Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche |
|
||||||||||
|
Başımı cama yaslamış, İstanbul’u son defa seyrederken yanımda oturan adamın sesiyle kendime geldim: -Yolculuk nereye evlat. dedi. 40-45 yaşlarında, iyi giyimli bu adamı gözüm sanki bir yerden ısırıyordu, belki de babamla iş yapanlardan biriydi. Ama kendimi belli etmemeliydim, gayet sakin cevap verdim: -Mardin’e amca… -Mardin mi, ne yapacaksın orada… -Ben öğretmenim, atamam oraya çıktı. Adam şaşırmışa benziyordu: -Ta, İstanbul’dan oralara gidilir mi be evlat… Sinirlenmemeliydim, belki de artık bunlara alışmalıydım. -Görev amca, vatanın her yeri bir… Adam sert kayaya tosladığını anlamış olacak ki bir süre sustu. Sonra derin bir iç çekerek devam etti. -Hayırlısı olsun. Ben de Ankara’ya gidiyorum… -Güzel, iş için mi? -Evet evet… Burada durdu, beni iyice bir süzdükten sonra devam etti. -Seninle daha önce karşılaşmış mıydık, tanıdık geliyorsun ama… Korktuğum başıma gelmişti. Ama üstesinden gelebilirdim. -Sanmam, zaten ben İstanbul da değildim uzun süredir. dedim Ama adamın vazgeçmeye niyeti yoktu: -Neredeydin, İstanbullu değimlisin sen.dedi. Daha fazla dayanamadım.Kibarlık da bir yere kadardı. -Kusura bakmayın amca ,sabah erken kalktım, izin verirseniz uyumak istiyorum.dedim. Adam kabalığıma kızmış olacak ki,cevap bile vermeden bacak bacak üstüne atıp,öbür tarafa döndü,gazetesini çıkarıp okumaya başladı.Neyse ki kurtulmuştum.Çok erken kalktığım için uyku iyice bastırıyordu.Başımı cama dayadım ve derin bir uykuya daldım. *** Bir hayli uyumuş olmalıyım, uyandığımda Ankara’yı geçmiştik,yanımdaki adam da yoktu.Onun yerinde yine aynı yaşlarda fakat daha mütevazi, hatta köylü giyimli bir adam duruyordu.Benim uyandığımı görünce gülümsedi: -Yorgundun heral… dedi. Nedense bu adama bir anda kanım ısındı,gözlerimi iyice ovuşturduktan sonra cevap verdim: -Evet amca, sabahtan beri yoldayım… -Nereye yolculuk? -Mardin’e gidiyorum… -Ben on yıl kaldım Mardin de,sen oralı mısın? -Yok, öğretmenim, ilk defa gidiyorum. -Ne güzel, hayırlı olsun evladım. Şaşırmıştım, sabahki adamın söylediklerinden sonra, bu adamın söyledikleri beni mutlu etmişti. Memnuniyetimi belirtmek istedim: -Teşekkürler amca… İnşallah hayırlı olur.Sizin yolculuk nereye? -Ben Vanlıyım. Ankara’da oğlum var,onu gördüm,şimdi evime gidiyorum. -Mardin de ne yaptınız? -Mardin de on yıl inşaatlarda amelelik yaptım,sonra Van da iş bulunca geri döndüm. Adamı iyice süzdüm.Hayatın her çilesini çekmiş,canını dişine takmış,mert birine benziyordu.Uykumu almıştım. Dağıtılan çaylarla beraber keyifli bir sohbete daldık. İsminin Arif olduğunu öğrendiğim bu cana yakın yol arkadaşım,hem bana Mardin hakkında bilgi verdi, hem de mesleğimin kutsallığını ve önemini kendince anlattı.O’na gideceğim köyü de sordum ama oraya hiç gitmemiş. Genelde Mardin halkının sıcak ve cana yakın olduğunu fazla sıkıntı çekmeyeceğimi anlatınca benim de adeta içime su serpti. Mardin’e vardığımızda ertesi gün öğleden sonraydı. Yolların bozukluğu ve otobüsümüzün pek çok yerden yolcu alması sebebiyle bir hayli gecikmiştik. Arif amcayla vedalaştıktan sonra,yola koyuldum,akşam olmadan gideceğim köye varmalıydım.Hemen Arif amcanın dediği gibi otogarın az ilersindeki ilçe otobüslerinin durağına gittim.Ancak otobüsü kaçırmıştım.Bir daha ki otobüs akşamdı.Mecburen akşama kadar bekledim.Bu sürede şehir merkezini dolaşma fırsatı da buldum.Ama çok yorgundum, bu nedenle fazla gezemeden durağa geri döndüm.Bir kaç saat bekledikten sonra nihayet otobüs geldi ve hareket ettik.Bindiğim otobüsün gideceğim köyün yakınından geçeceğini öğrenince çok sevindim.Şimdilik işler yolundaydı ama yolumuz bir hayli sürdü,şehir merkezinden uzaklaştıkça yollar da bozuluyordu. Yorgunluktan bir ara uyumuşum, sonra şoförün sesiyle uyandım: -Ovacık köyüne gidecek kimdi? Hemen fırladım, -Ben, benim… Şoför eliyle karanlık içinde bir yerleri göstererek tarif etti ve otobüsten indim. Başka inen yoktu,içimi bir korku kapladı,ama bir an önce gitmeliydim,açlık ve yorgunluktan dermanım kalmamıştı,şoförün tarif ettiği yoldan karanlıklar içinde ve uzaklardan gelen köpek havlamalarını dinleyerek devam ettim. **** Ne kadar yürüdüm bilmiyorum, bir hayli vakit geçmişti. Nihayet saate bakmak aklıma geldi,telefonumu çıkardım.Saat gece 10’u yeni geçiyor.Anlaşılan yarım saatten fazladır yürüyorum.Bu arada telefonumun çekmediğini fark ettim.Bu da ailemle bağlantım tamamen koptu demekti,artık bana ulaşmaları çok zor. Bir süre daha yürüdükten sonra, nihayet birkaç ev gördüm. Bazı pencerelerden loş bir ışık sızıyor, sokaklarda ise hiç ışık yok,evlerin arasından nereye gideceğimi bilmeden yürüdüm,en azından doğru yere gelip gelmediğimi öğrenmek için bir evin kapısını çalmaya karar verdim,ama hangisini?Tereddüt içinde biraz daha yürüdüm,bir hayli yorgunumdum ama ne yapacağımı bilmiyordum,bir evin önündeki kayaya oturdum,biraz dinlendikten sonra kapıyı çalacaktım.Ama o sırada bir ses duydum.Anlaşılan biri geliyor,böylesi daha iyi,başkalarını rahatsız etmektense,yoldan geçen birine sormak daha mantıklı geliyordu.Karaltı gitgide yaklaştı.Biraz sonra gelen kişinin yüzünü gördüm.Yaşlı,hafif sakallı bir amca,benden önce davrandı: -Selamünaleyküm. -Aleykümselâm amca… -Kimi ararsın delikanlı? Cevap vermeden önce doğru yere geldiğimden emin olmak istedim: -Burası Ovacık köyü mü amca… -Evet, Ovacık buradır. -Ben burada ki okula atandım, öğretmenim… Yaşlı amca, bir anda kendini toparlayıp elini uzattı: -Öyle mi… Kusura bakma beyim bilemedim… Adamın saygısına bir hayli şaşırdım. -Estağfurullah amca, ne demek. Adam bir hamlede elimdeki çantayı kaptı ve kolumdan tuttu. Beraber yürümeye başladık. -Yorgunsundur,hele bir dinlen,eve gidelim,açsındır da… -Çok aç değilim amca,ama yorgunum,bu gece kalacak bir yer bulursam… -Aaa ,o ne demek oğlum,senin evin hazır zaten,ama biraz dağınıktır şimdi, bu gece bende kal,yarın oraya geçersin… -Olur amca… Bir süre yürüdükten sonra,amcaya kim olduğunu sormak aklıma geldi: -Amca siz tanıtmadınız kendinizi… -Bana Musa Çavuş derler oğul… Biraz durdu. Sonra devam etti: -Hele dur, eve gidek orada konuşuruz… *** Eve girdiğimizde köyde elektrik olmadığını fark ettim,Musa amca hemen gaz lambasını yaktı,anlaşılan evlerin penceresinden süzülen loş ışık,gaz lambalarından geliyordu.Musa amca çok hareketliydi,bir yandan bana yiyecek bir şeyler hazırlıyor,bir yandan da benimle konuşuyordu: -İşte,oğul bura benim fakirhane,doğduğumdan beri bu evdeyim,baba yadigarı dedik,bırakıp gidemedik… -Çocukların var mıydı amca,onlar gitti mi? Başını önüne eğdi,biraz düşündü gözlerinin nemlendiğini görebiliyordum,titrek bir sesle devam etti: -Çocuğum yok benim. Bir şeyler gizlediğini anlamak zor değildi. Anlaşılan çocukları O’nu terk etmişti. Acaba babam da benim için böyle mi derdi.Bir anda ürpertim,babası tarafından reddedilmek çok acı olmalıydı.Musa Amcanın heyecanlı sesiyle tekrar kendime geldim: -Benim bir tane Cemalim var… Durdu, camdan dışarı baktı, söylenir gibi konuştu: -Nerededir deli oğlan bilmem ki… Sonra abasını üstüne aldı,önüme bir tepsi koydu: -Hele sen yemeğini ye,ben Cemali bulup geleyim… Bir şey dememe fırsat kalmadan Musa Amca çoktan dışarı çıkmıştı. Yorgunluktan gözlerim kapanıyordu, fazla yiyemeden sofradan kalktım.Tam o sırada,Musa Amcanın sesini duydum.Yanında biriyle konuşuyordu.Anlaşılan bahsettiği kişiyi bulmuştu.Beraber içeri girdiler.Musa Amcanın yanında benden belki biraz küçük,saçı sakalı birbirine karışmış,üstü başı yırtık genç bir delikanlı vardı.Hemen koşup elime sarıldı,engel olmaya çalışmama rağmen elimi öptü: -Hoş gelmişsin, öğretmenim. Dedi. Sonra Musa amca devam etti: -Bu benim öz yeğenim Cemal, biraz deli doludur, ama yiğittir ha… Cemalin yüzünden memnuniyetle utanç birbirine karışık okunuyordu, bu sırada bir şey fark ettim Cemal sürekli ya kolunu ya bacağını sallıyordu. Musa Amcanın ‘deli dolu’ diyerek neyi kastettiğini anlamıştım. Cemale ve Musa Amca’ya ilgilerinden dolayı teşekkür ettim. Ama fazla konuşacak halim yoktu,Musa Amca da halimi anlamış olacak ki hemen bana yatacağım odayı gösterdi.Üstümü değişecek kadar bile halim yoktu. Kendimi yatağa attım ve derin bir uykuya daldım. *** Sabah Musa Amca’nın sesiyle uyandım: -Kalk oğul hadi kalk… -Saat kaç amca? -Dokuzu geçiyor… Gözlerim kapalı konuştum: -Ben biraz daha yatsam olur mu, dinlenemedim pek… -Olur olmasına da,öğrenciler okulda seni bekler… -Okullar pazartesi açılıyor amca bugün Cuma… -Vallah gözlerimle gördüm,bütün çocuklar okuldadır,ben gerisini bilmem oğul… Bir anda yataktan fırladım,acaba rüyada mıydım,hafifçe kendimi silkeledim: -Nasıl ,nasıl olur… -Valla oğlum,bizim Cemal sabah sabah bütün evleri dolaşıp haber vermiş senin geldiğini,çocuklar da heyecanla okula koşmuşlar,bir saati geçti seni beklerler,beklemeleri bir şey değil köylü de homurdanıp durur,sen gelmedin diye… -Hala ordalar mı? -He oğul ben dedim seni yorgun diye ama anlatamadım,en sonunda seni getireyim diye geldim eve ,bekliyorlardır şimdi… Yataktan kalktım,yüzümü yıkadım.Sonra tekrar yatağa oturdum ama Musa Amca ‘artık git’ der gibi: -Oğul ben arkandan azık getiririm.Sen acele et…deyince mecburen kalktım.Musa Amca’dan okula gideceğim yolu öğrenip okula doğru ilerlemeye başladım. *** Okulun önüne geldiğimde,kapı önünde bekleyen anneler ve çocuklar heyecanla beni bekliyordu. O an aklıma evden saçımı başımı düzeltmeden ve yattığım elbiselerle çıktığım geldi.Herhalde çok pasaklı görünüyor olmalıydım.İlk gün için çok kötü bir imajdı,ama artık yapacak bir şey yoktu,elimle saçlarımı kabaca düzeltim kalabalığın arasına daldım,her yandan ‘Hoş geldin öğretmen bey’ sesleri geliyordu.Az da olsa bazı babalar da gelmişti,onlar iyice sokuluyor,elimi sıkıyor,hatta sarılıyorlardı,kaç kişiyle tanıştım bilmiyorum,nihayet okulun kapısına gelebildim.Benim okula gireceğimi anlayan çocuklarda hızla okula doluştular,hatta bir tanesi elindeki zili çalmaya başladı.Bu arada yaşlı bir amca iyice sokuldu: -Ne zaman biter,öğretmen Bey. Dedi -Bu gün ilk gün, fazla sürmez amca. Dedim Ama cevabımdan tatmin olmuşa benzemiyordu. -Bir saat sonra bitiririz. Dedim. Yavaşça omzumu sıvazladı: -Tamam o hal. Hadi kolay gelsin.dedi. Sonra da kalabalığa dönerek: -De hadi,burada beklemeyin ders yapacaklar,dağılın. Diye bağırdı.Hatırı sayılır bir kişi olduğunu anladığım bu adamın ikazıyla herkes dağıldı ve bende içeriden gelen çocuk bağrışmaları arasında okula girdim. Önce okula bir göz attım; bir tuvalet,küçük bir öğretmen odası ve bir sınıftan oluşuyordu. Sınıfa doğru geldiğimi gören çocuklar,sustular.Onları daha fazla bekletmemeliydim.Hemen sınıfa girdim.Hepsi ayağa kalktılar,gözlerinden ne kadar mutlu oldukları belliydi. Bazılarının önlüğü vardı,bazıları ise günlük elbiseleriyle gelmişlerdi,kimi çok bakımlı,kimi ise biraz daha pasaklıydı.Ama hepsinin gözünden okuma azmi ve öğretmene duyulan özlem okunuyordu. O an ‘iyi ki gelmişim buraya’ diye düşündüm.Sınıf tamamen doluydu,anlaşılan kalabalık bir köye gelmiştim,ailelerin çocukları okula göndermeme gibi bir düşüncesi de yoktu anlaşılan.Bu nedenle şanslı sayılırdım,ama kızların sayısı biraz az gibiydi. Çocuklara kendimi tanıttıktan sonra sınıfı saydım; 26 erkek,9 kız;toplam 35 öğrenci. Bir daha göz atıp doğru saydığıma kanaat getirdikten sonra sordum: -Gelmeyen arkadaşınız var mı? Diğerlerine göre yaşça büyük,sınıfın sağ ön tarafında oturan uzun boylu öğrenci ayağa kalktı: -Bizden 13 kişi gelemedi öğretmenim,işleri varmış,yarın gelirler.dedikten sonra sınıfın sol tarafına bir göz atıp oturdu.Bu sırada sınıfın sol tarafında oturan yine büyükçe bir öğrenci parmak kaldırdı,izin verdikten sonra konuşmaya başladı: -Bizden de 11 kişi eksik öğretmenim, belki haberleri yoktur, yarın gelirler… Şaşırmıştım, durumu daha iyi anlamak için sordum: -Siz ayrı iki sınıf mıydınız? Son konuşan öğrenci cevapladı: -Hayır,öğretmenim aşiretlerimiz farklıdır… İlk önce şaşırdım,ama buralarda bu tip sınıflandırmaların olabileceğini düşünerek: -Başka aşiretten olan var mı? Dedim. - … -Yani iki farklı aşiretin çocuklarısınız öyle mi? Bu sefer sınıf kora halinde cevap verdi: -Eeeveeet… Bir gariplik sezmiştim,çocukların davranış ve konuşmalarından,sınıfın sağ tarafına bir aşiretin diğer tarafına ise diğer aşiretin çocuklarının oturduğu anlaşılıyordu,anlaşılan aralarında bir husumet vardı.Ama bu çocuklara bu kadar yansımamalıydı.Her şey normalmiş gibi davranmaya karar verdim: -Evet arkadaşlar, aileleriniz,soylarınız farklı olsa da siz aynı köyün çocuklarısınız ve bu sınıfta hepiniz kardeşsiniz. Dedim. Sınıfın tepkisini ölçmek için bir süre durdum,hepsi kulak kesilmiş beni dinliyordu,bazıları başını önüne eğmişti.Ama bazı büyük çocukların bakışlarında ki sertlik de dikkatimden kaçmadı.Konuyu değiştirmeye karar verdim: -Önce herkes kendini kısaca tanıtsın,sonra biraz daha konuşuruz. Dedim Çocuklar büyük bir heyecanla kendileri tanıttılar.Baba adlarını ve aşiretlerini mutlaka söylemeleri dikkatimden kaçmadı. Anlaşılan köyde ‘Matur’ ve ‘Kuday’ adında iki aşiret vardı.Bu arada beni dün gece misafir eden Musa Çavuş ve Cemal aklıma geldi.Acaba onlar hangi aşirettendi? Tam da ben bunları düşünürken sınıfın kapısı açıldı,gelen Cemal idi. Elinde bir bohça vardı,anlaşılan bana yemek getirmişti.O sınıfa girince çocuklar aralarında:’Deli Cemal geldi’ diye konuşmaya başladılar.Cemal’in pek umurunda olmasa da çocukların O’na deli demeleri hoşuma gitmedi,hafif sertçe: -Sessiz olun çocuklar. Dedikten sonra Cemal’e döndüm: -Hoş geldin Cemal,yemek mi getirdin? -Evet, evet öğretmenim. -Sağ ol, ayrıca çocuklara geldiğimi haber verdiğin için de teşekkür ederim. Cemal, önce bir şey demedi.Sonra elindeki bohçayı masanın üzerine bıraktı,bir şey diyecek gibiydi,ama belli ki utanıyordu,gözlerini benden kaçırarak sordu: -Bir isteğiniz var mı öğretmenim? -Yok Cemal,ama sanki senin bir isteğin var gibi….Hadi söyle bakalım.İstersen dışarıda konuşalım. Çocukça sevinci görülmeye değerdi, heyecanla ama yine utangaç cevap verdi: -Şey öğretmenim….Ben….Ben de okumak isterim… Sınıfta bir kahkaha koptu,ben de şaşırmıştım,Cemal neredeyse benimle yaşıttı.Ama okumak istemesi hoşuma gitmişti. Çocukların gülüşmelerine bu sefer kırılmış gibiydi. Arkasını döndü,sınıftan çıkacaktı.Omzundan tuttum. -Dur Cemal,bekle. Dedikten sonra sınıfa döndüm,bu sefer daha fazla kızmıştım: -Kesin gülmeyi,çok ayıp ama. Dedim. Herkes susmuştu.Cemal’e baktım başı önünde durmadan bacağını sallıyordu.O’na o kadar kanım ısınmıştı ki,değil öğrenci olmak,öğretmen olmak isteseydi,yine elimden geleni yapardım. Çenesinden tutup, başını yukarı kaldırdım,sol gözünde bir damla yaş vardı,ama hala umutluydu.Sadece benim duyacağım bir sesle: -Ne istersen yaparım… dedi. Ben de yine sadece O’nun duyacağı bir sesle cevap verdim: -Okumanı istiyorum. Dedim.Sevinci görülmeye değerdi.Sonra sınıfa döndüm: -Cemal de artık bu sınıfın bir öğrencisi ve benim yardımcım. Dedim. Bir anda sınıfta bir alkış tufanı koptu.Anlaşılan aslında çocuklarda Cemal’i seviyordu,okumak istemesini ilk başta garipsemeleri normaldi.Cemal’e döndüm: -Önce kendini tanıt bakalım. Dedim. Heyecanla hazır ola geçti ve cevap verdi: -Mehmet oğlu Cemal Fidan, Ovacık Köyü… Ama bir eksik vardı,aslında gereksizdi ama merakıma engel olamadım: -Ya aşiretin, hangisindensin… -Musa Çavuş aşireti… Sınıfta bir kahkaha tufanı daha koptu.Bende gülüyordum,ama aynı zamanda şaşırmıştım,sanırım Cemal iki aşiretten de değildi,ya da O bilmiyordu.Merakımı Kuday aşiretinden Fırat isimli öğrenci dindirdi: -Musa Çavuş ve Cemal Abinin aşireti yoktur öğretmenim… -Peki o zaman. Dedim. Sonra Cemal’e döndüm: -Geç bakalım istediğin yere otur… Ama işi zordu,bütün çocuklar onu kendi sırasına çağırıyordu.En sonunda kararsız kaldı bana dönerek: -Tek otursam olur mu? Dedi. Sanırım başka çare yoktu, -Peki ama en öne otur seni göreyim. Dedim Çok mutluydu,izin alarak dış kapının önünde duran hafif kırık sırayı getirdi ve oturdu,artık sorun kalmamıştı.Öğrencilerle biraz da ne olmak istedikleri konusunda konuştuk.Sonra biraz teneffüs yaptık bende yemeğimi yedim,bu arada bir oturma düzeni yapmam gerektiğinin farkına vardım. Arka sıralardaki bazı kısa boylu çocuklar beni göremiyordu, hem de şu aşiret ayrımına bir son vermeli ve çocukları karışık oturtmalıydım.Teneffüsten sonra bu fikrimi çocuklara söyledim,herkes şaşkınlıkla birbirine bakınıyordu,tam o sırada Cemal söz istedi: -Öğretmenim,bugün Cuma, birazdan ezan okuyacak,izin verir misiniz camiye gitsek… -Tabii Cemal, olur,yer değişikliğini sonra yaparız o zaman.Cumartesi Pazar tatil,bugün gelmeyen arkadaşlarınıza da söyleyin Pazartesi sabah 8’de derse başlayacağız… Sınıf koro halinde: -Olur, öğretmeniiiim… dedikten sonra ‘dağılabilirsiniz’ konutumun ardından büyük bir itiş kakışla sınıftan çıktılar.Cemal hepsinden hızlıydı,tam sınıftan çıkacaktı ki seslendim: -Cemal… -Efendim öğretmenim. -Cami nerede,nereye gidiyorsunuz? -Karşı köyde, oraya gideceğim acele etmem lazım,sizde gelecekseniz hadi gidelim öğretmenim… -Neden, köyde cami yok mu? Cemal tebessüm etti: -Var, olmaz olur mu,hem de iki tane… -Eee,neden,burada kılmıyoruz… -Öğretmenim şimdi ezan okuyacak,sonra anlatırım,hadi gidelim… Hem şaşırmış hem de biraz kızmıştım,acaba Cemal benimle dalga mı geçiyordu? Aklımdan Cemal’e kızmak geçti,ama sonra O’nun durumunu düşününce vazgeçtim,belki de kendince bir oyun oynuyordu. -Sen bana köyün camilerini göster,ben burada kılarım Cemal. Dedim -Ama öğretmenim… Kolundan çekerek dışarı çıkardım. -Tamam Cemal,hadi sen git,ben hem köylüyle tanışmış olurum. -Öğretmenim… Cemal’in konuşmasına yine izin vermedim.Bu arada camileri görmüştüm,okulun biraz aşağısında yolun iki kenarında karşılıklı duruyorlardı.Cemal’e döndüm: -Hangisine gideyim sen onu söyle… Cemal iyice garipleşmişti,korkmuşa benziyordu,ama ben artık her hareketini saflığına yoruyor ve önemsemiyordum.Sorumu tekrarladım: -Hangisine gideyim Cemal söylesene… Yine korkarak cevap verdi: -Ben…Ben bilmem… Sonra elimden kurtulup koşarak uzaklaştı.Anlaşılan Cemal le daha çok uğraşacaktık. Okulun kapısını çekip,yola çıktım,zaten köylüler gruplar halinde camilere gidiyordu.İlk karşılaştığım grupla ben de devam ettim.Zaten bazılarıyla sabah tanışmıştık,oldukça sıcak insanlardı.Camilerin önüne geldiğimizde bazı grupların diğer camiye girdiğini gördüm.O an ‘herhalde bir cami küçük kalıyor,onun için iki camiye dağılıyorlar’ diye düşündüm ve yanımdakilerle beraber onların girdiği camiye girdim. *** Namaz çıkışı, camideki tüm cemaatle tanışıp sohbet ettik.Eve gidip dinlenmek istiyordum,ama ısrarlarına dayanamadım ve caminin önündeki gölgelikte oturduk,herkes çok sıcaktı,bana da çok ilgi gösteriyorlardı.Birazdan odun semaverinde demlenen çaylarla koyu bir sohbete dalmıştık bile.İstanbul’dan,memleket meselelerinden ve Mardin’den bahsediyorduk.Bu arada,yaşlı ve iyi giyimli bir adamın ağır adımlarla bize yaklaştığını fark ettim.Onu görenler hemen toparlanıp ayağa kalktı,anlaşılan önemli biriydi.Bu adamla camide selamlaşmış ama tanışmamıştım,sanırım O da tanışmaya geliyordu.İyice yaklaştıktan sonra selam verdi.Yanımdakiler de kora halinde ‘Aleykümselam ağam’ dediler.Sonra Bana elini uzattı, -Hoş geldin öğretmen Bey. Dedi Elini öptüm. -Hoş bulduk,amca. Dedim. -Benim adım Haşim, Kuday aşiretinin büyüğüyüm,sende bundan böyle bizdensin,himayemizdesin… -Sağ olun …dedim Sonra Haşim Ağa tam karşımdaki sedire oturdu. Uzun uzun aşiretlerini ve köylerini anlattı.Ama aklımı kurcalayan bir soru vardı,en sonunda dayanamadım ve sordum: -Haşim Amca, sabah okulda başka bir aşiretten daha öğrenciler vardı, burada o aileden kimse yok mu? Haşim Ağa birden hiddetlendi,oturduğu yerden bastonunu kaptı ve yarım kaldırarak öfkeyle haykırdı: -Ne işi var, o dürzülerin burada…Hele bir adım atsınlar semtimize ,hepsinin canını okuruz… Neye uğradığımı şaşırdım,ama daha çok şaşıracaktım,Haşim Ağa’nın hiddetlendiğini gören diğer adamlar da ayaklandılar,hep birden: -Okuruz evvelAllah, kan akıtmak isterlerse gelsinler. Dediler Tüylerim diken diken olmuştu, ne diyeceğimi bilemedim.Uzun süre sessiz kaldım,ama herkes bir anda öfkelenmişti,homurdanmalar başlamıştı.Haşim Ağa sanırım şaşkınlığımı anladı ve önce bir el hareketiyle kalabalığı susturdu,sonra elini dizime koyup konuştu: -Bak evladım.Biz Matur aşiretiyle kavgalıyız.Aramızda kan davası vardır… Biraz durdu,sanırım anlattıklarını iyice anlamamı istiyordu, eliyle yolu göstererek devam etti: -Aha, şu yoldan bu tarafa geçerlerse hiç birinin gözünün yaşına bakmayız. Camimiz,kahvemiz,odamız ayrıdır…Lakin zaten öğretmen olmadığı için okulu ayırmamıştık… İkram edilen çaydan bir yudum aldı,benim meraklı bakışlarımı fark etmiş olmalı ki fazla uzatmadan devam etti: -Ama sen bizim camimize geldin,bizimle hasbıhal ettin,bundan böyle okul da bizimdir,illaki çocuklarını okutacaklarsa farklı bir okul yapsın Maturlar… Kendimi toparladım sonra da şaşkınlık,korku ve biraz da kızgınlık içinde konuşmaya başladım: -Kusura bakmayın Haşim Amca, ama ben bu köyün öğretmeniyim,sadece sizin değil,isteyen herkes okula gelebilir. Haşim Ağa’nın öfkelenmeye başladığını fark ettim, ama umursamazca devam ettim: -Sizin caminize gelmem de tamamen tesadüftür, nereden bilebilirimdim ki… Haşim Ağa’nın yanında oturan,oğlu olduğunu sonradan anladığım orta yaşlı,ince bıyıklı adam atıldı: -Hakan Bey…Edebini takın,Ağayla nasıl konuşulur bilmez misin? dedi. Haşim Ağa oğluna kızdı: -Haydi, O bilmez, ya sen; misafire edepsizlik edilmez bilmez misin Yakup? Sonra bana döndü: -Bak Hakan, sen buranın adetlerini bilmezsin ama biz bu konularda çok hassasız.Bundan böyle sen bizdensin, Maturlar senin bizimle oturduğunu görmüşlerdir,zaten artık çocuklarını sana yollamazlar… Şaşkınlığım bir kat daha arttı, ama inanmak istemedim: -Ama… diyebildim. Laf boğazımda düğümlendi,yine birinin ikazından çekindim ve sustum.Tam da o sırada Musa Çavuş geldi.Onu görünce çok sevindim,zira sabah sınıfta söylenenlere göre O tarafsızdı ve bana ancak O yardımcı olabilirdi. Yavaş yavaş yaklaştı, sonra selam verdi ve Haşim Ağayla tokalaştı.Sonra da bana döndü: -Demek Haşim Ağayla tanıştınız Hakan Bey. -Evet tanıştık,ama pek anlaşamadık. Ortam yine gerilmişti.Ama bu sefer kimse konuşmadı,gözler Musa Çavuş’a çevrilmişti,herkes O’ndan bir şeyler söylemesini bekliyor gibiydi.Musa Çavuş ortamı yumuşatmak ister gibi önce tebessüm etti,sonra ayağa kalktı ve yanıma geldi: -Haşim Ağa,kendini sevdirmesini bilir,hele biraz sabret. Dedi. -Benim Haşim Ağayla bir sorunum yok ama diyorlar ki… Musa Çavuş tedirgin olmaya başlamıştı,konuşmamama izin vermedi sonra da ani bir hareketle kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı.Haşim Ağa’ya döndü: -Ağam, Hakan Bey dün gece pek dinlenemedi,eve gidelim de biraz dinlensin,siz de eski öğretmen evini temizlettiriverirseniz yarın oraya taşınıversin… Haşim Ağa oldukça memnun görünüyordu, kafasını yukarı aşağı salladı: -Olur Musa Çavuş, yarın taşınsın, bir ihtiyacınız olursa da söyleyin. -Sağ ol ağam. Ben ne olduğunu anlamamıştım, acaba Musa Çavuş da bu aşiretten miydi, şaşkınlık ve merakla etrafıma bakınırken,Musa Çavuş beni kolumdan çekerek yola çıkardı ve eve doğru yürümeye başladık. Soru sorup sormama da tereddüt ediyordum, zira yine sözüm kesilirse Musa Çavuş’un kalbini kırabilirdim,sinirden kıpkırmızı olmuştum.Benim konuşmayacağımı anlayınca ilk konuşan yine Musa Çavuş oldu: -Ah oğul ah ne yaptın sen… -Ne yapmışım ki,adamlara bak sanki beni satın aldılar,onların öğretmeniymişim artık,hah… -Oğlum niye Cemal’i dinlemedin,sana demiş karşı köye gidelim diye… -Ya ben nereden bilebilirdim ki… -Neyse oğul artık olan oldu,şimdiden sonra sakın ha Matur Aşiretinin yanına yaklaşma,çoktan seni düşman bellemişlerdir… -Ya sen, sende düşmanlarısın o zaman. -Yok, benim iki aşiretle de aram iyidir,ama bu hiç kolay olmuyor,camiye gitmek istesem başka köye giderim,bir ihtiyacım olsa hep aynısına söyleyemem, bir ona bir ona giderim. Sonra durdu,gülerek: -Denge siyaseti yapıyoruz anlayacağın. Dedi. Ama benim gülmeye hiç niyetim yoktu,hala bu anlatılanlara inanmak istemiyordum. -Hiçbir şey anlamıyorum, neden kavgalı bunlar,böyle düşmanlık olur mu,dinleri bir,dilleri bir,aynı köyün insanları… -Olanları bir bilsen oğlum,bir bilsen… -Ne olmuş ki Musa Amca anlat da biz de öğrenelim. Bu arada eve gelmiştik, Musa Amca kapıyı açıp bana yol verdi: -Hele sen bir geç, anlatacaz elbet, yoksa zaten işin zor olacağa benzer. Oturma odasındaki sedire oturdum.Musa Amca da yanıma geldi: -Karnın tok mu,açsan önce bir şeyler yiyelim. Biraz açtım, ama bir an önce köydeki durumu öğrenmek istiyordum. -Yok amca, sen şu meseleyi bir anlat da ondan sonra yeriz. Musa Çavuş bir of çekti,sedire iyice yerleştikten sonra konuşmaya başladı: -Bak Hakan Bey,bu köyde 10-15 sene evvel pek çok aile vardı,ama Kuday ve Matur aileleri,o zaman da köyün en varlıklı ve güçlü aşiretleriydiler.Hem de araları çok iyiydi,aile içinde okumuş,aklı selim kimseler de vardı…Hala da var.Haşim Ağa kimsenin okul nedir bilmediği zamanlarda orta mektebi bitirmiş,sanma ki cahildir. Burada biraz durdu,sanırım bir şeyler söylememi bekliyordu,ben de aklıma gelen ilk şeyi söyledim: -Madem aklı selim,okumuş biri böyle anlamsız bir kavgayla neden hala uğraşıyorlar… -Anlamsız mı değil mi,ona sonra karar ver oğul,hele bir dinle… -Peki… -İşte bu iki aşiret 15 yıl öncesine kadar beraber hareket ederdi ve bu yörelerin kalkınması için elinden geleni yapardı,zaten iki aşiretten de milletvekilleri,müdürler,amirler hükümette çalışırdı. Şaşkınlığım iyice artmıştı,adeta nefes almadan dinliyordum,Musa Çavuş bir of daha çektikten sonra devam etti: -Bu iki aşiret öyle nam salmış öyle konuşulur olmuştu ki,kimin başı sıkışsa bu köye gelir,onlardan yardım isterdi.Onlardan korkusuna eşkıya,terörist,uğursuz değil bu köye girmek yakınından bile geçemezdi. -Peki Musa Amca,bu düşmanlık nasıl oldu,nasıl böylesine birbirlerine girdiler. -Hani derler ya evladım,bir iş zirveye çıktı mı,hemen ardından iniş başlar diye. -Evet evet… -İşte bundan onbeş sene evvel,böyle bir durum oldu.Kuday aşiretinin ağası Haşim Ağa ile Matur aşiretinin ağası Selman Ağa dostlukları iyice pekişsin ve iki aşiret birleşsin diye çocuklarını evlendirmeye karar verdiler.Haşim ağa, kızını Selman Ağa’nın ortanca oğlu Yüksel’e verdi..Düğün gününü görmeliydin,bu yöreler öyle şenlik görmemiştir.Herkes yedi,içti eğlendi,civar köylerin büyüklerinden kaymakama kadar pek çok davetli katıldı düğüne.Tam bir hafta düğün yapıldı. -Kaymakam neden geldi,tanıyor muydu aşiretleri? -Tanımaz olur mu,Mardin de her kes tanır.Hem kaymakamın asıl gelme sebebi,aşiretleri birleştikleri için kutlamak ve buna öncülük etmekti.Bu sayede buralar iyice eşkıyalardan temizlenecek,bölge huzura kavuşacaktı,iki aile birleşti mi önlerinde kimsenin durması mümkün değildi. -Herhalde birleşemediler. -Hayır, olmadı. -Neden peki? -Tam nikah günü herkes gelinin meydana gelmesini bekliyordu. Gelin hazırlanıyor dediler,lakin vakit bir hayli geçmişti,nikahı belediye reisi kıyacaktı… -Eee… -E si işi gücü var adamın O da acele ettiriyor tabii,ama ne gelen var ne de geleni gören.Herkesin sabrı taştı,homurdanmalar başladı,nihayet biri haber getirdi,gelin kaçmış… -Aman Allahım,nasıl olur? Yüksel Ağayla evlenmek istemiyor muydu? -Biz de öyle bilirdik,ama demek öyle değilmiş. -Peki kimle kaçmış? -İlk önce anlayamadık,ama sonradan baktık ki,kendi aşiretlerinden amcasının oğlu Fuat da yok ortada,bir daha ikisini de gören olmadı,ama ne olduğu ortadaydı ve bu durum Matur aşiretini çok kızdırdı tabii. -Herkese de rezil olmuşlardır. -Öyle tabii,hem civar köylerde hem de şehirde bu olayı duymayan kalmadı,köyün adı da kötüye çıktı,bir düşünsene oğul o kadar yaygara yapıyorsun birleşiyoruz artık tek aşiret olacağız diye,ardından böyle bir namussuzluk çıkıyor.Öyle ki 3 yıl önce köyün adını değiştirdik,eskiden köyün adı Ormancıktı,bu adı duyan herkes malum olayı anlatmaya başlayınca Belediye Reisi de çareyi köyün adını değiştirmek te buldu. -Peki,olaydan hemen sonra neler oldu. -Ne olacak,düşmanlık başladı işte.Çok kan aktı,namus davasına bir de kan davası eklendi. -Kaymakam,belediye başkanı engel olmadılar mı? -Uğraştılar engel olmaya,tabii ilk zamanlar çok çatışma çıktı,karşılıklı kavgalar,öldürülenler oldu.Ama kaymakam bey çok uğraştı Allah Razı olsun,iki aileyi barışmaya ikna etti. -Neden hala kavgalılar peki? -Tam barışacaklardı ki,bir de baktık Haşim Ağa’nın oğlu Turan’ı biri vurdu,tabii herkes Maturlardan biri vurmuştur diye düşündü,yine kaymakamın araya girmesiyle iyi bir araştırma yapıldı,deliller Selman Ağa’nın yeğeni Akif’i gösteriyordu,tam sorgulanacak tı ki O’nu da Kudaylardan biri vurdu. -Yani itiraf edemeden öldürüldü. -Evet ama artık kimsenin bir şey dinlemeye niyeti yoktu ve kan davası o günden beridir aldı yürüdü. -Kaymakam bir daha araya girmedi mi? -Sağ olsun hep uğraştı, ama ne zaman bir yakınlaşma olsa ya biri öldürüldü,ya birinin kızı kaçırıldı… -Sanki barışmalarını birileri istemiyor gibi. -Valla bilmem, ama iki aşiretin gençleri de çok ateşli,zaten artık barışmaları çok zor,Allaha şükür uzun zamandır bir olay olmadı,ama artık barışma da hayal oldu. -Diğer aileler de bu kavga yüzünden mi göç etti. -He ya… Ne yapsın fukaralar, arada kaldılar, bir tarafa yakınlaşsalar,diğeri düşman beller oldu,aynı senin bugün yaşadığın gibi. -Çok zor…Ya sen niye gitmedin, Musa Amca? -Ne yapayım gidip te, hem ben birinci azayım,bu köyün muhtarı sayılırım yani… -Sahi muhtar hangi aileden yoksa iki muhtar mı var? -Yok, olur mu öyle şey,uzun zaman o da tartışıldı,sonunda çareyi muhtarı başka köyden seçmek te buldular,önce bana dediler ama azalıktan ötesini yapamam deyince karşı köyün muhtarına yüklediler burayı da.Ben de aza oldum,ona pek iş kalmıyor zaten,yine her işi ben yaparım… Musa Çavuş’un anlattıkları beni adeta şoka sokmuştu, kafamda olanları toparlamaya çalışıyordum. Musa Çavuş’ta şaşkınlığımı anlamış olacak ki: -Zamanla daha çok şey öğrenirsin oğul,şimdilik bu kadarı yeter,hele ben yemeği ısıtayım da bir şeyler yiyelim,zaten deli oğlan da gelir şimdi,kim bilir nerelerdedir. Dedi ve ağır adımlarla mutfağa doğru gitti. Ne kadar geçti bilmiyorum, yorgunluk ve şaşkınlıkla etrafa boş boş bakınırken, dışarıda ki köpeklerin sesiyle irkildim,biri geliyordu, kapıya vurdu.Daha önce görmediğim bu adam kapıyı açan Musa Çavuş’a beni sordu: -Öğretmen içeride mi? Musa Çavuş tedirgin olmuştu, -Ne oldu Hasan ne yapacaksın öğretmeni? Dedi. -Korkma Musa Çavuş konuşacaz sadece, Selman Ağa’nın selamıyla geldim. -Selman Ağa mı? -Evet, şimdi izin ver de içeri gireyim,vallahi kötü bir niyetim yoktur… Musa Çavuş,önce geri bir adım atıp bana baktı,sonra misafiri içeri buyur etti.Anlaşılan bu adam diğer aşirettendi,Musa Çavuş da bana bir zarar vermesinden korkuyordu.Ama adamın pek öyle bir niyeti yok gibiydi,içeri girdi,selam verdi,Musa Çavuş’un yer göstermesine rağmen oturmadı,bana dönerek: -Bak Öğretmen Bey,beni Matur aşiretinin ağası Selman Ağa yollamıştır.Senin Kudaylarla hasbıhal ettiğini biliriz,normalde daha sana günahımızı da vermezdik ama Ağam çocukların eğitimsiz kalmasını istemez ,hem belki sen de yanlışlıkla bulaşmışsındır o keferelere… -Bakın benim hiçbir şeyden haberim yok… Lafımı yine tamamlayamadım,adam söylediğimden memnun olmuştu ama devamını dinlemeden konuşmasını sürdürdü: -Madem öyledir, gel Selman Ağamızla tanış ve bundan sonra bizim öğretmenimiz ol. -Bakın, aynısını Haşim Ağa’ya da anlattım, ben sadece onların veya sadece sizin değil bütün köyün öğretmeniyim. -Artık bunun için çok geç Beyim,keşke Musa Çavuş gibi sende tarafsız kalsaydın ama Kudayların yanına giderek çok büyük yanlış yaptın. Yine sinirlenmiştim. -Ne kadar basit düşünüyorsunuz,ne var yani yanlarına gitmişsem,sizin yanınıza da gelirim ama kimsenin malı olmam, bunu herkes böyle bilsin. Adam sinirlenmemeye yemin etmiş gibiydi, aynı ses tonuyla devam etti: -Neyse, sen iyi bir düşün öğretmen bey,yarın öğlen ben yine gelirim, eğer bizi seçersen sana köyün en güzel evini yaparız,Selman Ağa eğitime çok önem verir. Adam bir şey dememe fırsat bırakmadan çıktı gitti. Çok sinirlenmiştim ama bir şey diyemiyordum. Hatta biraz düşündükten sonra bu insanlara kızmamam gerektiğini düşündüm,zira yaşadıkları şeyler belki de onları bu şekilde davranmaya mecbur ediyordu.O gün Musa Çavuşla uzun uzun konuştuk ancak O da tarafsızlığına halel gelir endişesiyle benimle konuşurken bile çok temkinliydi.Ne yapacağımı bilmiyordum,köydeki ilk günüm de oldukça garip olaylarla karşılaşmıştım üstelik bunların üstesinden nasıl geleceğim hakkında da hiçbir fikrim yoktu. *** Cumartesi sabahı erken kalktım,ama yine de kalktığımda Musa Çavuş ve Cemal ayaktaydı. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra,yanlarına gittim,Musa Çavuş geldiğimi görünce tebessüm etti: -Ben de şimdi uyandıracaktım seni oğul. Dedi. Ne oldu der gibi baktım,heyecanla devam etti: -Az evvel Haşim Ağa’nın torunu geldi,seni kahvaltıya beklerlermiş… -Ya siz? -Yok oğul,biz gelemeyiz,sen icabet ediver. -Peki. Dedim. Evlerinin yerini öğrendikten sonra,üstümü giyinip hemen yola çıktım.Evi bulmam zor olmadı,tüm aile toplanmıştı.Oldukça büyük ve uzun bir kahvaltı masası hazırlanmıştı,dün yaşadığımız gerginlikten eser yoktu.Gayet sıcak ve içten bir sohbet ortamı vardı. Haşim Ağa ve oğulları benimle çok ilgileniyorlardı, sanırım artık beni de aileden kabul ediyorlardı.Bu insanların eğitime ve öğretmene saygıları çok hoşuma gitmişti,ama bir de diğer aşiretin adı anıldığında birden değişivermeseler her şey çok güzel olacaktı.Ama artık bende alışmıştım,diğer aşiretten bahsetmemeye dikkat ediyordum,ama ben tüm köyün öğretmeniydim ve diğer aşiretle de böyle samimi olmalıydım fakat bunu nasıl yapacağımı da bilmiyordum. Kahvaltıdan sonra uzun süre çardakta sohbet ettik,bir ara Haşim Ağa: -Evin hazır Hakan Bey,içerisine erzak,eşya da koyduk,yine bir eksiğin olursa söylersin. Dedi -Çok sağ olun. Dedim. Haşim Ağa sorusunu tekrarladı: -Başka isteğin var mı evladım? -Yok ağam sağ olun,bugün geçerim evime. -Tamam olur,okulu da yarın bir elden geçiririz… -Sağ olun. Haşim Ağa sonra çevresindekilere döndü: -Çocuğunu okula yollamayan yok değil mi? -… Sonra bana döndü: -Kaç kişi vardı bizden Cuma günü? -Emin değilim ama 18 di galiba ağam… Haşim ağa hiddetlendi,oğlu Yakup’a döndü: -Koca aşirette 18 çocuk mu var Yakup? -Yok,ağam olur mu hiç,haberleri yoktur heral… Ben atıldım hemen: -Evet,bazılarının haberi yoktu galiba,bir de kız öğrenci çok azdı. Haşim Ağa önce bir düşündü,sonra yine oğluna dönü,bu kez biraz daha sakin: -Herkes kızını göndesin okula. Dedi. Yakup Ağa: -Olur Ağam. Dedi -Öğretmen Beyi üzmeyin. -Peki Ağam,sen merak etme. Bir süre sonra yanlarından ayrıldım,önce Musa Çavuş’un evine gidecek sonra da eşyalarımı alıp benim için hazırlanan eve geçecektim. Birden arkamdan biri seslendi: -Hakan Bey. Bu dün Musa Çavuş’un evine gelip beni soran adamdı,yanında bu sefer biri daha vardı. -Buyurun. Dedim -Galiba,Kuday larla fazla samimi oldun,yanlarından hiç ayrılmıyorsun. -Kahvaltıya davet ettiler. Sizinle de tanışmak isterim. -Selman Ağa da seninle tanışmayı çok ister,lakin önce Kudaylarla irtibatını kes. -Bakın,dün de söyledim,ben tüm köyün öğretmeniyim. Bu sefer diğer adam atıldı: -Öyle şey olmaz,öğretmen bey seçimini yap,ya onlar,ya biz… -Ben böyle bir seçim yapamam. Adamlar kızmaya başlamıştı. -Of be of,bari onlara gidecem artık de de,uğraştırma bizi. O sırada arkadan biraz daha yaşlıca bir adam yaklaştı. -Bırakın ula, O seçimini yapmış çoktan. -Ama Yüksel Ağam,Selman Ağa çocuklar okusun ister. -Ben babamla konuşurum, çocuklar bir sene daha dursun,zaten seneye kendi öğretmenimiz geliyor. Adamlar ikna olmuşa benziyordu. -Tamam Ağam. Dediler.Ama ben bir şey anlamamıştım,arkalarından seslendim: -Benim görev sürem en az 2 yıl,seneye de buradayım. Dedim. Yüksel Ağa hiddetle üstüme yürüdü: -Kes lan sesini, seneye benim kızım mezun oluyor,buranın öğretmeni de O olacak,sen de defolup gideceksin,anladın mı? Dedi. Neye uğradığımı şaşırmıştım, -Hayır olamaz. Dedim Yüksel Ağa iyice kızmıştı,yakamdan tuttu.Ama diğer adamlar araya girmeye çalıştılar. -Ağam etme şimdi Kudaylar görür. Dediler -Onlardan mı korkarsınız lan ödlekler. Dedi.Sonra da beni hızla yere çarptı,üstüm başım toz toprak olmuştu neye uğradığım şaşırdım.Birden bir silah sesi duyuldu,gelen Haşim Ağa’nın en büyük oğlu Osman Ağaydı.Havaya bir kez daha ateş etti,sonra bağırdı: -Dağılın lan,ne cüretle bizim öğretmenimize saldırırsınız. Yüksel ağa da silahını çıkardı,Osman Ağa’ya doğrulttu.Çok korkmuştum,kan akmaması için dua ediyordum,yoksa her şeyin sorumlusu ben olacaktım.Bir müddet ikisi de birbirine silahlarını doğrultup beklediler bu arada diğer iki genç de silahlarını çıkarmışlar Osman Ağa’ya doğrultmuşlardı.Ama korktuğum olmadı, Yüksel Ağa: -Öğretmeninize sahip çıkın,sakın karşımıza çıkmasın, O da düşmanımızdır. Dedi ve sonra yanındakilerle beraber geri çekilip gittiler. Ben hala şaşkınlığımı üzerimden atamamış, olan biteni izlerken Osman Ağa kolumdan tutup kaldırdı ve bir daha Matur Aşiretine yaklaşmamam konusunda nasihat ederek beni evime kadar götürdü.Bir ihtiyacım olup olmadığını sorduktan sonra tam gidecekti ki birden bana döndü,belinden bir tabanca çıkarıp bana uzattı: -Al bunu, belki lazım olur. Şaşkınlık içinde: -Hayır olmaz. Dedim -Olmaz olur mu Hakan, burası şehir değil. -Olsun bana kimse bir şey yapmaz. Osman Ağa başını sağa sola birkaç kez salladı, sonra elindeki tabancayı masanın üzerine bırakıp: -Sana hediyemizdir, hediye geri çevrilmez. Deyip gitti. Ne yapacağımı bilemedim,ama ortalıkta durması iyi olmaz düşüncesiyle masanın üzerinden alıp çekmeceye sakladım,şu ana kadar elime hiç silah almamıştım daha askerliğimi de yapmadığım için bu gayet normaldi. Haşim Ağa ve ailesi evi çok güzel döşemişlerdi, her şey kusursuzdu ama kafam hala diğer ailenin çocuklarındaydı ne olursa olsun onlarda okula gelmeliydi yoksa ben görevimi yapmamış olurdum.Ne yapmam gerektiğini biraz düşündüm ama bir çare bulamıyordum.Yüksel Ağa’nın söylediği diğer öğretmen de iyice kafamı karıştırmıştı.Acaba kimdi ve seneye benim yerime gelmesi mümkün müydü.Bir an bunun güzel bir şey olduğunu bu sayede benim de seneye buradan kurtulabileceğimi düşündüm ama sonra düşündüğümden utandım, bu benim vazifemdi ve her şeye rağmen son ana kadar aşkla şevkle görevimin başında kalmalıydım. Ne kadar düşündüm bilmiyorum,ama bir çare bulamadım.Nihayet dış kapını sesiyle kendime geldim.Biri kapıya vuruyordu.Hemen koştum ve kapıyı açtım,gelen Cemal di.Her zaman ki gibi çok heyecanlıydı; -Bir isteğin var mı diye geldim öğretmenin. Dedi İşte o an aklıma çok güzel bir fikir geldi. Cemal’i hemen içeri davet ettim. -Senden çok önemli bir şey isteyeceğim Cemal. Dedim. Heyecanla bana bakıyordu.Sonra devam ettim: -Aslında iki şey, ama yapabilir misin acaba… Heyecanı iyice artmıştı. -Tabii öğretmenim tabii. Dedi -Bak Cemal, pazartesi okul başlıyor ama daha öğrencileri kayıt yapmadık,kayıtsız öğrenci derse giremez,bunun için yarın sabah okulda kayıt yapacağız.Bunu Kuday Aşiretinin evlerini dolaşıp söylemeni istiyorum. Dedim. -Tamam öğretmenim ama… -Ne oldu Cemal? -Ama öğretmenim ilk sıraya beni kayıt edin. Güldüm. -Tamam Cemal. Dedim Sonra biraz düşünüp devam ettim. -İkincisi biraz zor olabilir,ama çok önemli. Dedim. Artık söyle der gibi bana bakıyordu. -Cemal; bu Yüksel Ağa’nın kızı… Sözümü tamamlamadan hemen atladı: -Suna Abla. -Öğretmen mi? -Yok, daha olmadı herhalde seneye inşallah. -Cemal beni onunla ya da onunla konuşabilecek biriyle görüştürebilir misin? Cemal birden korktu. Heyecanla: -Sizi öldürürler. Dedi. -Neden? -Maturlar sizi düşman bellemediler mi? -Evet Cemal,işte onun için daha sakin ve aklı başında biriyle görüşmem lazım. Dedim.Birden gözleri parladı: -Tamam anladıııım. Dedi.Sonra da: -Suna Ablanın kardeşi Halil var olur mu? Diye sordu. -Olur olur. -Tamam,hemen getiririm beni çok sever. Deyip koşarak çıktı. *** Yarım saate kalmadan Cemal ve Halil geldiler.Halil 20’li yaşların başında, delikanlı ve gerçekten aklı selim birine benziyordu.Uzun uzun konuştuk bu arada Cemal diğer aşireti dolaşmak için çoktan gitmişti bile.Yıldırım’ a iki aşiret arasındaki husumeti sordum ve olup biteni bir kez de ondan dinledim.Anlattıkları Musa Çavuş’un anlattıklarının aynısıydı ama Halil daha dertliydi.Artık bu kavgadan bıktığını ve pek çok çocukluk arkadaşıyla bu husumet yüzünden ya görüşemediğini ya da gizli gizli görüştüğünü anlattı. Halile aşiretlerindeki çocukları da sordum.Hepsinin okumak istediğini ama son yaşananlardan sonra aile büyüklerinin onları bu sene asla okula göndermeyeceğini anlattı,sonunda da derin bir iç çekip: -Keşke ilk gün Kuday Aşiretiyle beraber olmasaydınız. Dedi -Haklısın Halil, ama bir çare daha var. -Nedir? -Senin baban, sanırım aşiretin büyüklerinden. -Evet. -Sen ve ablan onunla konuşsanız belki ikna olur. -Sanmam, beni hiç dinlemez de belki ablamı dinler. -O zaman sen ablana benim dediklerimi söyle, babanla ve dedenle bir konuşsun. Biraz düşündü, -Bilmem ki… Dedi. -Ne olacak ki,sen sadece ablana söyleyeceksin. -Ben söylerim de birisi sizinle görüştüğümü anlarsa bana çok kızarlar. -Başka çaremiz var mı? -Ablamla görüşseniz…siz direk ona anlatın. -Ona kızmazlar mı? -Yok, dedem onu çok sever,okumuş insan ne yaptığını bilir der, hep onu haklı çıkarır. -Tamam o zaman.Ablanla nasıl görüşebilirim. Biraz düşündü,sonra: -Babamlar bahçeye gittiler,ben gelirken ablam çardakta kitap okuyordu,hala oradadır herhalde. Dedi -Tamam, tamam o zaman,hadi gidelim. Dedim Hemen çıktık ve biraz sonra çardağın arkasındaydık. Suna gerçekten çardakta kitap okuyordu. Halil beni bir çalının arkasına saklayıp önce kendi gidip konuştu. Uzaktan onları izliyordum.Ablası Halilin söyledikleri karşısında önce şaşırdı,etrafa bakındı,ama sonra oturduğu yerde toparlanıp,elindeki kitabı bıraktı anlaşılan benimle görüşmeyi kabul etmişti. Halil bana eliyle işaret etti ve saklandığım yerden çıkıp yanlarına geldim.Suna; kara kaşlı, kara gözlü bir köy kızıydı ama her halinden eğitim aldığı ve mantıklı biri olduğu anlaşılıyordu.Ben yanlarına gelince ayağa kalktı: -Hoş geldiniz. Dedi. Utandığı belliydi belki de birinin görmesinden çekiniyordu, başını önüne eğdi. -Hoş bulduk Suna Hanım,kusura bakmayın rahatsız ettim. -Estağfurullah, Halil konudan bahsetti zaten,buyurun oturun. Dedi Fazla rahatsızlık vermemek ve kimseyi tehlikeye atmamak için hemen konuya girdim: -Bana yardım edecek misiniz? -Ne yapmamı istiyorsunuz. -Selman Ağa sizi dinlermiş. Onunla görüşmenizi istiyorum. Sizin aşiretin çocuklarının da okula gelmesi gerekli. Suna biraz düşündü: -Aslında bende okula gitmelerini istiyorum ama dedem ve amcam bu konuda çok sertler,bir de ;babam bugün sizinle konuşmuş galiba bir hayli sinirliydi. -Evet,çok kötü oldu,ama sen araya girersen ikna olabilirler Suna. -Tamam,ben elimden geleni yaparım,şimdi bahçedeler onlar gelince hemen konuşurum. -Çok,sağ olun. İnşallah başarırsınız. -Siz de sağ olun çocuklar okusun diye buraya gelmeyi bile göze aldınız. -Bu benim görevim… Neyse eğer ikna ederseniz yarın kayıtları yapacağız, onu da söylersiniz. -Tamam. -İyi günler. -Size de. Suna’nın yanından ayrılırken çok mutluydum. Onun ailesini ikna edebileceğine inanıyordum, kendinden emin ve gözü kara birine benziyordu,şimdi tek yapabileceğim dua etmek ve yarına kadar beklemekti. *** Ertesi sabah,erkenden kalktım,İstanbul’dan getirdiğim takım elbisemi çıkardım,biraz buruşmuştu ama Cuma günkü halime nazaran çok daha iyi görüneceğimden emindim.Saçlarımı da düzelttikten sonra evden çıktım.Okula geldiğimde Cuma günkü manzaranın benzeri vardı,okulun önünde pek çok aile ve öğrenci beni bekliyordu,etrafa iyice bakındım.Matur aşiretinden kimse yok gibiydi.Acaba Suna başaramamışımıydı.Sonradan gelirler umuduyla okula girdim ve gelenlerin kayıtlarını yapmaya başladım. Cemalin ve Yakup Ağa’nın oğlu Tuncay’ın da yardımıyla kayıtları çok kısa zamanda bitirdik. Cemal ve Tuncay’a; -Çok sağ olun,bu işi de bitirdik.Yarın derslere başlarız inşallah. Dedim. Cemal: -Biz her zaman yardıma hazırız öğretmenim. Tuncay ; -Öğleden sonra da babamlar okulun dökülen yerlerini tamir edeceklermiş. Dedi. -Sağ olsunlar. O sırada Halil geldi, Cemal ve Tuncay korkmuştu, Tuncay atıldı. - Halil ne işin var burada. -Ne o,öğretmenden sonra okulu da mı sahiplendiniz. Tuncay gülerek cevap verdi: -He ya,okulun ismini de değiştireceğiz,Kuday İlkokulu olacak. Halil: -O biraz zor. Dedi, sonra da Tuncay la tokalaşıp sarıldılar, anlaşılan aralarında bir problem yoktu. -Sizin aranız iyi herhalde. Dedim Halil: -Hakan abi biz aynı gün doğmuşuz,küçükken beraber oynardık,ama sonra araya husumet girdi. Halil: -Ama bizim husumetimiz falan yok. Dedi. -Ne güzel…Ha Halil ne yaptınız deden ikna oldu mu? -Yahu ben onun için gelmiştim,Tuncay’ı görünce unuttum valla…Ablamla Dedem sizi dışarıda bekliyorlar,dedem ikna oldu ama önce konuşacakmış. -Tamam, Tuncay siz burada bekleyin ben konuşayım bakalım. -Tamam abi. Dışarı çıktım Selman Ağa ve Suna beni bekliyordu,bu Selman Ağa ile ilk karşılaşmamızdı,selam verip elini öptüm. -Hoş geldiniz. Dedim. -Hoş bulduk öğretmen Bey sen de köyümüze hoş geldin. -Sağ olun, aslında ziyaretinize gelmek istiyordum ama bir türlü nasip olmadı. -Bundan sonra olur inşallah… dedi. Sonra eliyle Suna’yı işaret etti: -Bak bu benim torunum Suna. O da öğretmen olacak inşallah. -İnşallah. -Suna’yı çok severim onu kıramam, dün bana yalvardı yakardı, çocukları okula gönderelim diye,ben de kıramadım onu. -Çocukları gönderecek misiniz? -Evet,ama bir şartımız var. -Buyurun. -Bizim çocukları ayrı okutacaksın, onlar sabah geliyorsa bizimkiler öğleden sonra gelsin. -Tabii olur, zaten sınıf küçük ancak öyle olur. -Tamam o halde, ha birde bizim Yüksel’in kusuruna bakma geçen gün bir tatsızlık yaşanmış ama o biraz delidir işte… -Estağfurullah. -Kudaylar evini düzdü biliriz,ama bizde bu akşam bir şeyler gönderecez,geri çevirmezsen seviniriz. -Peki,çok sağ olun. -Yine bir ihtiyacın olursa söylersin… -Tamam ağam çocuklar kayıta gelecek mi bugün. -Gelecekler birazdan.Halil de yardım eder sana.Biz gidelim Suna haydi. Suna,Selman Ağa’nın elini tuttu: -İzin verirsen bende yardımcı olayım dede. -Eh, peki o zaman,işiniz bitince gelirsiniz.Haydi kolay gelsin. Selman Ağa uzaklaşınca ilk işim Suna’ya teşekkür etmek oldu: -Çok sağ ol Suna,sayende tüm köyün öğretmeni oldum. -Siz sağ olun ama Kudaylar bir şey demez değil mi? -Yok sanmam. -Peki o zaman, şimdi çocuklar gelir, haydi içeri geçelim, artık benim de bu işleri öğrenmem gerek. -Tabii öğrenirsin.Cemal bile öğrendi. -Ya, O da mı burada.. -Evet gel de bak,içeride ekip hazır. İçeri girdik,Tuncay gitmek zorunda kaldı,biz de gelen çocukların kayıtlarını yaptık.Kayıtlardan sonra Halil ve Suna ile bir süre daha oturduk.Suna da Halil ve Tuncay gibi iki aşiret arasındaki husumetten dolayı dertliydi. Çektikleri sıkıntıları o kadar etkileyici anlattılar ki, bir ara: -İnşallah bu husumeti beraber çözeceğiz. Demek zorunda kaldım. Ama sandığımın aksine onlar söylediğime inanmışlardı ve yanımdan çok mutlu ayrıldılar, ayrıca Suna ilk hafta derslere girmek istediğini söyledi ben de kabul ettim.Zaten gelecek hafta üniversitesi başlayacaktı ve bu hafta gayri resmi bir staj yapmak istiyordu,benim de işimi kolaylaştıracağı düşüncesiyle teklifini kabul ettim. Okuldan çıkınca ilk işim Haşim Ağa’ya durumu anlatmak oldu.O da iki aşireti karşılaştırmamam şartıyla Matur aşiretine de ders vermemi kabul etti. O gün eve giderken içimde belki de çok uzun zamandır yaşamadığım bir sevinç vardı. İşler yoluna girmişti, artık tüm köyün öğretmeniydim. Ama sevincim sadece bundan dolayı değildi, nedenini anlayamadığım bir mutluluk beni kuşlar gibi uçuruyordu, kim bilir belki de sebebi Suna’ydı. Ama duygularımdan emin değildim. Ne olursa olsun çok mutluydum ve o gece deliksiz bir uyku uyudum
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ramazan Gökner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |