Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Metin, Eskişehir Bahçelievler’de otururken Güllük Mahallesinin Bahçelievler ile birleştiği ara bölgede, Talatpaşa caddesinde oturan Muazzez ismindeki bir kıza büyük bir platonik aşk ile tutulmuştu. Platonik aşk diyorum, çünkü kız yirmili yaşlardaydı, Metin ise on altı filan. Kızın oturduğu evin arka tarafında bulunan bir arsada siniyordu ve kızın bahçeye çıkmasını bekliyordu. Bahçeye çıktığında da, onun için yazdığı şiirleri veya aşk mektuplarını bir kibrit kutusu içinde kıza atıyordu. Yemin ediyorum ki, kız hadi mademki sevgili olalım diyerek karşısına dikilivermiş olsa, heyecandan tek cümle edemeden kaçıp gidecekti; öyle de utangaç birisiydi… Bu kızcağız, Metin’e yüz vermemesine sebep olan asıl sevgilisiyle evlenip kayıplara karıştığında yasından dertlere düşmüştü. O yaşlarda her ne kadar yaslansan da, tesellin de çabuk oluyordu ve Metin’in de daha sonra karşısına çıkan başka kızlara aşık olarak onu unutması mümkün olmuştu. Yıllar sonra Metin yirmili yaşlara geldiğinde, ebeveyni, tam da bu kızın evi karşısında bulunan Gül apartmanının üçüncü katındaki bir daireye kiracı olarak taşınmışlardı. Haliyle Metin de ebeveyninin yanına yerleşmişti. Bu evde otururken nostalji (geçmişe özlem anlamında) yaşayarak karşıdaki kızın evine bakıyordu arada sırada. Bunlardan birisinde, onun, kucağında beş yaşlarında bir kız çocuğu ve valizlerle çıka geldiğini görünce aklına ilk gelen şey, kocasını terk edip geldiği olmuştu. Daha sonra annesinin komşu dedikodularından edindiği bilgilere göre, kocasının bir Alman kadınıyla anlaşmalı bir evlilik yapması için anlaşmalı olarak boşanmışlardı. Adam Almanya’ya gitmiş, orada iş bularak çalışmaya başlamıştı. Yakında, oturma izni alır almaz evlenmiş olduğu Alman kadından boşanacak ve Eskişehir’e dönerek eski karısıyla yeniden evlenerek onu da Almanya’ya götürecekti. Metin’i pencereden bakarken ilk gördüğü an, hayret edilecek bir şey oldu. Metin’i hatırlamıştı ve Mehmet ile kendi pencerelerinden sürekli bakışmaya başlamıştı. Aralarındaki cadde, karşılıklı konuşsalar birbirlerini duyabilecekleri kadar dar bir yoldu; Metin, hemen iki satırlık bir yazı ile, “seni unutamadığım için bu evi tutup, karşına taşındım,” diye yazıp bir don lastiği ile sapan yaparak yazdığı pusulayı onun bahçesine sıpıttı. Attığı kâğıt topağını aldı, açıp okudu ve itinayla katlayarak cebine filan değil, direk koynuna, sutyeninin içine sokuşturdu. Bunun ayrı bir anlamı var mıydı, bilemiyorum; ancak yarım saat kadar sonra oldukça şık bir kıyafet giyinmiş olarak gözleri Metin’in baktığı pencerede, çevreye belli etmeden başıyla peşinden gitmesini işaret ederek evlerinden çıktı. Metin de sinyali almıştı tabii ki… Üstünde bir kot pantolon ve alacalı bulacalı bir tişört ile evden fırtına gibi fırlayıp peşinden gitti. Beş on adım gerisinde yürüyerek Sakarya caddesine ulaştığında, “merhaba Muazzez!” diyerek yanına sokuldu. Elini uzattı, “merhaba Metin!” diyerek elini sıktı. Hiç tanışmamıştılar, ama birbirlerini yıllardır tanıyordular; bu karşılaşma işte öyle bir andı. Metin, “Seni kaçırmak korkusuyla düzgün bir kıyafet giyinemedim. Kusura bakma,” diye bir cümle kurdu, ama cümle tam da böylemiydi, şüpheliyim doğrusu. Kem küm ederek, zar zor konuşuyordu. “Seninle konuşmak istediğim o kadar çok şey var ki…” O ise çok, ama çok rahattı. Metin’i, “gece, saat tam onda çevreye görünmeden bize gel, oturup uzun uzun sohbet ederiz,” diyerek yanından yolladı. “Saat tam onda…” Metin, saati on yapıncaya kadar, her halde hayatının en uzun saatlerini yaşamıştı. Saat ondan sonra ise, hayatının en çabuk geçen saatlerini yaşadığına eminim, çünkü o ilk gecelerinde kurduğu çilingir sofrasındaki hoş sohbette ve ona büyük bir ihtirasla açtığı koynunda vaktin sabah olduğunu bile anlayamamıştı. O ilk gecelerindeki sohbetlerinde, Metin’in aklında kalan tek şey, onunla ilgili çektiği yıllanmış karasevdayı anlatmaya çalışırken, o, Metin’i cinselliğin yeterli olduğuna ikna etmişti. Buna ikna olmuştu, çünkü onunla geçirdiği gecelerin keyfi, duyulabilecek en büyük karasevdadan çok daha keyif vericiydi. Yaz gelip de, adının Tarık olduğunu öğrendiği, boşandığı kocası Almanya’dan izine geldiğinde bu keyiflerine ara vermek zorunda kaldılar. Metin’i kocasıyla, “Metin’ciğim, kardeşim gibi sevdiğim bir komşu oğlumuzdur,” diyerek tanıştırdığı zaman, kocası da Metin’i kardeş gibi sevilen bir komşu oğlu olarak bağrına bastı. İkisinden de beş-altı yaş küçük kardeşleri gibiydi. Bu kimlikle sık sık üçlü sohbetleri olmaya başlamıştı. Bir fıkra vardır : “Kadıncağızın birisi, komşu evde oturan külhanbeyinin onca askıntı olmasına direnerek, namusunu korumuşsa da, komşu külhanbeyin kalleşçe fiskoslarla kadının kendisiyle düşüp kalktığını yayması üzerine, hakkında dedikodular alıp yürümüş. Çok kıskanç olan kocası, bu dedikodular kulağına geldikçe de kapıldığı kıskançlık krizleri yüzünden karısına insafsızca dayağı basmış… Kadıncağızın sabrının iyice tükendiği bir gün, bak herif, ben seni boynuzlamadığım halde, boynuzladığımı iddia edip zulmediyorsun ya, seni öyle bir boynuzlayacağım ki, boynuzlamam için şalvarımın uçkurunu sen çözeceksin, seni boynuzladıktan sonra da gene uçkurumu sen bağlayacaksın, boynuzlandığını da ruhun bile duymayacak, ama ben duyurup sonra da seni terk edeceğim, demiş. Bunu dediği için de bir dayak daha yemiş ya, olsun varsın… Aylar sonra adamın, kadının bu dediklerini unutup, canı bir mantı istemiş ki, karısını yalvar yakar mantı yapması için ikna etmiş. Kadıncağız, tamam, git, kasaptan kıyma, bakkaldan da yumurta, yoğurt ve un alıp gel de yapayım diyerek kocasını yollamış. Kocası gider gitmez komşu evdeki bekar külhanbeye koşturmuş, seninle yatmayı kabul ediyorum, bize gel de yatalım, diyerek, adamı sokmuş evine. Adamı anadan üryan soyup, tahrik ederken kocasının geldiğini duyarak tuvalete sokup, orada saklanmasını istemiş. Kocası gelmiş. Kadıncağız hamuru yoğurmuş, elleri hamur içinde, çok sıkıştım, altıma kaçıracağım, çöz şu uçkurumu da, helaya girip çişimi yapayım, diyerek şalvarının uçkurunu çözdürmüş kocasına, helaya girmiş. Külhanbeyinin hela içinde, ayak üstünde gönlünü ederek çıkmış heladan, kocasına, yine, çek şu şalvarımı da uçkurunu bağlayıver, ellerim hamur, diyerek uçkurunu bağlatmış. Sonra da, aç helanın kapısını da içeri bak, diyerek kocasını helaya yollamış. Kocası, hela kapısını açar açmaz, basmış çığlığı tabiî ki… Kadın o arada çıkmış, gitmiş. Gidiş o gidiş. Gerisindeki iki herifin ne yaptıklarını merak ederek başını çevirip bakmamış bile…” Muazzez, bu fıkrayı anımsatan şeyleri yaşattı Metin’e; kocası içkiye çok dayanıksızdı ve çabucak sızıp kalıyordu, sızmış haldeki kocasını sadece külotu kalıncaya kadar bir güzel soyup, yatağına sokarak yatırdıktan sonra, adamın horlamaları kulaklarının dibinde ortalığı inletirken, hemen yatağın yamacında da Metin ile yatıp saatlerce sevişiyordu. Kocanın dibindeki bu ilişkinin kendisini büyük bir zevke gark ettiğini söylüyordu. İlk zamanlar böyle bir ilişki Metin’İ çok korkutmuştu, ama sonradan tıpkı Muazzez gibi, o da büyük bir zevke gark olur olmuştu... Türkiye’de işsizliğin had safhaya çıktığı o günler patronlar yevmiyelerini iyice düşürüp, ister çalışın, ister çalışmayın diyerek restlerini çekmeye başladığı için, müzisyenlikten iyice bıkmıştı. Bir yolunu bulup kapağı yurt dışına atanlar paçayı kurtarıyordular. Üçlü sohbetlerinden birinde, ‘ben de aynı şeyi yapmak için bir arayış içindeyim’ demişti. Tarık, yurt dışına giderken vedalaşmak için geldiğinde, yurt dışına çıkmanın en kolay yolunu öğrenmiş oldu. Tarık, “yurt dışına kapağı atmanın en kolay yolu, yabancı uyruklu bir kadın bulup, onunla evlenmektir,” diyordu. ‘İyi de, benim gibi hiç yabancı dil bilmeyen çekingen ve beceriksiz birisi, yabancı uyruklu kızı nereden bulup, nasıl tavlar, nasıl evlenir?’ Olacak şey değildi bu… Tarık, “tavladığınla değil, bunu iş edinen yabancı uyruklu kadınlardan birisiyle evleneceksin,” deyince Türklerle evlenip onları memleketlerine götürerek para kazanan yabancı kadınların varlığını da öğrenmiş oldu. Genelde kerhane karısı, telekız, ya da sokak karısı oluyormuş bunlar ya, olsun varsın. Maksat mutlu bir yuva kurmak değil, yurt dışına kapağı atmak. Tam bu iş oldu, kurtuldum, diye çığlık atacakken, çığlığı kadınlara vermesi gereken parayı duyunca attı. Küçük müçük değil, kocaman bir servetti ödenecek para…”O kadar param olsa, açarım bir bakkal dükkanı, otururum memleketimde,” diyerek, Tarık’a, yurt dışına çıkmanın bu yolunu kotaramayacağını söyledi. Metin’i kardeşi gibi seven sevgili Muazzez’in sevgili kocasıyla vedalaştılar, gitti. Metin, tam bir yıl sonra Tarık’tan kısa bir mektup aldı. Kendisinin gerekli olan oturma iznini aldığını, Alman karısıyla evli kalmasına artık gerek kalmadığını, sırf, Metin’i yurt dışına götürebilmek için, Türkiye’ye gelirken onu da getireceğini, kendisi Muazzez ile yeniden evlenirken, boşandığı Alman karısıyla da Metin’i evlendireceğini ve bu işler için ödenen parayı da orada çalışmaya başladıktan sonra taksitle ödeyebileceğini yazmıştı. “Tek şartım şu: evlendiğinizde onu sahiplenmeye kalkışmayacaksın, zira biz birbirimize aşığız ve ömrümüzün sonuna kadar birlikte olacağız. Bunu bir sır olarak saklamanı rica ediyorum, özellikle de Muazzez’in kulağına sakın gitmesin…” Onun Alman karısını elbette ki sahiplenmeyecekti. Niye sahiplensin ki? Türk karısı yetiyordu ona… Maksat evlenip bir yuva kurmak değil, yurt dışına kapaklanmak… İyi ama, o Metin’in karısını sahiplenmiş olmayacak mıydı? Kadın Metin’in nikahında olacaktı, ama geceleri onun koynunda geçirecekti. Yani, düpedüz Metin’in ona Muazzez ile yaptığını o da Metin’e Alman karısıyla yapacaktı. Bir başka deyişle, Metin’e, gavatlık yaptıracaktı! Yok… Bu olamazdı. Metin, hemen iki kelimelik bir cevabi telgraf yazıp, yolladı Tarık’a: “Gavat sensin!...” *
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |