..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sevgi sabırlı ve yürektendir, sevgi kıskanç ve övüngen değildir. -İncil
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Karakterler Üzerine > Oğuz Tepe




25 Şubat 2015
Şans ve Dans (Yedinci Bölüm)  
Oğuz Tepe
Yazdığım ilk romandır.


:AFIE:
Yedinci Bölüm



I



Ağustos 1998

Kırmızı renge sahip olan minibüs, kenarı mıcır taşlarıyla dolu olan berkitme yol üzerinde arkasında sarı toz bulutları oluşturarak ilerliyordu. Minibüs şoförünün hemen arkasında bulunan koltukta oturup üzerinde beyaz tişörtü ve altına da giydiği aynı renk şortuyla, yanında cam kenarında oturan; Kırk sekiz yaşında olmasına rağmen ensesinde biten siyah saçlarının kenarları, kısmen beyazlaşmış olan kadının kulağına eğilerek, konuşmaya başladı.

--- Hanım, uçakta yorulmuş olduğunu biliyorum ama az daha sabret.

--- Merak etme bey. Uçaktan indikten sonra sana yorgun olduğumu söyledim. Ama o kadar da yorgun değilim. Dedikten sonra tek parça halinde ki, omuzu askılı, sarı zemin üzerine mavi renkte küçük çiçek desenleri basılı elbisesini giymiş olan kadın, minibüsün camından dışarı baktı.

Masmavi rengi ile ilk göze batan denizin ufkunda, yavaş, yavaş batmak üzere olan güneşin, turuncusuyla, denizin maviliğinin, sarmaş dolaş olup, birbirinden ayrılmayan sevgililerin, hüzünlü vedalaşmalarını, seyreder gibi seyretmeye başladı. Arkalarında bulunan koltukta tek başına oturmuş olan, beyaz ve küçük delikleri olan şapkasının yanlarından görünen kumral saçlarıyla, yeşil gözlerini örten, siyah güneş gözlüğüyle, elindeki açık olan kitabını okumaya devam eden, yirmi altı yaşındaki genç kız da, okumakta olduğu kitaptan başını kaldırarak, güneşin batışını seyretmeye başladı. Minibüsün en arkasındaki koltukta, tek başına oturan otuz sekiz yaşında ki, saçlarını kızıl renge yeni boyatmış olduğu belli olan kadın da, gitmekte oldukları yolun üzerinde, resim sergisindeki olağanüstü bir tablo gibi duran, karşısındaki manzaraya kayıtsız kalıyordu. Kızıl saçlı kadın daha çok, minibüsün ön camındaki dikiz aynasına iple bağlanarak asılmış olan, sarı civcivin, hareket eden minibüsün her manevrasına karşılık nasıl oynadığına dikkat etmeye başlamıştı.

Hareket halindeki kırmızı minibüs, önünde bulunan son yokuşu da çıktıktan sonra, şoförün hava alanından almış olduğu yolcuları ulaştıracağı son yer olan otel görünmeye başlamıştı. Otel, küçük bir koyun içinde sap sarı kumsalın kenarında, çevresi ağaçlarla çevrili, dış cepheleri mavi, turuncu, vişne, sarı, açık pembe ve beyaz renklerle boyanmış olan, üçer katlı binaların ortasında bulunan havuzuyla göze hoş gelen bir görüntü sergiliyordu.

Kırmızı minibüs otelin giriş kapısının bulunduğu dört katlı binanın önüne gelerek durdu. Minibüste bulunan dört otel müşterisi, ellerindeki çanta ve bavullarıyla teker, teker minibüsten inerek, dört katlı binanın, girişindeki dönerli kapıdan içeri girerek, otelin kabul yerine doğru ilerlediler. Otel görevlilerden biri siyah saçlı, uzun boylu, gömleğinin cebinin üzerinde, otelin isminin yazılı olduğu ve her bir harfinde de, otelde bulunan üç katlı binaların dış cephe renklerini oluşturduğu beyaz gömlek giymişti. İkinci görevliyse orta boylarda, kıvırcık sarı saçlarıyla, altında diz kapaklarına kadar uzanan lacivert eteğinin, üstünde erkek görevlinin gömleğinde ki gibi o da, üzerinde otelin isminin yazılı olduğu beyaz gömlek giymiş bir bayandı.

--- Otelimize hoş geldiniz. Diyerek müşterilerini aynı anda karşılayan görevlilerden erkek olanı:

--- Sizleri odalarınıza yerleştirmeden önce, gerekli olan işlemleri bir an önce tamamlamak istiyorum. Diyerek, gelen müşterilerini, kendilerine ayrılmış olan odalarına bir an önce gidebilmeleri için, giriş kayıtlarını bitirmeye çalıştı. Kayıt işlemleri tamamlanır tamamlanmaz arkasına dönerek, arkasındaki duvarda bulunan, küçük karelerle dekoratif bir biçimde bölünmüş olan bölmelerden, üçünün içindeki anahtarları alarak, dört müşterisini odalarını gösterecek ve eşyalarını da taşıyacak olan, bel boylara verdikten sonra, gelen müşterilerinin yüzlerine tek, tek bakarak:

--- Selim Bey, Münevver Hanım, Sibel Hanım, Türkan Hanım. Diye isimlerini söyledikten sonra:

--- Benim adım, boynumda asılı duran personel kimlik kartımda gördüğünüz gibi, Nihat. Yanımda bulunan bayan arkadaşımın ismi de Tuğçe. Sizleri otelimizde ağırlamaktan mutluluk duyduğumuzu bilmenizi ister, otelimizde misafir olarak kaldığınız süre içinde, sizlere her tür konuda yardımcı olacağımızı bildirirken, her hangi bir konuda, kafanızda şüphe kalmamasını diler, tatiliniz boyunca da iyi eğlenceler dileriz. Diyerek, bel boyların çanta ve bavulları taşıyarak odalarına kadar yönlendireceklerini anlatarak, bel boylara gerekli emirleri verdi. Önde bel boylar, arkada otel müşterileri olmak üzere, dört katlı binadan çıkıp, odaların bulunduğu üç katlı binalara doğru yöneldiler.



II



Beyaz örtüyle örtülü olan yemek masanın ortasında, yanmakta olan mumun ışığı, ağaçların bulunduğu küçük tepeden esen hafif rüzgârın etkisiyle, çalmakta olan hafif müziğe eşlik edercesine, dans eder gibi hareketlenmeye başladı. Yemek masasının bir tarafında; Siyah hırkasını omuzlarına geçirmiş, kollarını da yemek masasının üstünde birleştirip oturmakta olan kadın, karşısında oturan yuvarlak yüz hatlarına sahip eşinin gözlerine bakarak:

--- Bey, çocukları arayıp, geldiğimizi haber verdin mi. Dedi.

--- Hanım, sen duştayken, Tuncay’ı aradım. Kendisiyle görüşüp geldiğimizi haber verdim. Aziz’e de haber vermesini de istedim. Hatırlattığın iyi oldu.

--- Bakıyorum unutkanlığımız da başladı.

--- Gülümse bakalım, yüzünden de o gülücükler hiç eksik olmasın, gülmek sana çok yakışıyor.

--- Hayatım, gülüyorum çünkü bir oğlumuz evleneli 2 yıl oldu. Eşi Yaseminle de çok mutlular. Onların mutluluklarını her görüşümde, ben de mutlu oluyorum. Bu mutluluğu sende de görüyorum. Gel gelelim ki, Tuncay bir yıl sonra askere gidecek. Gerçi Aziz’de sapasağlam askere gitti ve geldi ama… İnşallah Tuncay’ın da, askere sağ salim gidip, geldiğini görürüz. Ayrıca askerden geldikten sonra bir de evlendiğini görsem, Allah'tan başka bir isteğim olmaz.

--- Görürüz hanım görürüz.

--- İnşallah

--- Şimdi onları bir kenara bırakalım. Bak, buraya eğlenmeye ve dinlenmeye geldik. Aziz sağ olsun. Yasemin’le birlikte bize burada tatil yapmamıza önayak oldular. Bugün geldiğimizin ilk günü, ben beğendim. Sen de beğendin mi?

--- Burasını ilk gün, bende beğendim. Umarım tatilimizin geri kalan kısmında da, aksilikler çıkmaz da buradan güzel bir şekilde ayrılırız.

--- Hanım, ne aksilik çıkabilir ki. Sen rahat ol. Bir şey olmaz.

--- Ne bileyim Bey, seninle birlikte 28 yıldır aynı yastığa baş koyup duruyoruz. Bu zaman içerisinde seninle çok güzel günler geçirdim. Geride kalan yıllara şöyle dönüp baktığımda, pişmanlık duyacağım her hangi bir şeyi, bana yaşatmadın. Seninle iyi günler geçirdiğimiz gibi kötü günleri de geçirdik. Allah'a şükürler olsun ki, şu ana kadar o kötü günleri de omuz omuza vererek atlattık. Ancak, bu günlerde içimde, açıklayamadığım bir duygu taşıyorum. Sanki gizli bir el gelerek, seninle birlikte yaptığımız kumdan kalemizi yıkacak, diye çok korkuyorum.

--- Haydi, o güzelim yüzüne, gülücüklerini koy. Hemencecik o güzel yüzünü asma bakalım. Ben yanındayken, hiç kimsenin eli yaptığımız kum kalelerini yıkamaz.

--- Biliyorum bey, biliyorum bilmesine de diyorum ya, bu hislerime bir türlü engel olamıyorum. Bey, söyle bana, benimle yaşadığın her an, mutlu oldun değil mi?

--- Mutlu oldun mu, ne demek. Ben çok mutluyum. Bunu sakın unutma.

--- Böyle bir yanıt vereceğini bildiğim halde, yine de yüreğime su serpilmiş gibi oldu. Sağ olasın bey.

--- İşte böyle hanım. Yüzünden gülücükler eksik olmasın, haydi bakalım, akşam yemeğimizi de yedik. Artık yatma vakti geldi. Yarın erkenden kalkıp deniz kenarında yürüyüşümüze başlayacağız. Taşındığımız sahil kasabasında, seninle 3 yıldır, her sabah yaptığımız yürüyüşlere de burada devam edeceğiz diye sözleşmiştik. Hatırladın değil mi?

--- Hatırlıyorum bey, hatırlamaz mıyım hiç? Haydi, kalkalım artık. Diyerek, oturmuş oldukları masadan kalkarak, odalarının bulunduğu, dış cephesi mavi olan binaya doğru yürümeye başladılar. Denize vuran ay ışığı, karanlık yolda odalarına gitmekte olan Selim Bey ile eşi Münevver Hanıma yol gösteriyordu. Geride bıraktıkları ve yemek yedikleri, sap sarı kumlarla kaplanmış olan kumsalla, aralarında yeşillik bulunan bölümde, müziğin ritmi yavaş, yavaş hızlanmaya başlıyordu. Yemeklerini yemiş olan otel müşterileri yemek masalarını terk ederek, müziğin coşmaya başladığı ve kumsala da yakın olan, havuzun kenarındaki bara doğru yöneliyorlardı.



III



Bedenini saran havludan kurtularak duşa girmeden önce, yatağının üzerine bıraktığı beyaz renkli şeffaf sutyeninin, dolgun ve hala sarkmamış olan göğüslerini sarması için, askılarından tutarak kollarından geçirdikten sonra, iki elinin yardımlaşması sayesinde, sutyenin kopçasını kapattı. Dış cephesi açık pembe olan binada ki odasında bulunan dolabın kapağını açmak için dolabın olduğu yere doğru yöneldi. Dolabın kapağını açtıktan sonra iki saat önce bavulundan çıkarıp asmış olduğu elbiselerinin karşısında durdu. Elbiselerin karşısında durmasına neden olan şey, hangi elbisesini giymesine karar verememiş olmasıydı. Otele gelmeden önce yaptığı, alışverişte kendisine dördü de farklı renklerde olan, tek parça elbise, mayo ve tişörtle birlikte çeşitli desenlerde bir kaç tane de şort almıştı. Elbiselerini astığı dolabındaki askılarından tek, tek çıkararak, odada bulunan boy aynasının karşısında üzerine tutarak karar vermeye çalışıyordu. En sonunda, mavi rengin hâkim olduğu diz kapağında sonlanan tek parça elbiseyi giymeye karar verdi.

Giyeceği elbise konusundaki krizi atlattıktan sonra, yatağın karşısında duran makyaj masasına oturarak, kumral saçlarını arkada toplamaya karar vererek, dudaklarına da kırmızı rujunu sürdü. Bu yaz tatilinin, güzel geçmesini istiyordu. Güzel geçmemesi için de bir her hangi bir olumsuzluğun da olmadığını biliyordu. Bir yıl boyunca çalışıp durmuştu. Nisan ayı geldiğinde, her yıl tatile giderken tercih ettiği seyahat acentesini arayarak, uğrayacağını söylemişti. Bir önce ki yılın Haziran ayında seyahat acentesine uğradığında, o yıl gitmek istediği otelde tüm odaların dolu olması nedeniyle, ekim ayına kadar, boş oda bulunamadığından, acentenin önerdiği başka bir otelde tatilini geçirmişti. Ancak, tatil bitiminde çok zevk alamamıştı. Bu nedenle de, bu yıl erken davranmıştı. Tatile tek başına çıkması konusunda, ailesinin anlayışlı davranması da ailesinin, kendisine karşı olan güvenine bağlıyordu. Bu güveni de, basit hatalarla da olsa sarsmamayı her zaman düşünüyordu. Tatile çıkmadan önce annesiyle yapmış olduğu bir görüşme, durduk yerde aklına gelmişti. Annesinin hınzırca gülümseyen yüzünde sır gibi saklarcasına bir şeyler olduğunun farkına varmış, ama bir anlam verememişti. Tatile çıkacağından için de üzerinde fazla durmamıştı.

Makyajını tamamladıktan sonra siyah renkli küçük el çantasını ve odasının anahtarlarını alarak, odasından çıkarak, odasının kapısını kapattı. Odasının bulunduğu binadan ayrılarak her iki yanı rengârenk çiçeklerle doldurulmuş olan yoldan ilerleyerek otelin ışıklandırılmış olan havuzun yanına geldi. Uçaktan indikten sonra, hava alanında anne ve babasını telefonla aradığı için, bu konuda içi rahattı. Işıklandırılmış olan havuzun yanından geçerek, müzik sesinin geldiği bara doğru yaklaşarak, kumsala en yakın olan masaya oturdu.

Oturmuş olduğu masada, sol yanına almış olduğu denizde, biraz açıkta demirlemiş olan yatlardan gelen müzik sesleri de, bulunduğu yerdeki, müzik seslerine karışıyordu. Bunun önemli olmadığını düşündü. Çünkü müzik dinlemesini çok seviyordu. Müziğin evrenselliğine olan inancı, lise yıllarında kafasında bilinçlenmeye başlamıştı. Yanına gelen garsonu, votka içmek istediğini söyleyerek, yanından uzaklaştırdı. Etrafındaki masalarda insanlar, ellerindeki kadehlerle müziğin ritmine kendilerini kaptırarak, masalarından kalkarak çılgınca dans ediyorlardı. Garsona sipariş etmiş olduğu votkasının, vişne suyunun içinde gelmiş olduğunu görünce sevindi. Vişne suyu haricinde votka içmesini sevememişti.

Önüne bırakılmış olan votkasından yudumlamaya başladı. Bir yandan votkasını yudumlamaya devam ederken, dört senedir tek başına çıkmış olduğu tatillerde, tek başına olmaktan sıkılmadığı aklına geldi ve gülümsedi. Tatil arkadaşı olarak da seçtiği ve okumakta olduğu kitaplara sahip olduğu için de çok mutluydu. Yarın öğle yemeğine kadar uyumayı planlamıştı. Uyandıktan sonra öğle yemeğine inecek ve ardından da havuz kenarında, yanına alacağı kitabı okuyarak güneşlenecekti. Yalnız yaşamaktan hoşlanıyordu. Yalnızlığına son vereceği günün ise, sadece evleneceği gün olacağını biliyordu. Evleneceği erkek konusunda olmazsa olmazları vardı. En başta kitap okumasını seven birisi olmasını istiyordu. Kitap okumasını seven insanları da, temelleri sağlam atılmış olan gökdelenlere benzetiyordu. Bunun dışında evleneceği erkeğin, fiziksel güzelliğinden çok, kişiliğine kendine önem veriyordu. Kendi kişiliğine oldukça güveniyordu. Böyle düşünmesinde ki en büyük etkenin de, lise yıllarında öğrenim gördüğü okuldaki erkeklerle, kısa süreli olarak yaşamış olduğu ilişkilerdi.

Gerçek aşkın var olduğuna inanan birisiydi. Ne yazık ki, kısa süreli ilişkiler yaşadığı erkeklerde bu inanca sahip olana denk gelmemişti. Bütün bunlara rağmen kalbinde yaşatmış olduğu inancı hiçbir zaman yitirmedi. Votkasından bir yudum daha aldıktan sonra, biraz açıkta demirlemiş olan yatlardan gelen müzik sesi de biraz daha yükselmeye başlamıştı. Bu yaz tatilinin, geçen yıllardakine göre, daha güzel geçeceğine olan inancını, bütün kış ve ilkbahar boyunca, içinde taşıyıp durmuştu.

Votkasını yudumladıktan sonra, bulunduğu yerin biraz ilerisinde, kumsalda bulunan şezlongların birinin üzerinde oturmuş olan ve üzerinde beyaz pantolonu ile beyaz ceketi olduğu anlaşılan adamın, tek başına gitar çaldığını fark etti. Gitar çalmasını çok istemişti. Ancak bir türlü öğrenmeye fırsatı olmamıştı. Bu nedenle de, ne zaman gitar çalan birisine rastlasa, onu dinlemeyi kendisine görev bilmişti. Kadehindeki bitmek üzere olan votkasını da yudumlayarak boşalttıktan sonra, masasının üzerine bırakmış olduğu küçük siyah el çantasını eline alarak, gitar çalan adamın olduğu kumsala doğru yürümeye başladı. Gitar çalan adama yaklaştıkça, gökyüzünde bulunan ay ışığı, beyaz pantolon ve ceket giymiş, olan adamın siluetini de yavaş, yavaş ortaya çıkarmaya başlıyordu.

Bulunduğu yoldan kumsala inen merdivenlerden yavaşça inerek, kumlara ayağını bastığında, ayağındaki ayakkabısının içine, güneşin ısıtmış olduğu kum tanelerinin girmesine aldırış etmeden, gitar çalan adamın yanında bulunan boş şezlongun ortasına oturdu. Gitar çalan adam, gitarını çalmaya devam ediyordu. Gitarını çalarken yanına oturan insanı yani kendisini, fark etmemesine şaşırmıştı. Gitar çalan adamın, üzerinde ki elbiseleri gibi, kafasının kenarında bulunan saçları da bembeyazdı. Adamın yüzüne biraz daha dikkatli bakmaya çalışırken, gitar çalan adam birden çalmakta olduğu gitarının tellerinden parmaklarını çekerek, gitar çalmayı durdurdu.

--- Ay ışığının açmış olduğu yoldan ilerleyerek, sessizce yanıma kadar gelen, aynı zamanda, gecenin gizemini de yanına alarak getiren, bu ıssız denizin, dalgalarının kıyıya vuran ritmiyle de; Danza Mora[1]dansının figürlerini sunarcasına yanıma sokulan bu güzel bayanı tanımak isterim. Diyen adamın, romantizm dolu bu sözlerinden sonra, kendisine bakan yüzü dışında, duyduğu ses tonunda bile, hayatla dans etmesini bilen, yetmişli yaşlarda olduğunu tahmin ettiği adamın, karşısında bir anda heyecanlandığını hisseden Sibel, bir süre durakladıktan sonra:

--- Pardon, öncelikle bu şekilde yanınıza kadar geldiğim için kusuruma bakmayın. Umarım sizi rahatsız etmiyorum değil mi?

--- Hayır, rahat olun lütfen. Gelerek beni onurlandırdınız.

--- Güzel, o zaman sevindim. Adım Sibel. Ya, sizin adınız nedir?

--- Nuri, tanıştığımıza memnun oldum Sibel Hanım.

--- Bende, sizinle tanıştığımıza memnun oldum Nuri Bey.

--- Ay ışığının altında, hiçbir şey karanlık kalmaz, Sibel Hanım. Bu yüzden rahat olabilirsiniz.

--- Haklısınız, böyle bir endişe taşımıyorum zaten, taşıyor olsaydım, yanınızda olmazdım. Ayrıca şunu da her zaman hissetmişimdir ki, müzikle uğraşan kişiler, her zaman karanlıkları melodileri ile aydınlatan kişilerdir.

--- O halde bende buna çok sevindim.

--- Bu arada, bana ilk söylemiş olduğunuz… Dedikten sonra bir an duraksayan Sibel, aklına getirememiş olduğu dansın ne olduğunun, merakını gidermek istiyordu. Fakat dansın ismini hatırlayamadığı için, biraz bocaladıktan sonra:

--- Pardon! Söylediğiniz dansın ismini hatırlayamadım.

--- Danza Mora.

--- Ha! İşte o. Danza Mora. Ben müzik dinlemesini severim ama dans konusunda yeterli kültüre sahip değilim. Bu dansla ilgili olarak beni, bilgilendirebilir misiniz?

--- Tabi ki, ama tek bir koşulla bilgilendiririm.

--- Koşulunuz nedir?

--- Ben, sizi burada ilk defa görüyorum. Sanırım bugün geldiniz.

--- Evet.

--- Güzel, o zaman burada bulunduğunuz süre içinde size bu dansın dışında da, bilmiş olduğum diğer dansları da öğretmek isterim. Buna karar verdiğiniz zaman ben emrinizdeyim güzel bayan. Ben, yarın akşamüzeri, burada olacağım. Yanıma gelirseniz, kabul etiğinizi, yanıma gelmezseniz de, kabul etmediğinizi anlayacağım. Şimdi izninizi istiyorum. Sizinle tanıştığıma gerçekten çok memnun oldum. Görüşebilmek temennisiyle, size iyi geceler dilerim. Dedikten sonra, beyazlar içinde olan adam, gitarını elinde tutarak, oturduğu şezlongdan yavaşça ayağa kalktı. Aynı an da, Sibel’de ayağa kalkarak karşısında, ayakta duran adamın uzattığı eli sıkarken, ürkek bir sesle:

--- Ne demek! Size de iyi geceler dilerim. Diyerek, beyazlar giymiş adamın, omzuna attığı gitarı ile havuza doğru giderken, adamın arkasından bir süre bakarak, yüzünü ay ışığının aydınlattığı denize doğru döndü.

İnsanların, gökyüzündeki yıldızlara, yıldızlarında denize ve yeryüzüne dokunacak kadar yakın bir biçimde durdukları, hissini veren bu huzur dolu koyun açıklarında, demir atmış olan yatlardan gelen müzik sesleri de azalmaya başlıyordu. Müziğin yerini; Koyun her iki tarafındaki çam ağaçlarının yoğun olduğu, yamaçlardan denize doğru esen rüzgârın, çıkarmış olduğu uğultu, almaya başladı. Kendini rüzgârın uğultusuna bırakan gecenin dışında, dış cephesi sarı, renkle boyalı olan binada bulunan odalardan birinin içinde, yatağında sere serpe yatmakta olan Türkan’da, dudaklarının arasından çıkardığı arzu dolu iniltilerine neden olan, vücudunda gezinen parmaklarının ateşli yolculuğuna kendini çoktan bırakmıştı.



IV



Yükselmekte olan güneşin ışıkları, deniz manzaralı odanın açık olan penceresinden içeri giren rüzgârla birlikte, denize açılan yelkenlilerin, şişen yelkenlerine benzeyecek biçimde bağlı olduğu kornişle, kıpır, kıpır dans eden tül perdelerin, dansı esnasında oluşturduğu aralıklardan, fırsat bularak sızıp, yatağında uyumakta olan Türkan’ın göz kapaklarına ulaşıyordu. Yatağında yan dönen Türkan, gözlerini açtığında, kuş seslerini duyarak kendine gelirken, yatağında doğrularak başını koyduğu yastığını, arkasına gelecek biçimde ayarladıktan sonra, başının ağrıdığını hissetti. Dün gece dışarı çıkmayıp, oda servisine telefon etmiş ve bir şişe tekila getirmelerini istemiş, gelen tekila şişesinden de dört küçük bardak içmiş olduğunu, abajurun bulunduğu sehpanın üzerinde duran tekila şişesine baktığında daha iyi anlamış oldu. Tekila şişesinin kırılmadan durduğunu gördüğünde yüzüne tebessüm kondurarak, ‘’iyi ki evimde bulunan içki şişelerinden değilsin.’’ Diyerek kendi kendine dalga geçtikten sonra, eşi Hakan’la evlerinin salonunda bulunan, şarap şişelerinin kırılmış olduğu üç gün önceki, yaptıkları şiddetli kavgalar, gözünün eline geldi.

Hakan’a olan kızgınlığı kolay geçecek gibi değildi. O kavga sırasında kızı Aylin’in, anneannesinde kalmış olması, kızı için büyük bir şans sayılırdı. Hakan’la kavgaları bittikten sonra, evin kapısını sert şekilde kapatıp, arabasına binip o hırsla annesinin evine nasıl gittiğini halen hatırlamıyordu. Anne ve babası gecenin ilerleyen saatlerinde, çalınan kapılarını açarak, ağlamaktan şişen gözleri ile kendisini, karşılarında gördüklerinde heyecanlanmışlardı. Onlar da bir anda ağlamaya başladıklarında, bir yandan ağlarken diğer bir yandan da, anne ve babasını sakinleştirmek kendisine düşmüştü. Kavga etmelerinin üzerinden geçen iki gün sonra, anne ve babasına, evliliğinin içinde bulunduğu durumla ilgili olarak, kesin bir karara varmak için, tatile gitmesi gerektiğini söyleyerek, kızı Aylin’e bakmaları için de, kendilerinden izin alarak, aceleyle annesinin evinde bulunan elbiselerinden birkaç tanesini bavuluna koyarak uçağa binip, kendini bu otel odasında bulmuştu.

Bütün bu yaşadıklarından ötürü, hem üzerinde ki stresi atmak hem de bir aya yakın bir süredir, bedenine dokunmayan Hakan’dan hıncını almak için, içtiği tekiladan sonra bedeninde dolaştırdığı parmağıyla, kendi kendini tatmin ederek rahatlamıştı.

‘Sersem herif!’ Diyerek yatağından kalktıktan sonra, duş almak için banyoya geçti. Akan suya çıplak bedenini teslim ederek, bir süre kımıldamadan o şekilde kaldı. Ensesinden başlayarak kalçalarına doğru inen su, teninde gezinmeye devam ederken, aniden gözlerinden akmaya başlayan gözyaşlarının da, yanaklarından süzülmeye başladığını fark ettiğinde, duştan akan suyu kapatıp duştan çıkarak, banyo kapısının arkasında asılı duran turuncu renkli havlu ile göğüslerini kapatacak biçimde, bedenine doladı. Islak olan saçlarını da makyaj masasının üzerinde duran beyaz havluyla sarıp, kendini yatağa attı.

Odanın tavanına doğru gözlerini bir an için kapattığında, aceleyle annesinden çıkarken yanına bikini almamış olduğunun farkına vardı. Otelin içinde bulunan butikten bikini alabilmesi için, giyinmesi gerektiğini bilerek, odada bulunan dolapta ki askılara, asmaya üşendiği elbiselerinin, bulunduğu yerde duran küçük bavulunu almak için yatağından kalktı. Bavulunu yerden kaldırıp, yatağın üzerine koyduktan sonra, fermuarını açarak en üstte duran bisiklet yaka sarı tişörtünü çıkartarak bavulun yanına bıraktıktan sonra, başında ve bedeninde bulunan havlulardan kurtulup, iç çamaşırlarını giydi. İç çamaşırlarını giydikten sonra, dün yolculukta giymiş olduğu ve kalçalarını ortaya çıkaran mavi kotunu altına giyerek, bavulun yanında duran sarı renkteki bisiklet yaka tişörtünü de üstüne giyip, başından çıkardığı havluyu ellerine alarak ve hafifçe eğilerek, ensesinde bulunan uzun kızıl saçlarını yere doğru sarkıtıp, havluyla kuruladıktan sonra doğruldu.

Makyaj aynasında yüzünü görebilmek için, masanın alt boşluğunda duran pufu çekerek üstüne oturdu. Dün gece, makyaj masasının üzerine bıraktığı, bordo renkli deri çantasının içindeki, gri renkli, küçük makyaj çantasını alarak açtıktan sonra, içinden çıkardığı turuncuya yakın renkteki rujunu alt ve üst dudaklarına özenerek sürdü.

Kendinin, dışarıya çıkacak şekilde hazır olduğunu hissettikten de, küçük makyaj çantasını, el çantasına koyarak, el çantasını da eline alarak, oda kapısının yanında duran, beyaz spor ayakkabılarını giyerek, kapının üzerinde takılı olarak duran, anahtarı, iki kere sağa çevirerek kapıyı kendisine doğru çekerek açtıktan sonra dışarı çıktı. Tam o sırada anlamlandıramadığı bir takım sesler duyması üzerine, sabah uyandığında duymuş olduğu kuş seslerinin geldiği, bahçedeki çimenlerin ortasındaki geniş gövdeli ağaca gözlerini çevirdi. Dalları yeşil yapraklarla örtülmüş olan ağacın seyrek olan üst dallarından birinde, kuşların yan, yana durduklarını gördü. Hayvanlara ve özellikle de kuşlara olan sevgisi bambaşkaydı. Anne ve babasının küçükken kendisine bir muhabbet kuşu aldıklarını anımsadı. Kuşları seyreden gözlerini çevirmesine neden olan gürültünün geldiği yöne başını çevirdiğinde, odasının bulunduğu binaya paralelindeki, otelin büyük havuzuna, coşkuyla atlayıp, birbirleriyle şakalaşan gençlerden oluşan bir grubu gördü. Gördüğü bu manzara karşısında, kendisinin de havuza girebilmesi için, artık daha fazla dayanamayacağını hissederek, bir an önce kendisine bikini alması gerektiğini anlayarak, odasından çabucak çıktı. Bulunduğu kattaki merdivenlerin olduğu bölüme doğru ilerledi. Dış cephesi, sarı renge boyanmış olan üç katlı binanın ikinci katındaydı.

Merdivenlerin bulunduğu yere gelirken, odasının yanındaki, iki odadan birinden elinde, değiştirdiği beyaz yatak çarşafları ve yastık kılıfları bulunan, oda sorumlusu kırklı yaşlarda, kilosu biraz fazlaca olan ve saçlarını ensesinde topladığı tülbent ile arkadan bağlamış olan kadını geride bırakarak, merdivenlerin başına gelerek, inmeye başladı.

Akşam güneş batmak üzereyken geldiği otelin, üç katlı rengârenk binalarını ve havuzunu gündüz gözüyle yakından görmeye başlayınca, içini mutluluk bulutları kaplamaya başlamıştı. Merdivenlerden indikten sonra, sağında ve solunda bulunan yeşil çimlerin kenarlarında ki mis gibi kokan çiçeklerin arasındaki yoldan ilerleyerek, havuzun karşısındaki, otelin satış reyonlarının olduğu yere doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Kapısı açık olan ve kapısının önündeki, askılarda asılı duran ve esen rüzgârla birlikte uçuşan deniz giysilerinin satıldığı reyondan içeriye girerek, rengini beğendiği, bedenine uygun bikiniyi alarak, dışarıya çıktı.

Dışarıya çıkar çıkmaz, çantasında bulunan cep telefonunu eline alarak, saatine baktı. Öğle yemeği saatinin gelmiş olduğunu anlayınca biraz şaşırdı. Canı hiçbir şey yemek istemiyordu. Karnının acıkmadığını, anladıktan sonra, sade bir neskafenin kendisine iyi gelebileceğine karar vererek, kumsala yakın olan havuzun üst tarafında, denizin o doyumsuz manzarasının seyrine kendini kaptırabilmenin tatlı heyecanı ile yuvarlak ve küçük masalara doğru yürümeye başladı. Etrafında ki diğer müşterilerin yarı çıplak halleri karşısında, kendi üstündeki elbisesine baktığında, elbiseli halinin ortama uymadığının farkına vararak, kendi kendine konuşarak; ‘ Boş ver aldırma, neskafeni içtikten sonra, sende onlar gibi yarı çıplak olursun. ’ Diye söylenerek, havuzun yakınından geçip, üst tarafındaki masalara doğru gidebilmek için, birkaç basamaktan oluşan merdivenleri çıkıp, varmak istediği yere geldi.

Manzarayı en iyi seyredebileceğine inandığı, üç masanın da dolu olduğunu gördüğünde yüzü asılır gibi olduysa da o üç masaya en yakın olan bir başka masanın, boş olduğunu görerek, masaya oturdu. Öğle saatlerinde, masaların yanlarında bulunan büyük şemsiyelerin, açılmaması durumunda insanların, güneşin sıcaklığından ıstakoz gibi kızarabileceğini düşünerek, masasının yanındaki şemsiyeye dostça bakarak, gülümsedi. Elindeki çantasını ve bikinisinin bulunduğu şeffaf olmayan, küçük poşeti masanın üzerine bıraktı. Oturduğu yerden, açıkta demirlemiş olan yatların güzelliğine, duru ve masmavi olan denizin de katkısının azımsanamayacağını düşündü. Denize girecek müşterilere ayrılmış olan kumsalda bulunan beyaz şezlongların, çoğunun dolu ve üzerlerinde, rengârenk havlularla serili olduğu dikkatini çekince, bu renklilikten de çok hoşlandığını itiraf etmek gerektiğine karar verdi. Üzerlerinde beyaz kısa kollu gömlekleri ile altlarına da giydikleri pantolonlarla aynı renkteki, siyah kravatlarını takmış olan, garsonlardan birinin, masasına gelerek ve siparişini alıp gitmesinin ardından, gözlerini yeniden kendine göre, var olan coşkuya doğru yöneltti.

Önüne bırakılan neskafesini yudumlamaya başlayıp bitirmek üzereyken, tam çaprazın da duran ve boş olan masaya oturmak üzere olan, başında beyaz şapkası ve diz kapaklarının üzerindeki lacivert renkli şortu ile ayağında bulunan terliği ile elinde tuttuğu lacivert beyaz havlusu dışında başka bir şey olmayan, adam dikkatini çekti. Adamın soğukkanlı davranışları ve kendinden emin yüz ifadesi, farkına vardığı, ilk özellikleriydi.

Masasının üzerinde duran çantasını ve poşetini alarak, masadan kalkıp odasına doğru yürümeye başladı. Odasına girdiğinde giysilerini değiştirip, ilk iş olarak havuz kenarına inecek daha sonra güneşlenecek, sonra da havuza girecekti. Aklında olan ilk konu ise kafasının sakinleşmesi idi. Bunun yolunun da yüzmekten geçtiğini biliyordu.


[1] Danza Mora: Çingenelerin parmağa takılan küçük ziller, bazen de def eşliğinde gizemli bir havada çıplak ayakla dans ettikleri, flamenko’nun hafif türünde yer alan şarkısız dans.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın karakterler üzerine kümesinde bulunan diğer yazıları...
Şans ve Dans (Sekizinci Bölüm)
Şans ve Dans (Altıncı Bölüm)
Şans ve Dans (Dokuzuncu Bölüm)
Şans ve Dans (Onbirinci Bölüm)
Şans ve Dans (İkinci Bölüm)
Şans ve Dans
Şans ve Dans (Üçüncü Bölüm)
Şans ve Dans (Onuncu Bölüm)
Şans ve Dans (Beşinci Bölüm)
Şans ve Dans (Dördüncü Bölüm)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Umudun Adı Var. [Öykü]
Yaşam Parkı [Öykü]
Telaşe Memurluğu Sınavı [Deneme]
Yaşım Tuttu. [Deneme]
Dikmek [Deneme]
Takılmak… [Deneme]
Boyumun Ölçüsünü Aldım. [Deneme]
Yazdım. [Deneme]
Oyunbozanız. [Deneme]
İspanyol’uma... [Deneme]


Oğuz Tepe kimdir?

. . . . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Oğuz Tepe, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.