Hayaller olmasaydı, umutlar dünde kalırdı. - Dolmuş atasözü |
|
||||||||||
|
Hikayecinin di-li geçti. Senin hikayeni yazmadan beni lütfen terk etme. Yoksa sonsuza kadar bizi yaşatabilir miyim? Arıyordu. Adımlarıyla yazıyordu. Başı öne eğik, elleri cebinde. Önüne ne çıkarsa çıksın yolundan çekilmeliydi. Önceliği vardı: hastaydı, suskundu. Bir tuvalin kanvasında değil de, çerçevesinde geziniyordu. Oyun sahasının etrafını beyaz çizgisinden ayrılmadan kaç kez turlamıştı geleli… Biri bu soruyu sorsa kendine, “Çok kez!” yerine “Bilmem…” diye cevaplardı. Teneffüslerde okulun bahçesinde özgürlüğe balıklar gibi dalan çocuklar, tek derdi yürümek olan bu adamı pek de umursamıyordu. Çoğunun gözünde mahalleye yeni atanan bir deliyi rahatsız etmek büyük bir ayıptı zaten. Bu arayış ne zamana kadar sürmeliydi? Dört köşeli yolun bir sonu var mıydı? Bir an durdu. Vazgeçmedi aslında aramaktan; sadece durdu. Aklı fotoğrafa takıldı. İlkokul mezuniyet resmindeki halini hatırlıyordu. Taş binanın merdivenlerinde fotoğraf makinesine doğru gülümsüyordu. O gün “V-D” sınıfının öğrencileri mermer basamaklara dizilmişti. Öğretmen, hiç olmadık bir yere geçirmişti kendisini. İşte boy sırası kaderi olmaya devam ediyordu her zamanki gibi. O an keşke diyebilseydi: “Öğretmenim, bu fotoğrafa sadece Seçil’le yan yana olursam çıkarım!” Yıllardır çocukları büyüten emektar merdivenin en alttaki basamağına oturdu. Başını iki dizinin arasına sakladı. Titriyordu. Yağmurun yağdığını yere düştüğünde ayna gibi parlayan su damlalarını görünce anlayabildi. Mavi bez ayakkabılarını izlerken buldu kendini. Ne kadar da büyüktüler… Korkunç. Gerekmediği kadar iri. Çocukken ancak yarısı kadar küçüktüler hâlbuki… Ne önemliydi onun için? Daha derin mi yoksa daha fazla mı ayak izleri bırakmak ardında… Peki hangisini seçmişti bir denizci olup halatlarını ilk fora ettiğinde… Mavi yolda emekleyemeden yürümeyi öğretmişlerdi ona. Okulun ilk günü, kendini aşan dağ gibi ahşap ve gri sınıfın kapısını açabildiğinde ürperiyordu bedeni. Bu farklı bir yola sapmak için ilk teşebbüsüydü. Yaşam cevaben gülümsememişti; kükremişti. Aslında sonradan anlıyordu bunun kendisine zaman zaman oynanacak bir oyun olduğunu: Açacağı kapılar inleyecekti ve “Korkmuyorum, çünkü tüm kapılar yağlanmadığından öterler.” diyebilmeyi başaracaktı. Küçük, sarı kafasını bir civciv gibi sınıftan içeri soktuğunda gördüğü ilk şey bir çift gamzenin kendisini süzüşüydü… Orta sıranın arkalarında bir yerden; saçları özenle taranıp çilek tokayla bağlanmış, sade kahve kadar acı tenli bir kızın gamzeleri: ormandaki dört yapraklı yonca gibi. Dantelli yakası siyah önlüğüne orantılı, düzgünce ütülenmiş. Gecede hilal olmuş. … Yağmurun yüzünde gözyaşı gibi durmasına izin vermeden gri bulutlara baktı bir zaman, sırıtarak. Başı dimdik. Gülüşü kahkahalara doğru büyüdü. Kendiyle gurur duyuyordu şimdi. Zoru derdi dışkılamak olan güvercinlere doğru hınzırca gözlerini kıstı. Hatırlıyordu: Fotoğrafçı diz üstü çökmüş, “Haydi çocuklar, artık kıpırdamayın! Çekiyoruuum…”derken, hemen önünde dikilen Okan’ı önlüğünden çekip yerine kendisi geçmişti. Okan neye uğradığına daha şaşıramadan an durdurulmuştu. Önce yüreğinin kafesine çarpan kanat sesleri ve sonra esen rüzgârdı kareye girmek isteyen, ama geç kalan. “Tamamdır, işte oldu.” derken fotoğrafçı, her şeyin normale döndüğünü hissederek huzur buldu. Seçil’in durumu hiç garipsememiş ifadesine baktığında, yüzünde yıllarca solmayacak bir kızarıklık belirdi o günden hatıra. Gülümsediler birbirlerine sonra. … “Seçilcim köy somunuyla kuşburnu marmeladını buz dololabının alt gözüne yerleştirdim.” Emine Hanım mutfaktaki uzun süreli yokluğunun izlerini dolabın içinde fark edebiliyordu. Üst kat dondurulmuş patates kızartması, pizzalar; orta kat hazır Adana kebap, İnegöl köfte. Alt katta ise pembe mumlar ve birkaç soğuk algınlığı hapı; suya karıştırılan “gazoz” vitaminler. Tabi bir de haftalardır yenmeyen soslu makarna. “Tamam annecim, sağol. Ta ordan buraya getirmişsin üşenmeden. Ankara’da yok mu sanki?” Seçil annesiyle birlikte çıktıkları alışverişten döner dönmez çantaları hevesle açıp; içinden çıkanları dolabına yerleştirmeye başlamıştı bile… Gri-pembe tonları hâkim bir kazak ve takım eşofman. Alışveriş, anne ve kızı arasındaki tuhaf ritüellerden biriydi aslında. Üniversitede okuyan biri olması bile Seçil’i annesinin gözünde bir genç kız yapmaya yetmiyordu. Onun büyüdüğünü görmek ve kıyafetlerini kendisine sormadan seçmesi annelik mertebesinin zarar gördüğü anlamına geliyordu. Aynı zamanda babalık… “Emine Hocam, anlatın bakalım okulda işler ne durumda, memnun musunuz hayatınızdan?” diye sordu Seçil, rolleri değişen tiyatrocular gibi. “Fena değil. Öğretmenler arasındaki eski sıkı fıkı ilişkiler kalmadı. Ama senin bir zamanlar ders gördüğün sınıflarda çocuklara bir şeyler anlatmak heyecan veriyor bana.” “Kadriye Öğretmenim nasıl? Hala aynı okulda di mi anne?” “İyi iyi…” dedi Emine Hanım başını sallayarak, “Geçenlerde guatr ameliyatı oldu. Geçmiş olsunluk ara istersen.” Seçil bu durumlarda hep yaptığı gibi gözlerini annesinden öte çevirerek, “Öyle mi? İhmal ettim çok.” dedi mahzun. “Tabi ya kızım, onunla ne zaman öğretmenler odasında sohbete dalsak, illa seni soruyor. Ne de olsa kahrını çekti tam beş yıl.” “İlk fırsatta onu görmeye geleceğimi söyle.” Sesi coşkuluydu kızının bu sefer, “Galiba hala emekli olmaya niyeti yok senin gibi…” Emine Hanım hışımla, “Şimdiki gençleri anlamak çok güç. Neden insanı bir an önce emekli edip çürüğe çıkarırsınız bilmem!” derken bir yandan yüzünü duvarda asılı aynada inceliyordu. “Anne kızma, sadece merak ettiğimden…” “Hem herkes senin gibi vefasız mı?” Emine Hanım saldırıda en güçlü silahını göstermişti. “Geçenlerde okulun bahçesinde sen yaşlarda bir delikanlıyla tanıştım. Denizciymiş…” Kızının odasından gelen dilini anlamadığı müziğe sinirlenmeden devam etmek istedi. “Çocuk mezun olduğu okulda sırf nostalji yapmak için gelmiş. Hem de ne nostalji.” dedi iç geçirerek, “Saatlerce yağmurun altında yürüdü bahçede. Sonra bir ara ben aşağı indiğimde kendisinin fotoğrafını çekmemi istedi, tutuşturuverdi makineyi elime. Öyle komik ve ciddiydi ki…” “Hadi ya! Adama bak!” hayalinde on türlü şekil belirdi çekmecesini alt üst eden Seçil’in: tırnak törpüsünü bulamıyordu. “Ne gibi?” “Çocuk öyle bir poz verdi ki bana, sanki yanında biri varmış da, bir elini onun omzuna atmış gibiydi. ” “Çok garip… Belki de denizde kafayı çizmiştir.” dedi Seçil ve aynı akordda ama bir oktav farkla bastılar kahkahayı. Seçil’in gözleri aynanın köşesine sıkıştırdığı ilkokul mezuniyet fotoğrafına hevesle kaydı ; şimdiki haliyle o zamanki hali arasında aslında fark var mıydı acaba? Birazcık boyu uzamıştı o kadar… Resmi eline aldı. Hüzünlendi o günü bir kez daha yaşayamayacağı için. Siyah önlükleriyle öğrenciler, resmi siyah-beyazlaştırıyordu. “O yıllar demek ki insanların beyinleri renklere hala alışamamış. ” dedi annesine dönüp. “Bu yüzden belki de siyahtı önlüklerimiz.” Bu kez kendine takıldı bakışları. Yine iki gamzesi onu yalnız bırakmamıştı, hemen hemen her resimde olduğu gibi. Çocukken ne kadar çok uğraşırdı yanağındaki bir türlü içlerini dolduramadığı bu iki çukurla. Resimde yanında gülümseyen çocuğu fark etti sanki daha önce hiç görmediği biriymiş gibi. Odadan gelen ecnebi müzik gittikçe zayıfladı. “Here without you baby…” Perde rüzgarı boş verip uçmayı bıraktı. Annesi naif bir mum ışığına dönüşüyordu. Kulaklarındaki büyük halka küpeler salınımlarını durdurdu. Pencerenin önünde gezinen güvercinler gözlerini içeri diktiler. İşaret parmağını yanındaki çocuğun altın sarısı saçlarında gezdiriyordu Seçil. “Denizciymiş…” dedi mırıldanarak. Neden sonra annesinin şaşkın yüzüne dönüp, “Saç…”diyebildi bir tek. O sırada bir denizci Pasifik Okyanusu’nda geçirdiği on yedinci günün sabahında, üzeri palmiyelerle dolu bir adanın yakınlarından geçiyordu. Bu adanın adını merak etti ve haritaya baktı. Heceledi bu ismi. Kulağına pek hoş gelmedi. Hemen üstünü çizip, yerine “Seçil” yazdı kırmızı mürekkepli düzeltme kalemiyle. 02/10/06 Adapazarı
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Çağrı Küçükyıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |