý görmüþlerdi. Aralarýndaki mesafe yüz adýma inince bu gelenin Akkartal olabileceðine dair tahmin yürütenler çýkarken, elli adýma gelince, onu tanýmayan kimse kalmýyordu. Bu sýrada o da onlarý tanýmýþ ve on adýmda gem kasmýþ, Karaþimþek þahlanarak dururken;

- Bu ne hal, nereden gelip, nereye gidersiniz Kýyan Beð? Demiþti. Kýyan cevap vermekte önce tereddüt etmiþ, lakin sonra:
- Noyanýmýzýn buyruðu ile Urumçi ye gideriz. Ýlteber Baytu'ya Kaðan'ýn bir emrini teblið etmekle görevliyiz. Ya siz ne yana Akkartal Beð?

Akkartal cevaben:
- Kesin belli deðil, belki Ötüken'e gider, vaktim olursa Noyan Arýkbuða'ya da uðrarým.

- Ya, demek öyle. Fakat Noyan Arýkboða'nýn sizinle görüþeceði bir husus bulunduðunu pek sanmam. Diyen Kýyan, ona bundan vazgeçmesini ima ediyordu.

Fakat Akkartal:
Olabilir, ama bu hiç fark etmez, Ötüken’de muhatabým tek o deðildir çünkü. Kýyan dudak bükerek:
- Kaðanla aranýzýn iyi olmadýðýný da duymuþtuk.

- Her duyduðuna inanýp, alakadar etmeyen konulara karýþacaðýna, sabrýmý taþýrmadan yoldan çekilsen çok iyi edersin. Hadi davranýn þimdi!

Akkartal'ýn tavrý ve bu kat-î emri karþýsýnda birden ürperen takipçiler, ister istemez yolun kenarýna çekilmiþlerdi. Adamlarýnýn ürkmesi karþýsýnda yalnýz kalan Kýyan, bu kez alttan alarak:

- Beðim, bizden haber vermesi, gene de siz bilirsiniz ! Diyordu.

Yerinde duramayýp, þaha kalkan atýna tekrar yol veren Akkartal, arkasýnda bir toz bulutu býrakarak ileri atýlmýþtý. Onun arkasýndan gizli bir kinle bakan Kýyan, yanýnda o an kimse bulunmamýþ olsa, sadaðýndan hemen bir ok çekip, onu arkadan vurmaða kalkýþabilirdi. O nedenle, yanýnda bulunanlara için için kýzýyordu. Oysa onlar, Kýyan’ýn bu düþüncelerinden habersiz, görevlerinin ise Akkartal'a sataþmak olmayýp, kaybolan gençleri bulmak olduðunu biliyorlardý. Kýyan bu sýrada durmadan düþünüyor, bu meseleye bir hal çaresi bulmak istiyordu. Tangülü'nün onu istemeyiþi bir yana, hesabýna göre, sorunun çözümü Akkartal'ýn ortadan kalkmasýna baðlýydý. Ama bu hiç de kolay görünmüyordu. Bir an, bir bahane uydurup, tek baþýna geri dönerek, þansýný denemeyi düþündüyse de, bundan tez vazgeçiyordu. Zira istese de artýk Karaþimþek gibi, koþuda eþsiz bir ata yetiþmesi mümkün olmazdý. Nitekim, belki Tangülü ve Sungur'u ileride tesadüf ederiz, diyerek, atýný tekrar mahmuzluyordu.

Öte yandan, Akkartal hýzla yol alýrken, Kýyan'ýn tavrýný düþünüyor, bu taraflarda bulunmalarý konusunda yaptýðý açýklama inandýrýcý gelmiyordu. Baþka bir amaçlarý olduðunu sezse de, bu, aklýna en son gelecek ihtimal, olacaðýndan, ne olduðunu bilemiyordu. Bir süre böylece yol almýþtý ki, karþýdan gelmekte olan üç atlý görünmüþtü. Çok sürmeden karþýlaþtýklarýnda, bunlarýn kara çarþafa benzer, kukuletalý giysileri içinde üç Keþiþ (rahip) olduklarýný görmüþ, gem kasarak yanlarýnda durmuþtu. Keþiþler karþýlarýnda heybeti yürek oynatan silahlý cengaveri gördüklerinde, kendilerine bir kötülük yapacaðý zannýyla korkmaða baþlamýþlardý. Daha ilerilerde gene böyle birine rast gelip, buna bin piþman olmuþlardý. Çünkü o; "Demek Budun’u yoldan çýkarýp, töreden soðutanlar sizlersiniz" diye, sorgusuz itham ederken, elindeki kamçý sýrt ve baþlarýnda patlamýþ, canlarýný fena yakmýþtý. Fakat bunun kem gözle bakmasý þöyle dursun, kendilerini selamlayýp, hal hatýr etmesini cana minnet saymýþlardý.

Sonra içlerinden en yaþlý olaný:

- Yiðidim, seni görünce çok korktuðumuz için kusura kalma. Çünkü daha önce yolda birine çattýk ve sýrtlarýmýzda halen onun kamçý izlerini taþýmaktayýz. Diye yakýnmýþtý.

Akkartal buna inanamayýp, gayr-i ihtiyari gülüþünü tutarak:

- Öyle mi, buna sebep neydi peki?

- Yiðidim, onun yurttaþlarýnýn yoldan çýkýp, kendi törelerinden soðumasýna sebep güya bizlermiþiz. Halbuki bizim bunda ne suçumuz olabilir. Hem öyle bir kastýmýz da hiç olmadý inan ki.

- Ya, demek öyle. Nerede rastlamýþtýnýz peki ona?

- Ýlk olarak dün, Altaylarý geçerken rastlamýþtýk. Aksi tesadüf bu ya, biraz önce gene çýkmaz mý karþýmýza. Ama bu kez yalnýz deðil, yanýnda görkemli bir bayan ve gençten bir de avcý vardý. Bizi gördüðünde gene kýzarak, yanýnda bulunanlara hitaben ne yazýk ki; "Sungur Beð, þu melun keþiþleri görüyor musunuz, kökünü kazýmalý bunlarýn" diyordu.

Akkartal:

- Hýmm, demek öyle diyordu. Halt etmiþ. Neyse, sonra hangi yoldan gittiler demiþtiniz Keþiþ baba?
     - Biraz geriden güney-batýya yol ayrýlýyor, iþte oradan. Yani bu hesapla þimdi, þu karþýda görünen tepenin öte yanýnda bir yerde olmalýlar, tabii eðer sonra baþka yöne sapmadýlarsa.

- Sað olun, ben o densize rast gelirsem size yaptýklarýnýn hesabýný sorarým, siz hiç merak etmeyin keþiþ baba!

Derken onlardan ayrýlan Akkartal, yoldan hemen saparak, atýný iþaret edilen tepeye doðru sürüyordu. Bir an önce onlarý bulmak ve merakýný gidermek istiyordu. Ad ada benzerdi lakin, yanlarýnda bir de bayan bulunmasý ve o an hatýrladýðý Tangülü'nün bazý sözleri ile Kýyan ve adamlarýnýn yolda görülmesi, onu kuþkulandýrmaða baþlýyordu. Nitekim tarif edilen tepenin arka yüzünden giden yola ulaþan Akkartal, az sonra ilerlemekte olan üç atlýyý görecek duruma geliyordu. Bizimkiler, arkalarýndan doludizgin gelmekte olan atlýyý fark ettiklerinde, güneþ batmak üzereydi. Alaca karanlýkta, alçaktan uçan bir kara kartal gibi koþan kara þimþeði tanýyabilecek göz zor çýkardý. Derken yaklaþan atlýya yol vermek için kenara çekilip, durmuþlardý. Bu gelenin Akkartal olacaðý akýllarýnýn ucundan geçmediðinden olacak, onu elli adým mesafeye geldiði halde bile henüz tanýyamamýþlardý. Fakat az sonra Sungur ve Tangülü ayný anda çýðlýk atarak:

- Tanrým, meðer bu gelen Akkartal'mýþ! Diyorlardý.

Nitekim yanlarýna varýnca gemi kasýlan at þahlanarak durmuþ, hemen yere atlayan Akkartal onlarý tanýmýþtý lakin, hala gördüklerine inanmayarak:

- Hey kimleri görüyorum karþýmda. Tangülü, Sungur, siz ha? Tanrým, inanýlýr gibi deðil. Demek, en ufak ihtimaller bile bazen gerçek olabilirmiþ. O Keþiþlere rastlamasam, kim bilir þimdi nerelerde olurdum.

O an Okyaran, ilk kez yakýndan gördüðü Akkartal'ý hayranlýkla süzerken, keþiþler sözünü iþitince, birden;

- Keþiþler mi? Diye soruyordu.

Bu sýrada Akkartal ona dikkat edip, keþiþlerin bahsettiði o zorbanýn þu karþýsýnda duran irikýyým genç olduðunu anlýyordu.

Nitekim memnun gülerek:

- Evet dostum, anlaþýlan, sen ve o keþiþler, bilmeden buluþmamýza yardým ettiniz. Çok sað olun.

Derken tekrar hareket edilip, olayýn gerisini yolda konuþarak gülmüþlerdi. Takip ettikleri yol daha kestirme, lakin, sarp ve kayalýk yerlerden geçiyordu. Nihayet giderek yükselen daðý aþýp, bir düzlüðe ve tekrar iniþe geçtiklerinde gün batmýþ, yavaþ yavaþ akþam karanlýðý basýyordu. Burada ay doðarken tekrar güneye yönelip, Urumçi ye þafak sökerken varmýþlardý. Orada verilen kýsa bir moladan sonra yola devamla, Kýzýl han’a ancak gün batarken vasýl oluyorlardý. Tangülü ve Sungur yemek yiyip, istirahat etmek için yukarýdaki bir odaya çýkarken, Akkartal ve Okyaran geldiklerini duyarak, hemen oraya gelen Binbaþý Tuðçe'nin yanýnda kalýp, onunla biraz daha konuþmak istiyorlardý.
Binbaþý neþeyle konuþurken:
- Bilmem bundan haberiniz var mýydý, ama Noyan Arýkbuða'nýn adamlarý da buralarda ve sanýrým þu an Aslanlý hanýnda konaklamýþlar. Onlar da sizinkilerin peþindeler imiþ. Bu durumda ne yapmalý dersiniz Akkartal Beð?

- Demek öyle. Buralara kadar gelmiþler. Sanýrým bizim dergaha kadar gitmek niyetindeler. Çünkü beni þu sýrada Ötüken yolunda,Sungur ve Tangülü'nü ise dergaha gidiyor sanmaktalar.
Binbaþý:
- Bunu nereden bilecekler, yolda mý rastlaþtýnýz yoksa onlarla?
- Evet, Urumçi yakýnlarýnda karþýlaþtýk. Ama, nereye gittiklerine dair soruma cevaplarý baþkaydý.
Binbaþý gülerek:
- E, tabii ki öyle yapacaklardý, deðil mi ya? Þimdi de Akkartal gülerek:
- Haklýsýnýz galiba Binbaþým. Artýk onlarla sabah görüþürüz.

- Evet, siz yorgun olmalýsýnýz, isterseniz buyurun istirahat edin, sabah olunca bir ara onlarla görüþür, bir haber anlatýp, geri postalarýz, olur biter.

Bu fikirde mutabýk kalýp, ayrýlmýþlardý. Sabah erken kalktýklarýnda Binbaþý Tuðçe oradaydý. Akkartal ve Okyaran ayný mahalde istirahat etmiþ, birlikte aþaðý inmiþlerdi.
Binbaþý iyi haberle gelmiþti:
- Noyanýn adamlarýna haber salýp, Sungur Beð ve Tangülü Hatun'un sizinle birlikte, konuðumuz olduklarýný, bu durumda en iyisi hemen geri dönerek, Noyan Arýkbuða'ya bizden selam götürmelerini tembihlemiþtim. Az önce at binip, döndükleri haberi geldi. Nasýl, umarým bunda bir yanlýþlýk olmamýþtýr?
- Bilakis, yerinde davranmýþsýnýz, teþekkürler Binbaþým!

-Evet, artýk teþekkürünüzü kývançla kabul edebilirim Akkartal Beð. Durun þimdi de ben sizi tebrik edeyim. Ama bu henüz iþin baþlangýcýdýr. Bilahare yapacaðýmýz Toy-düðün her þeye bedel olup, bütün kýtada duyulmalýdýr.

Nitekim esenlik içinde dergaha ulaþýp, gerekli hazýrlýklardan sonra, yedi Budundan gelen davetliler eþliðinde, dillere destan bir düðün yapýlýp, Kam Ulutolga'nýn da dilemiþ olduðu gibi, kutsal Töre ve bu topraklara sahip çýkacak erler yetiþtirmek üzere, Akkartal ile dünyalar güzeli yavuklusu Tangülü mutluluðun þahikasýnda evlenerek, dünya evine girmiþlerdi...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazýda yazanlara katýlýyor musunuz? Eklemek istediðiniz bir þey var mý? Katýlmadýðýnýz, beðenmediðiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düþündüðünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazýlarý yorumlayabilmek için üye olmalýsýnýz. Neden mi? Ýnanýyoruz ki, yüreklerini ve düþüncelerini çekinmeden okurlarýna açan yazarlarýmýz, yazýlarý hakkýnda fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloða geçebilmeliler.

Daha önceden kayýt olduysanýz, burayý týklayýn.


 


ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.

Yazarýn tarihsel roman kümesinde bulunan diðer yazýlarý...
Tanrý Daðlý Akkartal 1. Bölüm
Tanrý Daðlý Akkartal 2. Bölüm
Tanrý Daðlý Akkartal 4. Bölüm

Yazarýn diðer ana kümelerde yazmýþ olduðu yazýlar...
Savaþçýnýn Ýntikamý [Öykü]
Askerlik Macerasý... [Öykü]
Açý ve Usta [Öykü]
1.Bölüm: Çatal Yürek [Öykü]
Ademin Akýbeti [Öykü]
[Eleþtiri]


Hüsrev Özel kimdir?

Yazma tutkusu olan herkes gibi, bu yolda bir çok cefayý bedel olarak ödemiþ biriyim.

Etkilendiði Yazarlar:
Bir çok iyi yazar var, lakin H.N.Atsýz ve P.Safa'nýn yeri baþkadýr nezdimde.


yazardan son gelenler

yazarýn kütüphaneleri



 

 

 




| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk

| Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim Yapým, 2024 | © Hüsrev Özel, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr.
Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz.