Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Yıl 1960, Ankara’da Mayıs ayının ilkbahar günlerinde biri yaşanıyordu. Sabahleyin yataklarımızdan kalktığımızda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sivil yönetime el koyduğunu duyduk. O tarihte televizyon aracı olmadığından haberi radyolardan almıştık. Radyo devamlı her günkü spikerinden ayrı bir sesle, (bu sesin Alparslan Türkeş’e ait olduğunu öğrendik) mesajını halka duyuruyordu. ...“Bu harekat hiçbir şahsa ve zümreye yönelik değildir.” Türk Milleti’nin selameti için yapıldığı belirtiliyor, konuşma şöyle devam ediyordu: “Kim olursa olsun ve hangi partiye bağlı bulunursa bulunsun, her vatandaş, kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir.” Radyolar marşlar çalarak bu bildiriyi tekrarlarken başka bir ses, ikinci bir bildiriye kadar, halkı radyoları başından ayrılmamaya çağırıyordu. İkinci bildiri şöyleydi: “Büyük Türk Milleti’ne! Türkiye dahilindeki bütün garnizonların komutanları o yerlerin askeri ve mülki idaresine el koyacaklar, vatandaşı kanun güvencesi altına alacaklardır.”diyerek başlayan, “ silahlı gücün, kısa bir süre içinde, milleti seçime götürecek, bir ‘Kurucu Meclis’ oluşturmak için yönetime el koyduğunu” bildiren sözleriyle bitiriyordu. Bu ülkede yaşayan halkın, siyasi bir olaya derinliğine bakması mümkün değildir. Cumhuriyet tarihinde ilk defa görülen bu olay gerçekten önemliydi. Siyasi iktidarların yönetiminden memnun olan veya olmayan her zaman çıkacaktır. Demokrasinin gereği iktidarlar, muhalefetler hep olacaktır. Sorunlar konuşarak, konuşularak, anlayarak, anlaşarak çözülmeyecek midir? Başa dönersek; çok partili dönem, yani demokrasi bize henüz ulaştırılmıştı, resmi kontrolü olmayan 1946 seçimlerinin sonucunu saymasak bile, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde büyük bir çoğunlukla işbaşına gelen Demokrat Parti hükümeti, yaklaşık 10 yıl sonra icraattan alınıyordu. Gökten ne düşer de kabul görmez. Askeriye’nin gördüklerini biz mi göremiyorduk. Müdahaleyi gerektiren haklı sebepler mi vardı. Ancak, tüm o ayların çoğu ile işbaşında bulunan parti, TBMM üyeliğinin %70’ini kadrosunda bulunduruyordu. Bu harekâtı başlatanlar bunu nasıl anlatacaklardı. Ayrıca olmasını istemediğimiz, vatanın, milletin birliğini tehlikeye düşürebilecek olaylar, sadece DP’den mi kaynaklanıyordu? Yukarıdaki olay, siyasi parti serüvenimizin de dönüm noktası olmuştu. Tepki, tepkiyi çeker, nitekim askeri harekattan sonra, tekrar demokrasiye geçişimiz kolay olmayacaktı. Nitekim bu tepki başka bir asker ‘Emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala’dan gelmiş, düşüncemizi doğrulayan lisanla ‘Adalet Partisi’ kurulmuştu. O saatlere dönecek olursak, evlerine kapanan halkı daha fazla tutmak mümkün değildi. Öğle vaktinin geçirildiği saatlerde cadde ve sokaklar insanlarla dolmuştu. Ve saat 15.30’da Ulus Meydanı, Atatürk’ün anıtı önünde bando eşliğinde asker, geçit töreni yapıyordu. Futbolda ofsayt nedir tam bilmeyenler, ofsayttan atılan gole alkış tutuyordu, pek çok yürek burkulurken. Bir Caddenin Öyküsü Harekat gecesi ‘Büyük Postane’yi teslim almaya gelen asker mangasının başında bir teğmen vardır. Adı ‘Ali İhsan Kalmaz’ Büyük Postane kapısında bir Mehmetçik 2-4 nöbetindedir. Adı yanılmıyorsam ‘Abdullah Sarı’. Kader aynı ordunun iki askerini karşı karşıya getirmişti. Teğmen Ali İhsan, postanenin kapısına geldiğinde, Mehmetçiğin kendisine doğrulttuğu silahıyla karşılaşır. Teğmense mangasıyla birlikte postaneyi teslim almak ister... Teğmen ısrarla “ Ver silahını nöbetçi!” diyor. Vatan bekçisi nefer silahını verir mi hiç!...Çünkü silah Mehmetçiğin namusudur. Sonra nasıl bakar o silahı kendisine verenlerin yüzüne; nasıl hesap verir yüreğine?... Mehmetçik bunları düşünerek, Teğmen’e doğrulttuğu tüfeğinin namlusunu yana doğru hareket ettirerek son cevabını verir. Bu kısaca hayır demekti. Teğmen emrini tekrarlar: “ Ver silahını” Mehmetçik de çıt yoktur. Teğmen mangasından erlerinden birine: “Alın silahını” der demez, nöbetçi Mehmetçik elindeki silahın tetiğine dokunur. Vurulan Ali İhsan Teğmen, kanlar içinde yere düşer. Mangadaki erlerle birlikte, postane nöbetçisi er Abdullah Sarı sanki bir şey olmamış gibi donup kalmıştır. Silah sesine gelen bir Yüzbaşı, elindeki telsizle gerektiği yerlere durumu bildirir. 27 Mayıs 1960 harekatına, ‘İhtilal’ diyemiyoruz. Çünkü ‘İhtilal’ bir devletin ekonomik, sosyal ve politik düzeninde köklü bir değişikle olur. Suçlananlar da millet önünde mahkum edilir. Her zaman olduğu gibi zaman doğru kararını vermiş, suçlananların hayatta olanlarına özgürlüklerini iade etmiştir. İdam edilenlerden özellikle Adnan Menderes adı, ülkenin değişik bölgelerinde yer adı olarak yaşatılmaktadır. Bir süre sonra ‘Posta Caddesi’ adı ‘Şehit Teğmen Kalmaz’ olarak değiştirilir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haydar Köprülüoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |