Hata! Klavye bağlı değil. Devam etmek için F11'e basın... |
|
||||||||||
|
Bir varmış bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş ama çokmuş demek yokmuş. Münasebetsizin biri her şeye burnunu sokmuş, onun yüzünden her iş kokmuş, düzen bozulmuş. Büyüğünden küçüğüne herkes yokluk çekip sıkıntı yaşamış. Sonunda her şey düzelmiş de işler yoluna girmiş. Böylece hayat, kaldığı yerden yoluna devam etmiş. Zamanın birinde, bir adam yaşamış ve bu masal, o adamın masalı olarak dilden dile anlatılmış. Adam, ticaretle uğraşır, her türlü malı alıp satarmış. İki çocuğu ve hanımıyla birlikte yaşadığı büyükçe bir evi varmış. Rahatı yerindeymiş ama huzurlu ve mutlu değilmiş. Çünkü bazen işleri yolunda gitmiyor, mal alamadığı yada aldığı malı satamadığı olabiliyormuş. O zamanlarda da bütün rahatı bozuluyor, huzuru kaçıyormuş. Bu yüzden, hep daha fazla kazanıp işlerinin yolunda gitmediği yada herhangi bir aksilikle karşılaştığı zamanlarda rahat etmek istiyormuş. Ne yapsa ne etse kazandığı para hep aynı oluyormuş, istediği kadar parayı bir türlü kazanamıyormuş. Herkes, bu işin nasip işi olduğunu, nasibi değişmeden istediği parayı kazanamayacağını söyleyip duruyormuş. Nasip, insanın ne kadar para kazanacağına verilen isimmiş. Masal bu ya, bir söylenti yayılmış halk arasında; güya, nasip yeryüzünü inip bilinmeyen bir yere konaklamış ve kendine ulaşan herkesin istediği kadar para kazanmasını sağlayacakmış. Adam, bu söylentiyi duyunca, herkesin bahsettiği şu nasibini değiştirmesi için fırsat çıktığını düşünerek nasibi aramaya karar vermiş. Varını yoğunu satmış. Varını satması kolaymış da yoğunu satarken oldukça zorlanmış. Elde ettiği paranın bir kısmını, kendi dönünceye kadar idare etsinler diye karısı ve çocuklarına bırakmış, büyük bir kısmını da yanına almış. Eee çıktığı yolculuğun zor ve uzun olacağını biliyormuş. Hazırlıklarını tamamlayıp yola çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş, yaz gitmiş güz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Günler geçmiş, aylar geçmiş, yıllar geçmiş, her defasında elin geçen hiçmiş. Umut ekip yel biçmiş ama vazgeçmemiş. Hasta olup düzelmiş, yorulup dinlenmiş. Gün gelmiş parası bitmiş yine de yoluna devam etmiş. Günlerden bir gün yolu, türlü meyvelerin yetiştiği bir bağa düşmüş. Günlerdir bir şey yemediği için açlıktan gücü yokmuş. Bağcıyı bulup parasının olmadığını ve aç olduğunu söyleyerek meyve istemiş. Bağcı, istediği meyveden istediği kadar yiyebileceğini söylemiş. Adam, aç kurtlar gibi, gördüğü her meyveye saldırıp tıka basa doyurmuş karnını. Torbasını doldurmayı da ihmal etmemiş. Bir süre dinlendikten sonra, yola koyulmaya karar vermiş. Bağcıya gidip, “Çok teşekkür ederim, bana büyük iyilik ettin. Ben nasibi bulmaya gidiyorum, ondan istediğin bir şey var mı?” diye sormuş. Bağcı, derin bir nefes almış, “Nasip benim istediğimi veremez. O, mal verir, mülk verir” demiş. Adam şaşkınlık içerisinde, “İyi ya işte, daha ne istiyorsun?” diye yeniden sormuş. Bağcı, “Malım da var mülküm de, ama hiçbiri gözümde değil. Bu daracık dünya da bir tek kızım var o da hasta. Doktorlar, hastalığının çaresiz olduğunu ve öleceğini söylüyorlar. Nasip, kızımın sağlığını geri verebilir mi? Keşke, hiçbir şeyim olmasaydı ama kızım sağlıklı olsaydı” diyerek ağlamaya başlamış. Adam, bağcıya yardım edemeyeceğini anlayınca bir şey söylemeden sessizce uzaklaşıp yoluna devam etmiş. Gece gündüz ayırmadan, orası senin burası benim yürümeye devam etmiş. Günler hafta olmuş, haftalar ay, sayabilirsen gel de say... Bilmediği bir ülkede, eşkiyalar adamın yolunu kesmiş, “ya paranı vereceksin, ya canını alacağız” demişler. Adam, ne yapmış ne etmiş, bir türlü anlatamamış parası olmadığını, daha doğrusu anlatmış ama eşkiyaları inandıramamış. Yalvarmış olmamış, yakarmış olmamış. Tam öldürüleceğini düşündüğü anda beklenmedik bir şey olmuş; nereden geldiği anlaşılamayan yaşlı bir adam, eşkiyalara para vererek kurtarmış onu. Eşkiyalar parayı alıp gittikten sonra adam, yaşlı adama binlerce defa teşekkür edip şükranlarını bildirmiş. O da yaşlı adama iyilik yapmak istiyormuş. Canını kurtarmasına karşılık, nasiple görüştüğünde onun için bir şeyler isteyebileceğini söylemiş. Yaşlı adam gerek duymamış. Meğerse o ülkenin an zenginlerinden biriymiş ama kimi kimsesi yokmuş. “Karım ve çocuklarım bir kazada öldüler. Onları geri getiremiyorsa ne yapayım serveti?” diyerek kabul etmemiş adamın teklifini. Adam, gördüğü bu ikinci iyiliğin de karşılığını ödeyememenin üzüntüsüyle uzaklaşmış oradan. Bitmez tükenmez bir umutla nasibi arayan adam, karşısına çıkan her engele rağmen yoluna devam etmiş. Bir sürü sıkıntı, bir sürü sorun yaşamış ama vazgeçip geri dönmeyi bir kez bile düşünmemiş. Gel zaman git zaman, başka bir yerde başka bir olay daha geçmiş başından. Yağmurun azgın bir sele dönüştüğü, rüzgarın ağaçları bile kökünden söküp devirdiği soğuk bir günde, sığınacak yer aramış ancak bulamamış. İlk önce ağaç kovuklarına, kaya diplerine koşmuş ama ağaç kovukları, kaya dipleriyle olacak iş değilmiş. Hava gittikçe kötüleşiyor, kötüleştikçe adamın yüreğine korku salıyormuş. İşin aksi tarafı, etrafta da çok fazla ev yokmuş. Çaresiz bir şekilde ne yapacağını düşünürken uzaklarda ışığı yanan bir kulübe görmüş. Bin bir türlü sıkıntıyla koşup kulübeye varmış, kapıyı çalmış. “Her ne olursa olsun bir yolunu bulup, hava düzelinceye kadar buraya sığınacağım” diye düşünüyormuş. Uzunca bir süre beklemesine rağmen kapı açılmamış. Bu sefer biraz daha sert bir şekilde yeniden çalmış. Nihayet bir süre sonra kapı açılmış. Karşısında iki büklüm kıvranan, bacağının teki olmayan bir genç duruyormuş. Adam, gençten, hava düzelinceye kadar kendisini tanrı misafiri olarak kabul etmesini rica etmiş. Genç, adamın içeri girebileceğini söyleyerek kapıyı kapatmış. Kulübede gençten başka kimse yokmuş. Adam, kapının neden geç açıldığını gencin tek ayağını görünce anlamış. Rahatsızlığını sorup yardım etmek istemiş ama elinden bir şey gelmiyormuş. Genç, bir yandan çektiği acının etkisiyle kıvranıp dururken bir yandan da, “evlerinin yandığını, tüm ailesinin yanarak öldüğünü, kendisinin de yaralı kurtulduğunu anlatmış. Adam çok üzülmüş gencin anlattıklarına, ona yardım etmek istemiş ama ne yapacağını bilmemiş. Konu konuyu açmış, biri bitmiş biri başlamış. Adam, yollara düşüp yıllardır evinden ve ailesinden ayrı kalmasına sebep olan hikayesini anlatmış. Adam sözünü bitirince genç, kendisinden beklenmedik bir şekilde, “İnsanın en büyük serveti sahip olduklarıdır. Sağlığın, ailen en büyük kazancın ama sen farkında değilsin. Aileni ve sağlığını kaybettikten sonra, dünyanın tüm servetine sahip olsan ne çıkar. Nasibe ulaşırsan ve eğer yapabilirse sizi birbirinizden ayırmadan sağlık ve mutluluk içinde yaşatsın, ondan bunu iste. Servet, insanın sahip olduklarıdır, unutma.” diye nasihat etmiş. Adam, bu üçüncü kişinin de anlattıklarını dinledikten sonra hatasını anlayıp nasibi boşa aradığını anlamış. Hava düzelir düzelmez de yola çıkıp servetine sahip çıkmak üzere çocuklarının ve karısının yanına dönmüş.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © LOKMAN ZOR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |