Sevmek bir başkasının yaşamını yaşamaktır. -Balzac |
|
||||||||||
|
Bilgehan, her sabah yaptığı gibi aynanın karşısına geçti, dakikalarca kendisine baktı. Süslendi; saçlarına jöle sürdü, parmaklarıyla tarar gibi yapıp şekilden şekle koydu. Okulda yasak olmasına rağmen cep telefonunu yanına aldı. Alnının köşesindeki anaforu andıran görüntü, gür saçlarının en belirgin özelliğiydi. İnce uzun boyu ve kendisine has yürüyüşüyle, bakımlı hali, gözden kaçmıyordu. Pencereyi açıp deniz kokulu havayı soludu birkaç kez . “Dersten sonra sahile inip biraz yüzeyim.” diye aklından geçirdi. Ev ile masmavi deniz arasındaki bembeyaz görüntü her gün karşılaştığı manzaraydı. Denize kadar uzanan bu beyaz dalgayı yeşillikler tamamlıyordu. Geçim kaynakları seracılıktı. Görünen beyazlık da seralardan başkası değildi. Evin kuzeyinde dalga dalga yükselen dağlar vardı... yemyeşil dağlar... koyu yeşilden maviye açılan kapı... kızıl çam ormanları... Ufukta yeşil dağların bittiği yerden başlayan masmavi gök yüzüne açılan kapı... Dağın kucağında sanki dünya cenneti... Dağdan denize kadar uzanan ovada çeşit çeşit meyve ve bitkiler... her bahçenin içinde yapılmış evler... dört beş metre yüksekliğinde muzlar... fıstık, susam, çilek tarlaları ve her bahçenin en nadide yeri olan seraları göz alıcıydı. Annesiyle vedalaştı. Bisikletine bindi. Gönlünü kaptırdığı kızı görebilme düşüncesiyle erkenden evden çıktı. Okula geldiğinde ders zili çalmıştı. Geç kaldığı için nöbetçi öğretmenden fırça yemişti. Henüz birkaç saat geçmişti ki, bir telefonla normal giden her şey alt üst oldu. Herkesi bir telaş aldı; koşuşturmalar başladı. Evlerine ulaşmak için var gücüyle yola koyuldu. Tehlike büyük, süre kısaydı. Bir an önce eve ulaşması, kurtulma ve mal kurtarma için önemliydi. Bilgehan cep telefonunu getirdiği için sevindi. Eve ulaşıp uyarmak istedi; ulaşamadı. Çaresiz bastı bisikletin pedaline. Şehrin içerisindeki koşuşturma göz önündeydi. Kenardaki evlerin tedbirsiz yakalanması an meselesiydi. Şehrin ortasından geçen köprüye geldiğinde ırmağın taştığını gördü. Köprüden geçemedi. Eve ulaşmak için yan yoldan devam etti. Eve vardığında, evdekilerin habersiz olduklarını gördü. Dışarıdan bağırdı: -Anne! Anne! Oğlunun sesini duyan Fatma teyze, bu saatte oğlunun okulda olması gerektiğini düşünerek telaşla dışarı fırladı: -Hayırdır oğlum! Neye geldin? –Anne! Çabuk dışarıya çıkın, sel geliyor sel. Fatma teyze pek inanmadı. Gök yüzüne baktı. -Bu havada mı? Yağmur bile yok,dedi. –Okuldan söylediler: yukarıdan geliyormuş. Fatma teyzeyi bir sıkıntı kapladı; telaşla bir şey yapamaz halde oradan oraya koşuşturdu. Evdekilerin gözleri selin geleceği tarafta ufka takılıp kaldı. Derken, uzaktan hışırtısı duyulan bir metre yüksekliğinde, kıpkırmızı çamur dalgasının dümdüz ovada yuvarlanıp geldiğini gördüler. Beton damlı tek katlı evinden dışarı fırlayan Fatma teyze, koyunları serbest bıraktı. Kümese koştu; kapısını açtı. Tavukların hepsi çıkamadı. Daha doğrusu çıkmaya imkan bile bulamadı. Sadece üç tanesi kurtulabildi. Her şey o kadar çabuk oldu ki, ne olduğu bile anlaşılamadı. Evden kurtarabildikleri eşyaları, biraz daha yukarıdaki komşularına taşıdılar. Sel gittikçe kabarıyor, bir dev gibi önüne gelen ne varsa yalayıp yutuyordu. Önünde durulması mümkün değildi. Görünen her yer çamur deryası olmuştu. Sabahleyin masmavi olan denizin rengi değişmişti. Sel evi basınca altmış yaşındaki Rıfat amca, şaşkınlık içerisinde donakaldı. Anlamsız ve boş gözlerle akan kırmızı çamura bakakaldı. Hissizleşti; şuurunu kaybetti. Selin verdiği sıkıntının yanında, Rıfat amcanın durumu, ortamı iyice gerginleştirdi. Sel iki saat kadar sürdü. Ama sonuçları aylarca devam edecek dehşet verici bir manzara ortaya çıkardı. Bir yıl boyunca gözlerinin içine baktıkları, kare kare tırnaklarıyla kanaviçe gibi işledikleri tünel gibi sera içindeki bir dönümlük çilek tarlası artık yoktu. Bir yıl boyunca ekmek parası kazanacakları, ekmek tekneleri bir anda kayboldu. İki saat içinde gözlerinin önünden silinip süpürüldü. Yapacakları bir şey yoktu. Allah’tan gelmişti, sabretmelerini gerektiğini biliyorlardı. Başka ne yapabilirlerdi ki? İnsanın her şeyinin bir anda yok olabileceğini görmüşlerdi. Bir varmış bir yokmuş gibi. Dünyaya aşırı bağlanmanın getireceklerini de düşündüler. Rıfat amcanın sıkıntısı üç gün sürdü. Sonunda eski şuuruna kavuştu. Olanları olgunlukla karşıladı. Geçmiş olsun demek için gelenlere: -Allah’tan gelene boynumuz kıldan ince, diyerek cevap verdi. Gelen mala gelsin ya cana gelseydi, diye teselli buldu. O nur yüzü tekrar gülümsedi. Hiç dert etmedi; şikayette bulunmadı. Şehrin diğer taraflarındaki zararlar kulaktan kulağa yayıldı.Herkesin seraları yerle bir olmuş, dikili bir şey kalmamıştı. Sultan çayından günlerce koyun keçi leşi aktı denize. Fenerle karşılıklı selamlaşan kalenin denizle içice kucaklaşan muhteşem yansımasından eser kalmadı. Günlerce bulanık suda, denizle buluşmayı bekleyen kale, denize, yeşili kalmamış ovaya, dağlara ve beyaz tülle kaplı yaylalara mahzun ve ümitsiz baktı, baktı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Duran Çetin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |