İnsanların arasında yaşadığımız sürece, onları sevelim. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Eskişehir Şeker Fabrikasında büro memuruydum. Fabrikanın hemen arka tarafındaki Gündoğan Mahallesinde Şeker mensuplarının kooperatif kurarak inşa ettirdiği “Güney Şeker Sitesi”ndeki bir evde kiracıydım. Kooperatif evleriyle fabrika arasındaki boşlukta da sitenin çocukları oyunlarını oynarlardı. Oğlum, yaşıtlarına göre biraz çelimsiz bir çocuktu. Buna karşın futbola karşı üstün bir kabiliyeti vardı. Bu kabiliyeti nedeniyle, kendisini daha da geliştirmesi için kaydettirdiğim Şekerspor Futbol Okulundaki antrenörleri, gelecekte onun Türkiye’nin sayılı futbolcularından olacağını söylüyorlardı. Hemen her akşam yaptıkları çift kale maçta, sürekli yenilgiye uğrattıkları rakip takımdaki çocuklardan birisi, maç bitip de dağıldıkları vakit, oğlumu bir kenarda sıkıştırarak, maçlarda kendilerine gol atmaması için sıkıştırıyormuş. Bunu öğrendiği vakit yanıma çağırdığım oğluma, kendini böyle hırpalattığı için kızıyorum. “Ayıp değil mi, hergün kendini hırpalatıyorsun o piçe!” Oğlum, “önemli değil ya...” diyor. “Onun takımına gol atmamamı istiyor, ama ben her maçta atmaktan vaz geçmiyorum.” “Tamam da, kendini hırpalatmamalısın.” İtiraf ediyor: “Ben kavga etmesini bilmiyorum ki, ne yapabilirim?” “Hiç kimseyle kavga etme; ben de istemem kavgacı bir çocuk olmanı, ama onlar seninle kavga etmeye kalkıştılar mı da daima ilk yumruğu vuran sen ol! İlk yumruğu vuran, kavgayı her zaman kazanır. İlk yumruğu vurduktan sonra da ikinci, üçüncü yumrukları vur gitsin. Hatta, bacağında diz kapağı üstüne sağlam bir pis burun geçirip evine topallatarak yolla dürzüyü…” Oğlumun, verdiğim bu dersi iyice anlamasını istiyorum. “Anladın mı?” “Anladım.” “Ne yapacakmışsın?” “İlk yumruğu ben vuracakmışım. Sonra da tekme tokat girişecekmişim…” “Afewrin, aynen öyle yapacaksın…” Sonra da iyi bir kroşenin, direkt yumruğun, en iyi nasıl atılacağını öğretmeye başlıyorum. “Bak bu yumruğu savurdun değil mi? Savurdun. Tam rakibinin suratına değeceği an, yumruğunu bir burgu gibi döndüreceksin. Rakibinin suratına burgu gibi dönerek vuracak yumruk…” Akşam olup da eve dönerken, aynı çocuğun oğlumun önünü kesişine şahit oluyorum. Siniyorum köşeye, olacakları gözlemeye başlıyorum. Çocuk, ğluma hafif hafif vurup tehditler savurdukça, ilk yumruğunu bir türlü idiremeyen oğlum, “yapma! Yapma bak, fena olur sonra! Vurmasana ya…” diye diye gene hırpalatıyor kendisini. Öğrettiklerim bir kulağından irmiş, öbür kulağından çıkmış. Sinirleniyorum. Ne hali varsa görsün, diye söylenerek, eve gitmek için köşeden ayrılıyorum. Oğlum, beni fark eder etmez, “E-e! Yeter be!” diyerek bir direkt geçiriyor oğlanın burnuna. Oğlan, yediği ilk yumruğun hemen ardından yediği ikinci, üçüncü yumruklarla yere yıkılıyor. Ben, onları görezden gelerek geçip gidiyorum. Oğlum, kavgadan sonra bir huzur buluyor. Yaptığı kavganın akibetini duyan hiç kimse ona külhanbeyliğe kalkışamıyor bir daha… Dövdüğü çocuğun abisi hariç tabii ki… Lise talebesi olan abi, ortaokul talebesi olan oğlumu çevirip bir güzel pataklıyor. O akşam da ben arkadaşlarla meyhane muhabbetine takılmışım ki, kafam çakır keyif. Eve geliyorum. Evde, bir de ne göreyim?Opğlumun burnundaki kanamayı durdrmak için uğaşan hanıma, “ne oldu?” diye soruyorum. Açıklıyor: “Ne olacak! Oğluna dövdürdüğün çocuğun lise talebesi abisi de çevirip oğlunu dövmüş.” Sinirden, adeta kuduruyorum. “Koskoca oğlan nasıl dövermiş benim oğlumu! Evleri nerede onların?” Hemen şurada, caddede…” “Yürü, evlerine gidiyoruz!” Oğlumu da yanıma alıp, gösterdiği evin kapısına dayanıyorum. Kapıyı açan evin babasına, “Bakın beyefendi, çocuklarımız birbirleriyle kavga edip durmaktalar ve bu hiç de iyi bir şey değil,” diyorum. “Lütfen çocuklara nasihat verelim de kavga etmesinler birbirleriyle. Barıştıralım onları da, birbirleriyle arkadaşca oynasınlar…” Adam, olgunlukla karşılıyor bu önerimi. Çocuklara, birbirlerinden özür dileterek barıştırıyoruz. Huzur içinde eve dönüyorum. * Günün birinde oğlumun günlüğü geçiyor elime. Defterinde, yukarıdaki olayı aynen şöyle kaleme almış: “Mahallenin belalısı Ahmet’’i, babamın tavsiyelerine uyarak bir dövdüm, dövdüğüme döveceğime pişman oldum; çünkü abisi de onun öcünü almak için beni öyle bir dövdü ki, gözlerimin morluğu geçinceye kadar, bir hafta sokağa çıkamadım. Babam eve gelince, söyledim. İçki içmiş, sarhoş, benim oğluma kimse dayak atamaz, yürü göster şunların evini bana diyerek, bir ayaklandı ki, gidip oğlanı da babam dövecek diye sevinçten uçacağım neredeyse. Hevesle gittik, kapıyı çaldık. Babam onlara gösterecek şimdi diyerek, zevkten dört köşe olmuşum. Kapı açıldı. Kapıya ağaç yarması gibi bir adam çıktı. “Buyrun!” Rahatlıkla söyleyebilirim ki, adam, babamın tam iki misli. Ayıdan beter bir adamı karşısında gören babam, “Sizin çocukla bizim çocuk kavga etmişler de… Çocuğu getirdim, bir özür dilesin de, barışsınlar diye…” diyerek bir kıvırttı ki, o an ben yıkıldım, babam bütün karizmasını yitirip gözümde ufaldı, ufaldı, küçücük kaldı…”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |