Dünya hiçbir padişaha kalmadı, sana da kalmayacaktır. -Nizamî |
|
||||||||||
|
Daha 18-20’sinde gencecik fidanlar arkalarında gözüyaşlı yavuklularını ve analarını bırakarak yere devrilmekte. Ülkemizin her köşesinde doğusunda batısında Kürt ve Türk ana ve yavuklularının yürekleri bir orman gibi yanmakta. Bu cennet ülkemizde gözleri olan sinsi, hain sömürgeci ülkeler Kürt etnik bilincini gezgin kılıklı ajanlar eliyle kışkırtarak bizi biri birimize vurdurmaktadırlar. Dün de böyle yapmışlardı. Dün Türk, Arap, Fars, Ermeni, Rum, Yahudi diye kos koca Osmanlı İmparatorluğu’nu param parça eden sömürgeci Batılılar bugün de aynı yöntemleri kullanarak bizi Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Rum, Yahudi diye küçük lokmalara bölerek yutmak istemektedirler. Dün Araplar’ı bize karşı Lavrens gibi İngiliz ajanlar aracılığıyla kışkırtırken bugün de Batılı, Amerikan (CIA) ve İsrail (MOSSAD) ajanları aracılığıyla ülkemizi bir yangına, bir gözyaşı ve kan gölüne çevirmek istemektedirler Orman Yangını serbest yayılma eğiliminde olan ve ormanda yaşama birliği içinde bulunan canlı ve cansız bütün varlıkları yok eden ateştir. Yanma olayı ısı, oksijen ve yanıcı maddelerden oluşan üç unsurun bir arada olmasıyla meydana gelir. Yangının sönmesi için de bu üç unsurdan birinin ortadan kaldırılması gerekmektedir.Yanma olayı için, 260-400 C0 ‘den, oksijenin %15’den fazla olması ve yeterli miktarda yanıcı maddenin bulunması şarttır. Orman yangını gencecik fidanları yakıp kül ettiği gibi ülkemizde yaşama birliği içinde bulunan bütün etnik grupları, gencecik fidanları biri birine kırdırarak, boğdurarak yok eden bir terör yangınıdır. Ormanlarımızı yanıcı maddelerin yaktığı gibi ülkemizi de etnik duygu ve öfkeleri kışkırtarak yakmaktadırlar. CIA ve MOSSAD ajanları etnik grupların ezildiği, kimliklerinin tanınmadığı ve zorla Türkleştirildiği gibi aldatıcı düşüncelerle halkı devletimize karşı kışkırtarak başkaldırıya yönlendirmektedirler. Gencecik işsiz yoksul Kürt çocuklarını yalancı zehirli kahramanlık duygularıyla aldatarak dağlara çıkartmaktadırlar. Dün ‘‘Ey soylu Araplar, sömürgeci ve zorba Türklere başkaldırın. Kendi devletinizi kurun.’’ diyen İngiliz casusu Lavrens gibi, bugün de CIA ve MOSSAD işbirlikçileri eliyle Kürt halkı bizden koparılmak istenmektedir. Ülkemizde iki çeşit orman yangını vardır. Bunlar örtü ve tepe yangınlarıdır. Örtü Yangını orman toprağını örten ölü ve diri örtüyü yakan yangındır. ( Ot, çayır, funda, fide, fidan, yaprak, yosun, humus, kuru dal, kütük, devrik, kesim artıkları v.b) Örtü yangını gibi işsiz, yoksul, yoksulluğun yakarak bağrını gevrekleştirdiği rahat bir yaşam yüzü görmemiş gencecik Kürt çocukları aldatılarak bizlere karşı kıştırtılmaktadır, düşmanlık duyguları geliştirilmektedir. Bu tür toplumsal yangın kuşkusuz büyük felakettir, büyük bir yıkımdır. Dağlara çıkanlar varlıklı toprak ağalarının çocukları ve torunları değildir. Bunlar yoksul acınası umut dilencileridir. Tepe Yangını ağaç ve ağaçcıkların tepelerini de yakarak ilerleyen yangındır. En tehlikeli yangın türüdür. Ormandaki tepe yangınında olduğu gibi Kürt üniversite öğrencilerini fakülte ve yüksek okullarını bırakarak halklarını kurtarma rüyasıyla dağlara çıkarmaktadırlar. Okumuş Kürt aydınlarını, siyasal partilerini ve sivil örgütlerini aldatıcı ve zehirli bölücü etnik bilinçle donatarak bizlere karşı kışkırtmaktadırlar. Orman yangınlarındaki tepe yangını gibi gerçekte daha tehlikeli olan Kürt entellektüeller arasında çıkarılan bölücü etnik yangındır. Eldeki istatistik bilgilerine göre; ülkemizdeki son 10 yılda çıkan orman yangınlarının % 94’nün insan kaynaklı % 6’nın yıldırımdan çıktığı istatistiki bilgi olarak elimizde mevcuttur.İnsan kaynaklı orman yangınları; tarla çalışmaları (anız yakma, bağ-bahçe temizliği ), çöplerin ateşe verilmesi, enerji nakil hattı arızaları, piknik ve çoban ateşi v.b sayılabilir. Aynı orman yangınlarında olduğu gibi terrör yangınlarının çoğu da insanlar eliyle bilerek haince veya bilmeden farkında olmadan çıkarılmaktadır. Yabancı güçler her zaman ülkemize karşı sömürgeci amaçlarına ulaşabilmek için bizlere karşı koz olarak, bizi köşeye sıkıştırmak için her zaman dağlarda terörist beslemektdirler, onlara tepelerinden helikopterlerle silah ve besin indirerek, onları bizlere karşı palazlandırmaktadırlar. Bu acınası durumda olan sözde yiğitler (!) yabancı parasıyla demokrasi ve özgürlük kazanılmayacağının farkında değiller. Görmüyorlar sanki Irak yangınını. Zorba Saddam dönemini mumla arıyorlar adeta. ‘’Dinsizin hakkından imansız gelir.’’ diye bir söz var. Saddam’ı da Amerika halletti. Amerika şirketleri kanalıyla petrol ve diğer yeraltı kaynaklarını ele geçirip, sağlama aldılar ve ellerini kollarını sallaya sallaya onları etnik ve mezhep yangının ortasında yalnız başlarına bırakıp gidiyorlar. Bu yabancı güçlerin verdiği yıkımın yanı sıra, devletimizin güvenlik güçleri de ülke içindeki teröristleri temizlemek amacıyla çatışmalara girerken, terörle ilgisi olmayan suçsuz halkı da rahatsız ettiklerinden bazı yanlış uygulamlardan ötürü –çocukları dağa çıkan anne ve babalar da gizil teröristtir düşüncesiyle- sivil halkın da teröristler tarafına kaymalarına ve onlara karşı sevgi beslemelerine neden olabilmektedirler. Köylüler dağdan inen terörisler ve onları izleyen mehmetcik arasında şaşkına dönmektedirler. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Her köyde bir jandarma karakolu yok ki ya ansızın teröristler basarsa, o zaman ne yaparlar? Teröristlerle çatışırken bütün yöre halkına gizil terörist gözüyle bakmak ve onlara öylece işlem yapmak onları kolayca teröristler tarafına kaydırabilmektedir. Böyle bir tehlikeyi önlemek için güvenlik güçlerimizin teröristlere korku salarken, sivil halka karşı güvenlik duyguları yaymalı, onlara, o fakir halka toplumsal ve ekonomik kalkınma programlarıyla gitmeli. Onlara yiyecek giyecek dağıtmalı. Okula giden çocuklara kitap kalem dağıtmalı, öksüz ve yetimlerin başını okşamalı. Teröristlere karşı oldukça sert olmalı, korku ve dehşet salmalı gölgesiyle bile. Sivil halka karşı ise tam tersine çok yumuşak ve sevgiyle yaklaşmalı yiğit mehmetciklerimiz. Doğal olarak bu davranışları terör konusunda özel eğitilmiş uzman askerler gösterebilir. Yangının çıkmasına engel olmak veya çıkacak yangınların sayılarının azaltılması için önceden alınan ve devamlılık gerektiren önlemlerdir. Bunlar; - Halkın Eğitimi - Halk-Orman ilişkilerini Düzenlemek - Milli Orman Yangını Koruma Programı ve Uygulaması - Kamu Kuruluşları ile Yapılacak Yardımlaşma ve İşbirliği - Yasal Tedbirler olarak sıralanabilir. Terör yangınının çıkmasına engel olmak veya çıkacak terör yangınlarının sayısını zaltmak için de önceden alınan devamlılık gerktiren önlemler vardır. Bunlar; -Sivil Halkın teröre karşı eğitimi, yabancı güçlerin ve ajanların artniyetleri konusunda halk bilinçlendirilir. İsrail’in bölgede bir ‘‘Büyük İsrail’’ kurma projesi olduğu anlatılır. -Halk-Ordu ilişkilerini Düzenlemek. Halkın devletin yanına çekilebilmesi için ve sevgilerini kazanabilmek için ordu eliyle yoksullukla mücadele edilir. Jandarmanın örgütleyeceği meslek edindirme kursları açabilir. Askerlik hizmetini yapan değişik mesleklerdeki erlerden ve Mühendis asteğmenlerden yararlanabilir. Hatta bu askerler sivil kıyafetle halkın arasına karışıp onlarla yakınlık kurabilirler. -Ulusal bir terörle mücadele Pogramı ve Uygulamları belirlenir. Devlet bölgedeki yoksulluğu ortadan kldırmak için istihdam geliştici programlar hazırlar ve halkın ekonomik ve kültürel kalkınması sağlanır. KİT benzeri kuruluşlar kurarak yoksul halka iş alanları açar. Hayvancılığa girşmeye yönlendirilir. İlk anaparayı devlet verebilir hayvan almak için. Ya da devlet damızlık hayvan sağlar köylülere. -Bölge kamu personeli için bir sürgün alanı olmaktan çıkartılır. Hem de en nitelikli en yetenekli kamu görevlilerini atar. Bu nitelikli kamu görevlileri verdikleri hizmet ve yakınlıkla halkı devletin yanına çeker. -Teröre karşı uzman askerlerle çatışmaya gidilir. Uzman askerler yalnızca teröristlerle çatışmayı öğrenmezler. Suçsuz, terörebulaşmamış halka karşı da nasıl davranılacağı konusunda eğitim alırlar. -Bölgesel kalkınma için gerkli gerekli yasalar ve projeler hazırlanır. Bölgesel kalkınma projeleri hazırlanır. O bölgelerde yeni iş alanları açılabilmesi için iş adamlarına teşvikler verilir. Bu tedbirler , yangın çıkmadan önce alınan ve yangın söndürme çalışmalarına faydalı olacak önlemlerdir. Bu önlemlerin alınabilmesi için, ormanın çıkma ihtimalini belirleyen yangın tehlike sınıfının bilinmesi gerekmektedir. Ülkemizde İşletme Müdürlüklerimizin yangın tehlike sınırlandırılması son 20 yılda çıkan yangın adedinin yıllık ortalaması alınarak belirlenen kriterlere göre yapılmaktadır. Aynı orman yangınını önler gibi ülkemizin bir Terör Risk Haritası çıkartılmalı. Genelde terör daha yoksul ve eğitim düzeyi daha düşük bölgelerde görülmektedir. Ülkemiz ekonomik durumuna göre kalkınma bölgelerine ayrılmalı ve bölgenin ekomisinin ülke düzeyine çıkarabilmek için gerekli iş alanları kurma programları hazırlanır ve uygulanır. Ekonomik bölgeler planlanırken kesinlikle etnik yapıya paralel olarak düzenlenmez. Aynı bölgede nasıl orman yangınını engellemek için karışık türde ağaç dikimi yapılıyorsa, aynı biçimde bölücü etnik bilincin yükselmemesi için aynı düzeydeki ekonomik bölgelerde farklı etnik guplardan insanlar o bölgeye yerleştirilir. Nüfus hareketleri zorla sürgün yapar gibi değil de çekici iş kurma yatırımlarıyla farklı etnik gupların o bölgeye gönüllü göçleriyle etnik çeşitlilik sağlanır. Çok ucuz krediler ve karşılıksız teşvikler vererek batıdan iş adamları o bölgeye çekilebilir. Paralel Metot, Karşı Ateş, Basit karşı ateş, Kademeli karşı ateş, Kendi haline bırakma gibi yöntemlerle orman yangınları engellendiği gibi teröre karşı da buna benzer koruyucu, önleyici toplumsal yangınlar çıkartılabilir. Bütün ülkenin terör yangınından korunması için terör örgütünün elindeki bütün kozlar alınır. Ayrılıkçı örgütler yöre halkına ana dil eğitimi mi vaad ediyor? Devlet elini daha çabuk tutup kendi eliyle halka ana dilini ve kültürünü Halk Eğitimi Müdürlükleri ve Üniversiteler ve TRT kanallarıyla öğretilebilir. Halk kendisinin varlığını, dilini ekinini tanıyan devletine sahip çıkar, bölücü etnik örgütlerin etki alanından kurtulur. Evrensel hukukun bütün olanakları bütün ülkede yaşama geçirilir. Hukuka yalnızca Doğu’nun değil, batının da gereksinimi vardır. Hak arama ve şikayet hakkı sonuna değin kullandırılır. Saydam bir devlet yönetimiyle bütün kamu görevlileri yaptığı hatalardan ötürü hesap verirler. STK’lar güçlendirilir. Halkın toplumsal ve kişisel haklarını savunabilmek için sivil örgütlenme, dernekleşme, sendikalaşma ve partileşme haklarını özgürce kullanabilirler. Bölgesel Yerel Yönetimler kurulabilir. Ancak Bölgesel Yerel Yönetimler’in kesinlikle dinsel, mezhepsel, etnik, temellere dayalı olmaları önlenmelidir. Kalkınma Bölgeleri büs bütün bölgenin ekonomik durumları göz önünde bulundurularak yapılır. Halka toplumsal ve hukuk alanındaki haklarla toplumsal barış kolayca sağlanır. Ülkemiz, 25 yıldır süren ve uluslararası güçler tarafından kullanılan terörün ve terör siyasetinin her türlü zorlamasına karşın, ulusumuzun ileri görüşlülüğüyle ve taşıdığı uygarlık bilinciyle bir iç savaşa sürüklenmemiştir. Kürtlerle bizim din bağımız vardır. Her iki halk da sunnidir. Romen Diyojen’e karşı birleştiğin günden beri 1000 yıldır birlikte yaşamaktayız. Dolayısıyla, birbirleri ile iç savaş yapmış iki farklı halkı barış masasına oturtuyormuş gibi sorunlara yaklaşamayız. Ülkemizde her kesimle rahatça konuşabilen ve diyalog kurabilen bir siyasal geleneğin temsilcisi olarak bu sorunun çözümünde de STK’lar bütün sorumluluklarını yerine getireceklerdir. Ama bu konunun genel geçer kabuller, kamplaşmalar, zıtlaşmalar yerine; iyi niyet, ilerigörüşlülük ve kararlılıkla çözülebileceği düşüncesindeyim. Barış, ancak kardeşler arasında adaleti yerleştirecek bir uygarlık projesiyle olanaklıdır. Bizler aynı İslam uydarlığının iklimini solumuş müslüman halklarız. Hepimiz aynı İslam uygarlığının ortakları, aynı inancın ve ortak coğrafyanın çocuklarıyız. Osmanlı torunlarıyız. ve bu ortak mirası hep beraber taşıyoruz. Ayrımcı etnik bilinçlenmenin her türlüsüne karşıyız. Çünkü bu ulusun inancı, tarihsel ve uygarlık değerleri içerisinde ırkçılık, herhangi bir grubun ve ırkın diğerine karşı büyüklük taslaması asla yer bulamamıştır. Çünkü İslam Peygamberi: ‘‘Uluslar tarğın dişleri gibi biri birine eşittir.’’ diye buyurmuştur. Ne üzücü bir urum ki, Türkiye, İran, Irak ve Suriye Kürt Sorunu’nu kendi içinde, eşit kardeşliğe dayalı bir biçimde de çözemedikleri için, darma dağın edilen bu coğrafyanın çocukları bölge dışındaki müslüman olmayan uluslardan yardım bekler duruma gelmişlerdir. Bugün ABD ‘uluslararası toplum’ görüntüsüyle bölgeye gelmiş, 1, 5 milyon Iraklının öldürülmesine neden olan işgali gerçekleştirmiştir. Bu tablodan Kürtlere özgürlük, bölgeye demokrasi geleceğine inanmak büyük bir saflık olur. Türkiye bu bölgeyi bölüp parçalamak isteyen küresel zorba güçlerin ayrıştırıcı politikalarının değil, bütünleştirici politikaların öncüsü olmalıdır. Türkiye seküler demokratik bir model müslüman ülke olarak müslüman halklara sömürgeciliğin bölgeden ökülüp atılması konusunda önderlik yapabilir. Bir ağabey görevini üstlenebilir. Bu anlamda Türkiye’nin görevi daha fazla bütünleşmeyi sağlamaktır. Herkesin kendisi olarak kalabileceği, bireysel ve kültürel haklarına sahip olacağı, kültürünü geliştirebileceği, güvende olacağı, karnının doyacağı, onuru ile kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin geçimini sağlayabileceği, haksızlığa uğrayanın hakkının kendisine verileceğinden kuşkusu olmayacağı, insanların kendi yöneticilerini kendi özgür dilekleriyle seçebileceği koşulların oluşturulması zorunludur. Bölgeyi etnik-dinsel-mezhepsel farklıklar üzerinden parçalayıp yönetmek isteyen sömürgeci güçlerden Kürt sorununu çözmek için yardım beklemek çok saçmadır. Gerçekte bugün yaşanan bölünmüşlük, adaletsizlik ve demokrasi eksikliğinin temelinde sömürgeciliğin bölgedeki varlığı ve eylemleri yatmaktadır. Sömürgeciliği bölgeden kovma amacı etrafında bir bütünleşme olmazsa ne Kürt sorunu ne de başka bir sorun çözülebilir. Irak bu anlamda acı ve açık bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. 60 yıl kadar önce, İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa ülkeleri karşılıklı olarak on milyonlarca insan öldürdüler. Avrupa uluslaru arasında savaşları önlemek önce ‘‘demir birliği’’ sonra ‘‘Avrupa Topluluğu’’nu Şimdi de ‘‘Avrupa Birliği’’ni. AB projesi tek devlete doğru gitmektedir. Yüz yıldır bu coğrafyada yaşanan çatışların tamamı sömürgeciliğin bölgeye yüklediği etnik ulusalcılıktan kaynaklanmaktadır. Dün İngilizler ve Fransızların, bölücü etnik milliyetçilikler icat ederek yaptıklarını, bugün ABD “yeni ulusalcılığı” kışkırtarak yapmaktadır. Bizim de bölgemizde savaşları önlemek için bir birlik kurmamız zorunlu duruma gelmiştir. Bu birlik ‘‘Müslüman Uluslar Birliği’’ olabilir. Ama bu birlik ‘‘BOP’’ olamaz. Yabancıların etkisinin olmadığı ve söz sahibi olmadıkları bir ‘’bölgesel ekonomik birlik’’ olmalıdır. Ayrıca ‘‘Türkçe Konuşan Ülkeler Birliği’’ de kurulabilir. Avrupa Birliği kurulurken ‘‘Helen-Roma’’ birliği olmuyorsa, hiç kimse de bize ‘‘Turan’’ birliğine gidiyorlar diyemez. 20. Yüzyılın başına kadar paramparça durumdaki Avrupa, ulus devlet projesiyle birleşimini sağlarken, aynı projeyi, sömürgeci politikalarını gerçekleştirebilmek için doğuyu parçalamakta kullanmıştır. Bu topraklardaki etnik temelli bölünmenin arkasında apaçık bir şekilde sömürgecilik vardır. Peki ulus devlet bu kadar güzel de neden kendileri yalnızca ulus devletleriyle yetinmeyip, birlikler kuruyorlar? Biz kurunca istilacı, onlar kurunca barış amaçlı mı oluyor? Biz bütün dünyayla konomik ilişkilere girince, dünyanın ekseni mi kayıyor? Peki onlar Araplarla ilişkiye girince neden bu dünyanın ekseni kaymıyor? Onlar değil miydi, bütün dünyayı sömürerek ‘‘Güneş Batmayan Ülke’’yi kurarak ünyanın eksenini kayıranlar? Ama hiç kimse merak etmesin. Bu birlik kurulacaktır. Nasıl Avrupa uzun süren savaşlardan sonra AB’yi kurdularsa, biz bu bölgede birliğimizi kurup terrör yangınına son vereceğiz. Sömürgeciliği bölgeden kovmak, kaynaklarına ve onuruna sahip çıkmak, insanları için barış ortamı oluşturmak, çocuklarına güzel bir gelecek kurmak bizim de hakkımız ve görevimizdir. Bunu hiç bir bölge ülkesi tek başına yapamaz, bu, ancak bir birlik düşüncesi ile olanaklıdır. Kürt sorunu da son olarak ancak bu biçimde çözülebilir. Bütün bunların olabilmesi için bölge halkını birbirine yakınlaştıracak bir çimentoya gerek vardır. Bu çimento, uygarlığın ilk filizlendiği, bir dizi parlak uygarlığın yurdu ve aynı zamanda farklı uygarlık dünyaları arasında yüzyıllarca köprü ola gelmiş bu bölgenin benzersiz tarihsel miras ve birikimidir. Biz tarihte çok-ekinli, çok-dilli, çok-uluslu bir birlik kurduk. Osmanlı deneyimimiz bizim yeni bir birlik kurma konusunda yeterli birikimi sağlar. Biz yine bölgemizden sömürgeci güçleri el birliğiyle kovar, barış ve dinginlik içerisinde yaşarız. Temel kavramları acıma, kardeşlik, eşitlik, adalet, hak, hukuk, kardeşçe paylaşma, alın teri, vicdan, merhamet, onur gibi kavramlar olan bambaşka bir uygarlık. Biz tarihte İslam uygarlığını kurduk. Tarihsel birikimimizle bir ikincisini daha kolay kurabiliriz. Bu birlik kurulmadıkça ne bölgenin sorunu ve ne de diğer sorunlar çözülebilir. Bu uygarlık anlayışının Ortadoğu’da ve hatta dünyada barışı sağlayacak ölçütleri şunlardır; • Tam bir inanç ve düşünce özgürlüğü: Herkes dilediği gibi inanmalı ve inandığını dilediği gibi yaşayabilmelidir. İnancını başkalarına da aktarabilmelidir gönüllü olarak. • Örgütlenme özgürlüğü: Sadece inancın ve düşüncenin serbest olması yeterli değildir. İnanç ve düşünce dışa vurulamıyorsa bir anlamı yoktur. Herkes inandığını başkalarına önerebilmeli ve inandığı şekilde örgütlenebilmelidir. Din dışı bütün örütlenmeleri de özgürce yapabilmelidir. Meslek sendikaları kurabilmeli, STK’ları özgürce örgütlenebilmeli ve her örüşten siyasal partiler özgürce açılabilmeli ve parti kapatmak ancak seçim yoluyla olabilmeli. Oy alamayan partiler yaşayamazlar. İdam cezasının olmadığı bir ülkede parti kapatmak ne kadar çağdaş olabilir? • Eğitim hakkı ve özgürlüğü: Herkes inancı, dilini, dinini, kültürünü öğrenebilmeli, öğretebilmeli veya istediği biçimde eğitimini alabilmelidir. Özel eğitim kurumları devletçe desteklenmeli. Okulları özel girişimciler kurmalı ve finanse etmeli. Devlet yalnızca denetim görevini üstlenmelidir. • Özgürce dolaşım hakkı: İnsanlar dilediği biçimde gezebilmelidir. Tam anlamı ile sınırların olmadığı, sınırsız bir gezi özgürlüğü. • Özgür ticaret: Herkes dilediği şekilde özgürce ticaret yapabilmelidir. İstediği ülkede iş yeri açilmeli ve ülkemize yurtdışı ticaretle katkıda bulunabilmeli. Yalnızca herhangi belli bir ırka dayalı, özgürlüklerin genişletilmesi ve demokrasinin derinleştirilmesi projesi, daha fazla bölünmeye ve parçalanmaya yol açmaktan başka bir olay ortaya çıkamaz. Özgürlükler eşit olarak bütün dinlere, mezheplere, etnik topluluklara hepsine eşit olarak verilmelidir. Devlet arada tarafsız bir hakem olmalıdır. Irak’da olduğu gibi kesinlikle etnik ve mezhep bölgelerine izin verimemelidir. Bu bizim bütünlüğümüzü bozar ve en kısa zamandabölünmeye götürür. Kesinlikle tek resmi dil, tek bayrak va tek Vatan’dan ödün veremeyiz. Bu bizim sonumuz olur. Yugoslavya örneği çok uzağımızda değildir. Terör sorununun çözümü yalnızca iktidarın görevi değildir, bu bir devlet sorunudur ve çözümün sorumlusu da DEVLETTİR. Kimse sorumluluktan kaçma hakkına sahip değildir. Gizli ve kapaklı hiçbir şey kalmamalıdır. Kimse devlet sırrı gibi kavramlar arkasına saklanmamalıdır. Kim neyi, niçin ve nasıl yapacaksa açıkça bunu duyurmalıdır. Çekincesi ve itirazı olanlar da hiç çekinmeden düşüncelerini kamuoyuna ilan edebilmelidir. Terör konusunda tartışmalar çok açık yapılabilmelidir. Herkes eteğindeki taşları döksün. Kafasında ne varsa açıklasın. Sorunun çözümünde herkesin bir payı olsun ki çözüme herkes gönüllü olarak katılabilsin. Şimdi sorunu iktidar çözsün. Ben muhalefetim. Benim görevim onu çalıştırmamak için engellemektir diyemez. Hep beraber bir yangının içinde kaldık ve sorunu iktidarıyla, muhalefetiyle, STK’larıyla, hatta mecliste milletvekili olmayan partilerbile sorunun çözümüne katkıda bulunabilir. Toplumun inanç ve kanaat önderleri de bir yapıştırıcı, birleştirici çimento gibi sorunun çözümünde katkıda bulunabilirler. Kamuoyunda genel olarak olumlu karşılanan bu süreçte aşağıdaki hatalara düşülmemelidir; • Çözümün dışarıdan dayatıldığı görüntüsü verilmemelidir; çözümü Avrupa ve Amerika istediği için değil bizim için gerekli olduğundan yapılmalıdır. Bize gerekli olduğu için çözüm bulmalıyız çünkü bu orman yangınında yanan bizleriz. Ve çözüm bölge ülkelerinin denetiminde olmalı ve çözümde bölge ülkeleri söz sahibi olmalılar. BOP gibi oluşumlara kesinlikle zin verilmemeli. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Orta-Doğu’nun sınırlarını cetvelle çizdiler. İkinci kez izin vermeyelim. Bu bizim sonumuz olur, çünkü sömürgeci devletler Orta-Doğu’da piyon küçük küçük devletçikler isityorlar. • İktidar ve muhalefet partileri sorunu çözmeye hiçbir faydası olmayan sert tartışmalardan kaçınılmalıdır. Yanlışa yanlışla karşılık verilmesi süreci kolaylaştırmaz, tam tersine zorlaştırır. Sorunlara serin kanlılıkla yaklaşmalı. Hiç bir taraf diğer tarafı vatan hainliğiyle suçlamamalı. Ve bu yurdun tek sahibi ve savunucusu gibi davranıp karşı tarafı kışkırtmamalı. Soruna belki de bilimsel yaklaşılmalı. Çözüme bilimadamlarını da katmalıdır çünkü onlar duygularıyla değil akıllarıyla konuşurlar. • Ulusa hiçbir organik bağı olmayan, daha dün 1 Mart tezkeresinin geçmesini savunan, küresel odaklardan destek alan kesimlerin tezleri baskın hale getirilmemelidir. • Net ve somut bir takvim ve eylem planı olmalı. Yoksa yüksek tansiyonlu bir siyasal tartışmanın başlatılması, kimin neye, niçin itiraz ettiğinin belli olmamasına neden olmaktadır. Sorunun çözümü için basmaklar kararlaştırılmalı ve hangi zamanda ne yapılacağı takvime bağlanmalıdır. Eylem planı sorunun bütün tarflarınca ortaklaşa hazırlanmalıdır. • Özellikle, bölgede etkili olan geniş, örgütlü ve örgütsüz kesimlerin, düşünce ve kanaat önderlerin ve sağduyulu halk çoğunluğunun sesini duyuracakları platformlar oluşturmak yerine siyasi ve iktisadi seçkinlerin oluşturduğu dar kadrolarla çözüm sürecinin yürütülmesi yanlıştır. Çözüme her kesimden özellikle bölgenin tinsel çimentosunu oluşturacak düşünce ve kanaat önderlerinin çözüme katılması sağlanmalıdır. • Bu konuda itirazı olanların sürece dâhil edilmesinin yöntemleri aranmalıdır. Karşı görüşte olanların en uçta bile olsa kesinlikle çözümün dışında bırakılmamalı. • Başbakan ve hükümet üyeleri tavır ve eylemlerinde konunun duyarlılığına bağlı olarak oturaklı, danışarak, düşünce alış verişi yaparak açıklık ve sabırla eylemler yapmalıdır. Hükümet tarflara kesinlikle çözümün herkese ait olduğunu, bütün tarafların gayratleriyle çözüme varılacağını açıklamalı. Çözümler bir tarafa oy kazancı, diğer tarflara oy kaybı getirmemeli. Böyle yapılmazsa, tarflar çözüme katılacak yerde çözümün önünde aşılması olanaksız engeller oluştururlar. Bu yüzden elbirliği ve işbirliği zorunlu duruma gelmektdir. Yukarıda söz edilen sorun ve aksaklıkların giderilmesi için öncelikle; • Türkler ve Kürtlerin asırlardır aynı uygarlığın varisleri olduğu anlayışıyla hareket edilmelidir. • Ulusal birlik ve bütünlüğü sağlayan dinsel, tinsel, ekinsel ortak paydaların güçlendirilmesi amacıyla özel programlar devreye sokulmalıdır. Bu bağlamda dinsel ve tinsel eğitiminin önündeki engeller kaldırılmalıdır. • Siyasal Kazanç beklentisine ya da Siyasal tehlike endişesine kapılmadan ulusun derdine çare bulmak esas amaç olmalıdır. • Devlet adına yalnızca TBMM adres olmalı, sivil ve askeri bürokrasinin bu sürece katkısı TBMM üzerinden sağlanmalıdır. • İktidar ve muhalefet bu olaya oy kaygısı ve birbirine çelme takma amacıyla yaklaşmamalıdır. • Çözümün sorumluluğunun tek bir parti ve kişiye yüklenmemesi kadar, getirilerinin de kimsenin tekelinde olmaması gerekir. • Çözüm bir dayatma olarak değil Türkiye Cumhuriyeti ile vatandaşları arasında bir uzlaşma, barışma süreci olarak sunulmalıdır. Yapılması gereken ilk iş, sadece Kürtler, dindarlar, Aleviler veya gayrimüslimler için değil; tüm vatandaşlar için genel kabul görmüş ölçütleri içeren bir anayasal sistem oluşturmak ve var olan eylemcilerin baskıcı eğilimlerinin önüne geçmektir. Sorun, ulusun yaptığı ve onayladığı bir anayasa ile başlayacak hukuksal ve siyasal değişim dönüşüm sürecini gerçekleştirmektir. Bunun için de öncelikle anayasa ideolojik yapısından arındırılmalıdır. Kürt meselesi genel olarak, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine ait bir sorunudur. Ülkemizde özgür tartışma ortamının oluşturulması ve Kürt sorunu dâhil yapısal, tarihsel sorunların temelden çözülmesi için ayrıca; • Siyasi partiler yasası ve seçim yasası da içinde olmak üzere siyaset kurumuna ilişkin tüm yasal düzenlemelerin taban demokrasisi, geniş katılım ve temsile uygun olarak tüm toplumsal kesimlerin iradesini siyasete yansıtacak şekilde düzenlenmesi, • Vatandaşlık tanımının etnik tanımlamalardan arındırılarak tamamen hukuki bir zemine bağlanması gerekmektedir. Asıl belirleyici olan, anayasa ve yasaların gerisindeki devlet-siyaset felsefesidir. Halen Türkiye’de mevcut olan siyaset tarzı (yani devlet-siyaset felsefesinden doğan siyasal uygulama biçimi) ise devletin/siyasal iktidarın tahakküm ve birikim aygıtı olarak kullanılmasıdır. Siyasi iktidar üzerinden devleti ele geçirenler, kamu kudretini kendileri için bir birikim aygıtı, kendisinden olmayanlar içinse bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. Şu andaki anayasanın dayandığı felsefi arka plan herkesi zorunlu olarak Müslüman, Türk, Sünni ve seküler olarak görmekte ya da böyle olmalarını beklemektedir. Türk, Müslüman, Sünni ve Seküler bir ulus oluşturma çabası; Kürtlerin, gayri Müslimlerin, Alevilerin ve dindar kitlelerin ötekileştirerek sistem dışına itilmelerine, kendilerini horlanmış ve dışlanmış hissetmelerine neden olmuştur. Her yurttaşın kendisini özde vatandaş olarak göreceği bir ortam oluşturulmalıdır. Anayasa herhangi bir etnik kimliğin ve ideolojinin hamisi ve taşeronu olamaz. Mevcut anayasa ile Kürt sorunu çözülemez. Anayasada sadece Kürt sorunu ile ilgili düzenlemeler yapmakla da bu sorun çözülemez. Türkiye, 20. yüzyılın küresel sisteminin dayattığı ve artık çağdışı kalmış, köhneleşmiş ideolojik devlet formatını bir an önce aşmalı ve demokratik, adil bir siyasal sistemin kurulmasınasına başlamalıdır. Bu bağlamda; • Devletin baskı ve birikim aracı olmaktan çıkartılması; • Devletin herkesin kendini orada görebileceği, inançlarını ve düşüncelerinin katılabildiği bir yapıya dönüştürülmesi, • Siyasetin kimlikler yerine değerler üzerinden yeniden üretilmesi, • Halktan kaynaklanmayan ve ulusa dayanmayan hiçbir güç odağının olmaması, • Sivil- asker devletin Her basamağında, ulus adına denetim, saydamlık ve hesap verilebilirliğin kurumsallaştırılması, • Hepsinden önemlisi ve öncelikli olanı, bireysel düzeydeki acıma duygunun toplumsal yansıması olan “Adalet”in başlı başına bir amaç olarak kesin bir biçimde kurulması zorunludur. Özelleştirme adı altında kamuya ait fabrikaların elden çıkarılması, yanlış ve dışa bağımlı tarım politikaları ile tarım ve hayvancılığın yok edilmesi, bütçe kısıtlamaları nedeni ile yeni yatırımlardan geri dönülmesi bölge halkını açlık ve sefalete tutsak etmiştir. Hem siyasal hem de ekonomik açıdan yıllarca savsaklanmış olan bölgeye yönelik ivedi bir ekonomik iyileştirme ve geliştirme programı uygulanmalıdır. İnsanlar aş ve iş sahibi yapılmalıdır. Bölge halkının iyi bildiği ve bölge koşullarının son derece uygun olduğu tarım ve hayvancılık alanında özel destekler sağlanmalıdır. Bu bağlamda organik tarım ve hayvancılık teşvik edilmelidir. Ayrıca, bölgede iş alanlarını geliştirmek ve artırmak için örneğin KİT benzeri sistemlerin devreye sokulması, hazine arazilerinin topraksız köylüye verilmesi gibi önlemler de tartışılabilmelidir. Ayrıca sorunu çözerken yeni sorunlara kaynaklık edilmemeli, örneğin koruculuk sistemi kaldırılırken bu insanlara hayatlarını insanca sürdürebilecekleri iş sağlanmalıdır. Adaletli ve doğal bir ekonomik sistemin işletilmesiyle bölgenin sorunları azalacaktır. Bölgeye dönük hükümet politikaları, kamu kaynakları ile bir anapara sınıfı oluşturmak yerine eğitim, sağlık ve alt yapı gibi temel kamusal hizmetlerin nitelik ve düzeyinin artırılmasını sağlamak olmalıdır. Demek ki devlet, ekonomik kalkınma adı altında bölgede birikim aygıtına dönüşmemelidir. 54. hükümetin 24 Mart 1997 tarihindeki “Terörle Mücadele Kurulu” toplantısında aldığı kararlar Doğu ve G. Doğu Anadolu’da bölgesel kalkınma hamlesini öngörüyordur. Bu hamle ile bölgeler arası eşitsizliğinin ortadan kaldırılması, milli gelirin adaletli dağılımının sağlanması bölgedeki işsizlik, yoksulluk ve ekonomik geri kalmışlığın önlenmesi için kamu yatırımlarına hız verilmesi öngörülmüştü. Böylece terörün temelini ve ortamını oluşturan ekonomik ve toplumsal geri kalmışlığa kalıcı çözümler üretilecektir. Eşit yurttaşlık aynı zamanda fırsatlarda da eşitlik gerektirir. Türkiye’de birçok eşitsizlik var ama en temel eşitsizlik gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Ne yazık ki, ülkemizde gelir dağılımındaki eşitsizlik son yıllarda ekonomimizin en önemli yapısal sorunlarından biri durumuna gelmiştir. Bölgedeki kamu hizmetlerinin etkin ve verimli bir biçimde yürütülebilmesi içinyeni iş alanları açılmasına yönlendirici bir Kamu Personel Rejimi kurulmalıdır. Bölgedeki kamu görevlilerinin halka karşı davranışları düzeltilmeli ve bu bölge bir sürgün bölgesi olmaktan çıkarılmalıdır. Kamu vicdanında adaletin somut bir biçimde ortaya çıkacağıyla ilintili inancın yerleşmesi, öc ve öfkenin karşılıklı olarak ortadan kalkmasına örnek oluşturması bağlamında öncelikle aşağıda sayılan adımların atılması gereklidir. • Devlet adına Cumhurbaşkanı, terör sonucu çocuklarını kaybeden şehit ailelerinden, derin devletin yaptığı cinayetlerden, eylemcisi belirsiz olaylardan ve işkencelerden zarar gören tüm yurttaşlarımızdan özür dilemelidir. • Eylem planı, Bakanlar Kurulu ve MGK’nun Diyarbakır’da yapacağı bir toplantıda açıklanmalıdır. • Anadil bir haktır ve her türlü tartışmanın dışına çıkartılmalıdır. • Kamu personelinin bölge vatandaşlarına yönelik davranış farkı önlenmelidir. • Sayıları bini aşan 18 yaş altındaki çocuk TCK ve TMK çerçevesinde Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde terör örgütüne yardım ve yataklık suçlamasıyla, 10 yılı aşkın hapis cezası talebi ile yargılanmıştır. Okullarda olması gereken çocuklar cezaevlerinde olmamalıdır. Bu davranış yalnızca terör örgütüne eleman yetiştirmeye yarar. Bu çocuklar bir an önce anne babalarına, evlerine ve okullarına kavuşmaları için ilgili yasa maddeleri hemen değiştirilmelidir. • Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan işkencelerle ilgili bir TBMM Araştırma ve Soruşturma Komisyonu kurulmalıdır. • Köylülere dışkı yedirerek Türkiye’yi AİHM’de tazminata mahkûm eden ve bu cezayı da Hazine maliyesinden ödettirip halka yükleyen kişi veya kişiler hakkında yargı süreci başlatılmalıdır. • Başta ilköğretimde her sabah okunan “Andımız” olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarında etnik ayrımcılık çağrıştıran söylemler çıkarılmalıdır. Terör sorunu, çoğu zaman da diğer sorunları çözmemenin bahanesi yapılmıştır. Terör, en azından insancıl ve demokratik istekleri geri çevirmenin gerekçesi, muhalefeti sindirmenin aracı durumuna gelmiştir. Türkiye’de yirmibeş yıldır terör sürerken, ülkede sömürü alabildiğine devam etmiş, insanlar yoksullaşmış, kamu varlıkları yağmalanmıştır. Türkiye’de 1980’lerde başlayan yeni-liberal yağma düzeninin bu denli kolay yerleşmesinde devam eden şiddet sarmalının çok önemli katkısı olmuştur. Kanın kanla yıkanmayacağı gerçeğinden hareketle beyaz bir sayfa açmak her zamankinden önemli duruma gelmiştir. Bu süreçte dağdakiler, “planlayanlar” ve “kullanılanlar” olarak ikiye ayrılarak ele alınmalıdır. Yönetici kadrosunda olmayan, kullanılan tüm örgüt elemanları “Bağışlama” kapsamına alınarak, normal yaşama dönmeleri için yeni bir fırsat verilmelidir. Bağışlama kapsamına alınan örgüt üyeleri belirli bir süre psikolojik rehabilitasyona ve siyasi yasağa tabi tutulmalıdır. Kamuoyu vicdanını incitici durumlardan kaçınmak gerekir. Bağışlama sürecinin konuşulabilmesi için öncelikle terör örgütü koşulsuz olarak silah bıraktığını duyurmalıdır. Öcalan’ın sürece katılması kamuoyunu kışkırtacaktır. Öcalan ile görüşme ya da pazarlıktan kaçınılmalıdır. Çünkü bu sorun, ulusun, Türk ve Kürtlerin sorunudur, Öcalan’ın veya terör örgütünün sorunu değildir. 1990’lı yıllarda güvenlik gerekçesiyle zorunlu göçe tabi tutulan, köyleri ve mezraları yakılan ve halen büyük şehirlerin kenar mahallelerinde yoksulluğa ve düşkünlüğe tutsak edilen yurttaşlarımızdan isteyenlerin bir an önce topraklarına geri dönmeleri için gerekli yasal, iktisadi ve güvenlik tedbirleri uygulamaya konulmalıdır. Zorunlu Yerleşim artık yerini bölgesinde, toprağında yerleşime bırakmalıdır. Atatürkün anzak annelerine yazdığı mektup ve aldığı yanıt harika BİR BARIŞ YAZISIDIR BU Avustralya`nın başkenti Canberra`da Mustafa Kemal`in bir anıtı ve Çanakkale Şehitleri`nin anısına kurulan bir ağaçlık var. Anıtta Mustafa Kemal`e ait 1934 yılında yazılan bir mektup yer almakta. On central panel of wall below bust of head of Kemal Ataturk THOSE HEROES THAT SHED THEIR BLOOD AND LOST THEIR LIVES... YOU ARE NOW LYING IN THE SOIL OF A FRIENDLY COUNTRY. THEREFORE REST IN PEACE. THERE IS NO DIFFERENCE BETWEEN THE JOHNNIES AND MEHMETS TO US WHERE THEY LIE SIDE BY SIDE HERE IN THIS COUNTRY OF OURS... YOU, THE MOTHERS, WHO SENT THEIR SONS FROM FARAWAY COUNTRIES WIPE AWAY YOUR TEARS; YOUR SONS ARE NOW LYING IN OUR BOSOM AND ARE IN PEACE. AFTER HAVING LOST THEIR LIVES ON THIS LAND THEY HAVE BECOME OUR SONS AS WELL.' KEMAL ATATURK “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedir ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Avustralyalı bir anne de Mustafa Kemal`in mektubuna karşılık bir mektup yazdı. “Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını alicenap sözleriniz hafifletti, gözyaşlarımız dindi. Bir anne olarak bana bir güzelim teselli verdi. Yavrularımızın sonsuz uykularında huzur içinde dinlendiklerinden hiç şüphemiz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa, bizler de size “Ata” demek istiyoruz. Çünkü yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan Büyük Ata`ya bütün anneler adına sevgi, şükran, saygıyla.” Bir yanda kendi yurdu, kendi insanına karşı savaşıp da ölen askerleri şehit olarak, kahraman olarak, ana kuzusu gencecik bir evlat olarak gören Mustafa Kemal, bir yanda da, oğlu belki de hiç gitmek istemediği bir savaşa sürüklenen, oğlunun ardından bağrına ateş düşen bir annenin Mustafa Kemal`in mektubundan duyduğu teselli, merhamet ve saygı. Bir yanda babalığın yüceliği, bir yanda anneliğin… Bir amansız savaşın, bir tanımsız yiğitliğin sonunda ne Mustafa Kemal`de bir kin, ne de oğlu Çanakkale`de, gurbette ölen bir annede düşmanlık… Savaşın üzerine kurulmuş bir barış, bir ferahlık ayan olan o güzel anneye ve babaya… Burada Mustafa Kemal`in kararlılığı, ileri görüşlülüğü, insancıllığı, cesareti ap açık gözükmektedir. Bu cesareti günümüz devlet adamlarının gösterebilmesi onları kesinlikle zamanımızın kahramanları arasına katacaktır. Acaba sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül bu cesareti gösterip günümüzün sorunlarını çözerek kahraman olabilir mi? Acaba Atatürk’ün Anzak anlarına yazdığı mektubu Kürt analarına uyarlayabilir mi? “Bu ülkeninin toprakları üzerinde her iki tarafta kanlarını döken Türk ve Kürt kahramanlar! Burada, kendi ülkenizin toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikler yan yana, koyun koyunasınız. Çatışmalarda iki tarafta da çocuklarını kaybeden analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedir ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim çocuklarımız olmuşlardır.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mevlüt Tok, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |