Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Yağmurlu ve sus pus bir çocuğu andırıyordu o gece şehir. Bir odanın içinde ve bir yatağın üzerindeydim. Yorgundum galiba, televizyon açıktı açık olmasına ama ben sadece sırtüstü uzandığım yerden tavandaki sıvanın çatlaklarına bakıyordum. Kimi yerde sadece ufacık kanalları andıran çatlaklar, kimi yerde geniş alanlara dönüşüyordu. Tavanım aynen bir haritaydı, bu dünyanın topraklarını anımsatmayan, tuhaf karaları ve denizleri, kıvrılıp giden uzun nehirleri belirten sıradan bir haritaydı. Ben baktıkça televizyondan gelen ses silikleşti, ses silikleştikçe üzerinde uzandığım yatak, içinde bulunduğum oda, her günümü geçirdiğim dünya yalan olmaya yüz tuttu. Başka bir hayat çağırıyordu sanki, başka bir dünya dönüyordu bir yerlerde ve bir nefes mesafesindeydi sanki bana. Haritadaki çizgiler daha belirgin olduğunda bir ürperme tüm vücudumu salladı ve gözlerim tüm umarsızlığıyla kapanıp açıldı bir anlığına. Öyle bir an ki, durup düşünecek vakit bulmak kadar zordu nefes almak. Kendini kaybetmek sıradan, bir yerlere düşmek komikti. Şimdi neye baktığımı tam olarak anlayamadan bakındım durdum. Harita neredeydi? Peki ya üzerine uzandığım yatak ve içinde bulunduğum oda? Bir ağacın üzerindeydim, rüzgarın tenimi ısırışı capcanlıydı. Tepemde koyu bir gökyüzü ve içinde bembeyaz, sade ve uzak mı uzak yıldızlar vardı. Ellerim üstünde durduğum dalı tutuyordu sımsıkı. Aşağısı meçhul bir karaltıya doğru sızıyor ve karaltı aşağıda simsiyah bir duvar oluyordu. Beklemek lazımdı...ama neyi? Güneşi mi; günü mü; bir ses mi, bir rüya mı, yoksa bir hayatı mı? O an duydum o uğursuz fısıltıyı, aşağıdan ağacın dibinden geliyordu ve beynimi sinsice kemiriyordu. Ya birileriyle konuşuyor ya da beni deli etmeye uğraşıyordu. Aşağıya inmek için o karaltının içine girme cesaretini buldum kendimde...sırf o sesin ne olduğunu ya da merakımın ne kadar da tuhaf olduğunu kanıtlamak için. Korka korka, sanki üstünde süründüğüm ağacın bir parçası olmuşum, o ağacı kaplayan sert kabuğun pütürlü yüzeyinde rasgele yaratılmış önemsiz kanallarda sıkışıp kalmış ve aşağıya inmeye uğraşan bir yağmur damlasıymışım gibi yavaşça ve dikkatle alçalıyordum ağacın üstünde. Yukarıda duyduğum fısıltı, ağacın dibine yaklaştıkça silik silik gülüşlere dönüşüyordu. Tıslayan bir yılanın metruk sesi nasıl ürpertirse insanı, ben de aynı ürpertiyi hissettim. Ağaç inmekle biteceğe benzemiyordu. Ne kadar yüksek, ne kadar büyük, ve ne kadar da karanlıkmış meğer! Artık aşağısı olduğunu düşünmeyi bırakıp, kollarımı iyice ağaca sarmaya uğraşıyordum, ağaç beni itiyordu sanki, beni üstünde istemiyor, tutunmamı zorlaştırmak için tüm kıvrımlarını saklıyor gibiydi. Ter içinde kalmıştım, kaslarım yanıyor, damarımda dolanan kan kollarımda toplanıp duruyordu. Aşağıda ise ayak sesleri, toprağı döven topuk tıpırtıları vardı. Hızla ağacın çevresinde dönüyordu ve hınzırca kahkahalar atıyordu yukarıya doğru. Gece de biteceğe benzemiyordu. Üstüme yığılan karanlığıyla beni bezdirip düşürmek istiyordu. Yıldızlar gitmiş, onların yerine tepemde kapkara bir duvar örülmüştü. Ümitsizlikle dolu ruhum ağacı biraz daha gevşek tutar oldu... ölümü çağırıyordu. düşmek için, son anın tatlı sesini duymak için yalvarıyordu. Direndim... ruhuma direndim, geceye, karanlığa, çilekeş ellerimin ve kollarımın haykırışlarına direndim. Çünkü beni buraya çağıran o melun sesi bulup boğmalıydım. Son nefesini alırken yanında olmalı, belki de onu sırtından bıçaklamalıydım... Aklıma toprak yerleşti derken. Yakındaydı adeta ve kokusuyla mest olan içimde kutlamalar vardı. Rahattı toprak, üstünde huzur, içinde sükunet fısıltıları biriktirmişti. Yukarıdaki karanlık duvarda, ardındaki yıldızlarda birdi ve hiçti şimdi. Toprağın kolları arasına sığınırsam korunurdum. Işığın şefkati, karanlığın zulmü ve fani nefesin yalanı güçsüz sesleriyle toprak karşısında siniyordu sanki. Yüce gönüllü düşler sahibi toprak... Fakat toprağı kirleten, üzerinde tepinen, kargaşa mevsimini çağıran ayak sesleri perde çekiyordu tüm huzurun önüne. Öfkeyle, atıldım boşluğa, korumak için düşlerimi. Toprağa zift boşaltıyordu tıpırdayan ayaklar; öylesine mutlu ve haindi ki sapkın gülüşleri, beklemedim toprağa düşmeyi. Sağlamca bastım yere aniden ve o anda dumanlar arasına gizlenip sıvıştı tüm ayak sesleri. Bilinmeyen ufuklarda inliyordu şimdi topuklar ve kahkahalar. Ve avucumun içindeydi tırmandığım ağaç... bu kadar mı küçüktü? Yoksa ben mi hayalettim elimde? Garaza gelmiş beynim emretti aynı anda, ve yumruğumu sıktım var gücümle. Un ufak ettim ağacı avucumun içinde; sırıttım tozlarını savururken rüzgara. Dümdüz yürüdüm gözlerimin gördüğünden ötesini görerek. Güçlüydüm toprağın üstündeyken ayaklarım. Elimin tersiyle itiyordum tüm korkuları. Öyle ihtişamlıydım ki, fersahlarca ötelerden duyulmaya tenezzül eder olmuştu ayak sesleri ve kahkahalar. Ne ışık büyüyordu etrafımda, ne de karanlık. Görünmeyeni görüyor, görünenleri sıraya diziyor, duyulmayana sesleniyordum. Tuhaf bir düşme duygusuyla sarmalandım ayaklarım yere basarken. Mutluydum... yolun sonunu biliyordum, çok ötelerde olmasını umursamamam ondandı. Ve işte bu yüzdendir ki; taştan, ıslak bir duvarın üzerinde ‘ yol bitti’ yazısını görünce şaşkına döndüm. Kahkahalar ve ayak sesleri ardındaydı. Ya özgürlüğümün acınası sınırları bu yolu, ancak bu kadar sonsuz sanmıştı, ya da ben o yolun üzerinde önemsenmeyecek derecede ufaktım. Yumruklarımla inlettim taşları, damlalar sıçradı suratıma, gözyaşımla bir olup, süzüldüler yanaklarımdan. Duvar sonsuz bir amaç için uzanıyordu sanki. Sağımda da duvar, solumda da... heybetle yükseliyor kara göklere ve karışıyor karanlığın içine. Duvarla gök bir olmuşlar orda. Üzüntü hakim oluyor aklıma; yas tuttuğum ağaç, avucumda un ufak olan, rüzgara kapılan ağaç. Duvarın üstünden kulağıma gelen kıkırtılara karşı göz yaşı döküyorum. Duvarın arkasında toprağı adımlayan topukları hissedip de eğiliyorum ve uzanıyorum duvarın dibine. Yenilmek acı bir tat veriyor ruhuma... Toprak kararıyor altımda. Boşluğa dönüşüyor sonunda. Bulamadım o hain gülüşleri, sıkamadım boğazını ve kahroluyorum düşerken. Çekiliyorum aşağıya şiddetle. Etim sıyrılıyor kemiğimden. Kemiklerim aldırmıyor buna. Zira süzülüyor ruhum arasından. Ard arda karanlığa gömülüyor bedenim; ruhum hala asılmış kalmış bilinmezlik tufanında. Baksam da çevreme, zihnimde yalnızca muğlak laflar var... daha da hızlı düşüyorum belki de... bütün aydınlık terk etmiş beni... gürültüler parlıyor sağda solda... televizyondan gelen sesler... bitmiyor düşüş... araba sesleri ve cama vuran damlalar duyuluyor ardından... bir harita gözlerimin önünde... bu dünyanın topraklarını anımsatmayan, tuhaf karaları ve denizleri, kıvrılıp giden uzun nehirleri belirten sıradan bir harita... Uyanıp kalkıyorum yataktan... gerçeklik karşılıyor beni; elinde yağmur damlaları ve ağzında televizyon reklamları ile. Gerinip kumandayı arıyorum... sabah olmuş... gitmek lazım. Ama kapatamadım bir türlü televizyonu. Pilleri mi bitti ne bu kumandanın? Düğmesine basıyorum, yeniden kapanmıyor. Haber sunan biri var ekranda... ne spiker ciddiyeti var suratında, ne de spiker olacak kadar büyük. Bu nedir Allah aşkına! Beş yaşında bir çocuk, elinde kağıtlar, kamera karşısında. Peltek bir lisanı var, dönmüyor ağzı her kelimeye. Bir çocuk, fakat özendiği işin ciddiyetle yapılması gerektiğini düşünen bir çocuk. Dört yaşında ne kadar asık suratlı olunabilirse, ancak o kadar olmuş... bugün 23 Nisan’mı? Aralıkta’yız. Peki bunun anlamı ne? O çocuktan bir şeyler sızıyor bana. Daha çok bir uyarı sanki ve eminim çocuktan geliyor. ‘otur!’ diyor bana, ‘haberler bitmedi.’ Gerçekten de bitmemiş. Oturup seyrediyorum. Haberler seyredilmeli çünkü, özellikle haber anlatan böyle başarılı biri olunca. Ne kadar muhteşem işinde. Keşke tüm haberleri o sunsa, tüm televizyon programlarını o yapsa. Kalkamıyorum oturduğum yerden. Kaçamıyorum, hayalin içindeki mutlak bilgiden. İtiraz ediyorum, huşu ile bitmeyen haberleri seyrederken. Benim kendi rüyam vardı az önce, bilinçaltım ayarlamıştı her şeyi. Kaçamamıştım rüyadan, lakin muhakkak haberim vardı uyanacağımdan... Hala mı uyuyorum? Düşümde haber sunmaya hevesli bir velet mi görüyorum ekranda? Eğer öyleyse, uyan diyorum, bilinçaltımdan aklıma. İşkence çekiyorum aşağıda. Uyan ve hazırlan. Güneş doğacak birazdan. Seslenen biri var, ne yan odadan ne de sokaktan. Yukarıdan ve sanki göğün arkasından. İlahi yankısıyla var oluyor kulağımda: “ Selim! Kalk oğlum, servisin gelecek birazdan!” ...Ana okulu... derse geç kalacak... kim?.. Ben mi? Ekrandaki çocukta sesin gelmiş olabileceği yere, yukarıya bakıyor. Aynı sesi duyduk... ama o gülüyor. Bana bakıyor ve ciddiyetini bir kenara fırlatıp: “ Selim TV Ana Haber bülteninden hepinize iyi günler dileriz. Yarın yeniden buluşmak ümidiyle.” Diyor pek çok harfi yuta yuta. Hala bana bakıyor. Gülümsemesi yayıldı, el sallıyor şimdi. Ne oldu?.. Televizyon kapandı... Kendiliğinden Her şey silinmeye başlıyor azar azar. Nesnelerin hatları yumuşuyor. Renkler solgunlaşıp, birbirine karışıyor. Ben; oturduğum yere karışıyorum. Odada ne var ne yoksa birbirine giriyor durmadan. Tek bir şey çıkacak sanki hepsinden... Sıkışıyorum... Canım acıyor... Karnım ağrıyor korkudan... Uçuyorum havaya, inceliyorum... Hissettiğim duygu ne elzem! Birleşiyorum havayla... İmkansız bu... İmdat!... İmdat!.. Bir ismim var benim... Ben bir rüya değilim!..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Burak Mollamehmetoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |