..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun)
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > Mehmet Önder




31 Mart 2012
Dedem Keyfi Kırınca  
Mehmet Önder
Bu öykü Güncel Sanat Dergisi'nin düzenlediği 2. Kısa Öykü Yarışması'nda seçici kurul özel ödülünü paylaşmıştır.


:BCCE:






DEDEM KEYFİ KIRINCA

     Bu öykü Güncel Sanat Dergisi’nin
2. Kısa Öykü Yarışması’nda
seçici kurul özel ödülünü paylaş-
mıştır.

Ziyaret saatleri dışında hastanelere girmenin zor olduğunu, hele hele koğuşlara yiyecek içecek sokmanın olanaksız olduğunu herkes bilir. Neyse ki, biz yetenekli bir toplum olduğumuz için böyle şeylerden çok etkilenmiyoruz.
Fakülte hastanesinde işe başladığım günlerdi. İlk önce gireni çıkanı denetlesin, diye giriş kapısına dikelttiler. Orada bir şeyi yanlış bildiğimi anladım. Doktor deyince yirmi dört saat beyaz önlükle dolaşır gibi geliyordu. Sonradan, “O adam öğretim üyesiydi” dedikleri, kot pantolon-tişört giymiş birini içeri almayınca “Sen burada verimli olamayacaksın” deyip içerdeki kapılara atadılar.
Bu arada benim tanıdıkların da yanlış bildiği şeyler var. Bana hastanenin en yetkili amiri gözüyle bakıyorlar. Kendilerini rahat hissediyorlar. Artık ben de hısım akraba, köyden, kasabadan kim gelirse yardımcı olmaya çalışıyorum. Burada sihirli sözcük ‘beyaz önlük’. Adam hastasına yiyecek içecek getirmiş, sokamıyor, bir çare arıyor. Çözüm, beyaz önlük. Giydiriver sırtına; değil hastaneye yiyecek içecek sokmak, gönder doktorlarla çay içsin.

     …

İşler böyle tıkır tıkır yürürken, Hüseyin dedemi getirdiler. Hastane bizim ya, “Biraz keyfim kırık” deyince kaptıkları gibi getirmişler. Muayenedir, ilaçtır işimizi bitirip, manzaralı bir odaya yerleştirdik.
Olay geceden duyulmuş, sabah erkenden köyden, kasabadan ziyaretçiler gelmeye başladı. Kapıdan içeri giremeyince bana telefon ediyorlar. Daha doğrusu kontürleri bitmiş, alacak zaman bulamamışlar, çaldırıp çaldırıp kapatıyorlar.
Ziyaretin günü de değil, saati de. Ama bizimkiler hastaneyi benim özel mülküm saydıkları için, istedikleri zaman girilebileceklerinden kuşkuları yok; duyan hastanenin kapısına dayandı. Haydi bakalım, en az kırk elli kişiyi nasıl içeri alacağız?
      Giriş kapısına indim; büyük dayım Kamil, doğal olarak Fatma yengem, oğulları sevgili kuzenim Cüneyt en önde saf tutmuşlar, “Niye bekletiyorsun!” diye sitem edip dururlar. Önlüğümü çıkarıp kuzene giydirdim, o çıktı. Ama dayımla yengem sırada. Gittim doktor odalarına, iki önlük daha buldum geldim.
Bizimkiler beyaz önlükleri giyince, birer akademisyen edasına büründüler. Yalnız yengemin baş ağrısı sorunu var. Alnı tura yapıp başını yaşmakla sıkmış, üstüne bir
kara başörtüsü bağlamış, ayağında da şalvar, biraz kırsal kesime hitap eder bilim kadını görünümünde. Dayıma baktım, başında kasket: “Onu bari çıkar” dedim, “Kime zararı var!” dedi. Hiç kimseye bir zararı olmadığından üstelemedim.
Yola koyulduk, ama asansör arızalı, merdivenden çıkıyoruz. Baktım, karşıdan gelen öğrenciler, asistanlar hep yengeme selam veriyorlar. Tabi biz de erkek adamız ya, rahatsız oluyoruz. Özellikl de dayım. Hem kocası dururken karıya selam mı verilirmiş? Üstelik “Günaydın hocam”, “İyi günler hocam” hocam da hocam. Dayım selamlayanlardan son derece rahatsız, yengeme: “Ben sene geleni gideni okuyup üfleyip durma, demedim mi? Bak bunlar da duymuş. Uğraş dur gari” diye söyleniyor.
Tam ikinci kata çıkmıştık ki, kadının biri yengemin ayaklarına kapandı.“Hocam, ne olur babamı kurtar!” diye yalvarmaya başlardı. Yengem şaşkın şaşkın bir şeyler söylesin, diye bana



bakıyor. Eğildim “Okuyup üfleyiver, dilin mi aşınacak. Cezven yanındaysa bir de kurşun döküver” diyecem, ne göreyim, yengeme profesörlerden Gülperi hocanın önlüğü denk gelmemiş mi? Gelen geçen de yüzüne değil, yakasına bakıp “Günaydın hocam” diyor. İşin kötü yanı dayıma da doçent


önlüğü denk gelmiş. En kötüsü de ne oldu biliyor musunuz? O bir şeye benzetmediğimiz Kamil dayım var ya, profesörün doçentten yüksek olduğunu anlamış. Başladı yengeme söylenmeye, “Bunun ayağı yorgandan çıktı. Gocası doçentken profesör olan garıdan hayır gelmez” diye diye.
Çıkıyoruz, gelen geçen “Hocam hocam” dedikçe dayım yengeme, nünüğüne sarılıp şırkıverecekmiş gibi bakıyor. Bir kaza olmadan, dayımı yatıştırmalıyım. “Dayı” dedim “Onun profesörlüğünden de ne olacak? Yetkilerim geniş, istersem seni de dekan yaparım.” Dayımın yüzü biraz olsun yumuşadı ama hıncı geçmiyor:
- Hadendi gari; dekan değil de diken yap, batem şu garıya.

     …

Dayımgili binbir zorlukla dedemin odasına ulaştırdım ama, bir yandan çaldırıp kapanan telefonlar, öte yandan manzaralı odamızın camına gelen ceviz büyüklüğündeki taşlar, durulacak gibi değil.
Camlar kırılmasın, diye önce pencereyi açtım, topluluktan bir çığlık, bir alkış. Yemek getirmişler, kapıdan sokamayacaklarını da anlamışlar, bağırıyorlar:
- Urgan sarkıt, ip sarkıt!
Sanki hastane değil de sığır çiftliği; ipi, urganı nereden bulacağım. Yine bir tırıs aşağıya indim. Kalabalık daha da artmış. Yeni gelenlerden birinin elinde bir koca sepet meyve, arkada bir koca keşkek kazanı, yanında bir tencere pişmiş turşu, birinin çiğninde bir çuval ekmek. Kazanın başındaki:
- Üsen dede hasdolmuş, Mehmet’in Hastanesi’ne kaldırılmış, dedile.
Hemen kazanları goşduk. Keşkek di keşkek oldu ha! Etten gaşığı sökemezsin töbosun.
Doktorlar sandviç yakalasa adamı aforoz eder oysa.
- Olmaz, dedim, yakalanırsak mahvoluruz.
Dinleyen kim? “Haydi ordan” dediler hep bir ağızdan, “Seni yasak mı olumuş?” İkisi kazanın kulplarından tuttu, “Sen odeyi gösde yete” dedi biri. Ben önde onlar arkada, arkalarında ekmek, meyve, pişmiş turşu taşıyanlar üçüncü kata çıkıyoruz.
Tam yarıyolda, hastane müdürü karşımızda. Tabi, taşınanlar doğal olarak dikkatini çekti, bunların koğuşlarda ne işi var?
- Bunlar ne?
Burada verilecek en kötü yanıt “Hastaya keşkek meşkek götürüyoruz” olur ki, sonu nereye varır bilinmez.
- Amirlerime köyden keşkek getirttim, dedim.
Müdür titiz adam; onca insanın sorumluluğu var. Kazanın sağına soluna, öteki yiyeceklere baktı:
- Sen mi yaptırdın bunları Mehmet efendi. Aferim.
Ben koltuklarımı kabartan bu sözlerden sonra, doğal olarak “Geçin” demesini bekliyorum. O daha ilgili ve katılımcı davrandı. Yemekhaneden aşçıları çağırdı:
      - Mehmet efendi bize sürpriz yapmış. Öğle yemeğine keşkek var. Arkadaşlar da yorulmuştur, yiyecekleri mutfağa götürün.



Keşkeği kaptırıp, dedesine ulaştıramayan biri olarak, benim kariyer yerlerde sürünüyor.
Döndük kapıya, kalabalık sitemlere, homurtulara devam; neyse birer ikişer hepsini içeri soktuk. Oda hıncahınç doldu. Bu arada iğnenin etkisi geçmiş olmalı, dedem usulca gözlerini açtı.



Sağına soluna baktı, bütün tanıdık simalar başucunda. Çok keyiflendi. Yalnız karnı acıkmış:
- Burası düğün yeri gibi olmuş, bari bir gazan keşkek dövüp getireydiniz; hepgişi yirdik.
Bu arada kazanı taşıyanlardan biri de üstü kapalı beni şikayet ediyor:
- İçeri yicek işcek gattırmeyola efe.
Bu yetmezmiş gibi, yiyecekleri nasıl kaptırdığımızı da bir güzel anlattı. Bundan sonra beni kim dinler; sen keyfi kır, doğru torununun hastanesine kaldırsınlar, bir de orada aç kal. Adam beyninden vurulmuşa döndü. Yüzünü yavaş yavaş bana döndürdü:
- Hadi kapıdan olmadı, ip sallayıp pençiriden de mi sokamadın, a beceriksiz!


.Eleştiriler & Yorumlar

:: Teşekkürler kardeşim.
Gönderen: Mehmet Önder / , Türkiye
5 Aralık 2014
Ben de sizin öykülerinize hayranım. Yenilerini bekliyorum.

:: .............
Gönderen: Kâmuran Esen / ,
5 Aralık 2014
Çok güzel bir öykü. Ödülü hak etmiş. Tebrik ederim. Sevgiyle.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.



Mehmet Önder kimdir?

30. 11. 1959'da İzmir'in Bayındır ilçesine bağlı Furunlu Köyü'nde doğdum. İlkokulu köyde, lortaokulu Çırpı Mustafa Adanır Ortaokulu'da okudum. Bayındır Lisesi'nde bir dönem okuduysam da devam edemedim. Sonra radyo tamirciliği başta olmak üzere birçok işte çalıştım. Ege Tıp Fakültesi'nde memur olarak işe başladım. Buradaki on bir yıla yakın çalışmam süresinde önce İzmir Namık Kemal Akşam Lisesi'ni, ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. İlk Beş yılını İzmr merkezde, kalanını Bayındır'da olmak üzere yirmi iki yıla yakın bir süredir serbest avukatlık yapmaktayım. Evliyim, Alp Deniz adında sekizinci sınıf öğrencisi bir oğlum var.

Etkilendiği Yazarlar:
Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Mehmet Önder, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.