Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Gece… Sularda bir yosun gibi hıçkıra hıçkıra, son bir umutla, gelmeyişini beklerken, dönmeyişini özlerken… kalbim ufkuna battı, gözüme uyku… Gözlerimi araladığımda, biri çoktan altını yakmıştı güneşin, tavşan kanı bir gün demleniyordu ufukta. Vazgeçmek ve direnmek zar atıyordu terasta. Bir paragraf içine yerleşmeyi bekleyen söz dizimlerim ve çoktan noktası konmuş yazıların sabah gazetesi niyetine bırakılmıştı kahvaltı masasına. Bir yudum aldım orta şekerli sabah yalnızlığımdan… kalemi belinden kavradım. Badem ağaçlarından bahar dalları toplamıştım dün, sana rağmen, sana. Sana göndermek için aldığım kitabın arasına kurumaya bırakırken fark ettim : Paylaştığımız gökyüzü aynı değil nicedir… Saat değil, zaman farkı var aramızda. Ağrılı bir geçmiş, sancılı yarınlar… ‘Nereye kadar?’, diye sordu nicedir paylaşamadığımız gökyüzü, nereye kadar! Bir neşter kadar keskin ve temiz oldu kararım; orada kış, burada neredeyse bahar. Seni bilmem ama ben artık pek üşümüyorum. Evet, “şimdi bütün ürkekliğiyle, bütün çıplaklığıyla, ‘bütün gerçekliğiyle’ geçmişi gömme zamanı. Gri bulutlarla, tükenmiş bir mevsimin ve aşkların ardından yeniden, kırılgan bir çocuk olmayı öğrenme zamanı.” Haklısın; “hayat, hak ettiğimiz yaşamdan fazlasını sunmuyor.” Hak ettiğimi değil, hakkım olanı bile alamıyorum! İsteyemiyorum.. nefsim kırılıyor. “Başkasının acısına başkası olmak, ya da bir başkasının düşüne… Arta kalanları yaşamak yetti artık”. Çünkü, emin ol, “kıymık gibi batıyor yüreğime”, peşime taktığın bu iğreti yalnızlık! Usandım, sadaka gibi önüme atılan paylaşımlardan. Hadi, adam gibi paylaşalım bâri ayrılığı: Sen acılarını bensiz yaşa, ben sensiz düşler kurayım! Ben de “bilmiyorum ne zaman pusuya düşürdün bizi. İçinde çözemediğin bir hesabın var, çözdürmediğin; kim kimi gırtlaklayacak…” korkuyorum, ecele faydası olmuyor. Cinayetsiz bir ölüm istiyorum, cinnetsiz. “Gidişimi sen hazırladın” ama tetikte kurşun sende kalsın. Belki bir başka vedada harcarsın! Nasılsa hep bir sonraki ayrılığın erken sızısına hazırsın… Doğruydu; “doğduğum şehir bile…” anımsadı belki ama “tanımadı beni”. Umurumda mı? Bu kıyı kasabasının bana kucak açışı hep aynı. Yaktım gemileri, dönüş olsa da geri… dönen olmayacak! Gelmek istersen… dönmek.. otobüs terminali bekleyecek seni. İflah olmaz bir hüzün, ne zaman (c)anıma yapışsa.. derin soluklar (ç)almak gerekiyor hayattan. Bilirsin. O zaman, hep, buraya (k)açıyorum yelkenlerimi. Burası Bodrum… burada her kediye balık, martılara simit… burada herkesten bir parça, kimseden bir bütün var. Hayatın ta kendisi lokantasında bol kepçe yalnızlıklar, Arjantin bardaklarda yudum yudum tüketilen mutsuzluklar var. Kimsenin olmayan ama herkesi sahiplenen bu kentte yüreğim özgür artık. Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yosunlu akşamüstleri… Seni yalnızlığıma dahil etmeyi de öğrendim, yokluğunu yok saymayı da! Öğrendim sessiz başıma yürümeyi dalgalarla, iskeleler boyunca… ‘Gitme’, deydin de gelirdim, mecburiyetten; ama hemen dönerdim varlığına, sen gittiğimi bile fark edemeden… Hiçbir şey demedin.. Hâlâ… Şimdi kalmak için bahane de aramıyorum. Kendime iş bile buldum. Göz kenarlarımda yürürken anıların sessiz turistleri; yokluğunu bir kokart gibi astım boynuma.. antik acıları, yüreğimdeki cam batıkları, mumyalanmış umutları kapsayan istikâmetlerde rehberlik yapıyorum. Bilirsin, müşterisi her zaman bulunur, dramı kıvamında hikâyelerin; çok şükür, işsiz de kalmıyorum. Oku da kendini haklı çıkar, diye yazdım tüm bu satırları. Seni kendime kırdırmak için değil. Yazılarımı(n) son olduğunu düşünenlere ve sabırsızlıkla bekleyenlere duyurulur: Bu son yazım değil ama sizi temin ederim son tuhaf hikâyemdir! Ve sen... damarlarımdaki balıkadam… eski bir umutla boğulduğunu sanıyorken hâlâ… ne yazarak, ne sesine dokunarak… ulaşamıyorum sana! Sırf bu yüzden bile kızamazsın yokluğuma. Senin her suskunluğunun bir bahanesi, benim her yok oluşumun bir aslı, bir anlamı var. Yazdıklarını yaşayan sen, yaşadıklarımı yazıyorum diye mi bir türlü anlamak istemiyor beni! Kitap aralarında nice heyecanla kuruyan ama mutfak raflarında unutulan bahar çiçeklerine iyi bak. Çünkü, sahip çıkamazsan, onlar da, hep acıtacaklar seni! •Anlamı bize saklı olsun ama Aperitif Şiir’e istinaden sen de bu yazının isim babası ol. Sevgili İ.Ö.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ÖzgeCan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |