Şahin bakışlı, ahu gözlü, şirin davranışlı ve tatlı sözlü idi. -Fuzuli, Leyla ve Mecnun |
|
||||||||||
|
Mahalli dilleri ve ağızları elbette araştıracağız ve yeterince öğreneceğiz; bunlar, bize zevkli anlar yaşatacak bir takı, bir parfüm, bir süs eşyası gibi, lükslerimiz arasında yer alabilir. Ancak, hayatımızı kolaylaştırmakta kullanmayı düşündüğümüz bir eşyayı alırken, nasıl geliştirilmiş ve yaygın bir standart arıyorsak, dünyaca -en azından ülkece- tanınmış markalara ihtiyaç duyuyorsak; etkin bir hayat yaşayabilmemiz için de, daha yaygın kullanılan standart dillere ihtiyacımız vardır. Türkiye için söylüyorum. Toplumun bir kesimi, daha geniş ufuklu, daha etkin bir hayat sürmek için, Standart Türkiye Türkçesi'ni; hatta, daha zengin bir bilgi birikimi sundukları için, başta Amerikanlı İngilizcesi olmak üzere, diğer gelişmiş kültür dillerini öğrenmeye çabalarken, diğer bir kesimini, kimlik kazandırma bahanesiyle, en yüce kimlik olan insan olma kimliğinden çıkarıp, bölerek, etnik değerler içerisine hapsetmeyi istemek, haksızlık değil midir?! Kaldı ki, bir kimsenin etnik kökenini somut delillerle kanıtlamak, bugünün genetik biliminin en gelişmiş teknolojisiyle bile, imkansızdır. Bu bakımdan, millet olmak için, etnik köken olgusunun değeri, bir masaldan, bir efsaneden, bir duygusal eğilimden fazla değildir. Şimdi soracaksınız. ““Millet olmak için, önce, dil birliği yetersizdir.” dediniz. Şimdi de, “etnik kökenin ise hiç önemi yoktur.” diyorsunuz. Peki, millet olmak için sizce gerekli olan nedir?” Evet, günümüz dünyasında, aklı başında kimselere, bir ülkenin vatandaşı olduğunu kabul etmek, o ülkenin vatandaşlarıyla ön koşulsuz dayanışma içinde olmak, o ülkeyi yaşanılacak en iyi, en gelişmiş ülke haline getirmek için çalışmak, sözün kısası tam anlamıyla o ülkeli olmak bir millet olmanın gerekli ve yeter şartı olmalıdır. Ülkeler, devletlerle yönetilir. Yurttaşların, farklı kültürleri, inançları olabildiği gibi, farklı dilleri, lehçeleri, ağızları, sosyolektleri, hatta fertlerin idiolektleri olması da tabiidir. Ancak, günümüz devletinin, yurttaşlara dayatacağı bir dini olamayacağı gibi, bir dili de olmaz; olamaz. Devlet, ülkesinde yaşanılan bütün kültürlere olduğu kadar, kullanılan bütün dillere ve dil türevlerine de eşit uzaklıkta durur; durmak zorundadır. Devlet bir kültürü diğerine üstün tutamayacağı gibi, bir dili de diğerine üstün tutmaz; tutamaz. Devletin, yönettiği halkın büyük çoğunluğunun tanıdığı bir veya birkaç dilden kaynağını alan, bir veya birkaç “ resmi dil”'i olmalıdır. (Örnek olarak: Türkiye'de, Standart Türkiyeli Türkçesi (buna yaygın olarak “İstanbullu Türkçesi”'de diyoruz.); İngiltere'de, Güney İngiltereli veya Britanyalı İngilizcesi (British English) veya Standart İngiltereli İngilizcesi; İsviçre'de, her biri ayrı ayrı standartlaşmış İsviçreli Almancası, İsviçreli Fransızcası, İsviçreli İtalyancası; vb. ...). Resmi diller, kolayca anlaşılacağı gibi, devletlerle yurttaşları arasındaki iletişimi sağlamakta kullanılan, bir ölçüde yapay dillerdir. Bir resmi dille, belli hitabet ve kitabet kurallarına uyularak, devlet, kendi birimleriyle ve yurttaşlarıyla; yurttaşlar devletleriyle iletişim kurar. Gerektiğinde, devlet, bu resmi dille yurttaşlarını ihtiyaçları doğrultusunda eğitir; bilgilendirir. Tabiatıyla, sadece devlet kurumları değil, ülke bütününe, bütün yurttaşlara hitabetmek, ülke genelinde iletişim kurmak isteyen bütün fertler, resmi ve özel kurum ve kuruluşlar da resmi dili kullanırlar. Benim burada yaptığım gibi. Elimden geldiğince resmi dili, resmi Türkiyeli Türkçesi'ni kullanıyorum. “Neden?” derseniz. Nedeni belli. Biliyorum ki aranızda Türkiye'nin değişik yörelerinden gelmiş, beni dinlemesini ve anlamasını gönülden istediğim yurttaşlarım; kardeşlerim var. Prof. Dr. Efrasiyap Gemalmaz Erzurum Üniversitesi, 1994 "Türkçe'nin Dünü Bugünü Yarını" adlı makaleden bir kesit. Prof. Efrasiyap Gemalmaz kimdir: 1937 Erzurum doğumlu dilbilimci. 1963 yılında Erzurum'da Atatürk Üniversitesi'nde çalışmaya başlamıştır. Seyfettin Özege'nin üniversiteye bağışladığı 52.000 eserlik, eski dildeki İ. Müteferrika basklarından başlayarak 1728-1928 yılları arasını kapsayan koleksiyonun kataloglanmasında görev almıştır. Türkiye'yi bilgisayarla ilk tanıştıranlardandır. Bilgisayarlı dilbilim çalışmalarını Türkiye'de başlatmıştır. Fransa'da ve Türkiye'de uzun yıllar çalışmalarını sürdürmüş, iki kuşak bilim insanı yetiştirmiştir. Nadir ve üretken bilimcilerdendir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İlker Fıçıcılar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |