Aşk eski bir masaldır ama her zaman yepyenidir. -Heine |
|
||||||||||
|
*** 2. Bölüm İlk neye baksam acaba diye düşündü. Önceliği onu oraya getiren kitabını bulamaya sonra da dede gelene kadar bakmak istediklerine bakmaya karar verdi. Defterine önüne doğru çekip kapağını açarken “Acaba hiç ona bakmasam mı? Dede niye öyle endişeli baktı gözlerime, hakikaten dedikleri doğru mu? Zamanda kaybolur muyum cidden?” dedi. Kafası karışmıştı, kararsızdı. “Bence beni korkutmak için öyle söyledi, insan hiç zamanda kaybolur mu? Ne kaybederim ki hem.” diyerek cesaretlendirdi kendisini, hem dede zaten getiriyordu defteri, bakmak istemezse o an onun kararını verebilirdi. Düşünceleri kafasından uzaklaştı, kendisini bu fantastik dünyaya sokan kitabı nerede unuttuğuna bakmaya başladı. Arama yapması için dedenin anlattıklarını anımsadı, “Nasıl arıyorduk, kalemle arama kısmına arayacağımızı yazıyoruz ve sonra sayfayı çeviriyoruz.” İnanası gelmiyordu bu şekilde çalışacağına ama buraya da bir telefon hattıyla gelmemiş miydi? Zaman kavramının olmadığı bir yerdeydi nihayetinde, imkansız diye bir şey olamazdı. Dedenin söylediklerini uyguladı, arama kısmına kitabının adını yazdı. Yazısını beğenmedi, normalde yazısı güzeldi fakat heyecandan çok kötü yazmıştı. Silgisi yoktu, ya defter yazısını çözemezse diye bir an korkuya kapıldı. Demeden öğrenemezdi, denedi, sayfayı çevirdi. “Demek masamın altına düşmüş kitap ha? Yani benim odamdaki masanın arka boşluğundan düşmüş ve ben haftalardır yazı masamın altına bakmamışım öyle mi? Aklıma mı sövsem, kafasızlığıma mı? Neyse buldum ya kitabı, uzatmayalım mevzuu.” Kafası böylelikle rahatlamıştı. Defter çalışıyordu. Yazısının çirkinliği de etkilemiyordu üstelik aramayı. İçinin ferahladığını hissetti. Aynı anda önüne geçilemez bir merak filizlendi içerisinde. Elinde bir güç vardı sanki, bir sihirli değnek gibi. Geçmişinde karanlık kısım kalmayacaktı kendisine dair. Bulması neyi değiştirecekti bilmiyordu ama bilmediği bir şeyler onu geçmişini hatırlama konusunda heveslendiriyordu. Düşündü, nelere bakabilirim diye zihnini kurcalamaya başladı. “Biraz zorlayalım şu defteri bakalım neleri bulabiliyor. Tarih aralığına 1 yaşımla 3 yaşım yazayım bakalım neler unutmuşum.” dedi ve gülümseyerek yazmaya başladı. Üzerine nedenini keşfedemediği bir sevinç bulaşmıştı. Her eylemini neşeli bir şekilde sesli olarak dillendiriyordu. “Sayfayı çeviriyoruz ve oluyor.” Uzunca bir liste dökülüverdi açtığı sayfada karşısına. Okumaya başladı seslice; “Benim yeşil patiğim mi varmış yahu? Emziğimi beşikte, yastığın altında, sokakta, balkonda, mutfakta, teyzemlerde unutmuşum(hepsi farklı emzikler), 1347 kere yan komşumuzu unutmuşum(hepsi aynı yan komşu), yuh, babamı bile unutmuşum 173 kere. Bakalım, evet, tahmin ettiğim gibi annemi hiç unutmamışım. İnsan annesini unutur mu zaten? Dur bir aratayım, hiç unutmuş muyum annemi? Sayfayı çevir ve oldu. Hadi canım, anneler gününde unutmuşum iki kere. Bir kere bizim evin oradaki parkta pazardan dönüşte yardım edecektim, onu unutmuşum.” Düşündü bu olanları, hatırladı. “Her şeyi de hatırlıyor yahu. Çok tehlikeli bu. Bu kadar beklemiyordum. Cidden başarılı. Kim düşündüyse iyi düşünmüş.” Detaylı sonuçları gördükçe içerisindeki merak artıyor, neleri aratacağını düşünmeye daha sinsice başlıyordu. “Nesneleri aratsam mı? Pişman olur muyum acaba? Neleri nerde unutmuşum ki ya? İnsan merak da ediyor, elinde imkan varken bakmasan sonra da pişman olurum. En iyisi bakayım. Ya da bakmayayım, zaman kaybetmeyeyim, dede gelmek üzeredir. Detaylı aramadan insanlar kısmına gireyim. Bakalım kimleri unutmuşum. Bakalım bana kimleri hatırlatabileceksin sevgili unutkanlık geçmişim?” Komutları bir bir tamamladı. İçindeki heyecan biraz korkuya dönüşmeye başlıyordu usul usul. Acaba yanlış mı yapıyordu. Hiç kurcalamamalı mıydı geçmişini? Nihayetinde bulmak istediğini bulmuştu, kitabı kendi odasında, kendi masasının altında, kendi kendine kendine bir faydası olmadan tamamen kendinliğinde bekliyordu. Kendisinden uzaklaşmış artık kendisinin olmayan bir kendiliğini kurcalamaya hacet var mıydı? O kendine ait olmayan kendi unuttukları, kendisinin içerisinde bulunduğu kendi kurduğu tek düze hayatındaki kendimselliği böler miydi? Görecekleri, okuyacakları ve kendisine ait kendine utturduğu kendi istemedikleri kendi kendine kurduğu bir kapan olmasındı? Gözü açılan sayfaya kaydı; “Ahmet Y., Sezai Y., Yeşim A., Mehmet U., bunların hiçbirini hatırlamıyorum ki. Kim bunlar? Unutmuşum bunları, unuttuklarımı söylüyor bu defter bana. Doğruluğunu da böylelikle teyit etmiş olduk. Niye unuttum acaba bunları? Okuldan mı bu Sezai, hiç yabancı gelmiyor? Allah’ım insan böyle her şeyi düşünürse hatırlamak için kafayı yer. Dede de öyle söylemişti zaten, aklını kaçıran insanlarla doluymuş burası. Yanlış mı yapıyorum acaba ya? Dur bakayım isim isim aratayım, mesela Cemil Y.’yi niye unutmuşum, mantığı bu olmalı nihayetinde. Unuttuğum şeyleri, niye unuttuğumu da söylemeli defter bana. Ona borcum varmış, borcum var diye unutmuşum adamı. Cidden çok tehlikeli bu, bunun yüzünden kavgalar, kıyımlar, savaşlar çıkar yahu.” Yüzünün şekli değişmişti, defteri keşfetmeye başladığı ilk anlardan pek eser kalmamıştı. Ne neşesi ona eşlik ediyordu artık ne de merakı. Ama kendisini de durduramıyordu bir türlü. Sürekli bir şeyler aratıyor, isimleri irdeliyor, olayları anımsamaya çalışıyor, hatırladıkça kendisinin ancak dışarıdan bakıldığında görülebilecek huylarını, hallerini keşfediyordu. Bir bakıma dışarıdan hiç bakmadığı bir gözle kendisini keşfediyordu ve kendisini tanıdıkça aslında düşündüğü gibi birisi olmadığını anlıyordu. Kendisini dev aynasında gördükçe keyfi kaçmıştı. Oysa çok eğlenceli başlamıştı her şey. Gerçi yine eğlenceli hale çevirebilirdi aramalarını ama kendisiyle yüzleşince kararmıştı içi. Ne eğlenmek istiyordu ne de daha fazla kendisini öğrenmek. Gördükleri yetmişti, verdiği sözleri tutmayan (oranı %90 çıkmıştı), insanları unutma kriterlerinin tamamı çıkara bağlı olan (%100), yazmaya çalıştığı yazıları üşengeçlikten unutan (tamamlayamama oranı %87) ve yavru bir kediyi yağmur altında sahipsiz bırakacak, onu kapıda unutacak kadar düşüncesiz birisi çıkmıştı. Üzülüyordu. Defterini kapattı. Saatine baktı. Kaç saattir kendi geçmişini araştırdığını, unuttuklarına ne kadar süredir baktığını kestirmeye çalışıyordu. Eğer hesaplaması doğruysa (uykusunun gelmesini baz alarak hesap yapmıştı, uykusu geldiyse ve saat 3 ise, gece 3’tü bu) buraya akşamüzeri 6 gibi geldiğine göre yaklaşık 8 saattir kendisine bakıyordu ve kendisinden tiksinecek seviyeye ulaşmıştı. Hayatı boyunca binlerce 8 saat geçirmişti kendisiyle fakat hiç kendisine bakma, kendisini inceleme düşüncesine yönelmemişti. Öyle olmazmıydı zaten, insanlar olayları gözlemlemekten ve düşünmekten, kendisini düşünecek, kendisinin tavrını, hareketlerini irdeleyecek düşünceyi çoğu zamanlar unutmaz mı? Kendisini unutmuştu, kendisini unuttuğunu kendi geçmişinde görünce afallamış, çok beğendiği ve övündüğü kişiliğine aldığı bu beklemedik darbeler karşısında şimdilik çaresiz kalmıştı. Uykusu gelmişti, düşünmek istemiyordu. Saatlerdir kendisiyleydi ve sessizlik onu yormuştu. Başını masadan kaldırdı, kapıya çevirdi. Dede oradaydı. “Saatlerdir buradayım, hatta sana seslendim bile ama ne bana baktın ne de sesimi duydun. Evladım, uyarmıştım seni, senin geçmişin bile senin tanımadığın birisidir. Sana senin hakkında söyleyecekleri var olan düşüncelerini paramparça edebilir ki etti de. Demek istediklerim bunlardı ama heyecanına yenildin. Ah bu gençler, hiç büyük sözü dinlemiyorlar.” Masaya yaklaştı, odanın sessizliği bozuldu ayak sesleriyle. “Uyu istersen çocuğum, uzan şuraya. Ya da geri yollayayım seni dünyaya gerçek zamana.” Başını kaldırdı. “Uyuyayım ben dede, çok yorgunum, aklım allak bullak oldu.” Yerinden kalktı, biraz ötedeki divana yanaştı. Divanın önünde durdu, düşündü. Masaya geri döndü, masadaki yastığı alıp tekrardan divana yöneldi. “Onun defterini getirdin mi Dede?” diye sordu. “Getirdim merak etme evladım, sen uyumana bak, yarın ona beraber bakarız.” Uzandı. Başını yastığa gömdü, ağladı. Buraya gelirken getirdiği mendili masada unutmuştu. Göz yaşlarını yastık sildi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Caner Almaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |