Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
İlkokul ikiye gözü yaşlı başladı Veysel. Yamalı üst baş ve çarıkla. Gözyaşlarına dayanamayan dedesi, Dumlupınar pazarına götürüp, yeni elbise ve ayakkabı alıvereceğini söylediğinde dünyalar onun oluverdi... Okula başladıktan dört gün sonraydı. Veysel, Dumlupınar pazarına gitmek üzere dedesiyle birlikte tan yeri ağarırken çıktı avlu kapısından. Ebesinin hayır dualarıyla… Pazara gitme heyecanıyla sık sık uyanıp, şafak söküyor mu diye pencereden baktığı halde, uyku mahmurluğu içinde değildi. Üçü toklu,* ikisi kısır koyun beş küçükbaş hayvan ve bir eşekle koyuldular yola. Köyün harman yerine varınca diğer pazarcıların arasına karıştılar. Satılmaya götürülecek epey hayvan vardı harman yerinde. Küçük bir koyun ve keçi sürüsü gibiydi toplu sürülenler. Dört beş dana da, sahiplerince yedilerek götürülüyordu. Pazarcılar, harman yerini geride bıraktıklarında, güneşin ilk ışıkları da Murat Dağı’na “merhaba” diyordu... Köyün mezarlığı geçilirken büyükleri gibi Veysel da, ölülerin ruhuna dua okudu. Bir süre gittikleri köy yolundan ayrılıp, Dumlupınar’a kestirmeden ulaşan dağ yoluna saptı pazarcılar. Hem dar hem de bazı yerleri epey dik, kağnının zor gidip geleceği yolda yürüyorlardı. Veysel gibi, eşek ya da beygir üzerinde gidenler de vardı. Ormanların içindeki bu yoldan gidilirken küçük bir alanda mola verildi. Hayvanlar yaylıma bırakıldı. Aç karnına yola çıkanlarca yer sofraları kuruldu. Veysel, dedesinin hazırlayıverdiği, içi tereyağlı bazlamayı iştahla yedi. Üzerine de, çeşmenin buz gibi suyunu içti. Hayvanlar otlatıla otlatıla yol alındığı için akşam karanlığında, etrafı karaçam ağaçlarıyla çevrili, oldukça geniş Arpagediği Alanı’na varıldı. Öteki köylerden getirilen hayvanlarla doluydu alan. Yakılan ateşlerin başında yığınla insan vardı. Alanı ayıran yolda ilerlerken, Veysel’in burnuna öyle güzel bir koku geldi ki,.. Kokladıkça içine çekti kokuyu… Şimdiye kadar hiç duymadığı bir yiyecek kokusuydu bu. Yolun yan tarafında yakılan bir ateşe yaklaştıkça burnuna daha fazla gelmeye başladı koku. Ateşe yaklaşırken başını çevirip baktı. Ateşin közünde bir şeyler pişiyordu. Pişerken tüten ve güzel koku yayan şeydi onlar… Et kokusuyla birlikte sarımsak ve kekik kokusu da yayılıyordu o pişen şeylerden… Yemek yiyen adamlardan birisi, bıçağın ucunu batırarak alıp örtü sofrasına koydu birkaçını. Bıçakla böldü onları. Beş altı kişiydiler. Hemen yemeye koyuldular. O şeyleri ağzına atanlar, parmaklarını da yalıyordu. Demek ki çok tatlı şeydi o yedikleri. Öyle bir canı çekti ki Veysel’in, ağzı sulanıverdi. Bölünen şeyi olduğu gibi yerdi. Belki verirler diye durup baktı o şeyi yiyenlere. Bakınırken yutkunduğunu gördükleri halde bir tıkım bile vermediler… Arkasından gelen köylüsü, “Yürü,” deyince, boynunu bükerek, ağzının suyunu yutarak yürüdü… Giderken, “o adamların yediklerinden belki bizim köylülerde de vardır. Yerlerken bana da verirler” diye umut etti… Bu köyün pazarcıları da yer buldu alanda. Hayvanlara ot verildi. Ateş yakıldı. Veysel, kokusu hâlâ burnunda olan o şeyden pişirileceğini umuduyla ateşin başına tünedi. Ateş biraz harlayınca, genişçe bir örtü serildi ortaya. Torbalardaki yiyecekler konuldu üstüne. Peynir, soğan, domates, biber, haşlanmış yumurta. Kokusu pek güzel şeyin köylülerinde olmadığını, ateşin de, aydınlık vermek üzere yakıldığını anlayınca iç geçirdi Veysel. Dedesinin uyarısıyla sofraya oturdu. Karnı aç olduğu halde, yiyeceklerden yemek istemedi canı. Közde pişen, güzel kokulu o yiyecek gözünün önünden gitmiyor, canı onu çekiyordu. Garip garip bakınırken; “Yesene oğlum,” dedi dedesi. Bir tek yumurtaya gitti Veysel’in eli. O bile zor geçti boğazından. Dedesinin kulağına, çişinin geldiğini söyledi. Birlikte öteye gittiler. Geri döndüklerinde dedesinin; “Otur. Karnını iyice doyur,” demesine rağmen sofraya oturmadı. Ateşin başına çömeldi. Sofra kaldırıldığında, dedesinin serdiği kepeneğin içine büzüldü. O güzel koku burnundaydı hâlâ. Ateşte pişen nefis kokulu o şeyler geldi gözünün önüne. Ağzı gine sulandı… Şafak sökerken uyandı Veysel. Çiş yapmak için az ötedeki üç dört çam ağacına doğru giderken sancı hissetti önünde. Çam ağacının arkasına geçti. Çükünü çıkarırken daha fazla acı duydu. Çiş yaparken de acı biber sürülmüş gibi yandı çükü. Eğilip bakınca ürpertiyle korktu. Sidiğini üstüne serptirdi. Çükü, kocaman olmuştu. Fazla oynayınca ya da bazı sabahlarda şişerdi emme hiç böyle olmazdı. Bu defa pek beter şişkindi. Ağlayacak gibi oldu. Köyden başkaları olmasaydı, ağlayarak dedesine giderdi ama, “köylülerim öğrenir, eğlenir” diye ağlamadı... Utandığı için çükünün şiştiğini dedesine söyleyemedi Veysel. “Gece uyurken böcek ısırmış” diye yordu şişkinliği. “Geçer” diye umut etti. Eşeğe binince, semerin önü hepten acıttı şişkin çükünü. Yürüyeceğini söyledi dedesine. “Yolumuz epey uzak. Yorulursun,” dedi dedesi. “Yorulmam,” dedi Veysel. Eşekten inerken de acıdı önü. Yürüdü. Bacaklarını aça aça… Henüz sünnet olmadığı halde, yeni sünnet olmuş oğlan çocuğu gibi… Geceyi yaylada geçiren pazarcılar, kuşluk vaktinde indiler Dumlupınar’a. Hayvan pazarına geniş sokaktan gidiliyordu. Yürürken etrafına da bakınıyordu Veysel. Evler, köydeki evlerden daha güzeldi. Çoğu beyaz badanalıydı. Bazı pencereler boyalıydı. Sıra sıra dükkanlar vardı. Cami, pek heybetli ve güzeldi. Mektep, iki katlı koca bir hanay gibiydi. Bahçesi genişti. Taş duvar üzerinde duran, belden yukarısı olan bir adam takıldı gözüne. Durup, daha dikkatli bakınca ağzı açık kalıverdi. Atatürk’tü görünen heykel adam. Atatürk’ü canlı gibi görmekle pek sevindi. Esas duruşa geçerek başını fazlasıyla eğerek Ata’sını selamladı. Şapkalı olduğunu anlayınca, kasketini çıkarıp, ikinci defa selamladı Ata’sını. Köylülerinden bazılarının gülümsediğini, hafiften güldüğünü görmedi. Kasketini giydi. Ayrılacakken, çıngıraklı ses duyunca ne diye merak edip yerinde kaldı. Okulun geniş kapısından koşuşarak çıkan öğrencilerle cıvıl cıvıl oluverdi bahçe. Çocuk bolluğuna hayret etti Veysel. Epey kız vardı. Başları açıktı. Köydeki okulda kız öğrenci yoktu hâlâ. Büyükler, “Kız kısmının mektepte ne işi var,” dermiş. Ondan dolayı okula gönderilmiyormuş kızlar. Dumlupınar’da, kız çocuklarının da okutulmasına nedense sevindi Veysel. Buradaki talebelerin hepsi önlüklüydü. Çoğunun ayakkabısı parlak boyalıydı. Baktı kaldı Veysel. “Demek ki kasaba çocukları böyle oluyormuş” diye yordu gördüklerini. “Keşke biz de kasabalı olsaydık… Ben de bu çocuklar gibi olurdum… Daha iyi okurdum… Beyaz yakalı önlüğüm olurdu…” dedi içinden. Köylüsü kolundan çekince yürüdü. Okulun bahçesinde oynayan çocuklara baka baka… Bacakları birbirine değince önü fena acıdı. Kasaba okulunun güzel giyimli çocuklarından uzaklaştıkça içi daha çok acıdı… İlk defa tren gördü Veysel. Gözden kaybolana kadar baktı durdu. Hayvan pazarına geldiklerinde şaştı kaldı yine. İnsandan geçilmiyordu. Saymakla bitmeyecek kadar hayvan vardı pazar yerinde. Ne ararsan. Deve bile. Kitapta resmini gördüğü deveyi canlı görünce iyice bir baktı. Tavuk satan kadınlara gülesi geldi. Öğle ezanı sonrası koyunlar satıldı. Her biri kırk beş liradan… Koyunların gidişlerine üzüldü Veysel. Dedesi, “ucuza gittiler ama, satmam lazımdı,” deyince daha çok yandı koyunlara… Orman içindeki alanlarda, kopardığı en iyi otları eliyle yedirmişti onlara… Sık sık bakakalan Veysel’i, “kaybederim” diye elinden tutuyordu dedesi, Hayvanlar içinden geçerken yine dün geceki koku geldi Veysel’in burnuna. Ağzı gine sulandı. Karnı açtı. Sabahleyin gelirken, kemirdiği peynir ekmekle idare etmişti bu vakte kadar. Kokuyu daha fazla alınca karnı guruldadı nedense. İnsan ve hayvan kalabalığından çıktıklarında, sıralanmış bir sürü mangal gördü. Güzel kokulu o şeylerle et kızartılan mangalların yanına vardılar. Yine bakakaldı. Dedesi “Sucuk yap,” dedi en baştaki mangalcıya. Adam, ortası delik, olgun ahlat renginde, çocuk bileği kalınlığında yuvarlak bir şey aldı çuvaldan. Dedesi, “Hepsini,” deyince, o güzel kokulu şeyin “sucuk” olduğunu öğrendi Veysel… Veysel’e göre, bu sucuk da güzel kokuyordu ama dağdaki kadar nefis kokulu değildi. Onun kokusu aynen duruyordu burnunda. İçi pamuk gibi ak ve yumuşak pazar ekmeği, yediği sucuktan daha tatlı geldi. Dağdaki o güzel kokuyu bu sucuktan alamadığı için… Karnını doyurduktan sonra dedesiyle birlikte ilerideki çalılığa gitti Veysel. Çiş yaparken acı duymayınca eğilip baktı önüne. Bir sevindi bir sevindi ki… Dede ve torunu, hayvan pazarından ayrılıp eşya pazarına gittiler. Eşekle birlikte. Dede, çay, çay şekeri, tuz, sabun gibi eve lazım olan şeyleri alıp heybeye koydu. Yarım okkanın yarısı kadar da akide şekeri. İki tanesini Veysel’e verdi. Birini de kendi ağzına attı. Daha öteye geçtiler. Eşeği Veysel yediyordu. Dede, üstlükler, yazmalar, kulaç kulaç çiçekli basmalar ve ak bez aldı. Hepsini heybenin bir gözüne koydu. Ayakkabı satılan yere vardılar. Cızlavetlerle potinler gıcır gıcırdı. Dede, potinlere hiç bakmadan cızlavetlerin fiyatını sordu. Adam, bazı sayılar söyledi. “Pahalı,” diyen dede, kara lastiklere yöneldi. İlk denediği Veysel’in ayağına denk geldi. “İstiyorsan çıkarma,” dedi dedesi. Eskimesinler diye çarıklarını giydi Veysel. Kara lastik de olsa yeni ayakkabı alınmasına sevindi emme, potinlerden çok, içleri kırmızı astarlı cızlavetlerde kaldı gözü. Dede, tezgahtan aldığı bir pantolonu, Veysel’in yamalı pantolonuna göre ölçüp biçerek aldı. Ceketi ise, giydirerek denedi. Dedesi, “çıkarma” ceketini giydi. Sırtında denenen iki de entariye kavuşunca sevinçten sulu hemen yaşarıverdi Veysel’in… Dedesini çok, çok seviyordu…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Veysel Başer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |