"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Geçenlerde kumanda aletiyle kanallarda gezinirken bir haber çok ilgimi çekti ve dikkatle izlemeye başladım. Bu haber beni önce çok şaşırttı sonra da uzun uzun düşündürdü. "Onlar on yıl önce evlendiler, şimdi on beş çocukları var. Üç ay sonra sahip olacakları çocuk sayısı on sekize çıkacak" diye söze giren spikerin, anlatmaya devam edereken yüzünde bir gülümseme belirmişti. Bu gülümsemenin altındaki şaşkınlığı her ne kadar gizlemeye çalışsa da izleyicilere yansımasına engel olamamıştı doğal olarak. "Yine süslü cümlelerle kurgulanmaya çalışılmış bir haber" demeye kalmadan ardından görüntüler gelmeye başladı. Kameraların görüntülediği kenar mahallede toprak bir avlu içindeki gecekondu tipi bir evin bahçesinde genç bir baba, kırk-kırk beş yaşlarında görünen bir anne ve on beş küçük çocuk. On yıl içinde beş kez doğum yapan üç ay sonra bir doğum daha yapacak olan bu annenin iki doğum arasındaki zaman dilimini şöyle bir hesaplayacak olursak sanıyorum bir ya da bir buçuk yıl ara ile hamile kalmış. On yıllık evli bir ailenin en büyük çocuğu en fazla dokuz yaşında olursa diğerlerinin yaşını varın siz hesaplayın. Kucağında çocuklarıyla kameralara göğsünü gererek poz veren baba, heyecanlı bir şekilde peş peşe sorular soran spikere "Allah'ın takdiri" derken yaşının yirmi sekiz olduğunu söyleyen ama on yıl içinde her defasında üçüz dünyaya getirerek beş kez doğum yapan anne de sorulara dilinin döndüğünce yanıtlar veriyordu. Yaptığı bunca doğumların, çocuk büyütürken çektiği eziyetlerin bedeninden gençliğinden ve güzelliğinden alıp götürdüğü yılların verdiği yorgunluğun yanında, maddi zorlukların yarattığı çöküntü bedensel çöküntülerle birleşince kadıncağızın kırk-kır kbeş yaşında görünmesi kaçınılmaz oluyordu. Bu ilginç olay "Allah'ın takdiri"ydi elbet. Kontrol altına almak da insanların taktirine kalıyor bence. İkiz, üçüz, dördüz altız bebeklerin dünyaya geldiklerinde birkaçının yaşamını kaybettiklerini ya da bir kısmının daha anne karnındayken öldüğünü hep duyarız. Allah üçüzlere uzun ömürler versin, olayın en ilginç yanı ise üçüzlerden hepsinin yaşıyor olmasıydı ve bu çok sevindiriciydi. Haber bitmişti. Ben: "Acaba daha ne zamana kadar sürecek bu üçer üçer çoğalma" diye hala düşünüyordum. Kenar bir mahallede bir oda dolusu çocuk... Ev ev değil, sanki bir çocuk yuvası. Bunca küçük çocuk... Ne yerler, ne içerler?... Nasıl barınırlar?... Baba: "Bize yardım eli uzatın, çocuklarıma bakamıyorum!" diyordu kameralardan seslenerek. Bu haber günlerce her kanaldan ayrı ayrı gösterildi gösterilmesine ama yankısı öyle çabucak kaybolmadı. Memeleketimizin ücra bir köşesinde gelişen haber konusu ulusal düzeyde seyrini sürdürürken daha sonra yabancı ülkelerin çok ilgisini çekmiş olacak ki kamerasını kapan yabancı muhabirlerin yaptığı roportaj sayesinde uluslararası bir boyuta ulaştı. Gerek yurt içi gerekse yurt dışı televizyon kanallarından aileye ve çocuklara yardım eli uzatılacağı sözleri verildi. Aradan bir-bir buçuk ay geçmişti ki akşam haberlerinde yine aynı aile ile igili haber çıktı ekranda. Sonuna yetiştim galiba çünkü spiker soruyordu anneye "Nasıl korunuyorsun?" diye. Anne boynu bükük bir şekilde "Valla ben bu güne kadar hiç korunmadım. Zaten korunma nedir, nasıl korunulur hiç bilmem ki," diyordu. Kimileri korunmayı bilmediğinden, peşpeşe çocuk dünyaya getirir, bu işe dur diyemez, kimileri ise bir çocuğun hasreti ile yanar yanar tutuşur da evlat sahibi olamaz. Gitmedikleri doktor, başvurmadıkları çare kalmaz. Sonunda ya uzun yıllar sonra bir evlada kavuşur ya da kavuşamamanın hasretiyle göçer giderler. Bir tarafta aile planlamasını bilmeyen ya da uygulamayı reddeden, bir tarafta çocuk sahibi olabilmek için yanlış çarelere başvuran bazı aileler. Her iki grup da aynı topraklarda doğup büyüyen, aynı suyu içen , aynı havayı soluyan , aynı törelerle yetiştirilen kişiler olmasına rağmen, sonuçları ne olursa olsun mağduriyetlerinin bedellerini ya psikolojik ya da bedensel olarak ağır bir şekilde ödemek durumunda kalıyorlar. Eğitimsizlik, gelenek ve göreneklere bağlılık, toplum baskıları, yetişme tarzları, ihmalkarlık ve daha nice nedenleri göz önüne alınca şaşırmamam gerekirdi diye düşündüm sonunda... Nur Ersen
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nur Ersen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |