Benim yaradılışımda fevkalade olan birşey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir. - Atatürk |
|
||||||||||
|
Artık, manevi değerlerin yerini maddi değerlere bırakması sonucu insanları yönlendiren unsurların, kişisel çıkarlar doğrultusunda gelişmesi sebebiyle insanların birbirlerini kandırma yani, aldatma eğilimlerinin çok sıkça yaşandığı günümüzde, insanın kendini güvende hissetmesi ne kadar mümkün olur? Akabinde kime güveneceğiz sorusu akla geliyor. Bugün aile bireylerinin bile bu anlamda birbirlerine karşı bu sıkıntıları yaşıyor halde olması, toplumsal açıdan bireylerin sağlıklı ilişkiler kurabilmesi ve sosyal hayatını güvenilir bir platformda oluşturabilmesine olanak vermemektedir. İkili ilişkileri açmaza sokan ve kişilerin güvenilirliğini ortadan kaldıran bu durum, kişilerin hem ruhsal açıdan hem de sosyal açıdan sağlıksız boyuta gelmelerini sağlıyor. Birbirine güvenmeyen karı kocaların yetiştirdiği çocuklar, toplum içinde hem kendilerine olan güven sorunu ile hem de başkalarına olan güven sorunu yüzünden problemli insanlar haline gelip, kendileri de yalan ve güvensizlik üzerine kurgulanmış ilişkiler yaşıyorlar. Ve bu sarmal bu şekilde devam edip gidiyor. İnsanları bu noktaya getiren sebepleri inceleyecek olursak, bu durumun daha çok küçük yaşlarda ortaya çıktığını görürüz. Daha çocuk yaşta yalan kavramını tam olarak kavrayamamışken bile içgüdüsel olarak yalana başvurmamızın altında yatan sebep korku duygusudur. Demek ki, içgüdüsel olarak yalanla tanışmamız korku duygusuyla başlıyor. Cezalandırılma korkusu yüzünden, işlediğimiz suçu inkar etmemiz veya suçu başkalarının üstüne atmamız, ileride kişiliğimizde davranış biçimimizi şekillendirecek, aslında önemli bir olaydır. Burada ebeveynlerin ortaya koyacakları davranış biçimleri, çocuğun kişisel gelişimi açısından, bu durumun alışkanlık haline dönüşmeden, çocuğun korku duygusu karşısında yenik düşmemesi ve korkunun üzerine gidip sonuçlarına katlanabilmesinin öğretilmesi açısından çok önemlidir. Sağlam kişilikli insanların yetiştirilebilmeleri açısından, küçük yaşlardan itibaren sonuçları ne olursa olsun eylemlerinin veya söylemlerinin arkasında durabilmeyi ve sonuçlarına katlanabilmeyi öğretmek gerekmektedir. Ve bunun insanlarda karakteristik bir davranış biçimine getirilmesi gerekir. İçinde yaşanılan toplumun bu anlamda bireylere verdiği mesajlar da göz ardı edilmemelidir. Sosyal hayatın içinde kabul görmüş doğruların, işlevselliği açısından bireylerin üzerindeki etkisi topluma ayna tutan değerlerin bütününü oluşturur. Sahip olunan ahlaki değerlerin yada manevi değerlerin, bireyle toplum arasında köprü oluşturan yapısı itibariyle ortaya çıkan ortak kültür, insanları bir arada tutan en önemli unsurdur. Bu yüzdendir ki, toplumun ruhsal sağlığı açısından bireylerin yetiştirilmesi esnasında bu konu üzerinde hassasiyetle durulması lazımdır. Toplumun sahip olduğu değerler sabit değildir. Sürekli değişkenlik arz eder. Bu yüzden mevcut değerleri bir sonraki nesile aktarırken, sosyal hayatın değişken dinamikleri arasında güncelliğini ve önemini yitirmeye başlar. Kaybedilmeye başlayan değerlerin yerine yaşanılan dönem itibariyle insan kişiliğinin oluşmasında çok büyük etkisi olan, zamana uygun toplum değerleri oturtulamazsa insan kalitesinde düşüş yaşanmaya başlar. İnsan, kendi iç disiplinini oluşturabilmek konusunda her zaman başarılı olamaz. Bunun için bazı insanlar üzerinde toplumun yaptırımları çok etkili olmaktadır ve onları yönlendirmektedir. Eğer, insanlar üzerinde bir takım yaptırım oluşturan değerler, bireyleri doğru yönlendirecek ve onların hayatlarını kolaylaştıracak boyutta ise, bu toplum düzeninin doğru şekillenmesi açısından da çok önemlidir. Hayatın zorlukları karşısında, kişilikleri yeteri kadar gelişmemiş zayıf insanlar (her türlü zafiyetlerine yenik düşen ve bir irade gösteremeyenler) yada aşırı derecede egosantrik insanlar (bunlar da fazlasıyla bencillik ve hırsa sahip olanlar) en fazla yalana başvuran tiplerdir. Bu iki tarz insan modelinde görülen yalana başvurma eğiliminin altında, farklı sebeplerle de olsa sonucu itibariyle aynı şekilde kaybetme duygusundan kaynaklanmaktadır. Biri çaresizlikten bu yola başvururken, diğeri kaybetmeyi yani, başarısız olmayı göze alamadığı için bu yola başvurmaktadır. Günlük hayatımızın içinde çok sıkça karşılaştığımız hatta kendimizin yaşadığı bu gerçekleri bir çok örnekle ortaya koyabiliriz. Bu durumu kadınlarla erkekler üzerinde ayrı ayrı değerlendirecek olursak çok ilginç, trajikomik yada yüz kızartıcı olarak yaşandığını görürüz. Kız çocuklarını yetiştirirken aşırı derecede baskı altına almak yada erkek çocuklarını sen erkeksin egosu altında yetiştirmek, bu durum insanlara taşıyamayacağı yükler bindirdiğinden kişiliklerinin oluşumunda ciddi deformasyonlar olmasına sebebiyet vermektedir. Genç kızlık döneminde sosyalleşebilmek için söylenen yalanlar bir şekilde evlendikten sonra da devam etmektedir. Delikanlılara ise erkek olmayı cinsellikle yada agresif olmak şeklinde algılatılması kurgulayacağı evlilikte ya da iş hayatında davranış bozukluğu şeklinde yaşamına yansıyacaktır. Yalancılık konusunda en yüksek performansın gözlemlendiği yer siyaset alanıdır. Çünkü ülkemizde politikacıların siyaseti algılama biçimleri bu yöndedir. Siyaset denince ilk akıllarına gelen kural, “Köprüyü geçene kadar, ayıya dayı denir” sözüne sadık kalınmasıdır. Bunları bencil ve hırslı grubuna ait olarak görecek olursak ki, öyledir, kişilik zafiyetleri en derin boyutta olan tiplerdir. Zaman içinde bu işi meslek olarak gördüklerinden, utanma duygularını da yitirmeye başlarlar. İşte o zaman gerçek anlamda profesyonel yalancı titrine ulaşmış olurlar. Onlara göre siyaset yapmanın yolu yalan söylemekten geçer. Düşünün ki, politikacıyım diye ortaya çıkan insanlar daha politikayı doğru dürüst tanımlayamazken, siyaseti yalan söylemekten ibaret görenler, toplumu yönetmeyi ve yönlendirmeyi kendilerine vazife sayarak, yıllar içinde bu yanılgıyı topluma da kabul ettirdiler. Artık, insanlar da yalancılığı bu işin bir parçası sayarak bu durumu yadırgamıyor. Balık baştan kokar misali, politikacılarımız yalancılığı toplumun her katmanına yaydılar. Ve bu durum kimilerince profesyonelliğin getirisi diye görülürken, kimilerine göre bu işin sanatı olarak nitelendirilmektedir. Bir bakıma da doğru; çünkü yalan söyleyebilmek ve bunu başarıyla devam ettirebilmek yetenek ister. İnsanın yüzü kızarmadan yalan söyleyebilmesi ya da yalanı ortaya çıktığı zaman içine düştüğü durumdan utanç duymaması için, öncelikle insanın kendisine gerçekten saygı duymuyor olması lazım. İnsanların gözünde saygınlığımı yitiririm korkusu olmayınca, ikili ilişkilerde, iş ilişkilerinde ve sosyal ilişkilerinde yaşanan her türlü riyakarlıklar sanata dönüşüyor. Günümüzde artık büyük küçük herkes, kazanmak veya güçlü olmak adına ilk yaptıkları iş, yalan söyleme sanatının inceliklerini öğrenip, uygulamaya sokarak yaşamaya çalışıyor. Peki, Benim anlamadığım husus, yalancılığı karakteristik bir özellik olarak bünyelerinde barındıran insanlar, hangi değerler üzerinden insan yetiştiriyorlar? Çocuklarına doğru diye ne öğretiyorlar? Ailelerinin, yakın çevrelerindeki insanların yüzlerine nasıl bakıyorlar? Ya da aynaya nasıl bakıyorlar? Doğru insan ya da erdemli insan olma değerini yitirdikten sonra, toplum olarak elimizde başka ne kalıyor ki? Bu yüzdendir, toplumumuzda son yıllarda gözlemlenen en önemli özellik, insanların güvensizlik duygusuyla insan ilişkilerini sağlıklı bir şekilde yürütememesidir. İnsanların birbirlerine şüpheyle yaklaşması sonucu, aralarında oluşturamadıkları güven, hoşgörü, sağduyu vs. değerler yüzünden paronayak, bencil, kaba ve artık milli değerlerini bile yitirmiş, ruhsal sağlığı bozulmuş bir toplum haline geldik. Büyüklerimiz, “Zaman çok kötü, kimseye güvenilmez” derdi. Bunu dedikleri zaman da, 30 yıl önceydi ve insan ilişkileri bugünkünden çok daha düzeyli, içten ve samimiydi. Buna rağmen böyle bir endişeleri vardı. Neyse ki, çoğu bugünleri göremediler. SAADET TOKSÖZ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Saadet Toksöz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |