Kürtaj sadece kendileri bir zamanlar doğmuş insanlar tarafından savunuluyor. -Ronald Reagen |
|
||||||||||
|
Ömer Akşahan Çocukluk dönemim ne zaman aklıma düşse, çarşıda günün en sıcak saatlerinde hükümet konağı karşısında, Atatürk büstünün de yer aldığı meydana bakan bakır ustası Mahmut amcanın dükkanını anımsarım. İri yarı, adaleli ve sert bakışlı ustanın oğlu da sınıf arkadaşımdı. Mahmut ustanın bakırı örste döverken çıkardığı "tan tan" sesleri kulaklarımızı çınlatır dururdu. Dikkatle yaptığı işi izler ve acaba derdim, usta bu sesten sağır olmaz mı? Dükkanı, kasabamızın çok sık uğranan dükkanlarındandı. Nedeniyse, o dönemde şimdiki gibi alüminyum ve çelik henüz piyasada yoktu. Evlerimizin en önemli demirbaşı durumundaki kap kacak, kazan her ne varsa hepsi bakırdandı. Yemeğimizi bakır sini üzerinde, bakır tabaklarda yerdik. Leblebi şekeri imal ettiğimiz geniş, çukur ve iki kulplu büyük teknemiz de bakırdan yapılmıştı. Muğla'nın Kavaklıdere ilçesi o yıllarda Yatağan'a bağlı bir beldeydi. Bu yöre halkı yörük kökenlidir. İki temel uğraşlarından biri halı ve kilim dokumacılığı, diğeri de bakır ve kalaycılıktı. Buradan çok ünlü bakır ustaları yetişmiştir. Kavaklıdere'de yetiştiğine kanaat getirilen ustalar kâh gezici olarak köy ve kasabalarda, kâh sabit dükkanlarda zanaatlarını yaparak geçimlerini sağlarlardı. Kasabamızın en tanınmış bakırcısı da Mahmut amcaydı. Dükkanının bir köşesinde, yerde bakır kapların oksitlerini çıkaran çırakların manzarası görülmeye değerdi. Kalçalarını sallaya sallaya çalışırken doğrusu Asena yanlarında halt ederdi. Yeni kalaylanmış kap kacağın pırıl pırıl bir görüntüsü ve kendine özgü kokusu vardı. Bakır kapların parlaklığı ne yazık ki çelikte yok! Kavaklıdereliler bakır işleme zanaatını tüm zorluklarına karşın halen sürdürmektedir. Değinmek istediğim şey, doğrusu kaybolmaya yüz tutmuş meslekler değildi. Şiire yıllarca kafa yoran birisi olarak; şair kimdir, ne yapar, şiiri nasıl oluşturur, tarzındaki sorulara somut bir örnek ararken, beynimde var olan bakır ustası Mahmut amcayı baz alarak, konuya farklı bir bakış açısı getirmekti amacım. Şaire bakırcı penceresinden bakıldığında; ustanın kazan, ibrik ya da leğen gibi bir aygıtı yapması için yalnızca üç temel malzemeye gereksinimi olduğunu görürüz: bunlar, bakır plaka, örs ve çekiçtir. Maharetli ellerin tempolu ve kimi zaman gözü kapalı, düz bir bakır plakayı nasıl ibriğe dönüştürdüğünü hayranlıkla izlersiniz. Şairin malzemesi de, sözcüklerdir. Kullandığı dil ne denli zenginse, şair de o denli güçlü ve etkili yapıtlar ortaya koyabilir. Bu bağlamda, bana göre Nobel edebiyat ödülü yazar ve şaire değil yapıt verdiği dile ve kültüre verilmektedir. Türkçe yazan bir şair ve yazarın henüz Nobel ödülü almadığından yola çıkarsak; Türkçenin çok zengin bir dil olmadığı kanısına varabilir miyiz? Hayır, diyenleri duyar gibiyim. Oysa, Nobel sadece bir ayna! Her yıl dünya edebiyat gündemine taşıdığı tartışmalarla ödül verdiği ülkeye ayna tutulmasını sağlamaktadır. Konuya buradan bakarsak, şair ve yazarların ustalığını tartışmaya açabiliriz. Ana dilden çıktık yola, geldik Nobel'e...Oysa şair kimdir, malzemesi nedir, şiiri nasıl oluşturur; bunları konuşmalıyız, değil mi? Bugüne dek şiire ilişkin yazdıklarımı ve söylediklerimi topladığımda geriye özetleyebileceğim tek örnek kalıyor: Bakır ustası! Şairle bakır ustası arasında o denli benzerlik var ki; sözcükleri beyin ve yürek arasındaki örse yatıran şair, kurgu ile sözcüklere yepyeni anlamlar yükler. Böylece, okuyana keyif veren, heyecanlandıran, hüzünlendiren, kimi zaman ağlatan bir derinliğe kavuşur. Hayranlıkla okuduğumuz, kolayca belleğimize kazıdığımız nice şiir, bu ciddi uğraşla önümüze gelmez mi? Şiir, önce şairin beyninde şekillenir, yoğrulur; bazen de şiir için araştırma gerekir. Daha sonra sözcük ve biçim çalışmasıyla son şeklini alır. Şiirde dizeler yerli yerine oturduysa ve kesinlikle yer değişikliğini kabul etmiyorsa; o şiir, olgunlaşmış ve kamuya ulaşamayı hak etmiştir. Sonuçta, bakır ustası Mahmut amca örneğinde olduğu gibi özel çabalarıyla kendini kabul ettirmiş şairlere toplum olarak sahip çıkmalıyız. Şiirin okulu olduğuna inanmıyorum. Dünyaya bazı insanların şair olarak geldiğine inanıyorum. Bu yeteneğe sahip kişi bu bilince erdiği andan itibaren aldığı eğitim ve izlekle çok başarılı çalışmalara imza atabilir. Sonradan şair olunmaz. Şair de çok kolay yetişmez. Bu nedenle, günlük kaygı ve popüler yaklaşımlarla iyi şiire yapılmaya çalışılan ihanetlerin önüne set çekmeliyiz. Bu uğurda emek verenlere destek olarak dünya edebiyatında varmak istediğimiz yere belki varabiliriz. Vitrine çıkan her şiire de bu gözle bakmamız gerektiğine inanmaktayım
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |