Bir kimse, neden oltasını, içinde tek bir balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır? -Adalet Ağaoğlu |
|
||||||||||
|
BöyleyİZ Sirkeci-Harem araba vapuru. Her gün bu vapura iki defa binmek zorundayım: İşe giderken ve dönerken... İnsanı canından bezdiren, yorucu iş stresinden sonra eve gidecek olma düşüncesi bile rahatlatmıyor bazen. Yaklaşık yarım saat süren bu sıkıcı yolculuğu çekici hale getirecek hiçbir şey yok. Tekdüzeliğin verdiği sıkıntıyla uzun, dar ve dik merdivenlerden güverteye çıkıyorum.Vapur bugün oldukça kalabalık. Oturabilecek yer yok gibi. Güvertenin açık kısmında yer yer boşluklar olmasına rağmen hava, dışarıda oturulamayacak kadar serin. Girdiğim ilk salon tıkabasa dolu. Öteki salonda boş yer bulmayı umarak, oraya doğru yöneliyorum. Sigara içenleri görünce içimde karşı koyulmaz bir istek beliriyor sigaraya yönelik. Ancak vücudumu saran serinliğin verdiği titreme engelliyor bu isteği. İkinci salon da dolu. Zor da olsa oturacak bir yer buluyorum. Benden sonra gelenler dışarıda oturmaktansa, içeride ayakta dikilmeyi tercih ediyorlar. Gideceğimiz yolu ve üzerimdeki yorgunluğu düşünerek halime şükredip, kendimi şanslı sayıyorum. Sağ tarafımda 23-24 yaşlarında bir genç, sol tarafımda benim yaşlarda ak saçlı bir adam oturuyor. Herkesin aynı anda konuşuyor olmasından kaynaklanan müthiş bir gürültü var. Mesai saatinin henüz bitmiş olması dolayısıyla bu derece kalabalık olan vapurda, hemen herkesin bir veya birkaç tanıdığı var. Bu durum da doğal olarak, gürültülü bir ortamın oluşmasına sebep oluyor. Aynı iş yerinde çalışanlar günün olaylarına yönelik dedikodu ve değerlendirmeler yapıyor, birbirlerine rastlayanlar hal hatır soruyor, birlikte binenler vapurdan önce başladıkları sohbetlerini sürdürüyor. Hemen arkamda oturan ve konuşmalarından bankada çalıştıkları anlaşılan baylı bayanlı kalabalık bir grup, kış bastırmadan önce topluca pikniğe gitme planları yapıyorlar. Konuşmalar arasına sıkıştırılan acemi, sıradan ve şımarıkça espriler bayanların kahkahalarla gülmesine, verilen rahatsızlığın artmasına sebep oluyor. Piknik için gidilecek yer konusunda bir türlü anlaşma sağlanamıyor.Bayanlar kalabalık, cıvıl cıvıl bir yer isterken, erkeklerin tercihi sessiz ve sakin olan yerlerden yana. Vapur, iskeleden ayrılarak yavaş yavaş hareket ediyor.Kulakları dolduran bu uğultuya motorun sesi de eklenince gürültü daha çekilmez bir hal alıyor. Konuşmalardaki ses düzeyi artıyor. Tam karşımda iki genç oturuyor. Yanlarında başörtülü, yaşlıca bir kadın, orta yaşlı bir adam, iki sevgili ve sakin görünümlü başka bir genç... Sevgililer kavga ediyor. Belli ki erkek suçlu; hep alttan alıyor. -Beni sinir etmek için kasıtlı yapıyor. Sen de izin veriyorsun. -Tamam güzelim, fark edemedim. -İlk defa değil ki, her zaman aynı... -Dedim ya bilinçli bir şey yapmadım.Öyle olduğunu bilseydim yapar mıydım hiç? Arada sırada kızın sesi yükseliyor, erkek utana sıkıla, göz ucuyla etrafa bakıyor. Yanlarında oturan başörtülü yaşlı kadın sık sık dönüp onlara bakıyor. Rahatsız olduğu belli. Kız oldukça sinirlenmiş. Kızgınlığının gözlerine vuran yansıması, bakan herkesi korkutabilecek kadar güçlü. Ne yanlarındaki yaşlı kadına verdiği rahatsızlığın, ne konuşmalarının herkes tarafından rahatça duyulduğunun, ne de kendilerine yönelmiş meraklı bakışların farkında değil. Kıskançlığın kızgınlığına kaptırmış kendini. Anlık, ölçüsüz bir kahkaha tüm salonu çınlatıyor. İstem dışı sesin geldiği tarafa yöneliyor bütün bakışlar. Arkada oturan grup içerisinde uzun saçlı bir kız, ölçüsüz kahkahanın özrü mahiyetinde eliyle ağzını kapatıyor ama gülmeye de devam ediyor. Anlaşılan bu defa ki espri biraz daha iyi. Adamlar utanarak kendilerine yönelen bakışlardan kaçırıyorlar gözlerini. Başka bir kız arsız ve şımarıkça bir sırıtışla etrafa bakıp arkadaşını uyarırcasına dürtüyor. Yanımda oturan ak saçlı adam gazete okuyor. Gazeteyi tutarken kollarını öylesine açmış ki görenler, bana okuttuğunu sanırlar. Onun rahatlığının verdiği rahatsızlıkla iki büklüm oturmak zorundayım. Duyduğum bu rahatsızlık, adamı uyarmamı zorunlu kılıyor. Adam, rahatının bozulmasından kaynaklanan sinirle gazeteyi katlayıp gözucuyla ters ters bakıyor. Hafifçe ona doğru yaklaşarak iki büklüm oturuşumdan kurtulup rahatlıyorum. Sevgililerin kavgası devam ediyor. Kız bu defa da geçmişin sayfalarını açmış. Erkeğin yüz ifadesinden iyice köşeye sıkıştığı belli... - O zaman söylediklerini hatırlıyor musun? - Hatırlayamadım. - Hatırlamazsın tabii, işine gelmiyor da o yüzden. - İyi de, konuyla ne ilgisi var? Hem, olmuş bitmiş, bir daha açmanın ne gereği var? - Olmuş bitmiş değil işte,unutamıyorum. Ölene kadar da unutmayacağım. - Ya tamam artık, özür diledim işte. - Sen işte böylesin; yap,et ondan sonra da “özür dilerim” deyip kenara çık. Çaycı giriyor içeriye. Elindeki tepsiye yiyecek ve içecekleri düzenli bir şekilde yerleştirmiş, bir yandan da her birini yüksek sesle sayıyor: - Ayran, çay, meyve suyu, tost, sandvic, bisküvi, kraker. Var mı isteyen? Çay isteyen, çay...çay...çay... Karnım aç olmasa sıcak bir çay iyi giderdi. Yanında bir de sigara... Karşımda oturan orta yaşlı adam çay alıyor. ”Bir çayda ben içsem mi? Yanında bir tost, üstüne de bir sigara... Zaten eve gidiyorum, ne kaldı ki şurada.” Çaycı salonda birkaç kez dolaşıp isteyenlere çay verirken bir yandan da programlanmış bir robot gibi aynı ses tonuyla ve sırasıyla elindekileri sayıyor: - Ayran, çay, meyve suyu, tost, sandwic, bisküvi, kraker. Var mı isteyen? Çay isteyen, çay...çay...çay... Tam salondan çıkacakken arka gruptaki erkeklerden biri bağırıyor: - Çaycı! Çaycı sesin geldiği tarafa dönüyor. Yüzüne, aşağılanmışlığın utancından kaynaklanan belirgin bir burukluk hakim. Adam aynı tavırla: - Baksana buraya. Çaycı, adama doğru yürüyor. Sanki onlara söylenmiş gibi herkes, aynı anda, sesin geldiği tarafa bakıyor. Adam kendisine yönelen bakışların etkisinden olacak ki daha yumuşak bir üslupla: - Buraya çay bırakır mısın? Çaycı gruptaki herkese sırayla çay verirken sıradan, şımarık espriler ve gülüşmeler devam ediyor. Sağ yanımda oturan genç uyukluyor. Bana doğru yığılıp omzuma yaslanıyor. İğrenç bir ter kokusu yayılıyor. Karşımda oturanlardan utanmasam omzumla silkeleyip uyandıracağım. İstem dışı belirsiz bir hareketim uyanıp toparlanmasına neden oluyor. Genç şaşkın ve yorgun gözlerle etrafa bakıyor. Çok kısa bir süre içerisinde başı tekrar öne düşüyor,vücudu omzuma yaslanıyor. İğrenç ter kokusu yeniden dolduruyor burnumu. Omuzumu hareket ettiriyorum, genç uyanıp yüzüme bakıyor. Özür mahiyetinde bir şeyler söylemesini bekliyorum; nafile. Rahatsızlık verdiğini düşünmüyor herhalde. Etrafa bakıyor. Salonun orta yerinde küçük bir kız çocuğuyla otuz yaşlarında başörtülü bir kadın beliriyor. Kız, yedi-sekiz yaşlarında elinde yarısından fazlası yiyilmiş bir çikolata var. Kadın melodik, ince ve cırtlak bir ses tonuyla: ‘’- Saygıdeğer abilerim, ablalarım’’ diye konuşmaya başlıyor. Birçok kişinin umursamamasına karşın, belirgin bir sessizlik kaplıyor salonu. ‘’- Şu gördüğünüz çocuk doğuştan kalp hastası olup...’’ Çocuk bir adım öne çıkarak yukarı topladığı kazağının altından ameliyat izini gösteriyor. Sağa sola dönerek herkesin rahatça görebilmesini sağlıyor. Kadın ezberlediği ve günde bilmem kaç defa okuduğu metne devam ediyor: - ........geçirdiği ameliyatlara rağmen düzelememiştir. Tedavisi için eldeki avuçtaki her şeyi çıkardığımız bu hastamızın, sizlerin çocukları gibi okula gidip koşup oynaması için son bir ameliyat daha gerekmektedir. Ameliyat, tedavi ve ilaç için gerekli parayı karşılayacak gücümüz olmadığından siz saygıdeğer büyüklerimizin yardımına ihtiyaç duymaktayız. Bu körpecik canın yaşamasını sizin çocuklarınız gibi okula gidip koşup oynamasını sağlamak sizlerin elinde. İki gün sonra ameliyat olması gereken bu yavruya lütfen yardım edin.’’ Özenle hazırlanmış PVC kaplı bir kağıdı uzatarak: - İnanmayan abilerim ablalarım doktor raporlarına bakabilirler. Sözlerini bitiren kadın, yarım kalan çikolatasını yiyen çocuğun elinden tutarak salonu dolaşmaya başlıyor. - Allah rızası için... Sağ olun abiciğim. Bu zavallı çocuğun yaşamasına katkıda bulunmak istemez misiniz? Sağ olun abiciğim. Onun da sizin çocuklarınız gibi koşup oynamasını istemez misiniz? Allah rızası için... Sağ olun ablacığım... Sırayla salonun her tarafını dolaşan bu kadınla çocuğu, en son bir ay kadar önce yine gördüğümü hatırlıyorum. O zaman da çocuğun ameliyatına iki gün vardı. Karşımda oturan orta yaşlı adam cebinden çıkardığı parayı kadına vermeye hazırlanırken, yanımdaki ak saçlı onu engellemek için: - Para vermeyin bunlara, yalan söylüyorlar. Araştırın bakın hepimizden zengindir bunlar. Sahtekar, düzenbaz hepsi... Orta yaşlı adam, üzerine alınarak cevaplama gereği duyuyor: - Çocuk hastaymış. - Ne hastası be, yalan hepsi, numara... Bir ay önce rastladığımdan bahsedecek oluyorum, vazgeçiyorum. Karşımdaki iki gençten biri karışıyor söze: - Geçen gün gazetede okudum; dilencilik yapan bir adamın yedi tane evi varmış. Ak saçlı adam kızgınlıkla, - İşin kolayını bulmuşlar. İş versen, gel çalış desen bir gün çalışmazlar. - Ben Allah rızası için veriyorum. - Allah rızası için verilecek o kadar yer varken böylelerine sadaka verilmez. Gerçek ihtiyaç sahibi o kadar mağdur insan var ki... ‹stelik çıkıp bunlar gibi dilenecek kadar onursuz da değiller. Onları bulup, onlara vermek gerek. Bunlar düpedüz sahtekar. Adamın söylediklerine katılmamak imkansız. Kadının etkileyici bir ses tonuyla hiç duraksamadan sıraladığı cümleler ve elinde tuttuğu PVC kaplı doktor raporu, bu sahtekarlığa ne denli özenle hazırlanmış olduğunu ve bu doğrultudaki profeyonelliğini ifade etmeye yetiyor. Kadın topladığı paraları avucuna sığdırmaya çalışarak yanımıza gelip karşımda oturan orta yaşlı adamın -her şeye rağmen- uzattığı parayı alıyor: - Sağ olun abiciğim, Allah sizden razı olsun, Allah size bu acıyı yaşatmasın, sağ olun... Kadın, çikolatayı bitirmek üzere olan çocuğun elinden tutup sürüklercesine salondan çıkarken, karşıdaki adam da inadının galibiyetiyle arkasına yaslanıp, sinir bozucu bir tavırla yanımdaki ak saçlı adama bakıyor. Sevgililerin kavgası devam ediyor: - Peki ne olacak, bu hep böyle mi devam edecek? - Hayır güzelim, bir daha olmayacak dedim ya. - Bu ilk değil ki, bir daha da olmasın. Her zaman aynı şey. Arkadaki grup piknik yerini hala belirleyemedi. Herkes farklı bir yer öneriyor ve önerilen yere herkes itiraz ediyor. Tartışmanın boyutuna yeni sorunlar da eklenmiş: ‘’Hizmeti kadınlar mı yapacak erkekler mi?’’... Karşımda oturan sakin görünümlü genç, burnuyla oynuyor. Büyük bir gayretle önce işaret parmağını sokuyor burnuna, iyice karıştırdıktan sonra çıkarıyor, bakıyor. Bu defa biraz daha uzun karıştırıyor. Parmağını çıkarıp koltuğun alt tarafına sürerek temizliyor. Şimdi de küçük parmağını sokuyor. Parmağın yarısından çoğu burnunun içinde. Midem alt üst oluyor. Bakmamaya özen göstersem de gözüm kayıyor, istemediğim halde her hareketini görüyorum. Parmağını çıkarıp öteki elinin içinde temizliyor. Elini koltuğa sürüyor. Bu defa burnunun diğer tarafını temizlemeye başlıyor ve çıkardıklarını koltuğun orasına burasına sürüyor. Oturduğum koltuktan bile tiksindiğimi hissediyorum. Karşıda oturan gençlerden biri, yanımdaki ak saçlı adamdan gazeteyi istiyor: - Bakabilir miyim? Adam pek de hoşnut olmayan bir yüz ifadesiyle gazeteyi gence uzatıyor. Burnuyla oynayan sakin görünümlü genci fark edince tam karşısındaki başörtülü kadınla göz göze gelip, bu iğrenç durum karşısında bir şey yapamamanın çaresizliğiyle birbirlerine bakıyorlar. Gazeteyi alan genç, spor sayfasından başlıyor okumaya. İlk sayfadaki sürmanşet dikkatimi çekiyor: ‘’AB’ye BİR ADIM DAHA YAKLAŞTIK’’... Vapurun motor sesi kesiliyor. Herkes aynı anda ayağa kalkıp kapıya yöneliyor. Gazeteyi alan genç, katlayıp adama iade ediyor. Kapının ağzında oluşan kalabalığın çekilmesi için bir süre bekliyorum. Biriken kalabalık birbirini ezercesine çıkmaya çalışıyor. Vapur iskeleye yanaşırken dışarı çıkıp, uzun, dar ve dik merdivenden inen kalabalığa bakıyorum. Herkes önündekini çiğnemek istercesine iniyor merdivenden. Sevgililerin kavgası devam ediyor, bankacı grup piknik yerini kararlaştırmaya çalışıyor, yanımda oturan genç tökezleyerek iniyor, öteki iki genç birbirlerine el şakası yapıyor, herkes aynı anda konuşmaya devam ediyor ve hep beraber ‘’BİR ADIM DAHA YAKLAŞIYORUZ AB’ye’’... LOKMAN ZOR
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © LOKMAN ZOR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |