"Hemen yüzüne gül suyu seperek Leyla'yı ayılttılar." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Hukuk Fakültesine henüz başlamamış iken, yani yaklaşık 1983 yılında elime geçen bir gazete parçası, bana göre ilginç görünen bir olayı anlatmakta idi. Bu da şu : “İki kardeş, arazide gezerken, kenarda bir ceset olduğunu fark ediyorlar. Hemen koşup jandarmaya haber veriyorlar. Jandarma, olaya el koyuyor ve iki kardeşi (bel ki de yalnızca arkadaş) şüpheli olarak alıkoyuyor. Bir kısım sorgulama ve sair işlemden sonra kardeşlere suç itiraf ettiriliyor. Haklarında ceza davası açılıyor.(Suçu itiraf ettirme becerisi gösteren yaratıkları zaman mahkemesinin acımasızca cezalandırması, boylarının ölçüsünü göstermesini diliyorum) Katil ya bunlar....Yargılama sonucu idam cezası alıyorlar. İki kardeş ceza evinde idamı beklerken, ölü olarak bulunan kişinin babası, ta Almanya’dan kalkıp geliyor. Bu çocuklar katil olamaz diyor ve ölen oğlunun gerçek katilini tespit ediyor. Katil, oğlunun bir arkadaşı ve bir Avrupalı....Hollanda’lı olabilir. Bu özverili ve değerli insan, yani öldürülen çocuğun babası, iki genç insanı kurtarmak için, kalkıp ta nerelerden ülkemize geliyor, işkencelere ve işkencecilere rağmen, oğlunu öldürmekle suçlanan iki insanı kurtarıyor. Adana’ya duruşmaya giderken bu gazete küpürü gözümün önünde canlanıyordu. Yine bir cinayet sözkonusu...Ve suçunu itiraf eden iki genç.... Acaba tarih tekerrürden mi ibaretti...Yoksa olay gerçek miydi... Kendisini savunma görevini üstlendiğim Yaşar’ı önceden tanımam. Aslında ailesini de tanımam. Ortak bir yakınımız aracılığı ile olayla karşılaşmış oldum. Olayı bilimsel olarak düşünmek zorundasınız. Anlatılanlar, söylenenler gerçek de olabilir, gerçek dışı da....Gazetenin herhangi bir şekilde yazması, emniyette herhangi bir şekilde ifade verilmesi, suçun savcılıkta ve mahkemede itiraf edilmiş olması , gerçek durumu değiştirmez. Siz yasa çıkararak yer çekimi yasasını değiştirebilir misiniz... Olmaz...Neyle karşılaşacağımı bilmeden ama kesinlikle önyargısız olarak gittim. Duruşma günü belli olmadan, Adana’da bulunan bir arkadaşımdan –Av.Eşref Çiftçi’den- bana dosya örneği çıkartmasını rica ettim. Kendisine vekalet gönderdim. Benim için bayağı bir emek vererek bu işi halletti.Kendisine teşekkür borçluyum. Yaklaşık yüz sayfalık dosya elime geçtiğinde, İzmir’den bir meslektaşımın da dosyada vekaleti olduğunu, sanıklardan Cüneyt’in vekili olduğunu gördüm. Kendisini aradım, telefonla görüştük. Dosya örneği verebileceğimi söyledim. Bir zaman sonra bir bayan avukat arkadaş dosya örneği almak için Bayındır’a geldi. Bu meslektaşım –adını bilmediğim için üzgünüm- sanıkların atılı suçu işlediklerini, onların yalnızca TCK. m.59’un uygulanmasını isteyerek savunulabileceğini anlattı. Bu meslektaşım diğer avukat arkadaşımız Nejat ile birlikte çalışılıyor . Acaba benim bilmediğim veya dosyada yazılı olandan fazla bir şey mi biliyorlar diye aklımdan geçti. Dosya örneğini benden alan ve henüz hiçbir evrakı incelemeyen meslektaşım nasıl olur da böyle bir şey söylerdi. Dedim ya ön yargı yok. İzmir’e gittik. Tabii ki Nevin’le. Av. Nejat Bey’le görüştük. Kendinden çok emin olan bu meslektaşım., sanıkların bu suçu işlediğini, kendisinin Mersin Orduevi Müdürü ile görüştüğünü, asıl elebaşının Yaşar olduğunu, ve TCK ..m.59’un uygulanmasını talep etmek dışında bir savunmanın olamayacağını, kendisinin emekli hakim albay olduğunu, daha önce basına yansımış çuval cinayeti olayına avukat olarak girdiğini, yani kürsünün iki tarafını da iyi bildiğini söyledi. Ayrıca, ben hakimin ne düşündüğünü tahmin eder ona göre savunma yaparım diye ilave etti. Görüşme bitti. Olumlu bir sinyal alamadık. Biz nispeten genç avukatlar olarak Nejat Beyi dinlersek, aslında savunma yapmaya dahi gerek yok. Ancak benim tekrar tekrar okuduğum dosyayı okuma gereği bile duymadan, yargısını belirten meslektaşıma katılmıyordum. Ona göre, sanıklar gençti, iddia edilen suçu işlemek için potansiyel tehlike idiler ve suçu işlediler.... Olay ne kadar basit değil mi...Değil elbette. Duruşmaya gittik, yani ilk duruşma. Adana 6. Kolordu Askeri Mahkemesi. Sanık ifadeleri alınmaya başladı. Duruşma salonu tam dolu. Güvenlik önlemleri yoğun. Nerdeyse kişi başına bir asker var gibi. Sanık Yaşar emniyette ve savcılıkta verdiği ifadenin doğru olduğunu, suçu Cüneyt ile birlikte işlediklerini, diğer sanığın-adını dosyaya bakarak yazarım- olaya karışmadığını anlattı. Sanık vekiline yani bana, ne diyorsun diye sorulduğunda, SANIK SERBEST İRADESİ İLE İFADE VERECEK DURUMDA DEĞİLDİR, HİÇBİR İFADESİNİ KABUL ETMİYORUM diye belirttim. Mahkeme Başkanı emniyetteki ifadeyi mi, mahkemedekini mi kabul etmiyorsun diye sordu. Ben de her ikisini de kabul etmediğimi söyledim. O sırada salonda bulunan kişilerin bana kızdığını hissediyorum. Yanımda bulunan diğer sanık vekillerinin tavrını ise şimdilik netleştiremiyorum. Sanık Cüneyt de suçunu itiraf etti. Biraz Yaşar’ı suçladı. Onun biraz daha suçlu olduğunu falan anlattı. Sanık Cüneyt’in vekili, hukuk dehası meslektaşım, müvekkilinin suçu itiraf ettiğini, savcılık aşamasında da aynı şekilde itiraf ettiğini, kendisine hiçbir maddi ve manevi cebir uygulanmadığını, müvekkilinin savunmasına katıldığıını, duruşmada ve tüm aşamalardaki iyi hali dikkate alınarak, yine suçun ortaya çıkması ve aydınlanmasına yardımcı olduğu için TCK .m.59’un uygulanmasını talep etti. Birisi hata yapıyordu ama kim...İdamla yargılanan iki insan ve onları engellememekle, onlara yardımcı olmakla suçlanan Zafer... Zafer adlı üçüncü sanık da olayları doğruladı. Yine Savcılık yaptığını biraz övünerek anlatan sanık Zafer vekili de, müvekkilinin savunmasına katıldığını, müvekkilinin aktif olarak eyleme katılmadığını, asıl cevizi kıranların Yaşar ve Cüneyt olduğunu, onların da suçlarını itiraf ettiklerini, kendi müvekkilinin olaya katılmadığını diğer sanıkların bu durumu doğruladıklarını falan söyledi. Duruşmaya ara verildiğinde, salondan çıkarken bana sataşmalar oldu. Senin karın öldürülse idi.....gibi bir dizi bana göre anlamsız sözler. Güvenlik önlemleri yoğun olmasa saldırı bile olabilecek. Belki de değil. Ne ben o insanları tanırım, ne onlar beni....Ama onlara göre bir katili savunuyorum. Yine hukukla ilgisi olmayan bazı insanlara sorulsa, sanıklar derhal asılmalıdır. Görüntü bilmem yeteri kadar net mi. Sanıklar dahil, olayın oluşuna itiraz eden tek kişi benim. Diğer meslektaşlarıma göre ben şov yapıyorum.. Duruşma bitip mahkemeden ayrılırken, arabası ile gelen Zafer vekili savcılıktan ayrılma meslektaşıma, , sizinle gelebilir miyim...dediğimde, yollarının farklı olduğunu söyledi. Aynı yöne giden Nejat Beyle birlikte gittiler. Sanırım benimle aynı arabaya binmek istemediler....Görüntü o. Nejat Bey “meraklanma sana saldırı falan olmaz” demeyi ihmal etmedi, diğer savcılıktan ayrılma meslektaşım da onu doğruladı. Ben de öyle bir endişem yok. Zaten yanımda silah var....diye söyledim. Birileri bana saldıracağı için değil. Gerilimli ortamları yaratmamak gerek. Ordan uzaklaşmış olmak pasif ve olumlu bir davranış. Ama olur mu...ya bizi birlikte görürlerse. Onlar müvekkillerinin suçu işlediğini kahramanca itiraf eden, kahramanca kabul eden hukukçular...Benimle olmak onların prestijlerine bile dokunur... Ben, yani Av.Ahmet, hiçbir şeyin önyargı ile çözülemeyeceği inancındayım. Başlangıçta anlattığım, gazetede okuduğum olay gözümün önünde. Çocuklar herşeyi itiraf ediyor ama, bazı belirsizlikler var....İtiraf herşey olmadığı gibi, hiçbirşey de olmayabilir. Suçunu itiraf etti,cezalandırılsın mantığı kabul edilemez. Suç işleyen kişinin veya kişilerin yasanın öngördüğü cezayı çekmesi gerektiği inancındayım. Öldürülen 35 yaşında, genç bir insan...Katili savunmak başka şey, sanıkları savunmak başka. Sanıkların katil olduğunu peşin olarak kabul eden hukukçu, hukukla ve hukuk mantığı ile ilgisi olmayan bir kişidir. Mesleğini değiştirmesinin insanlığa ve hukuka büyük yararları olacağı inancındayım. Kural, sanığın suçsuzluğu.... Ben hukuk okudum diyen herkes bunu bilmek zorunda... Bu işi azıcık bilen için bu tekrarlar anlamsız bile kalabilmektedir. Ben en azından böyle düşünüyorum. Mahkemeye bilirkişi uzman doktor çağrıldı. Sanıkların olay tarihindeki ehliyet durumu soruldu. Sayın uzman, bir sorun olmadığını şıp diye anladı. Bu anlamanın nasıl bir anlamak olduğunu ben anlayamadım ya neyse... Kelebek Bıçaktaki Bayan Saç Teli Suçta kullanıldığı iddia edilen ve mahkeme kararına göre de tartışılmasına dahi gerek görülmeyen kelebek bıçak, sanık Yaşar’a ait. Onun çekmecesinde bulundu . Bu kadarla da yetmedi. Bıçağın üzerinde kan izleri ve bir adet bayan saç teli bulundu. Anlatmaya çalıştık. Sözde bıçağın üzerinde bulunduğu iddia edilen saç telinin, gerçekten saç teli olup olmadığı, bir bayana ait olup olmadığı, böyle olsa bile maktule ait olup olmadığını anlamak mümkün değildir. En azından böyle bir tespiti iddia edebilmek için laboratuvarda uzmanlar tarafından inceleme yapılması gerektiğini belirttik. Söylediklerimiz dikkate alınmadı. Suçta kullanıldığı iddia edilen bıçağın, otopsi raporunda belirtilen boyutlarda yara açamayacağı, kelebek bıçağın ağız genişliğinin(namlu genişliği) bazı noktalarda 2 cm. olduğunu, bu veya benzer bir bıçağın ölü muayenesi ve otopside belirtilen l.5 cm boyutlu kesiyi oluşturamayacağı, yaranın namlu genişliğinden fazla olması gerektiği, o bıçak suçta kullanılmış olsa en az yara genişliğinin 2 cm olması gerektiği, normalde bundan dahi fazla olmak zorunda olduğunu savunduk. İsteğim basit ve masumdu. Bilirkişi incelemesi.... İstemin reddi gerekçesi şu: Sanıklar zaten suçlarını itiraf ettiler....Sanki bana, “sana ne oluyor avukat bey” der gibi bir yol izlediler. Anlayamadığım birşeylerin olduğunu sanmıyorum. Bilgi ve zeka düzeyimin tartışılmasını gerektirir ciddi bir problem görünmüyor. Buna rağmen her şey ters gidiyor. Hukuk mantığı, evrensel hukuk bilmem ne, bilmem ne...Takan kim... Tel Örgü Problemi Sözde, maktül sanıklar tarafından, baygın bir halde, sahile doğru taşınırken, elbisesinin bir parçası –ki bayağı büyük bir parça-tel örgüye takılmış ve yırtılmış. Yırtılmakla kalmamış, orada kalmış, niye kalmış diye sorarsanız, delil olması için kalması gerektiğini söyleyebilirim. Efendim kolay mı iki delikanlıyı ipe göndermek. Sonra, yargılama sırasında olay mahalline gidiliyor. Orduevi komutanı diyor ki, olay tarihinde bu tel örgü yoktu. Bu tip olayların meydana gelmemesi için olaydan sonra bu örgüyü yaptırdık... Şimdi sıkı durun...Olay tarihinde var olmadığı sabit olan bir tel örgüye maktulün elbisesi takılıyor., yırtılıyor ve orda kalıyor. En azından büyük bir parça kalıyor...Demek ki bu delil, yani beş-altı kişinin birlikte düzenleyip imzaladığı ve sanıkların idamını sağlamak görevi üstlenen tutanak gerçeğe aykırı...Savunma olarak ileri sürüldü. Temyiz Mahkemesine durum anlatıldı. Devletin polisi ve başçavuşu yalan tutanak düzenlemiş olamaz ya...Gerekçe bile gösterilmeden savunma talepleri geri çevrildi. Burada adı geçen tutanak, ilk aşamada polis ve daha sonra savcılık tarafından tutulan tutanaklarla da çelişiyor. Savcı hiçbir suç delilinin bulunmadığı, cesedin çıplak olduğunu tutanak ile tespit ediyor. Bu tespiti dikkate alan mı var. Delici-kesici Alet Azıcık adli tıp bilgisi olanlar ,delici-kesici aletin ne olduğunu ve ne olmadığını bilir. Mersin’de soruşturma yapan kardeşlerimiz belli ki bu kavramla ilk defa karşılaşmışlar ve düz mantık, delici alet tornavida, kesici alet de bıçak olur diye düşünmüşler. Böyle olunca, otopsi raporundaki kesici-delici alet bulunmuş oldu. Bir adet bıçak ele geçirilmiş, yine bir adet kontrol kalemi bulunarak suç aleti olarak alıkonulmuştur. Adana’daki duruşmada, sanıklardan Zafer’in kendisine tornavida sorulduğu zaman “tornavida değil , kontrol kalemi” diye yaptığı düzeltme çok samimi bir ifadeydi ve taktire değerdi. Bildiğiniz bütün kontrol kalemlerini düşünün... Hangisi 1.5 cm lik yara açabilir. Balta mı bu , olur mu...Kontrol kaleminin kullanma amacına aykırı bir büyüklük. Neyse, emniyet görevlisi bilemedi ise, savcı ve hakim de bilemeyecek değil ya. Basit bir durum çünkü. Ama öyle oldu. Mahkeme kararında, kesici alet bıçak, delici alet tornavida (yani kontrol kalemi) olarak yerini aldı. Hata olabilir elbette, ancak böyle ciddi bir hatanın Yargıtay’dan geçmesi beklenemez. Diye düşünerek hata yaptığımızı da öğrendik. Oysa kesici-delici alet iki ayrı alet değil tek alettir. Hem kesme hem de delme özelliğine sahiptir. Örneğin bu bir bıçaktır...Hem keser, hem de deler. Karar: Bu gelişmeler birşeylerin olumsuz gittiğini gösteriyor. Sanıkların çelişik ve tutarsız, gerçeğe aykırı olduğu bangır bangır bağıran ifadeleri gerekçe gösterilerek mahkumiyet kararı veriliyor. Kararın hukuka uygun bulunmaması kaçınılmaz sonuç. Biz de kararı temyiz ediyoruz. Ben ve Nevin Ankara’ya duruşmaya gidiyoruz. Zaten yazılı olarak belirttiğimiz çelişkileri, hataları özetliyoruz. Durum kararın bozulmasını zorunlu kılmakta. Ancak, hiçbir sonuçtan kesin emin olunabileceğini düşünmüyoruz. Duruşma bitiyor ve ayrılıyoruz. Kararın bozulmasını bekliyoruz ancak, sonuç olumsuz. Gerekçe: Maktüle tecavüz edildiğine dair bir bulgunun olmaması, ona tecavüz edilmediği anlamına gelmez. Aynen böyle diyor. Hani şüpheden sanık yararlanırdı, hani suçsuzluk karine idi...Bir an düşünüyorsun, olay tarihinde var olmayan bir tel örgüye elbise takılarak yırtıldığı kabul edildiğine göre, varsın şüpheli durumlar sanık aleyhine yorumlansın...Hukuku bir kere delmekten zarar olmaz ...Eğer gerçekten hukuk tarihimiz yazılır ve böyle olaylar incelenirse, hukuk tarihimize skandal olarak geçecek bir durum karşısındayız. İki genç insanın çektiği eziyetin faturası ödenemez. Hukuk hatası demekten öte, hukukun canına okunmasına örnek bir durum. İşin en vahim tarafı, ben bu yazıyı yazıyorken, iki adet suçsuz idam mahkumu, demirkapılar ardında çile çekiyor ve onların aileleri, anlayamadıkları bir oyunun sonunu bekliyorlar telaşla. Bir bilen varsa elbette bana da anlatsın. Yok, tarihte garip vakalar var ya.... işte öyle bir şey. Yasa Yolları Tükenince Yasa yollarını tükettikten, yani temyiz ve karar düzeltme aşamalarını geçtikten sonra, İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurabileceğimizi öğrenmiştik. İşin içine Avrupa sözcüğü ve insan hakları kavramı eklenince akan sular durur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir temyiz mahkemesi değildir. Kesinleşen kararı bozmak veya değiştirmek yolunda karar veremez. Ancak, devleti kusurlu bulursa,(yani bir hak ihlali görürse) tazminata mahkum edebilir. Yargılamanın yenilenmesi olasılığı var. Yapılması gereken her şeyi, her savunmayı yapmak zorunluluğu hissederek, İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduk. (12 Eylül 1997) Aradan epey bir zaman geçti. Bir kısım karşılıklı yazışmalar oldu. Sonra. Apo’nun yakalanması, yargılanması ve mahkum olması süreci yaşandı. Bizimle doğrudan olmasa da dolaylı olarak ilgili gelişmeler yaşandı. Sanıklar Yaşar ve Cüneyt’in dosyaları Meclis’te ve idam kararının onanması beklenmekte iken, Apo dosyası Meclise gönderildi –veya bu aşamaya gelindi-İnsan Hakları Mahkemesi, Apo’nun idam edilmemesi için tedbir kararı aldı.Böyle bir kararın alınabileceğinden haberi olmayan Av. Ahmet, yani ben, (diğer anlatımla bu gen kardeşiniz) İnsan Hakları Mahkemesi’ne faks çekerek, tedbir kararı talep ettim. Gerekçem ise, başvuru dosyasının daha eski tarihli olması, idam cezası uygulandığı taktirde, öncelikle Yaşar ve Cüneyt’in idam edileceği...Bu nedenle, idam cezasının uygulanmaması için tedbir kararı verilmesi... Başvurumuzun yakın bir gelecekte görüşüleceğine dair 25 Ocak 2000 tarihli yazıyı gönderdiler. Sonra, 5 Nisan 2000 tarihli üst yazı ile, Mahkeme kararı gönderildi.Mahkemenin başvurunuzu kabul edilemez bulan kararı kesindir....diye belirtildi. Karar metnini Türkçe’ye çevirme gereği duyulmamıştır. Sonra, elimizde hazır bir İHM kararı da varken, gazetenin birine, “bakın, şöyle bir olay ve böyle belgeler var, zamanlama ilginç gelebilir” dedim. Gazeteci arkadaş, “her başvurunun kabul edilmesi mi gerekir” gibi çok bilmiş bir soru sordu. İşin ilginç yanı işte burada dedim. Adamların umrunda değil insan hakları...İşte kanıtı...İnsan Hakları Mahkemesine gönderdiğim dosya tam bir hukuk faciası...ama gördüm ki bu durum onları ilgilendirmiyor.Gazeteci arkadaşın ne düşündüğünü de anlamış değilim... Peki onları ilgilendiren ne...Bölücülük yapmak, etnik ayrımcılık yapmak falan gibi gibi....Sanıklar PKK lı olsaydı, böyle bir balon ortaya atılsa idi. onları daha çok ilgilendirirdi gibi geliyor. Yanılmak istiyorum. Yanlış düşündüğümü düşünmek istiyorum. Ama veriler iyimser değil.neyse.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Ahmet Odabaş, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |