Gerçeği arayan bir insan, öncelikle her şeyden gücü yettiğince kuşku duymalıdır. -Descartes |
|
||||||||||
|
Ocak 1976 Unkapanı köprüsüne ulaşmak için Haliç Tersanesinin önünde ki dönemeci alan seyir halinde ki “kız gibi” 1974 model Renault marka arabanın, ön koltuğunda oturan genç adam, giymiş olduğu yeşil parkesinin cebinden kısa ve ambalajı, kâğıttan ibaret olup gösterişsiz durduğu halde adı Birinci olan sigara paketini çıkartarak eline aldı. Yarısı bitmiş halde elinde duran sigara paketinin içinden filtresiz olan sigaralardan birini çıkarıp yaktıktan sonra derin bir nefes çekerek, burnundan bırakacağı dumanın, dışarı çıkması için oturduğu yöndeki kapının camını biraz araladı. Unkapanı köprüsüne vardıkları anda, köprüden geçişi de tamamlayarak, aksi istikamete doğru seyreden 87 numaralı Taksim Edirnekapı hattında yolcu taşıyan Troleybüsü gördü. Yol kenarında bulunan direklerin uzantıları sayesinde, havada asılı gibi duran elektrik tellerine, arkasından uzanan iki boynuz gibi kolların, tellere değmesiyle, tellerdeki elektrikle çalışan, kırmızı renkli Troleybüsü, nedense bu görüş açısından gördüğü zaman, üstündeki koca boynuzları dışında, büyük olan iki farı ve kocaman gövdesiyle, hep file benzetirdi. Geçen senenin yaz mevsiminde hafta sonları piknik yapmak için, 6 senedir evli olduğu güzel eşi ve dünyalar tatlısı 3 yaşındaki oğlu Aziz ile birlikte gittikleri Gülhane parkında bulunan, hayvanat bahçesini ziyaret etmeden, eve dönmezlerdi. Hayvanat bahçesinde bulunan hayvanların arasında, en çok hoşuna giden hayvan fildi. Sigarasından bir nefes daha çektikten sonra, Taksim yönüne gitmekte olan Troleybüsün, tekrar Edirnekapı’ya dönerken Tarla Başında ki dar olan yoldan, yokuş aşağı inip, yokuşun sonundaki, İngiltere konsolosluğuna doğru çıkan, kısa ama dik yokuşun başlangıcında ki dönemeçte, yine troleybüsün boynuzlarının, elektrik tellerinden ayrılıp bir anda duracağını biliyordu. Daha sonra da Troleybüs şoförünün inerek, arkadaki makaralara sarılı olan boynuzlara hükmeden çelik halatlar yardımıyla, boynuzları yeniden elektrik tellerine değdirip, çelik halatların da, yeniden makaralara sarılmasını sağladıktan sonra, Troleybüse binerek, tıkadığı trafiği de açarak yoluna devam edeceğinden de, adı gibi emindi. Unkapanı köprüsünün ortalarına doğru yaklaştıkları sırada gökyüzünü örten, tül gibi ince bulutları gördüğünde, üç gündür aralıklarla yağmış olan kar yağışının da, bir iki gün içinde tekrar başlayabileceğini, babası öğretmişti. Bulutların arasından batmak üzere olan güneşin solgun ışıkları, evlerin damlarında ve köprünün her iki tarafında yayalara ayrılan kaldırımlarda bulunan kar tabakasının üzerine yansıdığında, İstanbul şehrinin; Düğünlerinin olduğu gün beyaz gelinliğini giymiş olan eşinin, yüzüne yaptırdığı makyajla pırıl, pırıl parlayan yaldızlı haline benziyor olduğunu, aklından geçiriyordu. Unkapanı köprüsünün bitimine yaklaştıklarında, köprünün solunda bulunan ve Unkapanı semtiyle, Eminönü semtini birbirine bağlayan yolun deniz kenarı tarafındaki sebze haline doğru bakıldığında, sebze halinin ilerisinde, iplikçilerin bulunduğu ve halat yapıp sattıkları Zindan han bulunuyordu. Hanın arkasında bulunan, badem, fıstık, fındık, kuru üzüm, keçiboynuzu, leblebi ve çekirdeğin her çeşidinin bulunup satıldığı kuru yemişçiler sokağı vardı. On beş gün önce, evlerine gelen eşinin ve kendisinin, büyükleri ile beraber, kutladıkları yılbaşı gecesi için, oradan kuru yemiş aldığını hatırlayarak, bitmek üzere olan sigarasından son bir nefes çekip, arabanın kül tablasında söndürdü. Unkapanı köprüsünü geçer geçmez, sağa saparak, Haliç’i de sağ taraflarına alarak ve sol taraflarında kalan Cibali Tekel sigara fabrikasının önünden devam ederek Eyüp’e giden yol üzerinde, bir müddet gittikten sonra, Balat’a geldiklerinde, yolun sol tarafında bulunan ara sokağa girdiler. Ara sokak içinde arabayı park ederek, arabadan indiler. Arabadan indikten sonra, park etmiş oldukları sokakta elli metre kadar ileri doğru yürüyüp, sağ tarafa döndüklerinde, girdikleri sokağın, sol tarafında bulunan üç katlı binanın en alt katında bulunan ve camekânın da, “Pandora“ yazan meyhaneden içeriye girdiler. Dar ve uzun olan mekânın ortasında yanmakta olan kömür sobası duruyordu. Kömür sobasının ön ve arka kısımlarında sağlı ve sollu olarak gelişigüzel konulmuş olan, dikili vaziyetteki yüksek, geniş ve ahşap bira fıçıları duruyordu. Bu fıçıların etrafında ayakta duran insanlar, fıçıların üzerlerini masa olarak kullanıyorlardı. Meyhanenin ortasına doğru ilerlediklerinde, kömür sobasına yakın ve sol tarafta, ayakta duran, mavi kazaklı, orta boylu, uzun saçlı adam bulundukları tarafa doğru elini kaldırıp, kendisini göstermek için, ayakuçlarına basarak yükselen, güleç bir yüzle el sallarken: --- Selim, Selim. Diyerek yarı yüksek sesle seslendi. Adamı fark edip yanına doğru ilerlediler. Yanına ulaştıklarında her ikisi de aynı anda ”Merhaba” dediler. --- Selim nerede kaldınız, neden geciktiniz? --- Galip, Yusuf geç kaldığımızı söylüyor ne diyorsun, sen bu duruma? --- Ne geç kalması Selim, ya! Yusuf’u tanımadın mı? Abartıyor işte. --- Ne abartması yahu, kaçta buluşacaktık, kaçta geldiğinizin farkında mısınız? --- Tamam. Yusuf. Selim’le biraz Taksim’de dolaştık. --- Yusuf, Galip’i az çok tanırsın, sende biliyorsun ki, yalan söylemez. --- Tamam, tamam Selim anladım. Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, gördüklerinizi anlatın bakalım. --- Ne göreceğiz ki? Hep aynı şeyler. Haksız mıyım Galip? --- Ya! Selim. Bakma şu Yusuf’a. Onu boş ver de ne içeceğiz? Sen onu söyle. --- Geldiğimiz yerde ne içtiysek aynısından devam edelim, Galip. --- Beylerimiz dolu geldiler demek? --- Hay, beyine de sana da! Selim görüyorsun değil mi, nasıl da kıskanıyor? --- Galip sor bakalım, Yusuf Beyefendinin kıskançlığı nereden geliyormuş? --- Sahi Yusuf, sen Selim ile beni neden kıskanıyorsun? --- Neyinizi kıskanacağım, sizi kıskanmaya kalksam sizi değil de, Yılbaşı gecesi çekilen Milli Piyango biletine beş milyon lira isabet eden, Karadenizli adamı kıskanırdım. --- Bak, bu konuda sana katılıyorum Yusuf. Gerçekten bu devirde iyi para değil mi Selim? --- Haklısın Galip. Adam şanslıymış. Senin piyango biletine ne kadar ikramiye çıkmıştı Yusuf? --- Geç bakalım dalganı Selim, geç bakalım. Bari gülmeden söyle de Galip’te inansın. --- İnanmadım ki zaten. Sen parayı bulmuş olsaydın yanımızda mı olurdun. --- İkiniz de dalganızı geçerek gülün bakalım. Yarın işe gittiğimiz zaman vardiya bittiğinde kâğıt makinesinden iki ton üretim çıkmadığında, Selim sana bağırırken, ben de o zaman ikinize de katıla, katıla güleceğime eminim. --- Sen, o 24 silindirin rulmanlarının bakımını yapmayıp, rulman dağıttıkları zaman gözüme görünsen de, sana çok kızmam. Senin hakkından Galip gelir. Ne de olsa bakım ustası kendisi. O zaman sen kaçacak delik arar durursun. Hatta Çırpıcı deresinde yüzmeye bile başlarsın. --- Niye çırpıcı deresinde yüzeyim ki, koskoca Merter dibimizde duruyorken. Oraya çıkar, E5’in karşısından geçer, Zeytinburnu’nda olan evime yürüyerek giderim. Nasıl olsa her gün yürüyüp duruyorum. --- Selim, bu şimdi güle dursun eğlensin, yarın vardiya da öyle bir şey olursa bak seyret o zaman. Ben onu Eski Londra Asfaltı üzerinden Avrupa’ya kadar kovalıyor muyum, yoksa kovalamıyor muyum, sen gör o zaman. Hadi çok konuşturdun, Selimle beni şuradan Yorgo Efendiyi yanına çağırıp, bize Kulüp rakısından ısmarla da, içmeye başlayalım. Geldiğimizden beri dilimiz damağımıza yapışıp kaldı. Değil mi Selim? --- Haklısın vallahi Galip, baksana, mezesiyle iki ölçü rakısını kendi önüne almış, oh ne ala. Hiç sormuyor da, siz neden içmiyorsunuz diye. Hat ta, hacı mı oldunuz yoksa? Diye alaycı bir ifade ile de olsa, sormuyor. Dedikten sonra, arabada içmiş olduğu sigara paketini çıkartarak, fıçının üzerine bıraktı. Selim’in son sözlerinden sonra, elini havaya kaldırarak, diğer müşterileriyle ilgilenen, kır saçlı omzunun sol tarafındaki bezle aynı renk olan, belinin arkasında düğümlü olan beyaz önlüğüyle işinin ehli gibi görünen Yorgo Efendi’yi yanına çağırarak, kulüp rakısını ve onun yanında yenilebilecek mezelerin siparişlerini tek, tek verdi. Siparişler geldikten sonra şenlenen fıçının üzerinde Selim’in ve Yusuf’un içtikleri sigaraların dumanları da, gelişi güzel savruluyordu. Üzerinde bel kısmının biraz aşağısında biten kahverengi deri ceketin altına, aynı renkte boğazlı kazak giymiş olan, yuvarlak yüzlü, kilolu, her iki kulağını kapatacak kadar uzun olan siyah renk saçlara sahip Galip ustanın; Saçıyla aynı renkte olan gözlerini fıçının üzerinde gezdirip, yanında bulunan dostlarının önünde duran kadehlerine kadehini tokuşturdu. Galip aralarında oluşan sessizliği bozan ilk kişi oldu. --- Sizlerin samimi dostluğunuza inanmasam, şu an yanınızda olmazdım. Bunu biliyorsunuz değil mi? --- Galip, bunu Yusuf’un bildiği kadar bende biliyorum. Gerçek dostlar, sadece iyi günlerinde yanında oldukları kadar, kötü günlerinde de, senin yanında olmasını bilenlerdir. Sözlerime eminim Yusuf da katılıyordur. --- Katılıyorum elbette. Hem de noktasına, virgülüne kadar katılıyorum. Galip, bu nedenle açıklama yapmak için kendini zorlamana gerek yok, biz seni çok iyi anlıyoruz. --- Teşekkür ederim, sağ olun da insan bazen dostları bilse bile açıklama yapmak ister. Çünkü vefa borcunun ne demek olduğunu yaşayarak görmüş olan biriysen, her zaman açıklama yapmak istersin. Sizler yüreği sağlam adamlar çıktınız. Bugün yapmış olduğunuz iyiliğinizi, ömrüm boyunca unutamam. Özellikle Selim’in bu zamana kadar yaptığı iyilikleri unutmam nankörlük etmiş olduğum anlamına gelir. --- Galip içinde art niyet taşımayan kim varsa, o adam olma yolunda ilerlemiş mesafe kat etmiş biri demektir. Bunu sakın unutma Yusuf aynı şey senin içinde geçerli. --- Anladım Selim. Ben Galip’i tanıdığımdan beri, onu sevmiş olan birisiyim. Zaten kendisi de sağlam bir adam olduğunu bizlere yeri geldiğinde kanıtlamıştır. Bu nedenle kendisini açıklama yapmak zorunda hissetmesini istemedim. Bugün kendisinin yaşadığı sıkıntının, yarın öbür gün sana veya bana gelmeyeceğinin garantisi var mı? Bence yok. Sence var mı? Selim? --- Yok. --- Ya, sence var mı? Galip --- Bence de yok. --- Bunun için rahat ol Galip. Sence de rahat olması gerekmiyor mu? Selim? --- Tabi ki Yusuf, Galip’in rahat olması gerekiyor. Bak Galip; Şurada sohbetimiz bittikten sonra dışarı çıktığımız andan itibaren başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Sanırım sende bunun farkındasındır. Başımıza ne geleceğinden daha çok, geldiği andan itibaren yanımızda kimin olup olmadığının önemini de bilen insanlarız. Yusuf’un az önce dediği gibi, bizlere açıklama yapmak zorunda değilsin, eğer açıklama yapmak zorunda seni bırakırsak, o zaman bizler sana yanlış davranmış oluruz. Bunun için, seninle Taksim’den buraya gelene kadar arabanın içinde konuşmadım. Bunu da bilmeni isterim. Bak sonuçta, senin sıkıntını hallettik. Bu nedenle de hiçbir şeyi kafana takma, bizler dostun olarak her zaman yanında olacağız. --- Tamam, tamam. Sizler gibi vefalı dostlarım olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. Kadehimi de dostluğumuza kaldırıyorum. Haydi şerefe. --- Şerefe. --- Şerefe.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Tepe, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |