"Denemeler"de gördüğüm şeyi Montaigne'de değil, kendimde buluyorum. -Pascal |
|
||||||||||
|
Sevi dedikleri bir yeşil ipek o da nazlı yârin koynunda imiş Emirdağ türküsü 1- Ve Acının Yazılmayan Tarihi gece serin eteklerini savurur bozkırdır anamdır cümle mahlûkat uyur bir çığıra uzanır uçsuz hayaletler bekleşir susuz kuyu başlarında gözleri bir çift ölü yıldız gülüşleri boğazlanmış at kişnemesi... yorgun tırpancılar uyur anızların arasında itler birbirinin sesine ürür sürüler örüme çıkar ülker doğduğu vakit emlik kuzu anasının kokusun sürer çobanlar frigyadan kalma yüzlerine kazınmış acıyla yapılmış akit... ıssızlık delidir bahar dörtnal geçer yaz rahvan zemherinin yüreğini ölüm pençeler ki kurumuş gülüşlerin can pınarları kurt izinde su aranır serçeler bozkırdır anamdır akşam serin yeldirmelerini savurur elim yüzüm gün yanığı ve acının yazılmayan tarihi kanar kaval seslerinde can kavurur... hep bu ölü soykasını giyinir kıraç kınalı bulutların düğününe yas düşer sen de ay bileziği gencölen yetim kızın ben deyim isli bir fener ve cümle bozlaklarda aynı yangının külleri gidip geri dönmeyenler... 2- Bozlak akşam oldu sarı bozkır bozlak bozlak kanadı mezar ıssızlığı çoktu göçük yüzlere biçilmiş göğ ekin bakışlarıyla birer gölgeydi kadımlar sevinç devşirirlerdi bebelerinin iki umut mumu yanan gözlerinden deli bir hayalet gibi koştu yel bağırarak parçalanmış eteklerini savurarak bir tarih zuhur etti göğün yırtık yerinden alaca kuşlukta çekip gittiler on beş kişiydiler onbeşindeydiler öküz gönü çarıklarıyla dağlar gibi basarlardı toprağa birkaç nikel para kuşaklarında bir de yavukludan yadigâr kınalı saç dürülü işlemeli yağlıklar... bozkırı biçen dereyi geçemedi ihtiyarlar birer mezar taşı gibi kalakaldılar çile çiçeklenmiş sakallarını farımış gözlerinden acı yaşlar boşandı korkularını susuşlarına saklayamadılar öpülen ellerine bir türlü bakamadılar birisi yemenden söz açtı birisi balkanlardan yeniden sızı verdi kocamış yaraları esirlik günlerini anımsadılar ufaldı karartılar kil yeşili dağlarda kimisinin anası kimisinin yareni gitti onlarla birlikte ufkun ucuna kadar gözleri yabanıl atlar gibiydi ve kavi yürekleri kan içinde ölümcül bir afat oldu ayrılışları ve bir daha dönülmez kadar uzak kerpiçten evlerin el kadar camlarından çocuksu yüzleriyle bakakaldı yavukluları acı yaşlarını saklayamadan siğim siğim ağlayarak... on beş kişiydiler onbeşindeydiler bir daha dönmediler 3- Gidip Geri Dönmeyenler bu deli yollara oğul verdin gidip geri dönmediler kaç kolun koptu Yemen kaç yürek yaran Çanakkale ocakların kör kaldı kaçıncı söndü umudun gidip geri dönmediler... güldün mü kıvılcımlar saçılır geceye bakışın ilk insandan bu yana bütün bakışların bahçesi ayakların hititten beri böyle sıkı hasar toprağa geride hep yoksulluğu koydular kıran düştü- kıtlık düştü payına gidip geri dönmediler... 4- Yitik Şairler Toprağı bütün çocukları ölmüş düşsüz yeşilden utanmaz bodur tepeler sarı kanayan kepirde kefengin gülüşüdür insan sanırsın aşınır rüzgârla bir Yunus’ tur gelip geçmiş deli günün alnacında dudakları şerha şerha ki dökülmüş gözyaşları tesbih taneleri gibi şimdi birer ağaç kalmış yerlerinde değilse ne yek ahenk-ne yek avaz bir gazel düşeni olmamış feryadına bir tek Süleyman Çelebi’ den o malum mesnevi onlarla birlikte gelmiş tıkız develerinin yeninde o gün bu gün okunur cümle vakitsiz ölümlerde gelip kurmuş alaçığını artık isyana tövbeli ki başkaldırmayı bilmeyen nereden bilir sevmeyi taşın alın çatına aşk düşürmeyi o çileyi seçmiştir ve ancak kanar meramını karanlığa zikreder ki ıssız koyaklarda haykırılan uzun havalar isyansız yüreklerin sevdalarından doğar... zulümler altında bencil yitirir yaşamın yedi rengini gurbet evcilleştirir bazan çok uzak satar öz kızını mal niyetine acılarda birlik olup yola gelinir kanlı düşman kesilir sevinçlerde korkular ürküler elinde kalmış yitik aşıkların sürgün toprağı bekler neyi beklediğini bilmeden canından can yolmuşlar ot niyetine dallarından evlat kopmuş kaç Yemen çöllerinde öşürlenmiş ana sütü ter ve gözyaşı kaç bin yıllık suskunluğun puskunluğun anıtı her mezar taşı şimdi alnında Salihli'nin bağları tütünü Manisa'nın sivrisinekleri Çukurova'nın şimdi gözlerinde bir umut olmuş küfrü ve rezaleti ömür posalaştıran almanyaların şimdi yüzünde goncası dökülmüş yoksulluk çiçekleri yozlaşmanın bayrakları kerpiç damlarında televizyon antenleri... 5- Yediveren direnci zemheriden karılmış ölüm kapı komşusu sabrı dağlarla bir cehennemden sökün etmiş ağustosu zulümlerle dövülmüş yüreği yoksulluğun örsünde gene de yangınlar içinde yediveren güldür sevdası yıkılası kara dağlar boyun büküp yol verir değilse kıyametler doğurur coşkusu lâkin kör olası yollar uzanmış yatar toz kül içinde kör bir engerek gibi azrail hovardası bir yol gülüşlere karışmış bakışlara tünemiş- sözcüklere bulaşmış ezeli bir acının doğurduğu nefret aşılmaz yıkılmaz muhannetin karlı dağları çevresi dolaşılmaz ruhları yağmalanmış babadan oğula devralan lanet çifte su verilmiş yüreği kâr etmez hasretine koparır elini kolunu gurbet gene de yangınlar içinde yediveren güldür sevdası. bilmezler yaşamak derler adına dağların ötesinde bin yıldır paylarına düşen esaret günah- vebal- yemin -gammazlık- yalan - kin uğur nazar- yılan çıyan- büyü cin ekmek atlı insan yaya can ter içinde korkuyla nefretle silahlandırmış ruhların cehalet bilmezler özgürlük derler adına dağlarda yapayalnız ağlayabilmenin ölmenin doktorsuz ilaçsız bazan çocuk üstüne bazan yılan sokması sanırsın ki unutmuş sevmeyi gülüşlere âfât olmuş nuhnebiden kalma cinnet gene de yangınlar içinde yediveren güldür sevdası 6- Bozkırda Ölüm Dipsiz bir çukura benzer yaşlı köylünün ağzı sağa sola bükülmüş sapsarı etsiz birkaç diş yosunlu yalak taşlan gibi dağdan kaya yuvarlanırcasına ar daman çatlar gibi pervasız kahkahası dehşet patlar... Oturmuş tarlanın anına dünyanın en ciddi İşini yapar ağustos gününde gönleşmiş yüzü burnunda taze ekin kokusu tırpanın biler onun da dostu düşmanı vardır o da evdekileri ehl-i yal bilir on sekizinde kara sevda narına yanmış ıssız dağlara ağmış-def çala çala derin derin hocalara okunmuş o gün bu gün cılız kalmış kız kaçırmış- gelin ayartmış- yetim büyütmüş başını beladan belaya sokmuş damda yatmış- kaçak gezmiş- nam yürütmüş burnunda taze gelin kokusu ilk gurbeti askerlikte dört yıl dönmemesine yaya döndü on beş günde çarıksız- parasız- aç dört yıl önce kaçırdığı döndüsü döndüğünde başkasının kansı çekip çıktı gurbete meramı bir çift öküz parası... yülüdü tırpanını yorgun yorgun baktı ala buluta kaçıncı yağmur bekleyişi bu unuttu... Daha düşünecek çok şeyi vardı kimisi burulmuş yüzüyle birlikte kimisi ilk günden daha taze... elini testiye uzattı doğrulamadı köskendi tarlanın tümseğine soluğunu toparladı var gücüyle bir daha alamadı düştü başı ekinlerin içine şapkası yuvarlandı gevşedi parmakları tırpanı bir daha tutamadı mor bir sinek gelip kondu alnına gün yelinde sallanan başakların kılı kıpırdamadı güneş gök boyu büyüyüp söndü bakakaldı ağzı açıldı dişleri yosunlu mezar taşları üzerinde tek satır okunmayan acının anıtları taze ekin kokularını duyamadı... 31.5.93 adnan durmaz,yarın yeniden,gerçek sanat yay,ist
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © adnan durmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |