Deney, herkesin hatalarına verdiği addır. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
I İri gövdeli ağaçların arasında kurulmuş olan hamakta, uzanmış olan ve elinde ki gitarın tellerine öylesine dokunmakta olan Nuri Bey gözlerini, ağaç dallarının ve yapraklarının arasından gelen güneş ışıklarından korunmak için, başındaki şapkasını gözlerine siper edecek biçimde düzeltti. Günün, akşamüzerine yakın olan saatlerinde, tembellik yapmak daha çok hoşuna gidiyordu. Tatilde olan her insan, tembellik yapardı. Hem de bu saatler, tembelliğin albenisinin olduğu zaman dilimleriydi. Uzandığı hamakta, tatilin tadını çıkartırken, yıllar sonra kendisini, bir bebeğin salıncakta sallanırken bulduğu zevk yumağının içinde hissetti. Gençlik yıllarında, büyüklerinden duyduğu bir söze, son on yıldır hak vermeye başlamıştı. Büyüklerinin söylediği; ‘‘Yaşlılık bir bakıma bebekliğe benzemektir.’’ Sözünü yeniden hatırlayınca, yüzünü sıcacık bir gülümseme kapladı. Yaşını seviyordu. Yaşını, hiçbir zaman kendi kendine dert etmiyor ayrıca da bu konuda yakınanlara da, fırsat tanımıyordu. Hayatı boyunca birlikte yaşlanacağını düşündüğü kadınlar, hayatına girip çıkmıştı. Bu kadınlar arasında, hayatına belli bir süre girmiş olan tek kadın vardı. O kadını da, yıllar geçtiği halde unutmamıştı. --- Ooo! Keyif yapmaya başlamışız bile. Diyerek yanına gelen Sibel, kumral saçlarının gözünün önüne gelmesini önlemek için, saçlarını toplama görevini verdiği, siyah renkte ki güneş gözlüğünü, saçlarının üzerinden alarak, saçlarının dağılması için başını iki yana doğru salladı. --- Merhaba Sibel. Görmüş olduğun gibi Ağustos böceğine yakıştırılan tembelliği, başarıyla, kendime de yakıştırmaya çalışıyorum. --- Çok güzel. Aynen öyle olmuş, çok ta yakışmış. --- Gül bakalım gül! Benim yaşıma geldiğin zaman sen de Ağustos böceğinin tembelliğine özenip, tembellik yapacaksın. Ben o günleri göremem ama şimdiden tahmin edebiliyorum. Dedikten sonra, uzandığı hamaktan inerek, önce Sibel ile tokalaşarak, yanaklarından öptü. Nuri Bey’le birlikte ayakta durduğu ağaçların arasında, Nuri Bey’in kullandığı hamak dışında, üç tane daha hamak kurulu ve boş halde duruyordu. Nuri Bey’in yüzüne gülerek: --- O zaman bende şimdiden Ağustos böceğinin tembelliğini kendime yakıştırmaya çalışayım. Dedikten sonra diğer boş hamaklardan birine oturarak uzanmaya başladı. Sibel’in uzanmış olduğu hamak, uzanmış olmasının verdiği hareketlilikle bir süre sallandıktan sonra, yavaş, yavaş durmaya başladı. --- Münevver Hanım’la Selim Bey, gelmemişler. Nerede kaldılar acaba? --- Bilmiyorum, birazdan gelirler sanırım. Diyerek yanıtlayan Nuri Bey’de, kalktığı hamağa yeniden uzanmadan önce, elindeki gitarını da, hamağın bağlı olduğu ağacın gövdesine dayadı. --- Nuri Bey, o insanları çok sevdim. Aralarında var olan uyumu fark ettiniz mi? --- Evet. Gerçekten birbirleri ile çok güzel bir uyum içerisindeler. Allah, aralarında ki uyumu bozmasın. Bak şu işe, iyi insan lafının üzerine gelirmiş, şuraya bak, kimler geliyor. Diyerek, el ele tutuşarak, kendilerine doğru gelmekte olan Münevver Hanımla, Selim Bey’i, ayakta karşılamak için yeniden uzanmış olduğu hamaktan inerek, ayağa kalktı. Nuri Bey’in gösterdiği yöne bakan Sibel’de, güleç yüzüyle, uzandığı hamaktan inerek ayağa kalkarak üstünü başını düzeltmeye başlamıştı. --- Merhabalar. Nasılsınız bakalım? Diyen Selim Bey, Nuri Bey’le Sibel’in bulunduğu yere ulaşmak için, yüksekçe bir tümsekten çıkarken, elini tuttuğu Münevver Hanım’a da, yardım ediyordu. Kocası Selim Bey’in yardımıyla gelmiş olan Münevver Hanım’da, gülümseyerek: --- Herkese selamlar, Nasılsınız? Derken, yorulmuş olduğunu hissederek, ağaçların altında duran boş sandalyelerden birine oturmadan, Nuri Bey’in elini sıktı. Sonra da Sibel’inde yanaklarından öperek sandalyeye oturdu. Selim Bey, Nuri Bey ile Sibel’in elini sıktıktan sonra, şöyle bir etrafına bakınırken, Nuri Bey: --- Şimdi Sibel ile birlikte kulağınızı çınlatıyorduk. Der demez, Selim Bey: --- Öyle mi? Ben de Hanıma, kulaklarım acaba neden çınlıyor diyordum. Bunu söyledikten sonra, Hanım da, bana dönüp aynı şekilde kendi kulaklarının da çınladığını söylemişti. Demek ki nedeni buymuş. --- Vallahi, benim kabahatim yok, Selim Bey. Nuri ağabeyi burada tembellik yaparken yakaladım ve ardından da ona özenerek tembellik yapmaya devam ettim. Anlayacağınız, ben masumum. --- Aman Sibel, canım benim. Selim ağabey’in de şaka yapıyor anlasana. Yoksa kulaklarının çınladığı filan yok. --- Selim Bey, buyurun sizi şöyle hamağa alayım. Münevver Hanım sizi de öbür hamağa alalım. Deyince, Münevver Hanım: --- Yok, yok Nuri Bey, sağ olun. Ben hamağa uzanmak istemiyorum. Siz rahatsız olmayın, uzanın. Selim’in de uzanacağını tahmin etmiyorum. Dediğinde, Selim Bey de, hanımını onaylarcasına: --- Evet, hanım haklısın. Siz keyfinize bakın. Ben şurada hanımın yanında duran boş sandalyeye otururum. Dedikten sonra hanımının yanında olan boş sandalyeye oturmak için hareket etti. --- Ben de uzanmayacağım. Sibel sen istiyorsan uzanabilirsin. Ne de olsa aramızda en genç kişi sensin. Uzan hamağa sallanarak eğlenmene bak. --- Uzanırım ağabey. Nasıl olsa acelemiz yok. Eee… Sizler nasılsınız bakalım? --- Ne olsun Sibelciğim. Akşam yemeğinden sonra odamıza çekilip, bir güzel uyuyarak, sabah erkenden kalktık. Kalktıktan sonra kahvaltımızı yapıp, deniz kenarında ki günlük yürüyüşümüzü gerçekleştirdik. Hani, dün akşam sana bahsetmiştim, üç yıldır sahil kasabasında yaşıyoruz, bu tür yürüyüşlerde, oradan kalma bir alışkanlık oldu diye. Daha sonra odamıza geldik. Selim yüzmeyi çok sever. Hemen üstünü başını değiştirerek, havlumuzu ve plaj çantamızı alarak kumsala indik, o denize girerken bende şezlonga uzanıp güneşlendim. --- Yıllar geçti, ama hanımı bir türlü denize alıştıramadım. --- Ne güzel, gününüz iyi geçmiş. Bende öğlene doğru uyandım. Buraya geleli bir hafta olacak neredeyse, tembelliğe çok çabuk alıştım. Geç uyandıktan sonra, kalkıp öğlen yemeğimi yiyerek, havuz kenarına gidip, önce güneşlendim ardından da havuza bir iki kere girip çıktım ve odama geri döndüm. Yok, duş almaktı, yok giyinmekti derken ancak hazırlanıp ta, sizden biraz önce buraya geldim. Diyen Sibel, daha sonra sessizliğe demir attı. Ağacın gövdesine dayadığı gitarını eline alıp, çimlerin üzerinde bağdaş kurarak oturan Nuri Bey, gitarını da kucağına yerleştirerek: --- Demek Münevver Hanımı yüzmeye alıştıramadınız, Selim Bey? --- Ne siz sormuş olun, ne de ben anlatmış olayım Nuri Bey, Ama hanım yüzmese de, ben onu bu haliyle de çok seviyorum. --- Aman Bey. Diyerek, biraz utanmış olduğunu belli eden Münevver Hanım, hasır çantasının içinde bulunan, yelpazesini çıkartıp açarak, yelpazeyi yüzüne doğru belli aralıklarla sallamaya başladı. --- Hanım, ne var ki bunda. Seni çok sevdiğimi sadece bu dostlara değil, elimde olsa, bütün dünyaya canlı yayın yaparak ilan ederdim. Dedikten sonra neşesi daha çok çoğalmaya başlayan Selim Bey’e gözlerini açarak ve özenerek bakmakta olan Sibel ile Nuri Bey kahkahalar atarak gülmeye başladılar. --- Nuri ağabey, gördün mü ne kadar sevimli insanlar. --- Görüyorum Sibel.” Dedikten sonra kendilerine yaklaşmakta olan, siyah güneş gözlüklü, omuzlarını açıkta bırakan, askılı turuncu renkli, tek parça elbisesi ile elinde taşıdığı çantasıyla birlikte yorgun olduğu gözlenen, Türkan’ı görür görmez, Nuri Bey’in içinde daha çok mutluluk yaşamaya başladı. Ağaçların altında duranlara iyice yaklaşan Türkan, bağdaş kurarak oturmakta olan Nuri Bey’in ayağa kalktığını fark edince, içinde olan heyecanını da birazcık yenerek rahatlamaya başladı. --- Herkese merhaba. Nuri Bey, nasılsınız? Dedikten sonra oturmakta olan Münevver Hanımın ve yanında ayakta duran Sibel’in ellerini sıktıktan sonra, sandalyede oturan Selim Bey’inde ayağa kalkmasıyla birlikte, güler yüzüyle kendisini karşılamasına, uzatmış olduğu eliyle tokalaşarak karşılık veren Türkan, ayakta olan Nuri Bey’le yanak yanağa öpüştü. --- Hoş geldiniz. Sizleri tanıştırayım, dostlar. Hanımefendi’ nin adı Türkan. Bak Türkan, sandalyede oturan Münevver Hanım, yanında ayakta duran, sevimli kızımızın adı da Sibel ve Münevver Hanımın yanında oturan Beyefendinin de adı Selim.” Demesinin ardından yanında duran Türkan: --- Memnun oldum. Dedi. --- Ben de memnun oldum. Diyen Sibel, beraber geldikleri minibüste en arkada oturan kızıl saçlı kadını gördüğünü anımsayarak: --- Buraya gelirken, aynı minibüste geldik, sizi oradan anımsadım. Aynı zamanda da, yanılmıyorsam aynı uçakta seyahat ettik. Diyerek, biraz çekingen davransa da, gülümseyen yüzündeki ifadeyle sözlerine devam ederek ve çekingenliğini unutmak istercesine: --- Ne güzel değil mi? Diyerek sözlerini tamamladı. --- Evet, sizleri görünce benim de aklıma gelen ilk şey o oldu. --- Nuri Bey’i tebrik etmek gerek, değil mi? Nuri bey, sanki bizi buraya gönderen seyahat acentesinin ya da bu otelin, gizli bir organizatörü gibi, burada bizi bir araya toplayıp, tanıştırarak, bir arada olmamızı sağladı. Kendisine bir kere daha teşekkür ederim. --- Haklısın hanımefendi. Nuri Bey’e soralım bakalım. Bizim bilmediğimiz, hanımefendinin de dediği gibi, gizli bir göreviniz varsa, lütfen açıklar mısınız? Dedikten sonra, en başta kendisi olmak üzere orada bulunan herkesin gülmesine neden oldu. --- Sevgili dostlar, yok öyle bir şey. Tamamen güzel bir rastlantı oldu. Bu tür rastlantılarla sık olmasa da zaman, zaman karşılaştığım için, açıkçası çok ta şaşırmadım. Ama sizlerin bu ortak yanınızın ortaya çıkmış olması da, beni daha çok mutlu etti. Ayrıca beni kırmayıp buraya geldiğiniz için de, çok sevindiğimi de, sizlere açıklamak istiyorum. --- Nuri Bey, gitar çaldığınızı bilmiyordum. Diyen Türkan gelirken, Nuri Bey’in elindeki gitarını, ağacın gövdesine yaslarken görmüştü. --- Nuri ağabeyim, çok güzel gitar çalıyor, geçenlerde kumsalda ve ay ışığı altında tek başına gitar çalarken, kendisiyle tanışmış olduğum için de, kendimi çok şanslı hissediyorum. --- Nuri Bey, hanım da, ben de gitar çaldığınızı, şimdi öğrendik. Sizi dinlemek bizim için ayrı bir anı olur, sizi dinlemek isteriz. --- Evet, Nuri Bey, Eşimin ve bizlerin hatırını kırmazsınız umarım. Diyen Münevver Hanım, elinde tuttuğu yelpazeyi kapatarak ve Türkan’a doğru bakarak: --- Türkan Hanım, ayakta kaldınız. Bey, hiç nezaket gösterisinde bulunmuyorsun. Kalk bakalım da, Türkan Hanım otursun. Deyince, aniden ortalığa gülüşme sesleri yayıldı. --- Teşekkür ederim, Münevver Hanım. Ben böyle iyiyim. Şuraya yere otururum. Selim Bey, siz de lütfen rahatsız olmayın.”Dedikten sonra, oturduğu sandalyeden kalkmaya hazırlanan Selim Bey’in, koluna hafifçe dokunarak, kalkmasını engelleyerek, onların oturdukları yerin hizasında, yere oturdu. Nuri Bey, yeni dostlarının hatırını kırmayıp, gitarını eline alarak, başını da gitarına doğru hafifçe eğerek, biraz da yan çevirerek kulağını gitarının tellerine dokunarak, kısa süren bir akort yaptı. Gitarının tellerinden parmaklarını uzaklaştırdığında: --- Sevgili dostlar, o zaman sizlere,çok sevdiğim Flâmenko[1]dan bir bölüm sunayım. Dedikten sonra, bir bebeği kucaklarcasına, kucakladığı gitarının telleri üzerinde parmaklarını gezdirerek, gitarını çalmaya başladı. Gitarının tellerinden çıkan melodinin sesleri, altında durdukları ağaçların dallarındaki kuş seslerine karışarak, o an için bir bütünlük oluşturarak, büyük bir orkestra şovuna dönüşmüştü. Nuri Bey’in gitar çalışını seyrederken, ayağı ile tempo tutmaya çalışan Münevver Hanım, bir yandan da eşi Selim Bey’in elini tutuyordu. Nuri Bey, gitar çalmaya başlamadan önce ayakta duran Sibel, boş olan hamağın birine uzanmıştı. Çimlerin üzerinde oturmaya devam eden Türkan’da, gitarı dinlerken, gözlerini denizin maviliğine daldırarak, çoktan başka dünyalara karışmıştı. Nuri Bey gitarın tellerinden parmaklarını çekerek gösteriyi bitirdikten kısa bir süre sonra, dinleyicilerinin, fazla ses çıkartmamaya özen göstererek kendisini alkışlarken, Nuri Bey’de gitarını sol elinde tutarak, sağ elini de sol göğüsün üzerine getirip, bir iki kere göğsüne hafifçe vurarak alkışlara yanıt verdi. --- Harikasınız Nuri ağabey. --- Gerçekten çok güzel, değil mi Hanım? --- Dediklerine katılmamak elde değil, bey. --- Çok güzeldi, Nuri Bey. --- Sağ olun, alkışlarınız için çok teşekkür ederim. Dedikten sonra sol elinde tuttuğu gitarını, aynı ağacın gövdesine yavaşça yaslarken: --- Dostlar, çok iyi bir dinleyici olduğunuzun farkında mısınız? --- Teşekkürler efendim. Diyen Türkan, çantasından yükselen telefon sesi üzerine “Pardon” diyerek, çalan cep telefonunu çantasından çıkararak, ayağa kalktı. Yeni tanışmış olduğu insanlardan, biraz uzaklaşarak, telefonunun ekranında yazılı olan isme baktıktan sonra, telefonu açıp açmamaktaki kısa süreli, kararsızlık geçirdikten sonra, cep telefonunu açtı. --- Hangi yüzle arıyorsun? --- Türkan! --- Türkan falan yok artık, senin hayatında. --- Türkan, dinle beni! --- Senin neyini dinleyecekmişim? Sen yeteri kadar dinlettin kendini. Esas sen beni, iyi dinle. Bir daha beni arayıp rahatsız etme. --- Türkan… Sanırım daha sinirlerin yatışmamış ve kızgınlığın geçmemiş. --- Hadi ya! Nasıl da anlayıverdin. Ne zeki şeysin, öyle. --- Kabahat bende ki, seni aramakla hata etmişim. --- Beni ara diye, ben mi dedim? Bir daha arama beni. Diyerek, sinirli bir şekilde cep telefonunu kapatan Türkan, ellerinin titrediğini fark etti. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Bulunduğu yerde, ellerini başının iki yanına koyarak, kendi etrafında dönmeye başladığı sırada, Türkan’ın bu hareketlerini gören Sibel, uzanmış olduğu hamağından endişeyle kalkarak, Türkan’ın yanına geldi. --- Türkan Hanım. İyi misiniz? --- İyi olmaya çalışıyorum, Sibel Hanım. Derken, Türkan Hanım’ın sesinin titrediğini fark eden Sibel, kendilerine doğru yaklaşmakta olan Nuri Bey’i görünce, Nuri Bey’e, Türkan’ın fark etmeyeceği şekilde eliyle, gelmemesi yönünde işaretler yaptı. Nuri Bey, Sibel’in yapmış olduğu el işaretlerini görünce, geriye dönerek Münevver Hanım ile Selim Bey’in yanına doğru yürümeye başladı. --- Türkan Hanım, isterseniz biraz kumsalda yürüyelim, bu sayede sakinleşmiş olursunuz. Diyen Sibel’in, söylediklerini duyan ama o an için sözlerine yanıt veremeyen Türkan, Sibel’le yan yana yürüyerek, kumsala kadar hiç konuşmadan gittiler. Kumsala geldiklerinde, boş olan şezlonglardan birine oturdular. --- Sibel, bazı zamanlar yaşamaktan nefret ediyorum. --- Anlayabiliyorum ancak, yaşamamız gerektiğini de unutmamak gerekiyor. --- Dayanamıyorum Sibel. Diyen Türkan, bir an sustuktan sonra, gözlerinden akmaya başlayacak olan gözyaşlarını inatla tutarak, yanaklarının, gözyaşları ile ıslanmasına engel oldu. --- Haydi ama! Türkan Hanım. Lütfen! Anlatıp rahatlamak isterseniz, çekinmeden anlatabilirsiniz. Diyerek sözlerini bitiren Sibel, Türkan Hanımın ellerini, iki avucu arasına aldı. Sibel’in avuçlarının sıcaklığını hisseden Türkan, Sibel’in yüzüne baktı. --- Aslında anlatılacak çok şey yok. Erkeklerin duyarsızlıkları ile ilgili olarak, tüm kadınların, yaşadığı anlardan birini eşimle yaşadım. Bir hafta önce, şiddetli bir şekilde kavga ettik. Evimizin salonunda kırılmadık cam eşya kalmadı. Oysa ben, kendisinden beni anlamasını istiyordum. O ise, anlamaktan çok uzaktı. --- Sizi anlamaya çalışıyorum. Ancak, eşinizi ve aranızda yaşanan şiddetli tartışmaya neden olan konu hakkında bilgim olmadığı için, fazla bir şey söyleyemem. Şurası da bir gerçek ki; yaşanılan evliliklerde, çeşitli nedenlerle zaman, zaman tartışmaların ve kavgaların olduğunu, etrafımda ki evli çiftlerde görüyorum. Tartışmanız veya kavganız sırasında, her neyse! Eşiniz size şiddet uygulamadı, değil mi? --- Hayır, Allah’tan öyle bir huyu yok. Kendisini tanıdığımdan bu yana ufak tefek tartışmalarımız olmuştu. Gel gelelim tartışmaların içine, düşündüğün şekilde şiddeti bulaştırmadı. Aslında çok özel bir konu değil. Geçen hafta eve geldiğinde neden geç geldiğini sordum ve bu sorumun devamında da gelişen üzücü olaylardı. --- Gördün mü bak! Şiddet uygulamamış olması da güzel. Ayrıca senin sormuş olduğun soruda gayet doğal. Evli olmadığım halde, kadın erkek ilişkilerindeki duyarsızlık konusunda, erkeklerin kadınlar kadar duyarlı olmadıklarına, ben de katılıyorum. Sizin anlayacağınız, sizin düşüncelerinin yanındayım. Bak bunları daha geniş zaman dilimine yayarak, sizinle konuşuruz. Şimdi bu konuyu unutmanızı istiyorum. Tamam, mı? Dedikten sonra avuçları arasında duran Türkan’ın ellerini bırakarak, oturduğu şezlongdan ayağa kalktı. Türkan, ayağa kalkmış olan Sibel’in, ne kadar iyi bir insan olduğunu anlamıştı. Sibel’in dediği gibi, bu konuyu daha geniş bir zaman dilimi içerisinde konuşabilirlerdi. Hem kendilerini bekleyen Münevver Hanım’a, Selim Bey’e ve özellikle de Nuri Bey’e karşı da ayıp olmuştu. --- Tamam, canım, teşekkür ederim. Dedikten sonra, kendisi de ayağa kalkarak, şezlongun üzerine bırakmış olduğu cep telefonunu aldı. Türkan ile Sibel, tekrar yan yana yürüyerek, arkadaşlarının olduğu yere yürümeye başladılar. Yanlarına geldiklerinde, çekinerek ve biraz da sıkılarak: --- Hepinizden özür dilerim. Dedikten sonra, boş olan hamaklardan birine oturdu. --- Türkan Hanım, özür dilenecek bir durum yok. Sadece biz sizi, öyle görünce, hepimiz üzüldük. --- Haklısın hanımefendi. --- Zor anlar yaşadığının farkındayım, Türkan. Ancak, şunu da bilmeni isterim ki, senin dostların olarak senin yanındayız. Diyen Nuri Bey Sibel’e dönerek: --- Sibel, sen mi tatlı ısmarlayacaktın, yoksa ben mi? Diyerek, kurnazca gülümsemeye başladı. Nuri Bey’in söylediklerini duyduktan sonra, bir an şaşkınlık yaşayan Sibel: --- Hay Allah, nasıl da unuttum. Evet, hanımlar beyler aranızda kim tatlı yemek istiyor? Söylesin bakalım. Ben şekerpareyi çok severim. Bunu baştan belirteyim. Derken, yaramazlık yapmaya başlayan çocukların yüzlerindeki, komik ifadeye benzer bir hale getirdiği yüzünü, Münevver Hanım ile Selim Bey’e doğru çevirdi. --- Şekerpareye ben de bayılırım. Yani, sizdenim Sibel Hanım. --- Tamam, Selim Bey de aynı görüşte mi? Diyen Sibel’in sorusu üzerine Selim Bey, bu soruyu kendisinin yanıtlaması gerektiğini düşünerek, Münevver Hanıma fırsat vermeden: --- Ben, şekerpareden daha çok revani tatlısına bayılırım. --- Güzel. Dedikten sonra Türkan’a doğru dönerek: --- Sizin tercihiniz nedir Türkan Hanım? Diyerek, Türkan Hanımdan gelecek olan yanıtı beklemeye başladı. Kısa bir bekleyişten sonra, Türkan Hanım: --- Ben de revaniden yana, tercihimi kullanacağım. Yani Selim Bey’in tercih ettiğinden. Dedikten sonra, yeniden gülümsemeye başladı. --- Tamam. Revaniler ve şekerpareler eşitlenmiş oldu. Bu eşitliği bozacak olan tek kişi kaldı. O da, Nuri ağabeyim. Dedikten sonra, Nuri Beyin gözlerinin içine bakarak: --- Ağabeyim ne istiyor acaba! Evet, Nuri ağabey sen hangi tatlıyı tercih ediyorsun? Diyerek, gözlerini Nuri Beyin gözlerinden kaçırarak, beklemeye başladı. Nuri Bey de yüzünü buruşturarak ve gözlerini kısarak: --- DT tatlısından istiyorum.” Dedikten sonra, Sibel’in yüzünde duran komikliği, kendi yüzüne ödünç almış gibi hissetti. --- Pardon, anlayamadım. Ne tatlısı? Dedikten sonra uzunca bir kahkaha attı. --- DT tatlısı. --- Nedir bu DT, anlayamadım, yoksa dalga mı geçiyorsun ağabey? Diyerek, kahkahasına ara veren Sibel’in, şaşkın haldeki bakışlarına gülümseyerek katılan diğer dostlarının da eklenmesiyle birlikte, bu duruma son vermek için, açıklama yapması gerektiğine karar verdi. --- Dostlar tatlısından istiyorum, Sibel. Sizden daha çok tatlı olan, başka bir tatlı çeşidi var mı? Deyip sözlerine devam ederek: --- Her şey bir yana, bende şekerpare istiyorum. Diyerek sözlerini tamamlayan Nuri Bey, kendisiyle birlikte gülmeye başlayan dostları ile birlikte olduğu için de, kendisini çok mutlu hissediyordu. Sibel’in tatlı siparişlerini almasından sonra Sibel’i, dostlarıyla beraber kalması için ikna eden Nuri Bey’in, otel binasına gittikten sonra, garsonun taşıdığı tepside ki, şekerpare ve revanilerle yanlarına gelmesi fazla uzun sürmedi. Garsonun servis yaptıktan sonra yanlarından ayrılmasının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra, Nuri Bey’in de yanlarına geldiğini gördüler. Nuri Bey’in yeniden aralarına katılmasıyla birlikte, neşe içerisinde tatlılarını yemeye başladıklarında, denizden esmeye başlayan rüzgâr da, ağaçların yapraklarını sallayarak, kendini belli etmeye başladı. II --- Günaydın Hanım. --- Günaydın, bey. --- Kalk bakalım, sabah oldu. --- Tamam, şimdi kalkarım. Dedikten sonra Münevver Hanım yatağın içinde gerinmeye başladı. Daha sonra yatağında doğrulup, karyolanın altındaki terliklerini giydi. Kendisinden önce kalkmış olan eşinin, giyindiğini gördüğünde: --- Hayrola, bugün, bayağı erkencisin, benim bilmediğim bir şey mi var? Diye, merakla sordu. --- Tatilimizin bitmesine iki gün kaldı. Dün Nuri Bey’le görüştüm. Bu sabah erkenden onunla plajda buluşacağım. Dedikten sonra elinde bulunan tarağıyla saçlarını geriye doğru taramayı bitirdikten sonra, aynanın karşısında son bir kez daha üstüne, başına çeki düzen verdi ve Münevver Hanım’a dönerek: --- Dün sana limonata almak için yanından ayrıldığımda, Nuri Bey’le karşılaştığımda kararlaştırmıştık, sana söylemeyi unuttum. --- Anladım Bey. Peki, ne zaman buluşacaksınız? --- Geç bile kaldım. Diyerek, ayakta duran eşinin yanaklarından öperek: --- Hanım, ben çıkıyorum. Seninle kahvaltı yaptığımız yerde görüşürüz. Dedikten sonra, odalarının kapısını açarak dışarıya çıktı. Eşinin acele içinde odadan çıkmasına şaşıran Münevver Hanım, eşinin arkasından: --- Tamam, Bey diyebildi. Odadan dışarıya çıkan Selim Bey, otelin havuzunun bulunduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Güneş, sabahın erken saatleri olmasına rağmen, kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Başında bulunan mavi renk siperli şapkası, gözünde takılı olan siyah renk güneş gözlüğü, üstünde bulunan renkli gömleği ve altındaki beyaz şortuyla, gençlik günlerine geri dönüş yaptığını hisseder gibi oldu. Havuza yaklaştığında, havuzda yüzen ve havuz kenarındaki şezlonglarda uzanıp güneşlenen birkaç kişiyi gördüğünde, kendisinin dışında, erkenden kalkan insanların da olduğunu fark etti. İnsanların tatilde bulundukları dönemde, erkenden kalkmalarını, tatilde geçirdikleri zamanı elden geldiğince iyi kullanmak istedikleri şeklinde yorumlayarak, havuzun kenarından ilerleyerek plajın bulunduğu yere doğru yürümeye devam etti. Zamanın, tatile çıkmadan önce çok yavaş işlediğini, ancak tatile çıkıldıktan sonra da, çok çabuk ilerlediğine, yıllar boyu bir türlü anlam veremediğini aklından geçirerek, her güzel şeyin sonu olduğunu da biliyordu. Tatil süresince eşiyle birlikte yeni dostlar edinmişlerdi, ama İstanbul’da bulunan çocuklarını, gelinini ve özellikle de, torunu Cem’i çok özlediklerini dün eşiyle birlikte aralarında konuşmuşlardı. İstanbul dışında yaşamış oldukları sahil kasabasına da olan özlemlerini de, dile getirmeyi unutmamışlardı. Kafasındaki bu düşünceleri, yeniden aklından geçirmiş olan Selim Bey, plaja yaklaşırken, arkasından seslenen Nuri Bey’in sesini duyduğunda, durup sesin geldiği arka yönüne döndüğünde: --- Günaydın Selim Bey. Diye seslenmiş olan Nuri Bey, üzerinde vazgeçilmezi olan beyaz tişörtünün altına giymiş olduğu siyah şortu ve başındaki beyaz şapkasıyla yanına yaklaşmış ve tokalaşmak için elini uzatmıştı. --- Nuri Bey Günaydın, ben sizi dün sözleştiğimiz yerde bulurum diye bekliyordum ama beni şaşırttınız. Dedikten sonra elini sıkmak için uzatmış olan Nuri Bey’in elini sıktıktan sonra Nuri Bey ile yan yana yürümeye başladılar. Nuri Bey: --- Haklısın Selim Bey, dün gece biraz uyuyamadım. Erkenden kalktım. Erken kalkmışken de, güneşin doğuşunu seyretmek istedim. O yüzden de bir an önce dışarıya çıkmak için acele ettim ve koyun diğer ucuna doğru yürüyerek, güneşin doğuşunu seyrettim. Dedi. --- Vallahi pes doğrusu, demek bu kadar erkencisiniz. Sizi tebrik ederim. En güzelini yapmışsınız. Keşke dün bana da söyleseydiniz bende güneşin doğuşuna tanıklık etmek için sizinle gelirdim. Dedikten sonra, yanında yürümekte olan Nuri Bey’in de kendisi gibi bir yandan yürürken diğer yandan da etrafı seyretmekte olduğunu fark etti. --- Ben, Münevver Hanımı yalnız bırakmazsınız diye düşündüğüm için, size teklifte bulunmadım. --- Hanım, bu konuda sorun çıkarmazdı. Neyse olan olmuş. Şimdi sizinle dün konuştuğumuzda, bana söylemek istediğiniz konuya geçelim, isterseniz. Derken, bir yandan da başında bulunan mavi renkte ki şapkasının siperliğinden tutarak başından çıkardı ve diğer eliyle de, saçlarını düzelttikten sonra, şapkasını yeniden başına taktı. --- Evet, esas konuya geçelim. Sizi de fazla merakta bırakmak istemiyorum. Aslında size bunu iki gün önce söylemem gerekiyordu. Fakat o an söyleyemedim. Nedenini de sormazsanız sevinirim. Selim Bey, eşinizi ve diğer dostlarımı bu süre içinde tanıdıktan sonra, bir olayı sizlerle birlikte kutlamak istiyorum. Benim Pazar günü doğum günüm. Doğum günlerimi genelde etrafımda bulunan dostlarımla geçirmeye özen göstermişimdir. Yıllardır böyle olmuştur. Ancak, yurt dışında olduğum zamanlardaki doğum günlerimde, tek başıma olmuşumdur. Hiç evlenmemiş birisiyim. Derken, sözünü kesen Selim Bey’e baktı. --- Siz konuyu açmış iken, bende onu öğrenmek istedim. Neden hiç evlenmediniz? --- O konu, uzun hikâye Selim Bey. Onu size başka bir gün anlatırım. Dedikten sonra ikisi de yürüyüşlerine ara verip durdular. --- Şimdi size anlatmaya çalıştığım konuda ki, yanıtınızı almak istiyorum. Pazar günü doğum günümü kutlamaya, eşinizle birlikte gelecek misiniz? --- Nuri Bey, biliyorsunuz Pazar günü sabahtan otelden çıkış yapmamız gerekiyor. Aynı gün içinde de İstanbul’a uçakla geri döneceğiz. Keşke bunu iki gün önce söyleseydiniz. Diyerek, sözlerine bir süre ara vermiş olan Selim Bey: --- O zaman, bir formül düşünüp, doğum gününüze eşimle birlikte katılabilirdik. Dedi. --- Doğru hata bende Selim Bey. Size onu söylemeyi unuttum. Otel konusunda aklınızda bir soru işareti kalmasın. Otelin Genel Müdürü çok samimi dostumdur. Bir gün daha sizi idare edebilir. Bu konuda emin olabilirsiniz. --- Otel tamam diyelim ama ya, uçak biletlerimiz ne olacak? Dedikten sonra yüzüne baktığı, Nuri Bey’in yüzünden gülümsemesini eksik etmediğini görünce, biraz şaşırdı. Selim Bey’in şaşırdığını fark eden Nuri Bey: --- O konuda da, içiniz rahat olsun. Kabul buyurursanız, İstanbul’a dönüşünüz konusundaki, tüm seyahat giderlerinizi, ben karşılamak istiyorum. Bu nedenle de bir gün sonrasına dört kişilik rezervasyon da yaptırdım. Rezervasyonun gerçekleşmesi için, sizin ve Sibel ile Türkan Hanımın da olurlarınızı bekliyorum. Bu konuda beni kırmazsanız, çok mutlu olurum. Diyen ve karşısında duran Nuri Bey’e, vereceği olumlu yanıt verirse, onu çok mutlu edeceğini hissettiğini düşünen Selim Bey, başını denize doğru çevirdi. Aslında fena öneri değildi. En azından burada tanışmış olduğu Nuri Bey’in dostluğundan da eşi ve kendisi de çok memnundu. Dostlukların kolay kazanılmadığını biliyordu. Evlendikleri günden itibaren, karar almaları gerektiğine inandığı her konuda, Münevver Hanımla ortak hareket ederek, ortak kararlar almışlardı. Bu konuda da, kararı ortak almaları gerektiğine inancı tamdı. Bu nedenle: --- Nuri Bey, öncelikle teklifiniz için size çok teşekkür ederim. Sizle burada tanıştık. Açıkçası şu anda ne yanıt vereceğimi tam olarak, bilemiyorum. Öneriniz için şaşırmadım dersem, yalan olur. Sizin gibi, tek başına yaşayan biri olsaydım, size vereceğim yanıtım da çoktan belli olurdu. Ama bildiğiniz gibi ben evliyim. Kısacası eşimle konuştuktan sonra, onun da düşüncelerini alarak, size yanıt vermek istiyorum. Dedikten sonra konuşmasına başlamadan önce Nuri Bey’e doğru çevirmiş olduğunu başını, bir an yere doğru çevirdi. --- Anlıyorum Selim Bey, benim için anlamı çok büyük olacak olan, olumlu kararınızı bekleyeceğim. Bana akşama kadar haber verirseniz çok memnun olurum. Bu arada Sibel ile Türkan’a da dün akşam, size yapmış olduğum bu konuyu, açıklamıştım. Bugün onların da yanıtlarını bekliyorum. Umarım sizi üzecek şekilde, her hangi bir açıklama yapmamışımdır. Bu konuda içimin rahat olmasını istiyorum. Dedikten sonra, başını yerden kaldırmış olan ve konuşması sırasında, sürekli gözlerine bakan Selim Bey’in, söyleyeceklerini merak etmeye başladı. --- Nuri Bey, o konuda sorun yok. Kesinlikle bu açıklamanızla beni ve eşimi üzecek her hangi bir davranışta bulunmadınız. Bundan emin olabilirsiniz. Bu nedenle içiniz rahat olsun, ama az önce dediğim gibi size yanıtımızı akşama kadar iletiriz, merak etmeyin. Diyerek, gülümsedi. --- Sağ olun Selim Bey. Bu söyledikleriniz, inanın beni çok mutlu etti. Bundan hareketle de akşama sizden de olumlu yanıt alacağımı şimdiden hisseder gibiyim. Dedi ve ancak çocukların yüzünde görebileceğimiz saflık dolu, tertemiz ifadeyi, kendi yüzünde de hisseder gibi oldu. --- Gelin o zaman, size bir meyve suyu ısmarlayayım. Ne dersiniz? --- Sizde sağ olun Nuri Bey. Meyve suyu teklifiniz için de, size çok teşekkür ederim. Ama daha kahvaltı yapmadım. Eşimle kahvaltıda buluşacağımıza söz verdim. Kendinizi yorgun hissetmiyorsanız, biraz yürüdükten sonra geri dönelim. --- Tamam, Selim Bey. Yorgun değilim. Bu konuda rahat olun. O zaman yürüyüşümüze başlayalım. Böylelikle sizde, kahvaltıya yetişmiş olursunuz. Dedikten sonra, yürümeye kaldıkları yerden devam ettiler. İlk tanışmış oldukları kayalıklara kadar yürüyüp geri gelene kadar, birbirlerini yıllardır tanıyorlarmış gibi, her ikisi de kendi durumlarını akıllarından geçirip durdular. Nuri Bey, denize bakarken, denizin; Üzerindeki mavi şeffaf giysisini çıkartmadan, kıyıda duran şuh ve güzel bir kadına kur yapan erkekler gibi, kıyıdaki yeşil yapraklı ağaçların da, kendisine kur yaptıklarını düşündüğünü, düşündü. Aklından bir yandan bunları geçirirken, diğer yandan da yan yana yürüdüğü Selim Bey ve eşinin, iyi birer insan olduklarına içinde kuşku taşımadan, bir kez daha karar verdi. Selim Bey’de, Nuri Bey’in Pazar günkü doğum gününde, orada olmak istediğini hissetmeye başlıyordu. Uzun zamandır etrafında bulunan insanların doğum günlerine katılamamıştı. Çocuklarını ve gelini bir yana bıraktığın da, torunu Cem’in bile bu yılki doğum gününe, gidememişti o zamanlar içinde yaşamış olduğu burukluğu, halen taşıyordu. İki adam bu düşüncelerle yürümekte oldukları kayalıklara varmışlar, orada bir süre kaldıktan sonra da, geri dönmek için yola çıkmışlardı. Kumsala geldiklerin de, Selim Bey elini uzatıp, Nuri Bey’e: --- İzninizle, yürüyüş için çok teşekkür ederim. Görüşürüz. Dedikten sonra elini sıkmış olan Nuri Bey’in: --- Tamam, Selim Bey. Görüşürüz. Demesinin ardından Nuri Bey’in yanından ayrılarak, kendisini kahvaltı için beklemekte olan eşini bekletmemek için, kahvaltı verilen yere doğru yürümeye başladı. Nuri Bey’le buluşmak için geçmiş olduğu havuzun kenarında güneşlenen ve havuzda yüzen insanların çokluğuna hayretle bakarak, her iki yanında çiçekler bulunan yolu geçerek, eşinin bulunduğu yere doğru adımlarını hızlandırmaya başladı. --- Umarım çok bekletmedim. Dedikten sonra kahvaltı masasında oturan eşinin omuzlarından her iki eli ile tutarak, yanağından öpmeyi de unutmadı. --- Geldin demek! Dedikten sonra, aniden arkasından gelerek eşinin, önce ellerini sonra sesini ve daha sonra da yanağında son bulan öpücüğü karşısında şaşkına dönmüş olan Münevver Hanım, üzerinde bir anlık karmaşa yaratan ve şaşkınlığa dönüşen tatlı heyecanını attıktan sonra, oturduğu sandalyede, hafifçe doğruldu. Selim Bey: --- Benim arkandan geleceğimi tahmin etmiyordun değil mi? Dedikten sonra masada eşinin karşısına oturdu. Selim Bey masanın gölgede, kalmasını sağlayan şemsiye sayesinde başında taktığı mavi renk şapkasını çıkartarak, masanın boş olan köşesine bıraktı. --- Vallahi bey, bir şey demiyorum. Ama bu tür davranışlarını yıllardır sergilediğin halde, neden halen buna alışamadığıma şaşırıp duruyorum. Dedikten sonra kollarını dayadığı masanın üzerinde de, ellerini çenesinin altında birleştirdi. --- Hanım, alışamadım diyorsun. Alışkanlık bazen iyidir, bazen de kötü. Diyerek, eşinin kendisi için de almış olduğu kahvaltı tabağının içindeki kahvaltılıklara göz gezdirdikten sonra, masalara servis yapan garsonlardan birini yanına çağırarak, iki fincan çay istedi. --- Çok acıktım. --- Açıkçası bende çok acıktım ama sen gelmeden kahvaltıya başlamadım. Bak, yıllardır alıştığım bir şey de, sensiz masada bir şey yememek oldu. Dedikten sonra, masanın üzerinde dayamış olduğu kollarını masadan çekerek, sırtını oturduğu sandalyeye dayadı. Böylece masadan biraz uzaklaşmış oldu. Çayların siparişini alan garson, ellerindeki çaylarla yanlarına gelerek, servisini yaparak yanlarından ayrıldıktan sonra: --- Çaylarımız da geldiğine göre, kahvaltımıza başlayalım. --- Başlayalım Bey. Diyen Münevver Hanım, tabağındaki kahvaltılıkları, büyük bir istekle yemeye başlayan eşine, eşlik etmeye çalışırken, bir yandan da eşinin yüzüne doğru bakarak, eşinin esmer olan teninin, burada bulundukları süre içerisinde, biraz daha koyulaşmış olduğunu fark etti. Eşini her haliyle seviyordu. Eşi kadar bronzlaşmış bir tene sahip olmasa da, kendisi de bayağı bronzlaşmıştı. Kahvaltılarını bitirdikten sonra, birer fincan daha keyif çaylarını da içmeye başladıkların da Selim Bey: --- Sana bir şey söylemek istiyorum. Derken, elindeki fincanı masaya bıraktı. --- Hayırdır bey, buyur seni dinliyorum. --- Nuri Bey’le buluşup, kumsalda yürüyüş yaptık. --- Biliyorum, hatta kendisi nasıl diye de az önce sana sormuştum. Sende kendisinin iyi olduğunu söylemiştin. --- Biliyorum Hanım konuştuklarımızı unutmadım. Şimdi beni biraz dinlemeni istiyorum. Nuri Bey’le buluşarak yaptığımız yürüyüş sırasında, Nuri Bey bana önümüzdeki pazar günü, doğum gününün olduğunu söyledi. --- Öylemi! Ne güzel. --- Evet, bence de güzel, güzel de, doğum gününde bizim de orada bulunmamızı istedi. --- Bey biliyorsun! Derken, eşinin sağ elinin kendisini beklemesi yönündeki işaretiyle birlikte, sözlerine devam etmeyen Münevver Hanım, eşinin sözlerini tamamlamasını bekledi. --- Hanım, neler diyeceğini biliyorum. Diyeceklerinin aynısını ben de, Nuri Bey’in kendisine söyledim. Nuri Bey ise, o konularda hiçbir sıkıntı yaşamayacağımızı ifade etti. Hatta… Dediği sırada, konuşmasını aniden yarıda keserek, bir an gözlerini masaya doğru dalgın bakışlarla bakmaya başlayan eşinin, sözlerine devam etmesi için meraklı ve azıcıkta telaşlı bir ses tonuyla: --- Hatta… Diyerek, eşine seslenen Münevver Hanım, eşinin ne demek istediğini de, iyiden iyiye merak etmeye başladı. --- Nuri Bey, otelde pazar günü de kalabileceğimizi, otelin Genel Müdürünün kendisinin tanıdığı olduğunu, bunu ayarlayabileceğini ve uçak biletlerimizin giderlerini de, kendisinin karşılayacağını söyledi. Ayrıca, ertesi gün için de, uçak biletlerimiz için rezervasyon yaptırdığını ve bizden de bu akşama kadar yanıt beklediğini de söyledi. --- Sen ne yanıt verdin? Bey! --- Herhangi bir şekilde olumlu ya da olumsuz yanıt vermedim Hanım. Biliyorsun ki, biz evlenmek için karar aldığımız günden beri, ikimizi ilgilendiren ortak konularda, hep ortak kararlar aldık. Bu konuda da ortak bir karar almamız gerektiğine inandığım için, birlikte karar vererek, kararımızı kendisine bildirmek istedim. Münevver Hanım, gülümseyerek ve sevgi dolu bir ifadeyle: --- Bey, senin bu huyuna oldum olası hayranım. Peki, sen ne düşünüyorsun? --- Hanım, aslında Nuri Bey’i sen de, bende burada tanıdık. --- Evet. --- Geçenlerde seninle konuştuğumuzda, onun iyi bir insan olduğu konusunda, seninle aynı kanıya varmıştık. --- Evet. --- Ayrıca o konuşması ile ilgili olarak, istemeyerek de olsa, benim gönlümü kırıp kırmadığını da merak ederek, kendisinin de rahat olması için, benden yanıt bekledi. Çok düşünceli bir insan olduğunda sanırım sende bende aynı görüşteyiz. --- Öylemi? Açıkçası şaşırmadım. Çünkü görüşümüzün doğrulandığını görmüş oldum. --- Ha bir gün önce gitmişiz, ha bir gün sonra. Bizim tatilimizin süresi ile ilgili herhangi bir çekincemiz yok. Bu nedenle ben bir gün daha kalarak, Nuri Bey’in doğum gününe, katılalım derim. Şunu da bilmeni isterim ki, bir bakıma da o gün için sabırsızlanıyorum. --- Sabırsız olmana şaşırmadım ki. Dedikten sonra gülmeye başlayan Münevver Hanım, eşinin evlilikleri süresince almış olduğu kararlarda, mantıklı davrandığını bilerek, eşinin bu konuda ki düşüncelerine katılıyor olmasının da ipuçlarını da, bu şekilde vermeye başladı. --- Evet, sen ne diyorsun? Kal dersen kalırız. Gidelim dersen pazar sabahı çıkışımızı yapıp gideriz. Dedikten sonra eşinin bu konuda olumlu yanıt verebileceğini tahmin eden olan Selim Bey, tahmin ettiği yanıtın doğruluğunu eşinin vereceği yanıtla, kendi gönlündeki kararı onaylaması için, içten içe sabırsızlanmaya başlamıştı. --- Bey, sana hayran olduğumu söylemiştim. Tamam, sen öyle diyorsan, öyle olsun. Dediğin gibi tatilimizin bitmesi için acelemiz yok. Ha bir gün önce gitmişiz ha bir gün sonra. --- Zaten böyle diyeceğini tahmin etmiştim. Hatta biliyordum da diyebilirim. Diyerek gülen Selim Bey, masanın üzerinde duran eşinin ellerini tutarak, onu çok sevdiğini söyleyerek, bunun için bir kez daha sessizce, tanrıya dua etmeye başladı. III Odasının penceresindeki tül perdeyi aralayarak dışarıya bakan Sibel, tül perdeyi kapatarak, dağınık yatağının üzerine sırt üstü uzandı. Sağ omzunda toplanmış olan saçlarından bir tutamını tutarak aynı zamanda da, sağ parmağına dolayıp, dolayıp bırakarak, gözleri tavana dikil halde durmaya devam etti. Dün akşam yemekte, Selim Bey ile Münevver Hanımın, masadan kalkarak erkenden yatmaya gittiklerinde, Türkan Hanım ve Nuri Bey’le baş başa kaldıklarında, Nuri Bey’in Türkan Hanım ile kendisine söylediklerini düşünüyordu. Nuri Bey’i gördüğü andan itibaren kanı ısınmıştı. Bunu inkâr edemeyeceğini biliyordu. Ancak, Nuri Bey’in doğum günü için bir gün daha tatilini uzatmak için karar vermekte zorlandığı gerçeği de, kendini sıkıntıya sokuyordu. Gerçi bu konuda ailesine bir açıklama yapmakta zorlanmayacağını biliyordu. Ancak, iş yerine nasıl bir açıklama yapması gerektiğine karar verememiş olması ise canını sıkıyordu. Bunları düşünürken, iş yerini ve iş yerindeki arkadaşlarını ne kadar çok sevdiği aklına geldi. Çalıştığı süre içerisinde, iş arkadaşlarını bazen nasıl idare ettiği günleri de hatırlayarak, biraz da olsa rahatladı. Bu zamana kadar da onlardan kendisini idare etmeleri konusunda herhangi bir isteği olmamıştı da bunların vereceği kararda olumlu şeyler olacağını düşündü. Fakat patronunun bu konuda nasıl bir yaklaşım da bulunabileceğini az çok tahmin ediyordu. “On beş gün yetmedi mi.” “Zaten yeteri kadar tatiller var.” Tarzında sözleler ile karşılaşırsa, nasıl bir tavır koyabileceğini tahmin edemiyordu. Diğer yandan da ‘‘Bir gün gecikmeden ne çıkar ki’’ diyerek mırıldanıverdi. Sağ elinin parmaklarıyla oynadığı saçlarıyla, oynamayı bırakarak, uzandığı yataktan doğrularak ayağa kalktı. Üzerine bir şeyler giyip dışarı çıkarak, bir an önce kararını vererek, ona göre de, gerekli olan görüşmeleri, bir an önce yapması gerekecekti. Üzerine tek parça olan pembe renkli elbisesini giyerek, çantasını da alıp odasından dışarıya çıktı. Dışarı çıktığında az önce pembe renkli elbiseyi giymeye karar verdiği gibi kafasını akşamdan beri kurcalamakta olan konu hakkında da karar verebilmeyi ne kadar çok istediğinin farkına vararak, otelin deniz tarafında olmayan, ön tarafındaki ağaçların arasındaki masalardan birine oturmak için o yöne doğru yöneldi. Önünde bulunan hafif yokuşu çıkmaya başlarken, ‘’Sibel ne kadar kararsızsın kızım ya.’’ Diye kendi kendine mırıldanıp duruyordu. Bu huyunu da hiç sevmediğini biliyordu. Bu halde olmasına neden olan etkenin, ne olduğunu yıllar yılı kendine, yanıt veremediğine de üzülüyordu. ‘Keşke karar vermek zorunluluğu olmayan bir dünyada yaşıyor olabilseydim’ diyerek, hayatındaki kararlarla ilgili anlarına olan kızgınlığını da, yıllardır içinde hissettiği gibi hissetmeye devam edip durdu. Çıkmakta olduğu hafif yokuşun bitiminde önüne çıkan, otele özel arabalarıyla gelen, otel müşterilerinin arabalarına ayrılmış olan, otoparkın yanında bulunan dar yola doğru yürümeye devam etti. Otoparkın yanından geçerken, otoparkta bulunan arabaların modellerinin ve renklerinin farklı olduğunu görünce, ‘İyi ki araba alma konusuyla karşı karşıya gelmedim. Gelmeyi de şimdilik çok istemem.’ Diye, tekrar kendi kendine söylenerek, girmiş olduğu dar yolun bitiminde önüne çıkan merdivenin az sayıdaki basamaklarını çıkmaya başladı. Merdiven bittiğinde, altı yedi tane ağacın bulunduğu ve her ağacın altında duran, uzun tahta oturaklara sahip masanın birine yaklaşıp, çantasını masanın üzerine bırakarak oturdu. Kendisinden başka kimsenin olmadığını fark ettiğinde, ‘Herkes senin gibi kararsızın teki değil ki, kızım.’ Diye yine söylenmeye başladıktan sonra, esmekte olan hafif rüzgârın sesine karışan, ağaçların dallarındaki kuş seslerini duyunca, gülümseyerek durdu. Bir süre kafasında hiçbir şey düşünmeden o şekilde kalarak, kuşların ve rüzgârın sesini dinlemeye devam etti. Artık bir karar vermesi gerektiğine inandı. Önce iş yerini arayarak, iş yeri ile görüştükten sonra, görüşmenin sonucuna göre de gerekirse annesini aramasının daha doğru olacağını düşündü. Tahta masanın üzerinde duran çantasından, cep telefonunu çıkartarak, cep telefonundan iş yerinin telefon numarasını çevirip, karşı taraftan sesin gelmesini beklerken: --- Efendim. Diyen kadının sesini duyduğu anda bir an olsun içinin rahatlamış olduğunu düşündü. Çünkü telefonuna yanıt veren kişi, Süreyya ablasıydı. Süreyya ablası, iş yerindeki iş arkadaşları arasında kendisini en iyi anlayan birisiydi. --- Merhaba Süreyya abla, ben Sibel, nasılsın? --- A! Sibelciğim, çok iyiyim canım. Sen nasılsın? Asıl haberler sende, tatil kuşu! Diyen Süreyya ablasının, kahkahasını duyduğu anda: --- Ablacığım, çok iyiyim. Tatilim de çok iyi geçiyor. Sayılı günler, hemen de geçiyor. --- Tatil böyledir. Bir an önce başlamasını istersin, nasıl bittiğini de anlamazsın. --- Haklısın ablacım. Süreyya ablacığım, sana söylemek istediğim bir durum var. --- Neymiş o durum? --- Çok detayını geldiğimde anlatırım. Cemil Bey oradaysa, onunla görüşüp, Pazartesi günü öğlene kadar izin verebilir mi? Diye kendisine soracaktım. --- Hayırdır canım. Umarım kötü bir şey yoktur. İyi olduğunu belirttin ama yine de merak ettim. Neden Pazartesi günü öğlende geleceksin? --- Ablacığım, gerçekten bunu sonra anlatırım. --- Vallahi canım. Cemil bey iş yerinde değil. Geldiğinde kendisine aradığını söylerim. Kendisi bir iki saate kadar gelir. İstersen, sende o zaman bir daha ararsın. --- Hım! Anladığım ablacım. Ablacım, sana bir şey diyeceğim. Beni pazartesi öğlene kadar idare edebilir misin? --- Canım, düşündüğün şeye bak. Seni idare etmeyeceğim de sokaktan geçen birisini mi, idare edeceğim. İdare ederim. Sen merak etme. Bir daha arayıp, Cemil Bey’le konuşursan benim, seni idare edeceğimi söyle. --- Ablacım canımsın, canım. Çok sağ ol. Tamam, o zaman ben bir saat sonra ararım. Görüşürüz ablacım kendine iyi bak. --- Tamam, canım sende kendine iyi bak. Haydi, görüşürüz, yanaklarından öperim. --- Tamam, ablacım ben de seni öpüyorum, görüşürüz. Dedikten sonra cep telefonunu kapatarak görüşmesini tamamladı. Dün geceden bu yana olan sıkıntının, birdenbire hafiflediğini hissetti. Patronu ile yapacağı telefon görüşmesinden sonra da, tamamen ortadan kalkmasını diledi. Cep telefonunu çantasına koyduktan sonra, oturduğu yerden kalkarak, aç olduğunu hissettiği karnını doyurmak için, bir şeyler yiyebileceği bir yere doğru gitmeye karar verdi. IV --- Anladım anneciğim. Hepinizin iyi olmasına çok sevindim. --- Sen merak etme kızım. Sen nasıl oldun bu arada? --- Bende iyi sayılırım anne, sağ ol. Aylin’i çok özledim. Az önce telefonda sesini duyduğumda ağlamamak için kendimi zor tuttum. --- Anlıyorum kızım, hepsi geçecek. Bütün kötü günlerin ardında kesinlikle, iyi günlerin saklandığını sakın unutma. --- Bulutlu havalarda yıldızlar ve ayın saklandığı gibi değil mi anneciğim? Canımsınız benim. --- Sende bizim canımızsın. Bak babanda çok selam söylüyor. --- Sende babama selamlarımı ilet anneciğim. Haydi, hepinizi öpüyorum. Görüşürüz anneciğim, kendinize iyi bakın. --- Tamam kızım. Sen de kendine iyi bak. Bizde seni öpüyoruz, görüşürüz canım kızım. Diyen annesinin sözlerinden sonra cep telefonunu kapatan Türkan Hanım, kızıyla görüşürken tutmaya çalıştığı gözyaşlarının yanaklarından süzülmesine engel olamayıp, hıçkıra, hıçkıra ağlamaya başlarken, sırt üstü uzandığı yatağında, yüzüstü dönerek ağlamaya devam ederken, yastığı gözlerinden akan gözyaşlarıyla ıslanmaya başlamıştı. Kızını çok özlemişti. Bir an önce kızına kavuşmak istiyordu. Kızından ayrı kalmasına neden olan olayların çıkmasında, kendi payının ne kadar olduğunu da, artık çok fazla düşünmek istemediğini anlamıştı. Gözlerinden akan yaşlar, gözlerine çektiği rimelin de akmasına neden olduğunu, ellerindeki rimel izlerini görünce anladı. Elleriyle gözlerini iyice sildikten sonra, ayağa kalktı. Ayağa kalkar kalkmaz banyoya yöneldi. Banyodaki lavabonun musluğunu açarak, yüzünü iyice yıkadı. Yüzünü kurulamak için, havluyu alarak yüzüne kapattığı sırada, az önce yatağın üzerine bırakmış olduğu cep telefonunun sesi ile irkildi. Annesiyle az önce görüşmüştü. ‘Arayan kim olabilir?’ diye aklından geçirerek, elindeki havluyu banyo dolabının tezgâhının üzerinde bırakarak, banyodan dışarıya çıktı. Yatağın kenarına gelerek, cep telefonunu eline aldığında, arayanın Hakan olduğunu görünce, iyice sinirlenmeye başladığını anlayarak bir yandan da ‘Allah'ın cezası! Yine ne istiyor, niye arıyor.’ diyerek söylenerek, çalan cep telefonunu açtı. --- Türkan! --- Ben sana, beni arama demedim mi? --- Türkan, kapatmadan dinle. --- Neyi dinleyeceğim. Senin yalanlarını mı? O gün de söylemiş olduğun gibi mi? ‘Ben geç geleceğim, beni beklemeyin’. Diye söylediğin iğrenç yalanının ardından, seni o kadınla gören gözlerime inanıyorum. Senin pis yalanlarına değil. --- Biliyorum. Her şey için özür dilerim. --- Ne özrü? Özür dilemekle olsaydı… Neyse ya! Artık arama beni dedim sana. --- Kızımızı ve seni çok özledim, inan ki pişmanım. Keşke bunun daha kolay açıklaması olsaydı. --- Kızımız diye bir şey yok artık. Lanet olası herif! Artık kızımız diye bir şey yok. --- Türkan, sen neler söylüyorsun? Ben pazar günü gelmeni bekliyorum. Bir an önce seninle barışmak istiyorum. --- Gelmiyorum… Gelmeyeceğim de… Sen ömrünün sonuna kadar bekle, dur. --- Türkan! --- Ne Türkan’ı be! Artık sana mı soracağım, ne zaman gelip gelmeyeceği mi. Sen en büyük hatayı yaptın. --- Türkan, ben pazar günü seni bekliyorum. Seninle görüşmek ve kızımızı da görmek istiyorum. --- Hala pazar diyorsun, hala, kızımız diyorsun, sen bekle ama bil ki, boşu boşuna bekleyeceksin. Lanet şey! Dedikten sonra elindeki cep telefonunu kapatarak, yerdeki halının üzerine fırlatırken, düzeldiğini sandığı sinirlerinin yeniden bozulmaya başlamış olduğunu anlayarak, ‘Lanet olasıca. Yok, kızımızmış, yok Pazar bekliyormuş.’ Diye yüksek sesle kendi kendine konuşmaya başladı. Daha sonra makyaj masasının altındaki puf’u çekerek aynanın karşısına oturdu. İki dirseğini makyaj masasına dayayıp, ellerinin arasına başını alarak, dinmiş olan gözyaşlarının yeniden yanaklarının ıslanmasına izin vererek, ağlamaya başladı. Bir yandan ağlarken diğer yandan da başını tutan ellerinin, titremeye başladığını fark edince, bir süre o şekilde durarak ağlamasını sürdürdü. Gözlerinden akan gözyaşlarının, azaldığının farkına vararak, gözlerinin kenarında kalan gözyaşlarını da iki eliyle sildi. Berbat bir durumdaydı. Tekrar banyoya giderek, bir kez daha yüzünü yıkadı. Odaya dönerek makyaj masasının önünde durarak, aynada yüzüne bakınca, içinden toparlanması gerektiğini anladı. Sakinleşmenin en güzel yollarından birinin de, dışarıya çıkmak olduğunu biliyordu. Makyaj masasının üzerinde bulunan çantasının içinden mendilini çıkartıp yüzünü, gözünü iyice temizledikten sonra, iki eliyle saçlarını ensesinde topuz şeklinde bağlayarak topladı. Oturduğu yerden kalkarak, kırmızı renkli ve tek parça olan elbisesini üzerine geçirip, çantasıyla, cep telefonunu aldıktan sonra, oda kapısının anahtar deliğinde bulunan anahtarı eline alarak, kapıyı açıp dışarı çıktı. Dışarı çıktığında günün, akşam saatlerine dönmüş olduğunu, Gökyüzündeki birkaç bulutun, batmak üzere olan güneş nedeniyle, kızıl renge büründüğünü gördü. Yaz mevsiminin akşam saatlerine doğru, doğada ki sessizliğin farkına varması geç olmadı. Bütün gün güneşin sıcaklığından etkilenmiş olan ağaçların, otların, kuşların ve insanların dinlenmek için bir mola vermiş olduğu bu saatleri, yıllar boyunca yaşadığını ve bundan çok hoşlandığını yeniden anımsadı. Otelin giriş yolu çevresindeki çimenlik alana doğru gitmeye karar verdiği anda, bir an fikrini değiştirerek, deniz kenarına inmeye başladı. Havuzun yanına ulaşması çok sürmedi. Havuzun içinde ve kenarında hiç kimsenin olmadığını gördü. Havuzun ışıkları da, havanın daha tamamen kararmamış olmasına rağmen yanıyordu. Havuzu geçtikten sonra, akşam yemeği için, restorana doğru yürüyen insanları seyretti. Eşleri ile birlikte kol kola girerek, yürüyenler olduğu gibi tek başlarına yürüyen insanlar da vardı. Deniz kenarına ulaşarak denize baktığında, denize girmiş olan bir çift dışında denizde başkalarının olmadığını gördü. Kıyıdaki koyda demirlemiş olan yatların birkaç tanesine doğru yol olmakta olan botların çıkardığı sesler dışında, sessizliği hafifçe bozan ise denizin kıyıya vuran cılız dalgalarının sesi, ilgisini çekmeyi başardı. Ayağında bulunan terliklerini eline alarak, denize ayaklarını sokmak için kıyıda bulunan ıslak kumlara doğru ilerledi. Ayak parmaklarının arasına girip okşayan dalgalara ulaştığında, içinde ki sinirinin biraz olsun yok olmaya başladığını hissetti. Kıyıya vuran dalgaların, ayak bileklerini de, ıslatacak şekilde yürümeye başladı. Denizin içinde duran irili ufaklı taşları fark etti. Taşları görünce de, bu sefer ıslak kumların bitiminde yerdeki, altı düz olan ve çoğunlukla gri ve kiremit rengindeki ufak taşlardan birkaç tane alarak, denizin üstüne doğru, denize yatay olacak şekilde, taşları fırlatarak denizin üstünde fırlattığı taşları sektirmeye başladı. Fırlatmış olduğu taşlardan kimisi denizin üzerinde bir iki kere sekip, denizin dibine doğru batarken, kimisi de dört, beş kez sektikten sonra denizin dibine batıyordu. Denizin üstünde sektirmiş olduğu taşları seyrederken, yaşamış olduğu hayatın içinde de seken taşlara benzeyip, daha sonra denizin dibine batması gibi, batmakta olan yalanları söyleyen insanların, var olmasının ne kadar kötü bir şey olduğunu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Tepe, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |