Dünya hayal gücünün tuvalinden başka birşey değildir. -Henri David Thoreau |
|
||||||||||
|
Bizim evde adettir, saat on bir oldu mu herkes yatağa. Herkes dediğime bakmayın, bir kör, bir topal misali, hanımla ben…, TV’lerde bu yaz mevsiminin, diğerlerinden daha amansız geçeceğini söyledikleri için psikolojim mi bozuldu, yoksa şimdiden zaten nefessiz bırakıp boğma eylemlerine girişmiş olmasından mı, ne, güçlükle nefes alıp veriyordum. Nevresimin bile mezar üstündeki toprak kadar kederlere gark ettiği o bunaltıcı rutubetten, anadan üryan yatmak da kurtaramamıştı bu deforme olmuş bedeni. Uyku mu? Hak getire… Hanımımdan uyku hapı talebimi defaten tekrarladıktan sonra, yarım tablet uyku hapı taklidi yapan bir şeyi içmeme izin verdi; ama, eminim uyku getiren değil, uyku kaçıran bir şeydi verdiği, üstelik sersem tavuğa çevirerek. Baktım olmayacak, gözümü karartarak, resti çektim hanıma: “Ben temiz havaya çıkıp şöyle bir dolaşacağım, kardeşiiim!” Hafiften bir esinti algılayınca, evin içinde geçirdiğim vakte acıdım. Sarımsaklı’yı bilen bilir, sahile paralel uzunca bir caddesi vardır. Yorulayım da, yorgunluktan yattığım yeri bilemeyeyim, diyerek, vallah billah, baştan sona üç - dört kere gittim geldim o yolu. Hanımın verdiği o haptan mı, bir uyurgezerlik hali mi, bilemiyorum, yürürken robottan beterdim. Saat bir filan olmalı… Baktım nefesim kesilmeğe başladı, azıcık soluklanabilmek için, cadde üzerindeki banklardan birine oturarak, gece yürüyüşüne çıkmış olan tatilcileri izlemeye başladım. Onlardan bir bayan, kayışından çekiştirdiği köpeğin ısrarı üzerine, bankımın hemen arkasındaki duvara getirip, hayvanı güzel bir işetti. Ben, hayvancağızın emrivakisinden hoşlanmış gibi yaparak, ama aslında o hayvancıktan korkmamaya gayret ederek, birazcık da çişinin üzerime sıçramasından kaygılanarak, dudaklarımda bir tebessümle onları seyretmeye başladım. Bayan, tebessümümden yüz bulmuş olacak ki, “Sizi rahatsız etmemişizdir, umarım,” diyerek laf attı. Hemen bir “estağfurullah,” çekmem gerekir, değil mi? Yok, ben, “ısırmaz değil mi?” diye sormayı tercih ettim. Kadıncağız bozularak, “ne münasebet,” dedi. “Benim Tarçıncığım vahşi bir köpeğe mi benziyor da, böyle söylüyorsunuz?” “Estağfurullah”’ı bu defa çektim. Ben ne dediğimi bilmiyorum ki, kafam sersem gibi. “Hani, size sarkıntılık yaptığımı filan sanır da, sizi koruma iç güdüsüyle ısırır falan…” diyerek lafımı tamamladım. Hakikaten saçmalamaya başladım. Kadıncağıza desem ki, ‘uykum kaçtı, hanımım da bir hap içirdi, aptal aptal konuşuyorum o yüzden;’ hoş görür mü ki bu saçmalıklarımı? Bayan, demez mi, “aklınızdan bana sarkmayı geçiriyorsanız, peşinen söyleyeyim, pişman ederim sizi!” diye. Şöyle böyle kırk beşindeydi, yani benden onüç yaş kadar küçük olsa gerekti. Yaşını başını almış iki olgun insanın diyalogu böyle mi olmalıydı? Hay Allah, ne yapsam da toparlasam şu saçma mevzuu, diye düşünmeye başlamıştım ki, bayan, “gerçi terbiyesizlik yapacak bir beyefendiye de benzemiyorsunuz ya,” diyerek beni rahatlatıverdi. Hemen, “değilim elbet!” diye atıldım. “Köpeklerle aram pekiyi değildir de, o yüzden kaygılandım sanırım.” “Hiç kaygılanmayın beyefendi! Köpekler insanlara en yakın mahluklardır.” “Tabi, tabi.” Kafamı toparlayıp da bir türlü derli toplu cümleler kuramıyorum ki… “Öyledirler herhalde. Aman benden ırak olsunlar da, hangi insana yakın olacaklarsa, onun yanına gitsinler!” Bayan, bu hesapsız lafımdan da üzerine alınarak, “Haydi Tarçıncığım, gidelim biz. Beyefendi, kibarca çekin gidin yanımdan dedi!” diyerek köpeğinin kayışını çekiştirerek gitmeye yeltendi. Öyle bir şey mi dedim ben yahu! Hay Allah, ne dedim ben gene böyle de, bu kibar bayanı gücendirdim… “Yanlış anladınız efendim,” diyerek yerimden kalktım, bayanın önüne dikildim. “Vallahi öyle bir şey demek istemedim,” diyerek, kadının koluna uzandım, dostça tuttum. Köpekler dostluktan anlamıyor ki! Tarçın denilen mahluk, bir “hırrr!” çekti, hemen arkasından “hart!” diye kadına uzanan kolumu kaptı. “Ah!” diye feryat figan bağırmaya başladım. “Hoşt! Hoşt!” diye diye kolumu zor kurtardım dişlerinden. Bir taraftan da, “hani ısırmazdı bu vahşi, insanı be kadın!” diye bağırarak bayanı azarlamaktaydım. Bayan da şaşkın haldeydi. “Vallahi hiç ısırmazdı. Sizi ısıracağı tuttu işte,” diyerek dert anlatmaya çalışıyordu. Uyku mu? Hastanede ki banklarda ilk kuduz aşımı olmak için oturmuş beklerken bir bastırdı ki, sormayın.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |