Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
ÇAĞA AYAK UYDURURKEN Dün arkadaşımdan beklediğim e-maili aldım ve hemen cevabını yazıp yolladım. Biliyorsunuz, elektronik ortamda İnternet aracılığıyla yapılan bu iletişim hem çabuk hem de zahmetsiz oluyor. Anında yollayabiliyor, anında cevap alabiliyorsunuz. Evlerde, iş yerlerinde, İnternet Cafelerde artık hemen hemen herkesin elinin altında bir bilgisayar görmek mümkün. E-mail yazmak mektup yazmaktan daha kolay ve daha pratik. Öyle mektup yazmak için uğraşmak yok.” Kağıt kalem bitti ne yapsam?” Demek yok. “ yanlış oldu, yırtıp yeniden yazayım, adresi yanlış yazdım başka bir zarf bulayım” demek yok. Bunların hepsi tamamlandı diyelim. Bir de kalkıp postaneye gitmek gerek. Zarfın üzerini yazmak, pullamak, yapıştırmak ne kadar zor görünüyor değil mi? Bu işler çoğumuza göre de zaman kaybı sayılıyor artık. Bilgisayarla haberleşmek öyle mi ya? Oturduğunuz yerden, birkaç dakika içinde dünyanın öbür ucuna haber ulaştırabiliyorsunuz. Çeşitli sitelerde bulunan hazır mektuplar, şiirler, aşk mektupları ve müzik eşliğinde sunulan resimli kartlar, her şey , her şey o kadar güzel ki… Özellikle de nostalji ağırlıklı kartlar bir harika. Seçiyorsunuz konunuza uygun olan E-kartı ya da mektubu, pulu da hazır, isterseniz müzik ekliyorsunuz. Mesajınızı ve adresinizi yazıyorsunuz. Sonra mausunuzu bir kez tıklıyorsunuz. Anında ulaşıyor karşı tarafa. Böylesine ilerlemiş olan teknolojiye hayranlık duymamak elde değil. Evimize bilgisayar ilk girdiğinde düğmesine bile dokunmaya korkarken, şimdi haberleşmelerimi İnternet yoluyla yapabiliyorum. Bizim çocukluk ve gençlik dönemlerimizde teknoloji böylesine gelişmiş olmadığı için bu kolaylıkları ve güzellikleri yaşayamıyorduk ama, ben yine de o yılları o günleri özlemiyorum dersem yalan söylemiş olurum. Postacı gelip de zilimizi çaldığı zaman evde kim var kim yok kapıya koşar, postacının elinden mektubu alabilmek için adeta yarışırdık. Annem, “ evvela selam eder…” diye başlayan, “ …daha yazacak idim , mürekkebim az idi…” ile biten mektubu defalarca okuturdu bize. Ben okumayı severdim sevmesine ama, sıra yazmaya gelince köşe bucak kaçar, bir bahane uydurur ortadan kaybolurdum. Nişanlandıktan sonra nedense mektup yazmak büyük bir zevk haline gelmişti benim için. Kasabamızdaki kitapçıları tek tek dolaşır, mektup kağıtlarının en güzelini seçer, nişanlıma uzun uzun yazardım. Zarfa koyduktan sonra pulunu büyük bir özenle yapıştırır, eline daha çabuk ulaşabilmesi için zarfın sol alt tarafına da " UÇAK İLE " yazmayı hiç ihmal etmezdim. Ondan mektup geleceğini tahmin ettiğim günler de camın önüne oturur, postacının yolunu dört gözle beklerdim. Dağıtım işini önceleri yürüyerek yapan postacımız bu işi bisikletle yapmaya başladıktan sonra bisikletinin o çıngır çıngır çalan sesini duyduğumda hemen dışarı fırlar, mektubumu büyük bir sevinç içinde alırdım. Pulu, damgası zarfın rengi beni mutlu etmeye yeterdi. İçinde çıkan, dalından yeni koparılmış minik güller, papatyalar kasım patları mis gibi kokardı. Renkli kağıtlara aktarılmış güzel duyguların yazılı olduğu satırları defalarca okur, yastığımın altına koyar öyle uykuya dalardım. Mektubum, her ne kadar en geç bir haftada elime ulaşsa da, gözlerim yollarda kalsa da, yine de o dönemde yaşadığım için kendimi şanslı görüyorum. Benim çağımdakiler, eminim ki o dönemlerde almış oldukları ve kendileri için önem taşıyan mektupları zaman zaman çıkarıp okuyorlar, yine eminim ki onları okuduktan sonra büyük bir özenle yerine kaldırıyorlardır. Ve maziyi yoğun bir biçimde tekrar yaşıyorlardır. Yılbaşında, bayramlarda, özel günlerde yolladığımız tebrik kartlarına ne oldu dersiniz? Neden artık onları göremiyoruz? Yeni Yıla, Ramazan Bayramına ve Kurban Bayramına özel olarak hazırlanmış o güzel tebrik kartlarını artık alamaz olduk. Alamadığımız gibi kendimiz de yollamıyoruz. Yine çağımızın önemli bir iletişim aracı olan cep telefonlarımızdan, oturduğumuz yerden yazıp yolladığımız kısa mesajlar, bu güzel kartların yerini çabucak alıverdi maalesef. Sesli harfleri bile kullanmaya gerek görmeden yazdığımız bu mesajlar bize postaneleri ve postane kültürümüzü, geleneklerimizi neredeyse unutturdu. Artık bayramlarda bile, posta kutularımızdan su faturası, elektrik faturası, telefon faturası ve kredi kartı borçlarımız çıkıyor. Postanelere de çoğunlukla bunları yatırmak amacıyla gidiyoruz. Bu gidişle bizden sonraki kuşak postanelerin bu amaçla kullanıldığını düşünecekler. Bizler çağa ayak uyduralım derken, bir kenara itiverdiğimiz bazı geleneklerimizin arasına postane kültürümüzü ihmal etmeyi de katıverdik. Anne-babalar, gelin en azından bayramlarda küçük çocuklarımızın elinden tutup onlarla birlikte postaneye giderek yakınlarımıza kart atalım. Böylece çocuklarımıza postane kültürümüzü unutturmamış olalım. Postaneleri ihmal etmeyelim… Teknolojiyı de… NUR ERSEN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nur Ersen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |