Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine... |
|
||||||||||
|
-Ah...Üzgünüm hiç yer kalmamış. -Nasıl olur ya! Biz çok uzaktan kalktık geldik bu film için.! -Üzgünüm dedim ya, üstelik be bağırıyorsunuz ki, ben miyim suçlu? Yine bir densizin tekine haddini bildirmeden tutabilmişti kendini tam “ İyi ki de yer yok senin gibi ayılara” diyecekken. Selma suratını balığa benzettiği, sanki duvar boyasıyla dudaklarını kıpkırmızıya boyamış, kendini prenses zanneden sözüm ona adamın sevgilisi kızı süzdü tiksintiyle. Uzun ve mor ojeli tırnaklarıyla yabani kedi gibi gözüküyordu. Adam kıza doğru isteksiz adımlarla ilerledi, ona yaklaştı ve yabani kedinin tutsak eden bakışlarıyla durdu. Kız derin bir nefes aldı o anda. Üflemek için adamın ağzından çıkacak ilk heceyi beklermiş gibi o “sev” der demez, içindeki karanlık mağarada biriktirdiği, yarı sigara, yarı nane kokan nefesini pofff diye suratına üfleyiverdi. Adamın birkaç saç teli hareketlenirken tüm bu olanların trajikliğine gülesi gelmişti Selma’nın. Adam kalakalmıştı öylece bir açıklama yapamadan. Bir zafer edasıyla, çılgınca “İyi ki de yer yok senin gibi ayılara” diyebildi bu sefer. Allah’tan o anda salonların birinden gelen bir güm sesi kendi sesini bastırabilmişti. Büyük bir merak duydu adamın ağzından çıkacak bir sonraki olası heceye Selma. Bir sinemada bilet satıcısı olmaktan memnundu memnun olmasına ama; insanlar onu çileden çıkarıyordu. Ona göre insanların ayaklarını basabildiği her mekan, her zaman ve belki de her şey kirliydi. Küçükken annesi tutuşturuverirdi eline bir tel süpürge, “Hadisene kızım ne sallanıp duruyorsun, başla süpürmeye!” derdi de, lanetler yağdırırdı misafirliğe gelecek teyzelerine ve amcalarına. Eve gelecek her misafir bükük belindeki sızı, bitmek bilmeyen temizlik demekti ona göre. İçi o kadar tozluydu ki Selma’ nın...Elinde olsa bir süpürgeyle içini güzelce bir süpürüp gübürlerini sobada yakardı. Üstüne ıslak bir bezle silerdi içini, hatta hindistan cevizi aromalı tütsüler bile yakardı dört köşesine. İçi çok fazla ürkütücü olmalıydı ki, uzun zamandır misafir uğramamıştı. Aslında içini kirleten yine misafirlerin ta kendileri değil miydi? Bu duyguya aldırmıyordu Selma. Temizlenmeye ihtiyacı vardı o kadar. Kendini insani temaslardan soyutlayan tek şey her yerini saran cam kabiniydi. Belki de para alıp verdiği küçük penceresini pek açmak istememesinin nedeni de buydu. O bir metrekarelik kabini evi olarak benimsemişti zamanla. Küçüklüğünden beri hayalini kurduğu cam evine girdiğinde, zamanın sevimsizleştiğini unutuyor, hayat bir çocuk oyununa dönüşüveriyordu. Her farklı günde evciğinin içinde çok sayıda kıtalar keşfedebiliyorken, önündeki çekmecede duran rengarenk hayalleri ve büyük dünyasını sever olmuştu. Ne sık sık kendisine yöneltilen çıkma teklifleri, ne film afişlerindeki yakışıklı aktörlerin hayatları ilgisini çekiyordu. Sigara üstüne sigara yakıp filmin başlamasını bekleyen, uşak çağırır gibi garsonları çağırıp pahalı kahveler ısmarlayan insanlar yerinde olmayı hiç mi hiç düşünmedi. Eline kocaman bir kutu dolusu patlamış mısır alıp kendinden birkaç saatliğine uzaklaşmak, ya da loş bir ayrılık sahnesinde kimseler görmeden ağlamak istediği de olmuyor değildi. Hele bir gece seansında romantik bir filmi sadece o ve misafiriyle izlemenin hayali o kadar çok usuna düşüyordu ki... Ne olmuştu da bu kadar çoraklaşmıştı...Yüreğini kurumuş ve incelmiş, yanmaya yüz tutmuş bir çıta gibi hissediyordu. Bozkır, neredeyse içinin tüm odalarını kaplamıştı. Duygusuzluk bazen onu çok ürkütüyordu. O, yağmur yağdıracak misafirini bekliyordu aslında. Yeşillenebilmeyi, yüreğini parmağıyla dokunurcasına hissedebilmeyi, “eskisi gibi”leri istiyordu. Uzun zaman önce içinin kapısını tıklatan fakat içeri girmeyi istemeyen o adam neredeydi acaba...Selma sıkça okunan kutsal bir dua gibi o günü tekrarlardı göz kapaklarının ardında defalarca... Selma bir sabah işe geç kalma korkusuyla hızla evden çıkarken gözlüklerini çantasına koymayı unutmuştu. Ne kadar kötü bir başlangıçtı; sona uymayan bir başlangıç. O gün biletler sattı, kavgalar etti, nice aldatılan kadınlara ve erkeklere acıdı, insanlar kırkikindi yağmurları gibi geldiler ve gittiler. Derken gece olmuştu. O günün son seansı başladıktan sonra kabinin küçük penceresini kapattı; içi rahattı: Ertesi günün sabahına kadar insan akımını atlatmıştı. Tek yapması gereken vardiyasının bitmesini beklemekti şimdi. Dünya dönerken çıkarttığı gıcırtılar, topuklardan çıkan takırtılar, patlamış mısır makinesinin uğultusu, yapılan dedikoduların duvarlardaki yansımaları, her şey birden kesiliverdi pencerenin ani ve sert kapanışıyla. İşte bu anlarda Selma için kendi sinemasındaki bir seans zili çalardı. Hayalleri yansırdı beyaz perdesine bundan sonra. Dakikalar sonra bir tık tık sesi duydu camdan gelen. Kan beynine sıçradı o an. Uykudan zorla kaldırılmış bir asker gibi yerinden hışımla doğruldu. Buruşuk bir suratla gözlerini dış dünyadan gelen uyartının geldiği yöne doğru çevirdi. Küçük pencereye doğru eğilmiş bir şeyler söylemek isteyen bu adam da kimdi...Adamın yüzüne odakladı bakışlarını. Acelesi, çaresizliği, masumiyeti...Ne kadar da çok anlam çıkardı bu bulanık yüzden. Hemen pencereyi açtı. -Buyurun? Adam soluk soluğa cevap verdi: -Pardon Kumara başlayalı ne kadar oldu acaba? -Mmmm...Yaklaşık on dakika. -Peki bundan sonraki seans kaçta? -Bu son seans, diyebildi başını iki yana sallayarak. Bir süre durakladıktan sonra adam, -Olsun ben bir bilet istiyorum lütfen, dedi. Selma bileti keserken bunu kendisi için ve o adam için yapıyormuş gibi heyecanlıydı. Hayalleri insanı hiç beklemediği bir anda nasıl buluverirse, kader aniden dansa kaldırmak istemişti Selma’ yı. Hep hayalini kurduğu gibi el ele patlamış mısırlarını alıp salondan içeri gireceklerdi. Seyircilere “Çıkın gidin evinize. Bu gece bizim bu yer. Sadece kendisini uzun zamandır beklediğim misafirim ve benim!” diye haykıracak, makinist şeridi sadece kendileri için döndürecekti. Film bittikten sonra yine el ele sinemadan çıkacaklar, bir yandan sokaktan satın aldıkları kestaneleri ağızları yana yana yerken diğer yandan filmin en güzel sahnesini seçeceklerdi. Selma çözülmüştü hücrelerine kadar bu rüyanın içinde. Pencerede büyük bir sabırsızlıkla bilet bekleyen ele doğru uzandı, yavaşça hatlarına dokundu, hissetti ve belki de unutmamacasına ezberledi. Sanki elin içinde rüzgarı aniden kesilmiş bir yelkenli gibi öylece kalakaldı Selma’ nın eli. Adam buna bir anlam veremedi ama, yetişmesi gereken bir film çoktan başlamıştı; bu yüzden üzerinde duramazdı bunun. Hızla bileti aldı, parasını bıraktıktan sonra tam birkaç adım atmıştı ki, elindeki bilete şöyle bir baktı. Selma gidişini zihnine kazırcasına adamın arkasından bakarken ,adam sertçe geri dönüp kendisine doğru yürümeye başladı. Selma’ nın şaşıran yüreği ikinci kez ritimsiz ve olacakları merakla atıyorken adam “Siz iki bilet vermişsiniz de...” dedi. Gülümseyerek biletin fazlasını pencereye bıraktı ve uzaklaştı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Çağrı Küçükyıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |