..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -Atatürk
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Erotik > Mehmet Ulaş ORAL




15 Nisan 2002
kardiyoloji  
"bir elmanın iki yarısıydık..."

Mehmet Ulaş ORAL


üst kattan geliyor sancının sesleri, sevişiyoruz, gece...


:GBFG:
K a r d i y o l o j i


Üst kattan sesler geliyor, kalorifer boruları tıkırdıyor, cama sertçe vuruyor yağmur damlaları, oyuncak bir çıngırak sesi bastırıyor üst kattaki sesi, hızlıca, süratlice esiyor rüzgâr, uğulduyor camların su geçirmezliğine doğru, mevsimin akrobasisine kaptırıyorum kendimi, hiç uyumadım, uyumaya da hiç niyetim yok, boyuna sigara içiyorum, içimde bir sıkılganlık –sigaradan değil- anlamsızca seyrediyorum etrafı, anjio için randevum var onu bekliyorum, birden ufak bir hareket kucağımda –bir ufak titreşim- , uyanacak gibi oluyor, ters tarafa çeviriyor yüzünü, ben onu seyrediyorum, dün gece en son boğulduğumuzdan beri onu seyrediyorum, yüzünün bir yüzünde gömleğimin katlanan yerlerinin izi çıkmış ve bana kapalı gözlerle, büyük bir şevkatle sarılıyor, uykusundan onu uyandırmak için cani olmalıyım, hafifçe titriyor yine, dışarıdan pencereye rüzgâr yine vuruyor, ona sarılyorum sıkıca, canını yakmamalıyım, öyle boşu boşuna titriyor olmamalı, kaloriferlerdeki tıkırtı yarım saat sonraki sıcak havanın habercisi, yarım saat sonra ona sarılmaktan vazgeçmek istemiyorum, onu seviyor olmalıyım, aksi halde bu kadar sahiplenmemeliydim, kafasını çeviriyor yine, içimde derin bir kurşun yarası var biliyorum, ama bir türlü tanımlayamadığım yaralar açıyor içimde, ona bakıyorum, yüzünün öbür yüzünde de gömleğimin katlanan yerlerinden bir iz, gömleğime kızıyorum, yanakları kızarmış gibi geliyor bir an bana, acaba çok mu sıkı sarılıyorum, sıkılıyor mu benden, biraz gevşetiyorum ellerimin düğümünü, birden aniden rüzgâr yine şiddetleniyor, yağmur bardaktan boşanıyor, birden aniden gözünü açıyor, konuşma baloncukları bekliyorum bir yandan diğer yandan da istiyorum ki hep susalım, “neden durdun?” diyor, “yara açmaktan korkuyorum içinde” diyorum “daha çok yara...”, bakıyor garipseyerek yüzüme, gülümsüyor, sarılıyor kollarındaki son kuvvetle, gözlerini sımsıkı kapıyor, içimde felaketler dolaşıyor, lanetler, buhranlar, sanki gözlerimi kapasam karabasanlar göreceğim, öykünüyorum ona, o kadar çok öykünüyorum ki saf ve kirlenmemiş olmak için, billur bir çıplaklığın içinde kucağımda yatıyor, tüm güçsüzlüğü, tüm tükenmişliği ve yeniden yaratılmışlığıyla sarılıyor bana, saçlarını okşuyorum, ona konuşuyorum duyamayacağı bir sesle, “izin ver” diyorum, “çok yorgunum, birazcık sarılmayayım sana”, hayır, sarılmalıyım, sıkı sıkıya sarılmalıyım ona, bir şeyleri kaybetmemek için o şeylere özen göstermeliyim, hiç bırakmamalıyım, bir yerlere gidecek bile olsa uyandığında gitmemesi için uğraşmalıyım hep, yaram depreşiyor, sakinleşemiyorum, kurşun gitgide içerilere doğru yanaşıyor, batıyor, canım akılalmaz bir biçimde yanıyor, kanıyor her yanım, o bunu bilmiyor, peşimde delice dolaşan azrailler, koca deliler, çığırtkanlar ve çalıcılar her yerimde yeni bir yara açmak için uğraşıyorlar, ben kaçıyorum, kaçmamalıyım oysa, bu kez kaçmamalıyım, gözlerini açıyor bir an, yeşil ve mavinin birleştiği ufuk noktasından doğru şaşkınca bakıyor yüzüme, kurşun batıyor, kısıyor gözlerini, derin çizgiler barındıran alnıyla, geometrik dudaklarıyla bakıyor, her yanıyla bana bakıyor, böyle bir masumiyetin bu çağda olamayacağına inanıyorum, eminim, hiç böyle bir masumiyete rastlamadığımı düşünüyorum, “anlamsızca bir masumiyet” diyorum “anjio için doktorlar gelecekler az sonra”, kalbim dayanmıyor, tekliyor, seriliyor yerlere, kurşun içerilere sokulmaya devam ediyor, bana kimse yardım edemez, artık kimse kimseye yardım etmiyor, çaresizce kendini kollarıma bırakmış bir kadına ne söylemeliyim diye düşünüyorum, gitmemesini istemem gerçeğinin dışında içerilerde bir kurşun var, daha derinlere saplanıyor, gözlerini gözlerimden ayırmıyor asla, sağ elini kaldırıyor, hayret ediyorum hâlâ kuvveti bitmemiş, oysa dün gecenin ardından hareket edemeyecek kadar yorgunduk ikimiz de, elini göbeğimden yukarılara doğru taşıyor usul usul, gerçekliğine inanmak istiyorum, hep beni yanıltan sanrılardan biri olabileceği korkusu kaplayıp duruyor her yanımı, eli ilerliyor, göğüs kafesimin üzerinde hafifçe sola doğru kaydırıyor, kurşun saplanıyor, “işte” diyorum, “tam orası! Tam orada, içerilerde, çok derinlerde bir kurşun var, iyice yaralaştı...”, diğer elini de yanına getiriyor sağ elinin, derin bir nefes alıyor, gözlerimin içine bakıyor hâlâ, gözlerimi kaçırmak istiyorum, olmuyor, “en sonunda” diyorum kendi kendime “anjio hazırlıkları tamamlandı!”, sol elini ani bir hareketle dudağıma getiriyor, konuşamıyorum zaten, o konuşacak, biliyorum, gideceğini söyleyecek, az zaman kaldığını söyleyecek ama söylemesini engellemek istiyorum içimdeki derinlikle, susturuyor beni, artık engellemek imkânsız, konuşacak, bekliyorum, başımı eğiyorum önüme, “yarasız yaşanmaz” diyor, “bir yaran olmadıktan sonra ne anlamı var ki yaşamanın?” , konuşamıyorum, sesler kulağımda yankılanıyor, kurşun işini bitiriyor, kalıveriyorum öylece kıpırtısız, yarasız yaşanmamalı, biliyorum ama neden hep en olmadık zamanlarda açılıyor şu yara? Anlamıyorum, göğüs kafesime sarılıyor, dudaklarımla yamamak istiyor boş bırakacığını söylediği dudaklarını, az sonra –zamanı geldi- başlayacak çılgınca havlamaya sabah itleri, zamanın gereksizliğinin içinden çıkıp, geçip gidecek az sonra hayatımdan, zamanın durması gerektiğine inandırıp beni çekip gidecek gerçek aşkın içinde çırpındığı masumiyetten kurtulup, dışarıda onu neyin beklediğinden habersizce, duru, berrak ve temiz bedeniyle, tertemiz yüreğiyle fırlayacak dışarılara doğru, beni yalnızlıklardan yalnızlıklara, beni boşluklardan dolmazlara fırlatacak, zamana inanan gözlerim kamaşıyor, yüzüne akıyorum, masumiyetine kanıyorum, ellerini yeniden oynatıyor, yukarılara doğru çekiyor vücudunu, gözleri ayrılmıyor gözlerimden –sanki giderken onları burada bırakacak-, dudaklarını dudaklarımın hizasına getiriyor, bir ince ayar çekiyor, sarılıyor saçlarıma, elleri saçlarımı okşadıkça içimden haykırmak geliyor, dudaklarıyla kucaklıyor dudaklarımı, kendimi tutamıyorum, haykırmalıyım, inanmalıyım kendime, onun için olduğunu her şeyimin, geri dönene kadar aradan çok süre geçeceğini, onu seviyor olmam gerektiğini, onun beni sevdiğini söylemeliyim ona, ama nasılsa gidecek, bırakacak beni, tutunamayacağım, uslanmayacağım, terkedilmekten başka ne yapabilirim? Ama ne olacak bu kurşun, ayrılamıyorum dudaklarından, dudakları yetmiyor, bitmiyor yine, teninin tenime değmesi için çırpınıyorum, çok yorgunum ama şimşekliyor içimdeki bitmez tükenmez şehveti, arzuluyorum onu, son bir kez olsun istiyorum, onun benim olduğunu, bedenindeki fırtınaya bedenimi yelken ettiğini görmek, ona tutunmak istiyorum, onu seviyor olmalıyım, arzulamanın ötesinde aşağılayıcı bir bağlılık, korkutucu bir dağınıklık, sevişiyoruz, yine ve defalarca, hiç bitmesin istiyorum bu kez, saçlarımı çekiyor, dudaklarımdan ayrılmıyor, bir ara dönüp boynumu öpüyor, ellerini gezdiriyor vücudumda, kollarımda, göğüs kafesimde, sonra vücudunu dikleştirip iki bacağının arasına alıyor karnımı, beni çıldırtıyor, “hadi” diyor, “hiç durmayalım, belki de son sevişmemiz olacak”, ellerini saçlarımın arasına alıyor yeniden, çekiştiriyor, hiç durmadan öpüyor dudaklarımı, hissediyor beni, hissederek sevişiyor, bütün bedeninde, organlarında, kan dolaşımında benimle ilerliyor, kapatıyor gözlerini, kafasını atıyor geriye doğru, tüm açıklığıyla boynu önümde, en sevdiğim yerine kapanıyorum, boynunu öpüyorum, çıldırıyor, savuruyor saçlarını iki yana doğru, çığlıklar atmaya başlıyor, dün gecenin yorgunluğundan esersizce ilerliyoruz, şehveti içinde hissediyor, arzuyu, aşkı, bütünlüğü, birbirini bulmuş iki parça olmayı, ayrı bedenlerde aynı yürekle yaşamayı, ayrı bedenlere aynı duyguyu yaşatmayı taşıyoruz, yürüyoruz, alabildiğince hızlı, alabildiğince ölümcül bir oyun oynuyoruz sanki, bizi korkutan bir şeylerden öylesine kaçıyormuşuz hissine kapılıyoruz, heyecanı duyuyoruz kapalı kapıların içinde, yıkıyorum tüm duvarları, şimdi sokağın ortasında sevişiyoruz, herkes bizi izliyor, tüm teşhirciliğini sergiliyor ortada, tümüyle, bütünüyle bana ait olduğunu ama bir yandan da bir kadın olduğunu ispatlıyor, sevişiyoruz, her yanımızdan sarkan duygu sarkıtları gözleri kör ediyor, doruğa çıkıyor yangın, her yanımı kaplıyor, duvarları örüyorum yeniden tuğla tuğla, saçlarımı çekiyor deliler gibi, beline sarılıyorum, kendime çekiyorum, kendimden ayıramıyorum onu, bütünleşiyoruz ayrı bedenlerde, aslında birbirimiz için yaratılmışız, aslında daha toyuz ikimiz de, tecrübeli insan rolleri oynuyoruz, yalnızca birbirimizi kandırabildiğimizi sanıyoruz, saçlarımdan bir tutamın koptuğunu hissediyorum, çığlık atıyor, “hadi” diyor durmadan, “ayırma beni kendinden, kan akana dek akciğerlerimden sık beni...”, nefes nefeseyim, duramıyorum, durdurmuyor, “kan” diyorum, “nasıl kanatırım bir yerini? Bırak kırmızının saçmalıklarını ne olur, içim ortadan yarıldı, anjio için sevişmenin bitmesini bekliyorum...”, canını yakıyorum, canımı yakıyor, karşılıklı birbirimize can çekiştiriyoruz, bitmesine gerek yok sevişmenin, hiç bitmesin, anjio için geleceklerdi, hastaneye kaldıracaklardı ruhumu, bir de kurşun vardı bayağı derinlerde, içerilere sokulmuştu, yüzüne bakıyorum, artık bakmıyor bana, beni seviyor, ben de onu seviyor olmalıyım ama tezatlar yoğuruyor tüm benliğimi, birini sevince sevişemiyorum, canı yanıyor, canımı yakıyor, en sonuna geliyoruz zamanın, her şeyin son bulduğu, yangının doruğunda bitiveriyoruz bir çırpıda, büyük bir çığlık atıyor öyle şehrin her yerinden duyulabilecek bir nara, içimden akıp giden koca bir bütün, koca bir yangın sönüyor, ağzı ağzımın içerisinde konaklıyor hâlâ, bitiyor az önceki fırtına, terlemişiz, yatağın içi sırılsıklam, birbirimizin derisindeki tuzu seviyoruz oysa, durmadan onu çekiyoruz içimize, göğsüme kapaklanıyor, derin bir sessizlik basıyor her yanı, bu sessizlik iyiye alâmet değil, biliyorum, az sonra kalkacak, az sonra gitmek için toplamaya başlayacak eşyalarını, beni terkedecek, ağlamamalıyım, ona belli etmemeliyim hüznümü, yüzüm beş karış, birisi dokunsa ağlayacağım, mutluluğa inanıyorum bir tek, ne kadar acımasız olduğuna hayatın, mutluluğun avuç içinde otururken ne kadar görünmez olduğunu biliyorum, mutluluk yanımızdayken onun farkına varmamanın getirdiği dev pişmanlık sarıp sarmalıyor beni, tutamıyorum onu, mutluluk kaçıyor, ağlıyorum, anjio için randevum vardı, gelip götüreceklerdi beni, beni böyle görmemeli, görürse çılgına dönecek yine, o da ağlayacak, içimdeki fırtınaya onu da alet etmenin alemi yok, oysa hemen yüzüme kısık gözlerle bakacak, gülümseyecek, “seni seviyorum” diyecek yarım yamalak bir Türkçeyle, “geri döneceğim bekle... az bir süre bu, katlanabiliriz, yaralarımızı sararız, yeni yaralar açabilmek için yer açmamız gerek kalbimizde değil mi? Hem ne yaparız biz yarasız, sevişirken nasıl heyecanlanabiliriz ki? Terketmedikten, geri dönmedikten, hareket olmadıktan sonra aşkın ne anlamı olur?”, inandırmaya çalışacak beni saf bir çocuk gibi, inanmayacağım, kötümserlikle karşılayacağım onu, ağlayacak sonra, gözyaşlarını öperek sileceğim, benim gözyaşlarım kirletecek bu kez yüzünü, sel alacak ortalığı, tutmalıyım kendimi, bu faciaya engel olmak için, sıkmalıyım en azından, kafası oynuyor yeniden, dudaklarını ayırıp dudaklarımdan göğsüme yaslanıyor, komidine uzanıp bir sigara çekiyorum kendime doğru, “bir tane de bana aşkım” diyor, “hayır” diyorum, “içmemelisin, seni seviyorum, sevişiyoruz, gideceksin zaten, yiteceksin, hayır!” diyorum, “az sonra anjio için gelecekler, randevum var, sana da mı olsun istiyorsun aynı şey?”, ısrar ediyor, suç işliyorum, “kalbindeki sorunun sigarayla ilgisi yok ki...” diyor, “acıdan hepsi, hasretten, beklemekten, benden... benden değil mi?”, gözleri doluyor, ağlayacak gibi, eyvah, yine belli ediyorum üzüntümü, evet ondan aslında tüm acım, tüm kaygım, beşbenzemez dertlerimin kesiştiği tek yer o ama anlatamam, anlatamıyorum bir türlü ona, saçmalıyorum karşısına geçince, şaşırıyorum, şaşırtıyorum kendimi, “yok, hayır, yapma ne olur, ağlama, şimdi sırası değil, şimdi bunu bana yapamazsın, zaman çok kısaldı, anjio için randevum var, ne olur, seni seviyorum ne yarası?”, kaçıyorum ondan, üzerimden kalkıyor, yerden külotunu buluyor, ben sutyeninin üzerinde oturuyorum –yarı yarıya-, onu uzatıyorum, yavaş yavaş giyinmeye başlıyor, gidecek, belli oldu artık her şey, külotlu çorabını giyiyor, bırakamayacakmışçasına bakıyor yüzüme, beni hiç terketmeyecek sanki, o kadar masum, o kadar iyi sevişiyoruz birbirimizle –bir elmanın iki yarısı gibi-, eteğini giyiyor, bluzunu, az önceki çıplaklığından, duruluğundan bir eser kalmıyor geriye, saçlarını savuruyor, gözleri şiş, elmacık kemiklerinde hafif bir titreme seziyorum, çenesi titriyor, yatıyor yeniden kucağıma, “ben” diyor “hiç yokolmamak için var olamam... özgürüm, gideceğim sanırım, beni tüketiyorsun, ben de seni... ikimiz birlikteyken birbirimize yaşıyoruz sadece, anla beni!”, somurtuyorum, yüzüme bakamıyor, ağlıyor, evet, gözyaşlarına boğuluyor, ona anlatamıyorum, anjio için gelecekler az sonra, kurşunu çıkaracaklar saplandığı yerden, belki de hiç uğraşmayacaklar, otopsimi yapıp kapatacaklar soğuk bir buzhaneye, bulamayacaklar failimi, parmak izi, darp izi bulamayacaklar vücudumda, “aşktan öldü” diyecekler sadece, “aşktan ölünür müymüş hiç?” diye soracak bir tanesi, bilmiyor olacak tabii, bilmiyor o bir tanesi, bizim oralarda hep aşktan ölünür, ama ölmeyi bir kenara bırakmalıyım şimdi, sakinleşiyorum, elimi götürüyorum yüzüne, gözyaşlarını siliyorum, “üzülme” diyorum, “ben de biliyorum, ayrılmamız gerekiyor... başka vücutları tanımalıyız, başkalarıyla sevişmeliyiz, bıkmamalıyız birbirimizden...”, gülümsüyor, onaylıyor başını sallayarak, ona anlatamıyorum, kendime anlatamıyorum, kimseye anlatamıyorum, bir gün tutup gideceğini hiç düşünmemiştim o bir gün gelene dek, ve şimdi herhangi bir günün gecesinde –kapalı, yağmurlu, kasvetli, açık... ne önemi var- onunla olmak istiyorum, mutlulukla hüzün içiçe girmiş, avutmalıyım kendimi, “oh be!” demeliyim, “gidiyor işte, artık bir sorumluluğum olmayacak, ne güzel!”, gidiyor, zaman daraldı, yerinden kalkıyor, çantasını alıyor, geliyor yatağın başına, “seni seviyorum” diyor, “bak, aşk ne kadar çok yıldız bırakmış dün gece yukarıya... hepsi birleşip bir sonbahar gününü aydınlatıyor!”, günün ne önemi var? Ölmekten korkmuyorum, onu beklemek istiyorum bu kez de, dudağıma yaklaşıyor yeniden, sarılıyor elleriyle bedenime, dudaklarıyla dudaklarıma, bırakasım gelmiyor, sürüyor zaman, ilerliyor, bitmeli, biliyorum, kısaldıkça kısalıyor, dudaklarımdaki çaresizlikten ayrılıp ilerliyor kapıya doğru, arkasından sessizce seyrediyorum, kapıyı açıyor, apartman boşluğundan sesler geliyor, arkasını dönemiyor, bağırmalıyım arkasından, bağıramıyorum, sağ ayağını dışarıya atıyor önce, solunu atıyor, kapı koluna nazikçe götürüyor elini, anjio için randevum var, çok az zaman kaldı, az sonra çıkıp gelecek doktorlar krizimi aydınlatmaya, bir de üstüne üstlük kurşun saplanmış, çıkmıyor, elini atıyor kapıya, gözlerini çeviriyor, nem dolu gözleri bardaktan boşaltıyor gözyaşlarını, kapıyı çekiyor.
     
Dışarı çıktığında simsiyah bir dünya görecek, saflığının, duruluğunun aptallık sayılacağı bir dünya... ağlayacak, inleyecek, debelenecek, münakaşa edecek kendiyle. Birileriyle sevişeceğiz karşılıklı, birileri için ağlayacağız yine, yine mutluluğu bulmamıza rağmen terkedeceğiz. Büyük karabasanlar göreceğiz ama aynı olmayacak hiçbir şey. Bütün yaralar kapanacak belki, bütün hepsine tütün basılacak inadına. Ama durmayacak, bir elmanın iki yarısı gibi olmak, diğer yarısını bulup kolayca kaybetmek bir tek insana mahsus olmalı, bir tek insana... Oysa, karabasanlarda tanışıp, poker masalarında sevişeceğiz, hiyerarşisinden geçeceğiz mutluluğun, kim olduğumuzu ararken başkalarıyla sevişeceğiz. Burada, bu olduğum yere geri döndüğümde, kapanarak kendi dizlerime, geri dönmeyi umud ederek, kaybetmemeyi, hiç elinden bırakmamayı küçük bir tırtılı, kelebek olmasını engellemeyi isteyeceğim. O eski rus meyhanelerinde, sandıktan çıkarılmış tüllerin örtü yapıldığı masalarda, votka içmemi isteyen garsonlara kafa tutup şarap içeceğim yine eskisi gibi. Rolümü ezberlemeyeceğim, doğaçlama oynayacağım hep içimden geldiği gibi, konuşacağım hiç susmadan, anjiodan sonuç alınamayacak, kurşunu çıkaramayacaklar, hiçbir bulu bulamayacaklar bende. Bedenim burada olsa da uzaklarda, masumiyetin ruhsatının olmadığı, sevdiğim bir kadınla seviştiğimde pişmanlık duymayacağım yerlerde, karşı kıyıya amors bir liman kentinde olacağım. Onu ezberleyeceğim hatırlayarak, unutmayacağım, kayıp gitmiş eski bir tarih masalı gibi okuyacağım mutlulukla doymazlığın yan anlamlarını karıştıran kişilere, tarihin bilinmediği bilinmezlerde. Ve yeniden diyeceğim “bir yarımı kaybettim önceleri, diğer yarım olmana imkan yok ama seni seviyorum” diye...

.Eleştiriler & Yorumlar

:: ...
Gönderen: Burcu Ege / , Türkiye
9 Ağustos 2010
Bazen söz yavan kalır, anlatamaz hisleri. Çok güzeldi..

:: Tahir ile Zühre
Gönderen: senem / İstanbul
24 Nisan 2005
"Bir elmanın iki yarısıydık " sözü bana meşhur " Tahir ile Zühre" yi anımsattı. " Sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı,..Tahir olmakta ayıp değil, Zühre olmakta, hatta aşk yüzünden ölmekte ayıp değil" Tebrik ederim seni, yanımda olsan sarılırdım bile sana. Bazen gitmek en iyisi emin ol. Gitmeden kavrulmuyor içindeki sevda ateşi. Yeni gitmeler hazırla kendini kalamalrın ardından gelecek olan. Ve her bedende duyduğun haz kadar yaşarsın aşkı unutma. Eline ve yüreğpine sağlık

:: Ezildim
Gönderen: Fulya Engin / İstanbul/Türkiye
24 Nisan 2005
okuduklarımdan...

:: way be
Gönderen: seda / türkiye
2 Eylül 2003
çok güzel olmuş acayip beğendim okuduktan sonra bile etkisinden çıkamadım tebrikler

:: Tesekkurler Ulas
Gönderen: Iris Manidapulos / Panathinaikos / Hellas
29 Ağustos 2002
Bu bir elestiri degil, bir kizginlik hic degil. Bizi yazdıgın icin cok sagol!!! Bunu herkesin bilmesini istedim! Yasanmis seyleri kimse senin gibi yazamiyor saniyorum ulas! Hersey icin tesekkurler, harikasin! aramizda sinirlar bile olsa hala bir elmanin iki yarisiyiz...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ağır Roman(tik) – 2001
Sigara - 2
(Gar)dolap
Şifreli Konuşkan
Yalnızlığın Aleni Tarihi
Uzun İnce Bir Yol Gibi
Aziz
Ölümsek
Zamansız Pencereler
Sigara

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yalnızlık Resimleri [Şiir]
Orta Kat - Peri Masaları [Şiir]
Peri II [Şiir]
Şehirlik Rubai [Şiir]
"Peri" [Şiir]
Mabrahar -IV- [Şiir]
l y d i a [Şiir]
Dantes [Şiir]
Ara Nağmeler Çarşısı [Şiir]
Mabrahar -II- [Şiir]


Mehmet Ulaş ORAL kimdir?

garip bir adamdır. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Cemal Süreya, Küçük İskender, Murathan Mungan, Edip Cansever, Can Yücel, Ferhan Şensoy, Ece Ayhan vs vs vs...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.