"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
Çocukluğumdan başlamak istedim hayatıma... O saf, temiz duygularla dolu, hesapsız kitapsız çocukluğum... Hatırlıyorum da o zamanlar babam İstanbul’daydı... Ben abim ve annem de Ömerli’de... Babam her cuma gelir, pazar günü de dönerdi... Her geliş bende tarifi imkansız heyecan ve sevinç, her gidiş te anlatılmaz acı ve iz bırakırdı.... Her cuma saatlerce başımı soğuk pencere camına dayar ve babamın bahçe merdivenlerinden çıkmasını beklerdim... İçim her cuma kıpır kıpır, her pazar da kırgın olurdu... Babam her geldiğinde 4 tane video kaset getirirdi, o zamanlar Ömerli’de sadece bizim evde video vardı ve gelen kasetler de o zamanlara ait meşhur “Hanedan” dizisine aitti... 2 kaset cumartesi, diğer 2 si de pazar izlenirdi... Benim izleme yerim babamın sımsıcak göğsüydü... “Hanedan” izlenmeye başlamadan önce bir koşu "Sezai" bakkala gidilir ve paket paket pizza kraker alınırdı, yanına da buz gibi gazoz.... Ne büyük keyifti bizim için bir bilseniz... O 2 kocaman gün, kısa zaman da tüketilirdi ve gene benim için kötü gün olan pazar gelirdi... Biliyormusunuz ben pazar günlerini hala hiç ama hiç sevmem... Sanki her pazar gene ayrılık yaşayacağımdan korkarım, ürkerim... Babam bir gidişinde sormuştu bana “Cuma gelirken sana ne getireyim” diye... Ben de “3 tekerlekli bisiklet” demiştim babama.... Ve cuma gününü gene camda beklemeye başladım ve işte babam elinde 3 tekerlekli kırmızı bir bisikletle, uzaktan bana el sallıyordu... Aman Allah’ım gerçekten almıştı babam bisikletimi, onca uzak yollardan bana bisiklet getirmişti işte... Hayatımda aldığım en özel hediyeydi o bisiklet... Çocuk kalbimle, sokakta ne kadar çocuk varsa, tanıdık tanımadık herkesi bisikletime bindiriyordum... Komşumuzun oğlu Çetin abi bile heveslenmişti bisiklete binmek için, yaşının büyüklüğüne aldırmadan.... Ve bindikten sonra bahçede attığı 3 turdan sonra bisikletim kırılmıştı... Ama hiç ağlamadım ben... Sadece çok sevinmiştim, kırılmadan önce her çocuk binebildi diye bisikletime... O kadar büyük huzur kaplamıştı ki yüreğimi, herşeye ama herşeye değerdi o an ki sevinç... Bahçede oyun oynardık abim ve diğer öğretmen çocuklarıyla... Haydar, Hüseyin, Hülya, Sibel, Emel... En çok da geceleri saklambaç oynamayı severdik, ben ebe olduğum zaman ağlardım karanlıktan korktuğum için.... “Abiiiiii abiiiiiiii ne olur çıkın ortaya, ben korkuyorum” diye... Onlar da gülerek “sobeeeeeee” derlerdi bana... Çocukluk işte.... Gündüzleri de her oyun sonunda mutfak camını tıklatarak annemden poğaça ya da ekmek üzeri toz şeker isterdik... Doymak nedir bilmezdik o enerjiyle... Ne tatlı, ne güzel gelirdi o toz şekerli ekmek bana... Hiç unutmam birgün bahçede otururken, tüm vücuduma karıncalar saldırmıştı, ağlaya ağlaya eve gitmiştim... Annem hemen banyoya sokmuştu beni, canım çok yanıyor aynı zaman da da kaşınıyordu... Ne zaman karınca görsem huylanır ve kaşınırım... Günler böyle geçti ve biz İstanbul’a evimize taşındık... Annemle beraber balkonda ağlıyorduk, neden buraya geldik diye... O zamanlar nereden bilebilirdim ki, en iyi arkadaşımın bu şehirde beni beklediğini... Orta 3 e gidecektim İstanbul’ a geldiğimizde... Ev okula çok yakındı, annemin öğretmenlik yapacağı okulla, evin arasında kalıyordu benim okulum... Gülbahar’ı ilk o zaman görmüştüm, aynı sınıfa düşmüştük.... Saçları 2 yandan örgülüydü, çok ama çok şekerdi ve nedense içim de garip bir şekilde onunla tanışma isteği vardı... Ve tanıştıktan sonra da, ayrılamaz olmuştuk... Lise de okullarımız ayrıldı... Ben meslek lisesine başladım, o düz liseye devam etti ... Ama yürekler hiçbir zaman ayrılmadı... Hayatımın en doğru kararıydı onunla tanışmak ve arkadaş olmak... Her şeyi onunla beraber yaşadık ve paylaştık... İlk sevgililer, hüzünler, sevinçler, heyecanlar, kalp çarpmaları ve ilk gözyaşları... O kadar çok şey yaşadık ve paylaştık ki, kısacık hayata çok şey sığdırdık biz onunla... 98' de annemi kaybettiğim de, arkadaşlarımın arasında acımı en iyi anlayan ve paylaşan oydu biliyorum... Çünkü içimi ve yüreğimi gerçek anlamda okuyabilen tek arkadaşım oydu... Annemden sonra hayat bana çok boş gelmişti, ilk zamanlar bir rüya gördüğümü sanmıştım... Annemi toprağa verdiğimiz ilk gece rüyamda gördüm annemi... Yüksek bir yere çıkmış, üzerinde beyaz ince bir elbise vardı... Saçları uçuşuyordu ve gülerek bana el sallıyordu... Birden yatağımdan fırladım ve “Demek ki rüyaymış, annem yaşıyor” diye annemin odasına koştum gece yarısı ama babam ağlayarak annemin yastığını okşuyor, , onunla konuşuyor ve dertleşiyordu... İşte o an ben de film koptu, demek ki gerçekten annem ölmüştü... Ben annesiz kalmıştım... Bu bir yazgıydı ve sıra bizdeydi işte... Babamın sofrada bize söylediği şu kelimeleri asla ama asla unutmadım ben 98’den beri... “Ne olur bana yardımcı olun, size nasıl davranacağımı bilemiyorum”... Babacım benim, vefakar, çok ama çok özel babam... Bize 98’ den beri o kadar iyi davranıyorsun ve bize annemi aratmamaya çalışıyorsun ki, senin hakkını ne burada ne de kıyamette asla ama asla ödeyemeyiz.... Sen benim herşeyimsin... Ve ben de senin her zaman çatlak kızınım tamam mı??? Seni çok ama çok seviyorum... 2004 yılın da evden uçma vakti geldi ve ben 27 kasım 2004’ de saat 13:00 de, kimi zaman sevinci, kimi zaman hüznü, kimi zaman heyecanı, kimi zaman acıyı, sabrı, derdi ve göz yaşlarını yaşadığım bu evden ayrılarak, kendi yuvamı kurdum... Babamın belime kırmızı kurdela bağlarken ve evden eşimle beraber çıkarken, babama söyleyecek çok şeyim vardı aslında ama hani derler ya, kelimeler boğazımda düğümlendi diye... İşte bana da öyle oldu ve sadece “ Hakkını helal et babacım” diyebildim... Her zaman Gülbahar’la beraber Kadıköy’e gitmek ya da annemle- babamla ve de abimle gezmeye gitmek için indiğim evimizin merdivenlerinden bu sefer gelinlikle, içim 30 yıllık yaşananlarla dolu olarak, her şeyi ardımda bırakarak, beni nelerin beklediğini bilmediğim , yepyeni bir hayata adım atmak için indim... Arkama dönüp bakmadan hızlı adımlarla inmiştim merdivenleri... Arkama bakarsam, önümü göremem diye düşünmüştüm o an... Evliliğim de 2 sene bitecek neredeyse, Allah’a çok şükür çok mutlu bir evliliğim, ve mükemmel bir eşim var... Eski dostlarımla ve tabii ki kan kardeşim Gülbahar’la görüşmeye devam ediyorum... Ben artık İstanbul’ da oturmasam da, başka şehir de hayatıma devam etsem de, kalbim ve yüreğim herkesle hala İstanbul’da... Eğer birgün bebeğim olursa, ona en güzel hediyeyi verebilmek için çaba sarf edeceğim, aynı benim gibi mutlu bir çocukluk geçirmesini sağlamaya çalışacağım ve en az benim kadar merhametli bir yüreğe sahip olmasını dileyeceğim... Birgün bir yerde, saçları 2 tarafından örülmüş bir arkadaş bulursa, mutlaka tanışmasını isteyeceğim... Hayat bana ne mi öğretti???? İnsan ayırmadan, kalp kırmadan, insanca yaşamayı, her canlıya saygı duymayı ve her gece başımı yastığa koyduğum da, huzurla nefes alıp vermeyi... Sizce bundan daha güzel birşey olabilir mi??? müge eralp kaya...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © müge eralp kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |