Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau |
|
||||||||||
|
Başlarda, daha seni daha tanımaz lafını duyarken girdin kanıma. İnsanların ağızlarından dökülen kelimeler ne denli sıradan imgeler yaratmaya çalışsalar da, gözleri hep ele verdi onları. O ya da bu sebepten akıllara geliverdiğinde, oralardan da dillere düşüverdiğinde, gözleri kor kor oldu anlatıcıların. Dudakları istemsiz gülümsedi sonra, elleri nereye sığışacaklarını bilemedi, ayakları dolanıp durdu heyecanlarını gizlemek istercesine, kalpleri… Atışları hızlandı da o yüzden işte, vücut ritimleriyle olağan bir uyum halinde olmayan bu tempoya haklı sebepler bulabilmek için böyle kımıldayıp durdular. Şöyle dediler belki de kendi kendilerine: E çok sigara tükettiğim, hiç mi hiç spor yapmadığım, merdiven çıkarken dahi zorlandığım için böyle nefes nefeseyim. Ya da panik atak gibi hastalıklar uydurdular mazur kılmak için heyecanlarını. Onlar kendilerini kandıra dursun, benim yeşil bakışlarınla karşılaşma sıram gelince, ne denli haklı olduklarını anladım. Ama ben onlar gibi değilim. Beni nefessiz kılan sensin; kabul ediyorum - boyun eğiyorum. Artık. İlk tanışmamız ve üç beş lakırdının ardından, yaşamımdan boşluklar çaldın. Bir kitaptan kafamı kaldırıp kahve almaya giderken mesela, ya da çalışırken şöyle bir geriye yaslanıp gerindiğimde, son söz söylenmişken bir kavganın ardından ve ben dilden dökülerek ziyan edilecek tek bir kelime dahi olmadığının bilincinde mahzunlaşmışken, otobüs saatini tutturmak için oyalanırken evde, zihnimin sürüncemede olduğu tüm anlarda hep aklıma sızdın. Senin hakkında söylenenleri düşünerek, bir de ilk karşılaşma anımızdan kalan tek bir kare aklımda sana dair, hayal ettim seni. Falanca kişinin bir cümleciğe sıkıştırdığı ismini her duyduğumda garipleştim. Senin ismine ve sana haksızlık edildiği hissine kapıldım şöyle bir söz edilip geçilerek. Seni uzun uzun anlatsınlar istedim. Anlatmaları için de gereksiz sorular sorarak seni özneleştirmelerini sağladım o cümleciklerde. Sonra ben seni özneleştirdim. Artık cümlelerin değil benimsin. Olanı doldurmuyorsun sadece, boşluklar yaratıyorsun. Sadece seni düşünüp yüzündeki küçücük bir mimiği, el sallarken başını geriye atıp üstten bakmanı, güzel ağzından süzülen tek bir kelimeyi ya da gözlerini devirip dudak bükmelerini yorumlamaya çalışarak saatler geçiriyorum. E hâl böyle olunca dalıp dalıp gidiyorum. Doğrusu, yaşamımın hemen her anında boşlukta dolanmak sorun oluyor tabii. Yanlış anlamayasın, benim için değil de, benim dışımdaki herkes için. Şimdi, çalmışsın kapımı üzerindeki gecelikle. Hani bir kahve için uğrasan, dertleşsek omuz omuza, mutluluktan çıldırırdım belki. Ama şu halinle öylece gelmişsin. Düşsen bir yolculuk mu yaptın? Hâlâ aklım almıyor. Dikiliyorsun karşımda tek kelime etmeden. Sorularım yanıtsız. Aklımı pençesine takan atmaca havalandı, panikteyim. Seni içeri alıyorum, elinden tutup odama götürüyorum hemen. Sen dikilirken ayakta bıraktığım yerde, ben bir bardak viskiyi deviriyorum. İçim yanıyor önce, yanma ayrışıp tüm vücuduma yayılıyor, etkisi gittikçe azalırken kaslarım gevşiyor. Arkamı döndüğümde yeşil gözlerde akan şelaleyi içiyorum içki niyetine. Tatlı niyetine lokum dudaklarını yiyorum. Şimdi tokum. Şimdi rahatım. Öylesine hareketsizsin ki, kendi kesik hareketlerimden, nefes alıp verişimden dahi kaçınıyorum. En küçük bir devinim gülle gibi ağır. Rüzgâr esse fazla gelecek. Sinek vızıldasa fazla gelecek. Huzurumuzu bozacağını düşünerek dış etkenlerin, camları kapatıyorum. Dışarıdan gelecek biraz şiddetli bir sesle senin aniden patlayıp geriye küllerini bırakarak yok olmandan, toz yığınından başka bir şey olmama ihtimalinden korkuyorum. Sen bir toz yığınıysan eğer ben ne yaptım? Neyle bozdum kafayı? Güzelliğini doya doya seyretmeyi düşünürken, şimdiye kadar fark etmediğim koca karnını görüyorum. Gebesin. Öleceğini anlıyorum o an. Hep böyle gitmezdi, değil mi? Yollarını gözlemeyeceğimi, bakınmalarımın, aranmalarımın sonlanacağını, kafamda döndüre döndüre bulanıklaşan, bulandıkça da berraklaşsın diye peşinde oradan oraya sürüklendiğim hayalinin bir gün silineceğini biliyordum. Tüm güzel şeylerin sonu var, değil mi? Peki ben ne bok yerim sensiz; artık yaşamın günleri dediğim şey, seninle başlayıp seninle biterken? Hem de seni bu kadar az görüyorken. Biliyor musun bunu, ha? Güzel yüzüne bu denli az bakıp da hep seninle olmak ne mene bir iş? Gitme. Bu böyle gitsin. Alıştık birbirimize. Ben yani. Ben sana alıştım. Anladın. Eşsiz öngörün sahneye çıktı, yerlere kadar eğilerek selamlıyor beni. Elimi karnına götürüyorsun. Bebeğinin küçük kımıltıları titreşe tireşe damarlarıma yayılıyor, oradan da tüm bedenimi ve kişi denen bu zavallı etçiği sahipleniyor. Onu bana emanet ediyorsun, değil mi? Bu vefalı hayranına. Senden sonraki yeni boşluğumu hediye ediyorsun bana. Madem öyle... Öl!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nergiz Şimşek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |