Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
Araba parkının en uç köşesine kadar yürüdüm. Aklımı karıştıran o kadar çok şey vardı ve ben nereden başlayacağımı bilmiyordum. Doğru dürüst bir cümle bile kuramıyordum, olanları ifade edecek. Arabama binip çalıştırdım. Bir müddet öylece oturdum. Parkın cadde çıkışında birisinin arabanın önüne fırlamasıyla frene basmak zorunda kalmıştım. Yusuf’tu. Kapıyı açıp binmesini beklerken kendimce nedensiz bir rahatlama hissettim. Beni beklemiş olmalıydı. Arabayı her zamanki yoldan, eve doğru sürüyordum. Yusuf dışarıdaki karanlığa dalıp gitmişti. Eve yaklaşmak üzereydik ve ben bu yolculuğu uzatmam gerektiği fikrine kapılmıştım. İlerideki kavşaktan sola girip tekrar caddeye çıktım. İki saattir şehrin sokaklarında dönüp durmaktaydık. Belli etmeden Yusuf’a baktım. İçinde fırtınalar kopuyor olmalıydı. Yavaşlayıp yolun kenarında durup kontağı kapattım. Elimi kaldırıp Yusuf’un omzuna hafifçe dokundum. Bana dönüp gözlerimin içine baktı. İçime buz gibi sular döküldü önce, ardından da ateşler yükseldi, alev alev kavrulmaya başlamıştı her yanım. Tanrım, bir insan bu kadar acıyı içine nasıl sığdırır?.. “Yasemini ilk gördüğümde fazla değişmediğini düşündüm. Aynı kocaman siyah gözler, aynı sarı saçlar, bembeyaz teni, ürkek bakışları... On sekizimi doldurduğumda geri kalan cezamı çekmek için sübyan koğuşundan büyüklerin koğuşuna gönderildim. Ve nihayet bir gün tahliye oldum. Aklımda tek bir düşünce vardı: kardeşimi bulmalıydım. Kimsesizler yurdundaydı. Yani nerede olduğunu biliyordum ve onu görmek için sabırsızlanıyordum. Yurda gittiğim gün onu göremedim. Akraba olduğumuzu ispat edecek belge istendi. Birkaç gün sonra her şey tamamdı ve ben ziyaretçi salonunda, heyecandan kalbim deli gibi atarken kapı açılmıştı. Gelen Yasemin değil, yurt müdiresiydi. Yasemine bir şey oldu sanmıştım. Kadının bana söylemeye çalıştıklarını ancak birkaç dakika sonra anlayabildim. Dersteymiş, gelecekmiş Yasemin fakat onun hakkında konuşacaklarımız olduğunu söylüyordu. Kardeşim oraya getirildiğinde günlerce kimseyle tek bir kelime bile konuşmamış. Yememiş, içmemiş günlerce. Zaten narin yapılıydı, bahar dalı gibi kırılgan... Sık sık hastalanırmış. Sonraki yıl şehir dışında bir sanatoryuma gönderilmiş. Oradaki masraflar bir vakıf tarafından karşılanmış. Daha sonra tekrar yurda dönmüş, okula başlamış. Şimdi on altı yaşında...ciğerleri çok hasta, ölebilirmiş...” Yusuf’un sesi titremekteydi. Sağ elini yanağına götürdü. Görmemi istemediği gözyaşını silmek ister gibi sürdü yüzüne. Kelimeler boğazında düğümlenmiş, ne konuşabiliyor ne de yutkunabiliyordu. Uzanıp dokundum sımsıkı yumruk yaptığı eline. Söyleyecek sözüm yoktu. Teselli boş, üzüntü belirtir laflar boştu. Yusuf birden bana döndü: “Onu kaybedemem Bedri, kaybedemem! Hayaller kurmuştum, ikimiz için. Çok çalışacaktım, o ise okuyacaktı. Biliyor musun? Pembe ona çok yakışırdı. Çıktığım gün bir mağazanın vitrininde pembe bir bluz görmüştüm. Hamallık yaptım o günlerde. İki ay sonra onu alacak param birikmişti. Kumaşı ince, yumuşacık, Yaseminin teni gibi. Gömleği verdiğim gün sevincinden dansetmişti. Yanakları bluzun rengindeydi, gözleri ise daha da derinleşmişti. Sımsıkı sardı kollarını boynuma, kalbinin atışını duyacak kadar sıkı sarıldı bana Bedri... Ben onu kaybedemem! Neden bütün bunlar, neden?.. Neden her şeyi yapmayı göze alacak kadar güçlüyken bu kadar çaresizim?..” Küçük bir çocuk gibi, tüm bedeni sarsıla sarsıla, ses ile ağlıyordu Yusuf. Hayatını, çocukluğunu, sevgisini, özlemini, hayallerini, umutlarını ağlıyordu. Bana düşen ise dönüşünü beklemekti... Düşünmeyi denedim, düşünceler yetmedi, düşünemedim. Yusuf’un yerine koymaya çalıştım kendimi, kapkara bir uçurumun ucundaydım. Yusuf sessizce oturuyordu, bitkin, sanki kendinden geçmiş bir haldeydi. Arabayı çalıştırdım. Aklıma ilk gelen şey eve gitmekti. Yusuf’u salondaki kanepeye yatırmaya çalışırken montunun cebinden bir fotoğraf düştü. Önce onu hemen yerine bırakmak istedim, sonra vazgeçtim. Fotoğrafı masa lambasının ışığına doğru tuttum. Genç bir kız bana bakıyordu. Yasemin olmalıydı. Tıpkı anlattığı gibiydi. Acaba, Yusuf’u yeterince iyi mi anlıyordum diye sordum kendime. Gerçekten onun yerine koyabiliyor muydum kendimi? Kanepenin karşısındaki koltuğa oturdum. Hayatımda olağandışı bir şeyler olmadı, diye geçti aklımdan. Düzenli, hatta fazlasıyla düzenli bir hayatım oldu. Herkes gibi... Nereden bilebilirdim herkesi?.. Bir bekleme odasında hiç tanımadığım insanlarla birlikte sıramı bekledim. Asıl neyi beklediğimi düşünmeden. Hep hayata ait olanlardı öncelikli; kaygılara, hırslara ait beklentiler... Küçücük can sıkıntıları içerisinde kaybolmaktan "benimle" buluşmayı beklediğimi unutmuşum.... Aslında kısa karşılaşmalar olmuştu; kaçamak, bencil, vakitsiz... Bir an için, nefessiz kalmışçasına boğulurken, nefes aldıracak küçük mucizeler arasındaki buluşmalar. Tıpkı Yusuf'u tanımış olmam gibi... Beklerken... Sonraki günlerde Yusuf’un Asım Germinin ofisini neden bastığını öğrendim. Bir zaman sonra ise avukat olarak ilk davamı kazandım. Bir şekilde Yusuf’un hayatıma tekrar girmesiyle ilgiliydi bu dava. Yusuf’un annesi Füsun, patronumun müvekkili olan Hakkı Sarıoğlunun metresiymiş. Kadın sonraları gözden düşse de nam-ı-diğer Sarı Hakkı, Füsunu kendi işlerinde kullanmaya devam etmiş. Bazen hasımlarına yem olarak göndermiş, bazen de kuryelik yaptırmış. Yasemin ise, o bunu kabul etmek istemese de, Asım Germinin kızı. Kadın bunun gelecekteki hayat sigortası olduğunu düşünüp doğum belgesini saklamış ve Asım Germine baskı yapmaya başlamış. Bu şantaj konusuyla kadın kendi ölüm emrini imzalamış. Böylece Füsunun cinayetini Asım Germin azmettirmiş. Evdeki şişman adam, Osman Dağlı'ymış; Sarı Hakkının ortağı ve aynı anda da düşmanı. Gittikçe güçlenen bir çetesi ve genişleyen çevresi varmış adamın. Füsunun Osman Dağlı ile birlikteliği bir muamma olarak kaldı. Belki de sadece Sarı Hakkı'nın bildiği bir şey vardır, kim bilir?.. Adamın o gece kadının evinde bulunması şimdilik bir tesadüften öte gitmiyordu. Aslında bu ilişkiler yumağı o kadar karışık ki, olasılıklar kolayca çoğaltılabilirlerdi. Yıllar önce bu suçun Yusuf’a yüklenmesine neden olan yine Asım Germinmiş. Polis ve yüksek katlarda olan ilişkileri yardımıyla bir şekilde düzmece bir dosya çıkmış ortaya. Bunun sonucunda Yusuf suçsuz yere hapiste yatmış. Yusuf yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını düşünecek çok zamana sahipti. Geriye kalan, parçaları birleştirmek. Yaseminin doğum belgesini bulup saklamış olması onu Germin Hukuka kadar getirmişti. O gece olanlar hakkında hiç konuşmadık Yusuf ile. Verdiği sözü hatırlamıştım, kapı kapandı... Yasemin... Yasemin iyi, gittikçe de daha iyi olacak. Bu olaydan bu yana neredeyse üç yıl geçti. Dolu dolu üç yıl. Kendi hukuk büromu açtım. Kent merkezinde eski bir binada. Ön cepheden bir daire kiraladım. Öyle dökük, salaş bir yerdi ki önce neredeyse vazgeçecektim. Yusuf ile birlikte gece gündüz çalışarak zor toparladık orayı, ama değdi. Ben, sanki bir kez daha değişime uğramış gibiyim. Görünürde bir şey yokmuş gibi ama bir başka güzel oluyor sabahları uyanmak. Bir başkalık var içimde, dışıma yansıyan ve ben bundan çok ama çok memnunum. Şimdi gitmeliyim. Yasemini bir resim sergisine götürmeye söz vermiştim. eylül
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © eylül, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |