Hala çevrende bulabileceğin güzellikleri bir düşün ve mutlu ol. -Anne Frank |
|
||||||||||
|
Uzun bir yürüyüşten sonra kıyının iyice ıssız bir yerine geldiler. Belki bir saate yakın süredir yürüyorlardı . Genç kız çok az konuşmuş, genç adamsa neredeyse hiç susmamıştı yürüyüşleri boyunca. Geldikleri kumsalın nasıl bir yer olduğunu farkettiğinde, uzun süre sessizliğini koruyarak etrafı inceledi kız. Kentin epey dışındaydılar artık. Genç adam bir kayanın üzerine, genç kız ise hemen yanıbaşında kuma oturdu. Kızın çevreyi kolaçan eden bakışlarında, önce, biraz sıkıntılı ama çocuksu bir ilgi vardı. Ancak uzun yürüyüşün yorgunluğunu iyice attığında, daha dikkatli bir bakışla şaşkınlığa dönüştü yüzündeki ifade. Buraya ilk kez geliyordu ve burası yaşadıkları yerin yakınında sayılabilecek, şaşılacak ölçüde farklı ve güzel bir kıyıydı. Ortalıkta kendilerinden başka kimse yoktu. Bir süre hiç konuşmadılar, sessizliği dinleyerek sakince oturdular. Yarım ay biçiminde kayalık bir yükselti çeviriyordu kumsalı. Geldikleri yönde daha dik olan yükselti denizin içine kadar sokuluyordu. Diğer yöndeyse alçalıyor ve parçalanmış kayalıklar halinde uzayıp gidiyordu denizin içinde. Genç adam sesinin tonunu ayarlayamadan konuştu: "Sana bir sürprizim var Nihal" Sesi hiç ummadığı bir yükseklikte çıkmıştı ve denizde son bulan iki ucu arasındaki uzaklık yüz metre bile olmayan yarım ay biçimindeki, bu, çevreden bütünüyle ayrılmış kapalı kıyıda tuhaf biçimde yankılanmıştı. Kendi sesinin uyandırdığı şaşkınlıkla biraz duraksadıktan sonra devam etti: "Biliyor musun menekşem, seni buraya bilerek getirdim. Bir şey göstermek istiyorum sana. Çok, ama çook beğeneceğini bildiğim bir şey..." Kendiliğinden akıp gitmiş yürüyüşün sonunda gelip, bu ıssız ve ikisini de usulca büyüleyen kıyıda oturakaldıklarını düşünen Nihal şaşırmıştı gerçekten de. 'Demek bir amaçla gelmişiz buraya. Şaşmamalıyım, öyle ya, neyimiz doğaldı, kendiliğinden gelişen ne oldu ki bugüne dek aramızda?' Soğuk bir sesle: "Neymiş merak ettim doğrusu." dedi. Nihal'in sıkkın ve tepkili tavrı gözünden kaçmasa da, heyecanından bir şey yitirmeden elini uzatıp kızın elini avucuna alan genç adam: "Seni öyle seviyorum ki..." diye söze girerken birden durdu. Gözlerini kızın yüzünden ayırıp sol yanlarındaki kayalıklara çevirdi. Dalgalar düzenli aralıklarla ve yavaşça gelip kayaların arasında dağılıp, köpüklerle sona eriyordu. "Tam zamanı aslında," dedi, kendi kendine mırıldanır gibi. "Neyin tam zamanı Mehmet?" diye sordu Nihal. "Bak şimdi," diye söze başladı, hızla oturduğu kayanın üzerinden kalkan Mehmet, "hiçbir soru sorma şimdi bana menekşem, ne olur. Yalnızca biraz sabırla bekle. Hemen geleceğim." Eğilip kızın yanağından öptü. Nihal şaşkınlığını üzerinden çoktan atmış, umursamaz bir tavır takınmıştı. Mehmet'in yanağına kondurduğu öpücüğün üzerine kızgınlığa benzer bir ifade belirdi gözlerinde. Hiçbir şey söylemedi. Sağ elinin avucunu kumla doldurup, elini gevşekçe yumruk haline getirdikten sonra, bir kum saati gibi alt tarafından akan kumun, denizden esen hafif rüzgarda savruluşunu ilgisizlikle izledi. Biraz şaşırıp, kendine güvenini yitiren Mehmet, bir şey söyleyemeden, olduğu yerde dikildi bir süre. "Neden böyle yapıyorsun, seni nasıl sevdiğimi bilmezmiş gibi..." diyebildi sonunda. Nihal avucuna yapışan kumları silkelerken kafasını kaldırıp bakmadı genç adama. Oysa neler neler vardı ona söyleyeceği... 'Off... Of! Ne diyeceğim ben bu saftiriğe? Nasıl söyleyeceğim?' Mehmet'e duyduğu sevgiyi uzun zamandır yitirdiğini, son haftalarda fazlasıyla belli etmişti Nihal. Özellikle yapmıştı bunu. Onu kırmak istemiyordu, doğrudan, "Ayrılmak istiyorum Mehmet" demeyi ise, Mehmet'in kırılgan yapısı bir yana, zaten beceremeyeceğini biliyordu. Nice geceler uykusuz kalıp, bir çözüm yolu bulamadıktan sonra, nihayet dün gece uykuya dalmadan önce, bugün buluştuklarında bu işi bitirmeye karar vermişti. Hiçbir yöntem tasarlamamıştı, sözü kendi akışına bırakacaktı. Bu kıyıya gelene kadar lafa ucundan girememişti bile. Mehmet'in her an heyacan içindeki halleri, artık Nihal için hiçbir çekiciliği kalmamış sonu gelmez şakaları, sürprizleri arasında gelip oturmuşlardı. Sıkıntılı halini hiç farketmemiş gibi görünen Mehmet iyiden iyiye sinirlerini bozmuştu Nihal'in. Birden bir şeyler yükseliverdi içinde. 'Tamam! Yeter artık! Ya şimdi ya hiç!' Kafasını hızla kaldırıp, bakışlarını Mehmet'in yüzüne dikti. 'Neden ben eziyet çekecekmişim ki! Kaldı ki... İlhan'dan söz açmam gerekmiyor. Ne mecburiyetim var? Nasılsa öğrenecek...' Nihal'in yüzündeki ifade ile şaşkına dönen Mehmet, birkaç saniye süren bu bakışmanın sonunda, Nihal'in gözlerindeki alışık olmadığı kararlı parıltının, pes etmeye benzer bir azalışıyla gülümsedi. Zoraki sayılabilecek bir gülüştü, ama yine de içten gelen bir umutla belirmişti yüzünde. 'Tanrım, asla söyleyemeyeceğim. Şu gülüşü yok mu... Yıkılır bu çocuk ruhlu adam, biliyorum. Off...' "Yalnızca beş dakika menekşem, taş çatlasa on dakika. Göreceksin, harika bir şey... Yalnızca biraz sabır. Çok az..." Bunları söyledikten sonra, hızla, sol taraflarındaki kayalıklara doğru yürümeye başladı. Genç kız boş boş baktı arkasından. Ne yapmaya çalıştığını merak etmiyordu bile. Bugün bitirmeye karar verdiği ilişkileri iyice içinden çıkılmaz bir hale doğru gidiyordu artık gözünde. Mehmet için, sevgilisinin anlam veremediği durgunluğundan öte bir sorun yoktu görünüşe göre. Üstelik bu durgunluğu giderebilmek adına saçmaladıkça saçmalıyordu. 'Offf...of. Lanet olsun böyle aşkı... Ne yapıyor şimdi böyle bu?' Mehmet elli metre kadar ilerideki kayakların üzerinde dikkatle ilerleyerek, bir kayadan diğerine sekiyordu. Bir an dönüp Nihal'e baktı. Nihal çocukça bir gülümsemenin yüzüne yayıldığını bu uzaklıktan bile görebiliyordu. "Sabret menekşem, az sonra gördüklerine inanamayacaksın" diye bağırdı. "Sakın bir yere ayrılma. Yanıma da gelme lütfen!" 'Nereye ayrılacaksam... Ayrıca bayılıyordum o kayaların üzerinde sekmeye sanki...' Mehmet kayaların görülebilen son uncusuna ulaşınca eğilip, pantolonunun iki paçasını da dizlerine kadar sıyırdı. Sonra yavaşça, dizlerinin hemen altına dek gelen suya girdi. 'Amaan... Ne delilik peşindeyse, banane...' Sağ elini cebine atıp cep telefonunu çıkardı, kızağı yukarı kaydırdı. Sessiz moda aldığı telefonuna gelen bir arama yoktu ama iki mesaj vardı. Tedirgin olmamak için titreşime bile almamıştı. Mesajların kimden olduğunu görünce bir an ürperdi. Ama tatlı bir heyecanın da içine yayıldığını duyabiliyordu. 'Ne haber, nerelerdesin?' diyordu ilk mesajda İlhan. 'Öyle başım dolu ki anca mesaj atabildim. Birazdan yine toplantıya gireceğim. Öptüm kocaman.' İkincisi birincisinden bir saat kadar sonraydı ve az önce gelmişti: 'Akşam ne yapıyorsun? Mesajını bekliyorum ha' Hemen yazmayı düşündü Nihal, kafasını çevirip Mehmet'e baktı. Son kayaların ucundan iç tarafa doğru yürümüş, yarım dairenin bittiği noktada, kıyının görünmeyen devamına doğru gözden yitmek üzeriydi. Yaptığı işe öyle dalmıştı ki, aradığı her neyse, yavaş adımlarla kamburu çıkana kadar eğilmiş ilerlerken, gözlerini avına dikmiş bir kedi gibi, bir an için olsun kafasını çevirmedi sudan. Nihal, gözden yitene kadar baktı Mehmet'e. Meraklanmamıştı bile, kafasında mesaj yazmak vardı yalnızca. Mehmet gözden yitince, birden verilmiş bir kararla telefona döndü ve bir çırpıda yazdı mesajı: 'Sen işten çıkmadan ararım. Grşrz...' Tam telefonu cebine sokuşturacakken, aklına bir şey geldi ve hınzırca gülümsedi. Telefonun videolarım sayfasına girdi. Geçen hafta sonu, limanın arkasındaki o barlardan birinde İlhan ve arkadaşlarıyla otururken çektiği balık videosunu aradı. İlhan'la üçüncü kez bir araya gelişleriydi, çok israr etmişti, 'Gelmeni isterim, nezih mekandır, arkadaş çevremle takıldığımız yer...' diye. Sevmişti Nihal barı. Konuşup gülüştükleri gece boyunca karşı duvarda duran balık maketine gözü takılıp durmuştu. Bir ara İlhan'ın arkadaşlarından esprili ve durmadan konuşan biri, bir fıkra anlatmaya başlamıştı. Masadaki herkes sessizce kahkahayı basacağı anı beklerken, yanından geçen bir adamın, maketin monte edildiği dekoratif ahşap zemindeki bir düğmeye basmasıyla, balık birden dans edip şarkı söylemeye başlayınca, Nihal önce ağzı açık kalakalmış, sonra kahkahayı koyvermişti. İçine düştüğü duruma aldırmaksızın devam etmişti gülmeye, yan masalardakilerin bile tuhafsayan bakışları altında. Sonunda özür dileyerek açıklamak zorunda kalmıştı: "Ya lütfen kimse kusuruma bakmasın, bu maketi daha önce bir butikte görmüştüm de çok hoşuma gitmişti. Ama bu kadar maharetli olduğunu bilmiyordum." Ufak, sevimli bir kahkaha atmıştı yine. "Çok özür diliyorum, fıkranı sabote ettim." demişti esprili gence. İlhan, geceyarısından sonra artık kalkacakları sıra hesap için, yine samimi bir arkadaşı olan bar sahibi gencin yanına gitmişti. Barda bir süre konuşmuşlardı gülüşerek. Bu arada Nihal, "Lavobaya gitmem gerek" deyip ayrılmıştı masadan. Yüzünü ıslatıp, içtiği üç bira yüzünden kızarmış gözlerini oğuştururken, telefonuna bakmak aklına gelmişti. Üç arama vardı, sesini kapattığı ve titreşime bile almadığı telefonunda. Üçü arama da Mehmet'tendi. Birden yüzü asılmıştı, sinirle sıkmıştı avucundaki cihazı. Kafasını kaldırınca gördüğü yüzün her yanını geren öfkeden korkmuştu Nihal. Salona döndüğünde masadakilerin hepsinin barda toplandığını görmüştü. Vedalaşıyorlardı. Yanlarına giderken duvardaki balığa gözü kayınca, canı bir hayli sıkılmış olmasına karşın, yine gülmeye başlamıştı ve hemen bir fikir gelmişti aklına. Balığın düğmesine basıp videoya kaydetmek... Bir çocuk gibi sürekli için için gülüp, bir yandan da elini sabit tutmaya çalışarak çekimini yaparken, bardakilerin arkasında toplandığını farketmemişti bile. Balığın gösterisi bitince, İlhan'ın dazlak kafalı mekan sahibi arkadaşı balığı duvarda asılı olduğu çividen çıkarıp almıştı yumuşak ve özenli hareketlerle. Sonra, bu ortamların devamlısı insanlarda görülen artistik bir özgüvenle maketi İlhan'a verirken, gülümsüyen gözleriyle Nihal'i işaret etmiş, "Evet... Hadi..." demişti arkadaşına. Kızarıp bozarmasına, lafı bir türlü toparlayamamasına karşın, İlhan'ın kendisini bir sürprizin içinde bulmadığı belliydi. Nihal lavabodayken kararlaştırılmıştı belli ki. Ancak Nihal için yüreğine yumuşak yumuşak işleyen çok hoş bir sürprizdi yine de. Dazlak bar sahibi açıklamıştı: "İlhan'ın açılış hediyesiydi bu. Ama düşündük de, bu mekanda pekişen bir arkadaşlığa daha çok yakışacaktı bugünden sonra. Çok eğlendirdi sizi ve şimdi kendini seven bir yüreğe yakın olacak. İki yıldan fazla o duvarda sürgün yaşadıktan sonra gerçek sahibini bugün buldu İlhan'ın bu hediyesi..." Nihal gibi İlhan'da zorla gülümserken, kıpkırmızı olmuşlar, hiçbir şey söyleyememişler ve bardan çıkana kadar da birbirlerinin yüzüne bakamamışlardı. İyice kıstığı için komik sesini pek duymasa da, bir yandan dans ederken, Michael Jackson'dan 'Just beat it'i söylüyordu, gerçeğine çok benzeyen maket alabalık. Dansı da çok komik ve ağız hareketleri gerçeğe bire bir uyumluydu. Sol yana doğru bir daha göz attı, Mehmet ortalarda yoktu hala. Ekranda akan görüntüyle gülümserken, yüzüne yayılan iyimser bir ifade ile: "Deli şey... neyin peşinde olsuğunu bir bilsem." diye mırıldandı. Sonra içine bir dert düştü yine. 'Ahh...nasıl söyleyeceğim...nasıl?' Balığın, şarkının sözlerine bire bir uyumlu ağzına boş boş bakarken düşündü: 'İyice içinden çıkılmaz hale gelecek bu ilişkinin sonu, biliyorum, olacağı bu... Asla, "Tamam bitti!" diyemeyeceğim... Ve o da, asla kendiliğinden vazgeçmeyecek benden... Off, neden her şey bu kadar...' Arkasından bir yerlerden, Mehmet'in, "Sürpriiz!" diyen sesiyle irkildi. Telaşla telefonun kızağını kaydırıp kumların üzerine gelişi güzel bıraktı cihazı. Sakin olmaya çalıştıysa da, bir anlık öfke patlamasıyla yerinden sıçrayıp arkasına döndü: "Mehmet bıktım artık senin bu sürp..." Karalı adımlar ve bütün yüzüne yayılmış çocuksu gülüşüyle kendine yaklaşan Mehmet'in elindeki şeyi görünce birden sustu. Beş metre kadar ilerisinde birden durmuştu Mehmet de afallayarak. Nihal gözlerini Mehmet'in elindeki şeyden ayırmadan, anlamsızca çarpılmış bir ifadeyle susuyordu. Genç adam biraz kendini toparlayarak ve zoraki bir gülümsemeyle yaklaştı genç kıza. Tam önüne gelince durdu. Elindeki içi su dolu ve içinde turuncu bir balığın yüzdüğü şeffaf naylon torbayı, kızla kendi arasında, göz hizasında tutarak birkaç saniye bekledi konuşmadan. Dalgaların düzenli ve hafif hışırtılarından başka bir şeyin bozmadığı bir sessizlik aralarında büyürken: "Bu sana menekşem," diyebildi sonunda, kırgınlığını gizleyemeyen titrek bir sesle, "Kendi ellerimle yakaladım." Nihal, daha önce hiç görmediği, bu tuhaf ve el büyüklüğündeki balığa bakıyordu. Durmaksızın ağzını açıp kapatan, incecik şeffaf yüzgeçleri düzenli ve yavaş hareketlerle ileri geri salınan balığın uzaktan yalnızca turuncu gözüken rengi, göz alıcı başka renklerin ayrıntılarıyla doluydu. Mor, sarı, yeşil... İpnotize olmuş halinden sıyrılamadan, kendi kendine konuşur gibi: "Ellerinle mi yakaladın?" diye sordu Nihal. "Evet, geçen yıl balıkçı bir arkadaşım göstermişti bu kayalıklardaki yuvalarını. Nasıl elle yakalayabileceğimi de..." Bir an sustu, keyfi kaçmış ve söyleyeceklerinin bir önemi olup olmadığını bilemeyen bir kararsızlık içinde gibiydi. "Akdeniz'de yıllardır yaşıyorlar aslında ama tropik sulardan gelmişler bu kıyılara... Özellikle bu kayalıklarda sayısız yuvaları var..." Torbayı tutan elini aşağı indirdi. Ellerinden, dirseklerinden sular damlıyordu kumların üzerine. Dizlerine kadar sıyrılmış paçaları da ıslanmıştı ve sular bacaklarından akanlara karışarak ayaklarının dibinde birikiyordu. "Amaa..." dedi, "Asla denizin dışında yaşayamazlar elbette." Hızlı adımlarla Nihal'in yanından geçip kıyıya yürüdü. Nihal dönüp arkasından sersemlemiş gibi bakarken, eğilip torbanın ağzını açarak balığı denizine kavuşturdu. Bu kez yavaş adımlarla Nihal'in yanına geldi yeniden: "Biraz sonra karanlık basar, epey yolumuz var menekşem, hadi gidelim artık." Nihal uysal bir çocuk gibi geldikleri yöne doğru yürümeye başladı. Mehmet de ardından iki adım atmıştı ki, yarısına kadar kuma gömülmüş telefonu gördü. Eğilip aldı ve hızla yürüyerek Nihal'e yetişti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haşmet Şenses, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |