Ben bir dünya yurttaşıyım. -Sokrates |
|
||||||||||
|
Beddualar süpürüyordu lahzaları, Uçurumlar farkında değildi ama Hayat çoktan yüzünü göstermişti soyut bedenlere… Anlamsız geliyordu yaşam. Çekinilmez bir o kadar da bıkkınlık veriyordu. Kimin ne olup olmadığı belli değildi aynaların arkasında… Belki hep çerçeveli gözlüklerle bakıyorduk Ondan mı göremiyorduk acaba… Yine bir akşam vaatler veriyordu. Zaman bizlere, Anlamıyorduk anlamamaya çalışıyorduk. Yaş sınırı olmadan geçiyordu; uçun güvercinler… Saçma cümleler yoğuruyordu insanları, Sokaklar sakin ve ıssızdı. Yapraklar son bahara hazırlanırdı. Boynu bükük ve mağdur biçimdeydiler Her halde onlarda sevmiyordu zamanı… Yine bir akşam vakti vaatler okunuyordu sokak dillerinde, Kimi berduş, kimi yoksul, Kimi de; hayal kırıklığına alışmıştı. Herkesin bir amacı vardı. O da yaşam kaygısı, Sigara dumanı boğuyordu solunum sistemlerini, Dost saydığımız fakat dost olmayanlardı. Yaşlandırıyordu ruhumuzu… Gidiyorduk artık bu menfi Dünyada Yaklaşmıştık Dünyaya ama neye… Gözler masum ifade ile bakıyordu. O da farkındaydı gördüğü bir hayatı bir daha görmeyeceğini… Sadece susamıştı hayata bir nebzede olsa… Nefes nefese kalıyordu yoruluyordu bedeni O da yaşamak istemiyordu Bütün cümleler banal geliyordu Başka düşünceler kafasını kemirirdi Artık ne olduğu belli bile değildi Sicim sicim göz torbaları patlamıştı. Belliydi o da zamanı sevmiyordu. Kimi âlimlerdir zikri yaşamak gibi bilenler… Kimi yazarlardır nefes darlığı çekenler… …………………………………………….. Yaklaşmıştı artık onlar içinde ilimler, Onlarda yaşamak istemiyordu Bir umut doğardı insanların içinde, Gök umutlu doğa mutluydu yaşamaya Yine içlerinde bir kuşku doğardı Kim bilir belki onlarda saniyelerden davacıydılar, Bıkkınlık duygusu doğardı Kimileri seferinde yolculuk yapar, Kimileri de kaba görünüm vererek, yağmurla isyan ederlerdi. Adeta Dünya gözyaşına boğulurdu Onlarda yaşamak istemiyordu Dünyası yıkılmış ufak çocuğun, Zorunlu selpak satışıydı zaman, Yıpranmış elleri ve gönlü… Hayat ona tutunmuyor, o ise hayatı hiç bırakamıyordu. Sevdalıydı olmayan anne ve babaya… Yuva kuramamıştı başını okşayana… Tatlı sözler söyleyen yoktu ona… Yıpranmıştı ruhu zamana O da yaşamak istemiyordu. Bir aşkın ilk sözcüğüydü sevdiğinin gözleri Yazıp çizmişti onu gönlüne, Monoton hayattan ders çıkarmıyordu. Çünkü: Gözlerine mil çekilmişti bir kere. Ha bire çiziyordu zamanı. Geçirdiği günün bile farkında değildi. Tatlı şiirlerle yaklaşıyordu gönlünün çemberine, Uzaklarda yuvarlanıyordu ruhu Ama farkında bile değildi ölümün sessizliğini Onu zembil gibi bağlıyordu. Sarılınca ruhu da sarılırdı. Sonu belli olmayan sevdalıya… İğreniyordu bazen duygularına O da geçmişi özlemişti. O da yaşamak istemiyordu. Bir serçenin ölümüydü hayat. Doğ, büyü, yaşa, eğlen ve öl var mıydı ötesi. Şarabın son yudumunda başlayan dersler… Yok değil mi? Ağlıyordu serçe ama ağlayınca öleceğini biliyordu. O da acılarına dayanamadan öldü. Belliydi o da yaşamak istemiyordu. Topraklar ezilmekten bıkmışlardı. Gelen gide vururdu onları. Vuranlar hiç düşünmezlerdi. Ne de olsa toprak… Ezilir ve parçacıklar haline gelir deyip geçerlerdi. Karşılık vermek için rüzgârlardan faydalanılır. Ama neye çare onlar ezilmişlerdi Ezileni geri toplamak imkânsız değil mi? Yağmurla ufalanırlar, yağmurla beraber ıslanıp ağlarlar. Ama neye çare onlarda bir ölü onlarda yaşamak istemiyorlar. Beş saniye de dünya yıkılır beş saniyede dünya kurulur. Bomba yağmuru toplanır ülkeye… Masum küçük, büyük dinlemeden ses bombası gelir bir gece vakti. Tacize uğrar kardeşler Dünya göz yumar olaya. Biter ülke… Sonra çıkarlar ortaya garipler sizdeniz diye. Manda ve himaye yapılmadan sırtlasalardı. Ülke yaşardı ilk beş saniyede. Paramparça olmuştu çocuk bedeni. Ne kalbimdeki feneri ne de gözümdeki bedeni… Uçurumlar inliyordu ölüme. Şehit düşerlerdi cihat yolundakiler ama her şey beş saniyede olurdu. Ölüme maruz kalırlardı garipler. Kanlı ekmekle doyurmaya çalışırlar kendilerini. Ama ne fayda dünya boş bulmuş bir kere vicdan acısını. Dünya razı olmuş ilk kadehe. Nerden nereye geleni olmayanlar. Vaatler verirler nefis sokaklarda. Onlarda yaşamak istemiyordu loş ışıklar altında. Hançerlenir beden ağrısı. Nedensiz vicdan azabı çekerler, Neden nedensiz ölümü devam ederler. Kâbus mezarında yer alırlar. Uçurumlar kurtuluş gelir onlara Para onlara iman ve anne baba olmuş gibi Beş dakikalık zevk için dünyayı satarlar. İki uçurumu hesaplamazlar Sert betona döndüklerinin farkında bile değiller Çünkü onlarda bir gün ölecek ‘’Hayat iki uçurum arasına benzer.’’ Peki, ortadakilere ne olur? Hikmetullah Yetkin
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hikmetullah Yetkin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |