Bir dost nedir? Öteki ben. -Zenon |
|
||||||||||
|
Pir Sultan'ım der ki: Deli, Elden koymaz doğru yolu. Ne yanarsın dünya malı, Birin alıp gidemezsin. Pir Sultan ABDAL İnsanlar; kendi değerlerini savunan, insanlığa ışık olan kahramanlarını anmak; onun düşüncelerini yeniden anımsamak için toplanırlar… Böylelikle dünya üzerinde her kıta, ülke, bölge, il, kasaba, köy; bir varlığı, yaşayan ya da yaşatılan önemli bir değeri ile öne çıkar; hatırlanır. Sivas ili de bir halk ozanı olan Pir Sultan Abdal’la anılır… Pir Sultan Abdal, asıl adıyla Haydar, 16. Yüzyıl’da yaşamış, bir düşünür, bir halk ozanıdır. Yaşamının önemli bir bölümünü Sivas ili Yıldızeli ilçesinin Banaz köyünde geçirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda çıkan haklı halk isyanlarına ve sosyal olaylara destek vermiş; halkın sömürülmesine karşı çıkmıştır... Halka karşı yaşanan haksız uygulamalar Pir Sultan Abdal’ın şiirlerini besler ve bu şiirler de isyanları güçlendirir. Söylenceye göre; büyük insanlık ekmek bile bulamazken, sarayda ‘yok’ bile yokken Hızır Paşa, af dilesin diye Pir Sultan’ı sofrasına çağırır. Pir Sultan ‘’bu haramı benim köpeklerim bile yemez’’ der. Ve bir ıslık çalar Pir Sultan Abdal, o sezgileri çok güçlü olan köpekleri uçarak, koşarak gelir sahibinin yanına, Hızır’ın kurduğu sofraya bakınırlar; köpeklere yemeleri için işaret verilir; köpekler bakar, koklar ganimetlerle pişen yemekleri; ve anlarlar… Bu halkın hakkı olandır ve ‘’haram’’ dır dercesine tiksinti duyarak geri çekilirler… Bir zamanlar Pir Sultan Abdal’ın öğrencisi olan ve bir halk ayaklanmasında saraya ‘elçi’ olarak gidip: sarayın ihtişamlı yaşamından nemalanıp gözü dönen ve ‘paşalık’ unvanıyla ödüllendirilerek Sivas’a vali olarak gelen Hızır Paşa hiddetlenir; Pir Sultan Abdal’ın karşısında küçülür ve ‘yokolmamak’ için, O’nu idam ettirir. Pir Sultan Abdal, o günden bu güne ulaşan; geleceğe akan bir halk önderi ve ozanıdır. İsyan ateşi şiirlerinde gizlidir. Pir Sultan Abdal’ı anmak şiirlerini dillendirmek bir insanlık görevi, bir saygıdır, bir bedeldir; Pir Sultan deyişleri zengin birer bilgi kaynağıdır; doğa ve insana duyulan sevginin, ilahi ve dünyevi aşkın oya gibi işlenişidir. Yazılan tarihin gizli gerçekleridir. Halkın günlük yaşamıdır; acının ve mutluluğun özüdür. Ve daha ötesi Pir Sultan Abdal bir bilge kişidir. Sivas’ta 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal ve onun haksızlıklara karşı duran hümanist ve cesur felsefesini yaşatan, her biri kendini dostluğa, eşitliğe, sanata, iyi ve güzel olana adamış olan insanlar ‘bir kez daha’ öldürüldüler. Nesimi, Muhlis, Asaf, Asım, Hasret, Altıok, Sulari ve nice genç aydın; sömürülen ve kobay olarak kullanıldığının farkında olmayanlar tarafından vahşice yakıldı. Ne tuhaf, ne biçim bir karanlıktır ki, insanlar kendinden yana olanı vahşice katledebiliyor... Anadolu’nun, insanlık tarihinde önemli bir yeri var… Üç ana kara arasında, bir göç köprüsü ve bir uygarlık beşiği olmuştur Anadolu. Her gelen geçen ve yaşayan toplumlar zengin kalıcı kültürel, sanatsal değerlerini bu topraklarda bırakmıştır. Her bırakılan sanatsal miras bir yeni sanatsal eserin yaratılmasında öncü rol oynamıştır. Tarih boyunca büyük insanlık, dinsel ve toplumsal çıkarlar; salgın hastalıklar ya da ekonomik nedenlerden dolayı sürekli yer değiştirme gereksinimi duydu. Ve güçlü olan, cahilleri örgütleyen erkler dünya coğrafyasında neredeyse her dönem ‘egemen’ oldu. Sömürü düzeninin ve sınıflı toplumun varlığını savunan erk, çeşitli etki ve güçlerle kendi varlığını korudu. Burada en etkili güç öncelikle din ve ırk eksenlidir. Toplumlar bölünüp savaştıkça, sömüren güçlerin çarkı, var olmanın ötesinde daha hızlı dönecek ve sömürülen halkları dişlileri arasında daha da ezecektir. İnsan ırk ve din odaklı politik güçlerin kuklası olmaktan kurtulmadıkça; bilim ve sanatın, o tüm uyumsuzlukları bir arada tutmayı başaran; uzlaştıran; insanı tüm dünyaya ve doğaya ait kılan gücü yadsındıkça savaş denilen o vahşet hep sürecektir! Toplumlara; insanı bütünleyen bir eğitim yerine; ayrıştırıcı, dışlayıcı ve ötekileştirici eğitim verildiği sürece bireysel ve toplumsal vahşet de sürecektir! Ne var ki, insanlık tarihinde ezilen, hor görülen, sürülen, ötekileştirilen halkların içinde, insanlık bilimini, sanatın gücünü ve kültürel birlikteliğin anlamını özümseyen halk kahramanları hep var oldu. Sonsuzluğun gücünü kavrayan bu insanlar, süre giden yaşamın umutsuz ve haksızlıklarla dolu karanlığına dalarak derinlerden asıl gerçekleri açığa çıkarmak için ‘yandılar’, yakıldılar. Kendi varlıklarını, insanlık ve gelecek nesillerin, daha yaşanılası bir düzenin oluşumuna adayarak... Ve gelişmiş dediğimiz; uygar, hukuk düzenine kavuşmuş toplumlar varlıklarını; bu bilim ve sanat kahramanlarına borçludur. Ama bu çağ sömüren güçlerin etkisinde; insanı ve doğayı yücelten felsefi anlayıştan neredeyse vazgeçti! Çağımız sömüren güçlerin ezilenlerle alay ettiği, onları kobay olarak kullandığı bencillik çağıdır. İnsanlık, sınıflı toplum düzenine geçtiği günden bu güne doğal felaketlerin yanına bir de kıyametlerin en büyüğü olan kendi vahşetini de eklemiştir. ‘Sivas vahşeti’ insanın kendinden olana karşı kıyımıdır. Ateşin varlığı Sivas’ ta, ateşi bulup insanlığa sunanları yakmıştır. Bu vahşet; insanlık için bir utanç olmanın ötesinde bir anlam taşır. İnsanlar kendi inançlarını katletme pahasına karşın kendi karanlığını aydınlatan aydınlarını yok etmiştir! Din sevgi ve hoşgörü ise eğer; birbirinin canını almaya kastetmek ne tür bir anlayış-sızlık-tan doğar?! 1420 yılında da yine tarihin bir başka hak ve halk kahramanı Şeyh Bedreddin’i asan ve Bedreddin adını bile yasaklayan, Bedreddin diyeni kazığa oturtan zihniyet, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta; Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılan 35 aydınını katletti. O günden bu güne değişen ne? Düşündüğün zaman, o gün bu günden daha farklı; o gün Pir Sultanı astıran padişahtı. Bugünse halk! Oysa Pir Sultan din ya da dil ayrımı yapmaksızın o halkın hakkını savunuyordu. İşte acı olan da bu! Osmanlı’da halkın tek bir seçeneği vardı o da Padişaha bağlı olmak. İster haklı ister haksız olsun yüzyıllar boyunca bu sistem, dağa taşa korku salarak sürüp gitti. Bundan 500 yıl öncesinde Pir Sultan, halkın eşitliğini ve iyiliğini savunduğu için taşlandı, asıldı evet; ama 20. Yüzyıl’a ulaşana kadar dünyada zulümlerin, yargısız infazların, savaşların insanlığa ne kadar acı verdiği de anlaşıldı. Hukuk ve demokrasi; insan hakları ve düşünce özgürlüğü yüzyıllar içinde tartışıldı, uygulandı, değişti, olgunlaştı. Ve Sivas’ta Pir Sultan deyişlerini müziğine katan, barıştan yana 35 aydın bu yol uğruna can verdi. İnsanlığın yüzlerce yıllık yolculuğunda savaşan da savaşın bedelini ödeyen de her zaman halk olmuştur. O zaman Devlet-i Ali Osmanî’nin gücü karşısında belki korkudan belki de bağlılıktan Pir Sultan’ı taşlayan halk ve idam ettiren anlayış; aradan geçen beş yüzyılın sonunda Pir Sultan heykeline bile tahammül edemeyerek; heykeli yerinden söktürüp, boğazına urgan geçirtip caddelerde sürükletip; parçalayan gözü dönmüş bir güruh olarak karşımıza çıkıyor. Bu vahşet sanata, bilime ve insanlığa karşı işlenen bir kıyım, bir suç değil midir? Ben Musa'yım sen Firavun İkrarsız Şeytan-ı lain Üçüncü ölmem bu hain Pir Sultan ölür dirilir… Bir toplum gericiliğin karanlık bataklığına bir kez batarsa, bir daha kolaylıkla o karanlık bataktan çıkamaz ve her gün kendinden farklı düşünen aydınlarını katlederek daha da bataklığa saplanır.. Burada bu karanlığı savunan güruhun beynini bozan neydi? Asıl sorgulanması gereken anlayış bu iken; birkaç çaresiz insanı tutuklayıp sorgulamak, ayrıca insanlığa karşı işlenen bir ayıp ve ayrı bir suç! Çünkü kendine hakaret edildiğini düşünen o birkaç insan yerine asıl suçlu bu hoşgörüsüzlüğü ve yalnızlığı o insanlara dayatan sistemdedir. Yazımızı büyük insanlığın halk ozanı Pir Sultan Abdal’ın bir şiiriyle sürdürelim… İşte bu dizeler bizi bize anlatır. Hızır Paşa Bizi Berdar Eyledi (…) Pir Sultan Abdal'ım, hey Hızır Paşa, Yazılanlar gelir sağ olan başa. Hasret koydun beni kavim kardaşa, Açılın zindanlar pire gidelim. Güneşin aydınlığını perdeleyip, karanlıkta hakka ve halka karşı kirli hesap yapanları kınıyorum. Barış içinde yaşamak umuduyla, Aziz Nesin’i, yakılan o güzel insanları sevgi, saygı ve hüzünle hep anacağız… Sevgiyle kalın… Canip Doğutürk __________ Resim: Filiz Berk DOĞUTÜRK, 1993’ Sivas vahşeti üzerine yapılmıştır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Canip Doğutürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |