..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçek bir sevgide diğer insanın iyiliğini istersin. Romantik sevgide diğer insanı istersin. -Margaret Anderson
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Kemal Yavuz Paracıkoğlu




16 Ekim 2011
Köpeklerin Namusu...  
Kemal Yavuz Paracıkoğlu
“Gene at yarışlarına takılıp son kuruşuma kadar yatırdım, gene meyhanedeki televizyonda at yarışlarını seyrederek zıkkımlandım ve meyhaneciye veresiye yazdırdım, gene zil zurna sarhoşum…”


:AIIC:
KÖPEKLERİN NAMUSU…

“Gene at yarışlarına takılıp son kuruşuma kadar yatırdım, gene meyhanedeki televizyonda at yarışlarını seyrederek zıkkımlandım ve meyhaneciye veresiye yazdırdım, gene zil zurna sarhoşum…”
Kendi kendimle konuşuyorum. Yürüyeceğim uzunca bir yol var.
Ziya Paşa Caddesi boyunca yüz metre kadar yürüdükten sonra bir yağmur çiselemeye başlıyor.
“Bu yağmur da nereden çıktı şimdi? “
Bir çizgiyi aşar gibi yağmursuz alandan yağmurlu alana giriyorum. İki adım gerimde yağmur yok. Yemin ederim ki, iki adım mesafe içinde, görünmeyen bir çizginin berisinde yağmur varken, ötesinde yağmur yok. Adımımı atıyorum yağmur altına giriyorum, geri dönüp iki adım atıyorum, yağmursuz alana giriyorum. Bir gram yağmur yok! Yok! Enteresan bir doğa olayı yaşıyorum. Yakınımdan geçen bir otomobilden sırıtarak bana bakıyorlar.
"Adam kafayı bulmuş iyice, mehter takımı sanıyor kendini, demişler midir; demişlerdir.”
Mübarek benim yola koyulmamı bekliyormuş. Yol boyunca sığınabileceğim bir mekân yok, aslında sığınmamı gerektirecek şiddette bir yağmur da yok. Bana yakışan bir taksiye atlayıp gitmektir ama şu an müstahak olduğumu yapmak zorundayım.
Ana avrat söverek yürümeyi sürdürüyorum. Bu durumlara düştüğüm için kendi kendime sövdüysem mesele yok ama yağmura sövdüysem Allah affetsin!
Yarım saat kadar yürüyeceğim. Ulaşacağım yer, eli topuzlu zebaninin beni beklediği cehennem. Evden öğlen vakti çıkıp gece yarılarına kadar sürtmemin hesabı öyle bir sorulacak ki, yırt yırtabilirsen! Ahiret sorgulamasından kurtuluş yok. Kafama indirilecek topuzdan da…
Yağmur hızını arttırmaya başlıyor. Yanıma sokulan polis minibüsünün camından kafasını uzatan bir polis memuru laf atıyor:
“Ne yapıyorsun bu yağmurun altında, hemşerim?”
“Meyhaneden çıktım, evime gidiyorum…”
“Nerede oturuyorsun?”
“Şurada, Sivrihisar caddesinde.”
“Kimliğini ver, bakayım!”
“Yok!”
“Ne iş yapıyorsun sen?”
“Emekli memurum.”
“Ha’di bakalım, fazla dolaşma buralarda; doğru evine git!”
“Sanki ben, başka yere gidiyorum da…” Bunu onların duyamayacağı bir sesle mırıldanıyorum.
Biliyorum, kendi akıbetlerine duydukları merhametle bağışladılar hürriyetimi. Ben bir polis olsaydım ve gecenin bu saatinde yağmur altında sırılsıklam olmuş bir yaya ile karşılaşsaydım, yemin ediyorum ki, devriye aracımla onu evine kadar götürüverirdim.
Gene de kimliğim olmadığı için karakola götürüp sabaha kadar bir nezarethanede tutmadıklarına şükrediyorum.
Evime kestirmeden çıkmak için Tabakhane’ nin ara sokaklarına sapıyorum. Böylece ayakaltından da uzaklaşmış olmayı umuyorum.
Sokak lambalarının altında hızla yürüyorken binaların arasındaki karanlık bir arsadan deli gibi birisi fırlıyor. Korkuyorum… Havladığını işitince, onun dev gibi bir sokak köpeği olduğunu fark ediyorum. Havlıyor ama beni ısırmaya niyeti yok. Kuru gürültüye pek pabuç bırakmam. Köpek dediğin dişini göstermeden ısırmalı! Dalga geçmek için, tıpkı onun gibi havlamaya başlıyorum. Bu tavrım karşısında susuyor. Üzüntülü, suratıma bakakalıyor. Onun bu haline ben de üzülüyorum.
“Özür dilerim, Karabaş! Seni rencide etmek istememiştim!” diyerek gönlünü almayı deniyorum.
Pek de gönlü olmuş gibi görünmüyor. “Biz sana derdimizi açıyoruz, sen bizimle dalga geçiyorsun, be abi!” diyerek sitem ediyor.
“Ansızın önüme çıktığın için çok korktum. Ne dediğini anlamamıştım, Karabaş’çığım. Anlat! Kulaklarımı açtım, seni dinliyorum,” diyorum.
“Karımı öldürdüm, abi!” diyerek bacaklarıma dolanmaya başlıyor. “Anlıyor musun? Ben, katil oldum!” Ağlamaya başlıyor…
Nasıl bir şaşkınlık içinde olduğumu anlatamam. “Ağlama be kardeşim! Sus da, anlat!” diyebiliyorum.
“Abi, kendisine otuz defa yalvardım, “ diyerek anlatmaya başlıyor. “Karıcığım, namusunla otur yuvamızda, dedim. Namusumla, şerefimle daha fazla oynama, dedim. Bir türlü dinletemedim, yahu!”
“E-e? Zina yaparken mi yakaladın, yani?”
“Hem de zinadan da beter, be abi! On, onbeş tane serseriyi takmış peşine, sokak sokak dolanıyordu. Üstüne üstlük hangisine enselenirse, o serserinin altına giriyordu. Ah ulan, ah! Bana yapılır mıydı bu, yahu?”
“Yapılmaz, tabii ki!”
“Ben de hesabını kestim, abi! Namusumu temizledim.”
“Vallahi iyi etmişsin Karabaş’çığım. Ben de olsaydım, aynını yapardım.”
“Hay ağzın bal yesin, be abi! Vicdan azabımı hafifletiverdin, vallahi!”
“Vicdan azabı çekmeye değmez bi sürtük için…”
“Değmez, değil mi?”
“Namuslu bi köpek bulursun kendine…”
“Bulurum, değil mi?”
“Hayatına yeni baştan başlarsın…”
“Başlarım, değil mi?”
“Başlarsın, başlarsın!”
“Başlarım, abi…”
“Aferin! Böyle ol işte! Göreyim seni…”
“Beni arayacak olursan, buralardayım abi. Arada sırada uğra…”
“Uğrarım, Karabaş… Haydi, hoşça kal!”
“Güle güle abi!”
Ayrılıyorum oradan, az sonra bekçi düdüklerini duymaya başlayınca, bir bekçiyle karşılaştığım takdirde, onun elinden, polislerin elinden kurtulduğum gibi kolayca kurtulamayacağım geliyor aklıma… Ulaşmak istediğim caddeye doğru adımlarımı sıklaştırıyorum. Bekçi düdükleri ya yan sokaktan, ya da onun yanında ki sokaktan geliyor. Caddeye bir an önce ulaşmak için adımlarımı sıklaştırıyorum. Yolu yarıladım. Porsuk’un kıyısındaki parkın içinden beni evime ulaştıracak Vatan caddesine ulaşacağım, az kaldı.
Birdenbire koyu çam ağaçlarının arasından
fırlayan beyaz bir köpek kucağıma sıçrıyor.
“Lanet olsun!”
Korkudan bacaklarımın bağı çözülüyor. Köpekle birlikte yere yıkılıyorum. Köpek başlıyor suratımı yalamaya, yalakalık yapmaya… Onun bu tavırları üzerine korkum yatışıyor.
“Kurtar beni, abi! Yalvarırım, kurtar beni!”
Yerden doğrulurken, “kimden, neden kurtaracağım seni?” diye soruyorum.
“Sapıktan,” diyor.
Şaşkın şaşkın, “ne sapığı, nerede?” diye soruyorum.
“Onbeş yaşında bir oğlan çocuğu çam ağaçlarının arasında bana, yarım saattir tecavüz etmeye çalışıyor,” diyor. Çam ağaçlarına doğru havlayarak, “işte orada saklanıyor,” diye haykırıyor.
İşittiklerime inanamıyorum. Ben de çam ağaçlarına yönelerek, “kim var orada? Çık ortaya!” diye bağırıyorum.
Ağaçların arasından ansızın fırlayan bir erkek çocuğu hızla kaçmaya başlıyor. Tutabilene aşkolsun! Duyduklarım, gördüklerim gerçek olamaz. “Aman Allah’ım! Ne kadar utanç verici bir şey!”
diye mırıldanıyorum. Köpekten insanlık adına tekrar tekrar özür diliyorum. Ona, hiçbir insanın böyle bir şeye tevessül etmeyeceğini, böyle bir sapığın insan olamayacağını anlatmaya çalışıyorum.
Zavallı hayvan öylesine hoş görülü ki, “siz, kendinizi üzmeyiniz, lütfen! Ben, insanların yanında büyüdüm, onlardan çok iyilikler gördüm…” diyerek beni teselli etmeye kalkışıyor. “Belki, böylesine süslü bir dişi köpek oluşum baştan çıkarmıştır çocuğu. Ya da,
içinde yaşadığı yakın çevresi, çocuğa yeterli cinsel eğitim verememiştir. Onun için bu hatayı yapmıştır. Olan oldu artık; inşallah, bir daha olmaz!”
“İnşallah!” diyorum. “O kadar iyisiniz ki, sizinle tanışıp dost olmak isterim. Lütfen adınızı bağışlar mısınız?”
“Memnuniyetle! Sahiplerim beni evlerinde barındırırlarken, Süslü diye hitap ederlerdi.”
“Benim ki de Ömer. Memnun oldum, Süslü’cüğüm. Lütfen, gene sahiplerinin yanına dön! Görüyorsun, sokaklar tehlikeli…”
“Sahiplerim, maalesef, büyüdükten sonra yanlarında istemediler beni. Yeni bir yavru köpek alıp, onu büyütüyorlar şimdi…”
“Senin gibi cici bir köpeğe nasıl kıyarlar!”
Evime davet edip misafir etsem, ne yazık ki evin reisi onunla beraber beni de almaz içeri.
“Fırt!...” “Dırt!...”, “Düt!...” Bunlar bekçi düdüğünün çıkarttığı ses, harflerle izah edilemeyince uydurulan sözcükler. Sanki cürüm işlemekte olan bir adama mani olmak için keskin keskin bağırttırılıyorlar. Ödüm kopuyor. Bekçi, “bırak ulan o hayvanı, sapık herif!” diye bağırarak gelmekte.
“Sapık herif mi? Ben mi?” Herif beni köpeğe tecavüz ediyor sandı galiba!
Bekçi de beni doğrulayarak, “tecavüz etme zavallı hayvana lan!” diye bağırıyor.
Eyvah! Dert anlatamam ki şimdi bu herife… Kimliği de olmayan bir sarhoşa bir gece bekçisi neler yapar, neler! Ya karakola götürülüp, sapıklık isnadıyla ifadeler verip, karakollarda tuzağa yatmış gazete muhabirlerine boy boy poz vereceğim, ya da… Evet, deminki oğlan çocuğunun yaptığını yapmam gerek.
“Neyse, ben kaçıyorum Süslü’cüğüm… Hoşça kal!”
“Güle güle Ömer abi!”
Bekçi düdüğü kıçımın dibinde öterken başlıyorum kaçmaya…
“Güle güle, imiş… Sanki güle oynaya yaşanacak bir hayatım varmış gibi… Güle, değil. Güle güle güle de değil. İlla da iki tane güle yan yana. İki tane, güle ve güle!”
“Bu akşam /Canım /Tutuklanmak /Nezarette coplanmak /Vermediğim fadenin altını imzalamak /Çekmiyor…”
Bu akşam olmaz! Bu akşam evimde olmalıyım; yoksa karım gebertir beni. Hoş! Zaten gebertecek ya!
Bu şiirimsi sözcükler bir yerlerden kalmış aklımda. Ben mi yazmıştım acaba?
En kısa zamanda geleceğim Süslü’yü görmeye ve Karabaş ile aralarında çöpçatanlık yapacağım…
Yağmurun oluşturduğu gölcüklere bata çıka kaçıyorum. Koştururken sanki şimdi onun sırasıymış gibi, sırılsıklam olmama rağmen ayakkabılarımın bir gram bile su geçirmeden ayaklarımı sımsıcak tuttuklarını hissederek, her şeyin kalitelisini almak akıllıca, diye düşünüyorum.
Yirmi, yirmi beş adım sonra tamam, caddedeyim… Bekçilerin
görev alanından çıkmış olacağım. Sonra, eve ulaşmak için beş dakikalık yolum kalacak. Yok, hayır, yedi sekiz dakika… Sekiz dakika sonra varacağım yer bir cehennem de olsa, benim evim.
Vatan Caddesine ulaştığımda yağmur başladığı gibi ansızın diniveriyor. Bir oh çekiyorum. Yağmur dindiği için mi? Bekçilerden kurtulduğum için mi? Bilmiyorum.
Bir şarkı mırıldanmaya başlıyorum. Söylediğim hep aynı nakarat. “Bu akşam ölürüm. Beni kimse tutamaz. Sen beni tutamazsın Yıldızlar tutamaz. Bir uçurum gibi Düşerim gözlerimden Gözlerin beni tutamaz…”
Şarkı sözlerinin tamamını bilmiyorum. Zaten, bilmeme de gerek yok. Bu nakarat Vatan caddesinden Sivrihisar caddesine, oradan da evime ulaşıncaya kadar bana yetiyor. Apartmana girip de evin kapısını çalarken de aynı nakarat sürüyor.
Karım, “Oo-o! Beyimiz gene zıkkımlanmaktan geliyor!” diyerek açıyor kapıyı, elinde topuz yok.
“Zıkkımlanmaktan gelmiyorum karıcığım. Ben… Ben, şeyden geliyorum…” Zıkkımlanmaktan gelmiyorsam, nereden geliyorum? Kadın haklı, bal gibi de zıkkımlanmaktan geliyorum işte! “Yok, ben… Köpeklerden geliyorum.” Köpeklerden mi? Ne köpeği, nereden çıktı şimdi bu…
Karım da şaşırıyor benim gibi. “Köpeklerden mi? Ne köpeği imiş o?”
“Köpeklerin namusu…” Saçmalamayı bile beceremiyorum, şu hale bak! “Yani biri kendi namusunu kendi temizlemiş, ama ötekinin namusunu ben kurtardım… Vallahi!” Ne diyorum ben yahu!
Karım da aynen, “Ne saçmalıyorsun sen yahu! Bırak aptal aptal saçmalamayı da, şu üstündekileri çıkar!” diye söylenerek kendisi üstümdekileri çıkartmaya başlıyor. “Ağustosun ortasında ancak senin gibi uğursuzlar yağmurda ıslanır zaten! Zatürree olursun da, geberirsin inşallah!”
İşte, başladı. Hem zatürree olmamam için üstümdeki ıslak giysileri çıkartıyor, hem de zatürree olup gebermem için beddua ediyor. Hoş kadın!
Benim ağzımda hala aynı nakarat var. “Bu akşam ölürüm…”
Biraz da numara yapıyorum galiba; böylelikle onun dırdırından etkilenmemeyi umuyorum. Pijamalarımı giyer giymez koltuğa uzanıyorum. Uykuyu oynamaya başlıyorum. Dırdır sürüyor. “Kıçımız borçtan kurtulmuyor. Zıkkımlanmaya para buluyorsun ama… ”
Bakıyorum, susacağı yok; horlamaya başlıyorum. Yutuyor.
“Sızdı kaldı, pezevenk!”
Az sonra gerçekten sızıp kalıyorum.
*



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bireysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Muhittin Amca...
Hempa...
Hanımeli...
Siktiriboktan…
Basgitar...
Nerede O Eski Öğretmenler…
Öpücük Tutkusu...
Alma "Nur"un Ahını…
Çapkınım, Hovardayım…
Göz Hakkı...

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kralların Kraliçesi
Balkonlu Ev...
Bizim Köyün Ayıları... 2.
Nil Kraliçesi.
Kur'an Ayetlerinden
Facebook Tatilcileri
Babam…
Madam...
Azap Yolu - 1
Azap Yolu - 2

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Part - Time Sevişmeler [Şiir]
Bir "Hiçbir Şey" Olmak [Şiir]
Deliler Bayramı [Şiir]
Nazlı Nazlı Karılar... [Şiir]
Gülbahar'ım; Can Çiçeğim! [Şiir]
İkimiz İçin [Şiir]
Hayatım [Şiir]
Halepçe [Şiir]
Senden Önce, Sensiz [Şiir]
Çapkın Kız... [Şiir]


Kemal Yavuz Paracıkoğlu kimdir?

Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek, kendi kendine oldu yazar. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.