..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Beklenmedik > Mehmet Sinan Gür




8 Şubat 2002
Bir Ruh Çağırma Operasyonu  
Mehmet Sinan Gür
Bazı şeyler var ki doğru kullanılırsa çok işe yarar. Böyle ruh çağırıldığını hiç duymadınız mı?


:GFCF:
     “Hepiniz ne olacağını merak ediyorsunuz değil mi?” dedi genç kadın salonda oturan konuklara.
     “Çok.” Dedi bir konuk.
     “Birazdan bütün merakınız sona erecek... Peki inanıyor musunuz?”
     “Evet.” Dedi bir diğeri. Diğerleri başlarıyla onayladılar.
     “İyi.” Dedi genç kadın gülümseyerek. “İnanmazsanız gelmez çünkü.”
Genç kadın arkadaşlarının çevresinde ruh çağıran temiz kalpli bir kişi olarak tanınmıştı. Ününü duyan konuklarından bazıları evine ilk kez gelmişlerdi. Onlara ilk kez bir gösteri yapıyordu. Konukların hepsi kadındı. Salondaki koltuklara, sandalyelere oturmuş merakla bekleşiyorlardı.

Genç kadın mutfaktan getirdiği yuvarlak krom tepsiyi ortadaki masaya koydu; tepsinin tam ortasına da ters olarak bir kahve fincanı yerleştirdi. Önceden kağıtlara yazılıp hazırlanmış harfleri tepsinin çevresine alfabetik olarak dizdi.
     “Evet, hazırlığımız bu kadar.” Dedi. “Işıkları da biraz azaltır mısınız?
Işık düğmelerinin yanında oturan kadın masanın üzerindeki bir ışık dışında bütün ışıkları söndürdü.
“Şimdi bana iki gönüllü gerekiyor. Onlar yardım etmeden olmaz.”
İki kişi yerinden kalktı.
     “Siz gelin, yanıma oturun.” Dedi onlara, hükmeder bir ses tonunda.
Gönüllüler gelip masanın çevresindeki sandalyelere oturdular.
“Uzatın parmaklarınızı, benim yaptığım gibi...”
Kendisi ile birlikte üç kişi parmaklarını fincana dokundurdular.
“Tamam.” Dedi genç kadın. “Şimdi biraz bekleyelim.”
“Ruhlar alemi...” dedi kadın alçak bir sesle. “Sizinle görüşmek istiyoruz... Lütfen... Bizi kırmayın. Bize bir temsilci gönderin.”
Bir süre sessizlik oldu. Odadakiler çıt çıkarmadan ortada oturan üç kişiyi izliyorlardı. Sessizlik kadın konukları daha da heyecanlandırıyordu.
     “Ruhlar alemi...” diyerek yineledi genç kadın isteğini. “Lütfen bize bir temsilci gönderin. Burada sizinle görüşmek isteyen çok kişi var.”
     Sessizlikte bir süre daha beklediler. Kadınlar sabırsızlanarak birbirlerine bakınmaya başlamışlardı ki birden fincan yerinden kıpırdadı. Herkesten heyecanlı bir hayret nidası yükseldi. Tepsinin yüzeyi oldukça kaygandı. Fincan bir çember çizip ‘O’ harfine doğru gitmeye başladı. Bir an orada durduktan sonra diğer harflere doğru hareketlendi. Genç kadın fincanın gösterdiği harfleri birleştirerek okumaya çalışırken fincan harf gösterme işini bitirip tepsinin ortasında durdu. Gösterdiği harflerden şu çıkıyordu:
     “ONA SÖYLEYİN ÇOCUKLARA İYİ BAKSIN”
     “Siz kimsiniz?” diye sordu genç kadın sessizce.
Fincan yeniden hareketlendi. Harfleri gösterip ortada durdu.
     “BEN HİKMETİN KARISIYIM”
     “Evet, sizi tanıyorum. Trafik kazasında kaybetmiştik. Çocuklara kim iyi bakacak?”
"O"
"O kim?"
     “NERMİN”     
Hikmet Bey bir aile dostu idi. Yeni karısı Nermin Hanım konuklar arasındaydı. Herkes ona baktı. Yüzü al al olmuş, heyecandan göğsü inip kalkıyordu. Kocasının eski karısından olma çocuklarına iyi davranmıyordu. Üvey annelik yapıyordu yani.
     “Hmm... Demek öyle; bakalım Nermin Hanım ne diyecek.” Dedi genç kadın.
     “Hayır!” diye atıldı, Nermin Hanım. “Söz veriyorum. Yemin ederim ki bir daha kesinlikle öyle bir şey olmayacak.”
Fincan hareket etmeye başladı. Yazılanları okudular.
     “BUNA SEVİNDİM”
İfadede biraz tehditkar bir hava vardı.
     “Çok güzel.” Dedi genç kadın. “Demek ki bu konuda anlaştık. Şimdi size sorsam, acaba nasıl bir yer orası?”
“Fincan kıpırdadı.”
     “BUNU SİZE ANLATMAM YASAK”
     “Rahatınız iyi mi?”
     “EVET ÇOK RAHATIM TEK SIKINTIM ÇOCUKLARDI”
Bir saat kadar ruhla sohbet ettiler. Sorular sorup yanıtlar aldılar. Yeteri kadar konuşmuşlar ve bir doygunluğa ulaşmışlardı.
     “Sizi daha fazla yormak istemiyorum. Geldiğiniz için teşekkür ederim. Sizi uğurlayayım. Güle güle...” diyerek gelen ruhu uğurladı genç kadın. “Şimdi parmaklarınızı çekebilirsiniz.” Dedi yanında oturanlara. Parmaklarını çektiler, ancak gözleri büyülenmiş gibi hala fincanın üzerindeydi. Sanki fincan hiç kimse dokunmuyorken kendiliğinden kıpırdamış gibi göründü.
     “Kıpırdadı.” Dedi biri heyecanla.
     “Hayır,” dedi diğeri, “hiçte bile kıpırdamadı. Sana öyle geldi.”
Genç kadın fincanı tepsiden aldı, ağzını yukarıya doğru çevirdi. Yeniden “Teşekkür ederim. Güle güle...” dedi. Fincanı yerine koyup baktılar. Artık kıpırdamadığına iyice ikna oldular.
     “Tamam.” Dedi genç kadın. "Gitti. Bugünlük bu kadar. Gösterimiz bitmiştir.”
Herkes gitmeye davrandı. Kapatılan ışıkları yeniden açtılar. Oda aydınlandı. Genç kadın konuklarını kapıya kadar geçirdi. Konuklar çok memnun kalmışlardı. Tekrar tekrar teşekkür ettiler.
     “Yakında yeniden yapalım. Çok iyiydi.” Dedi biri.
     “Tabi yaparız, ne zaman isterseniz. Size de güle güle. Gene beklerim.” Dedi genç kadın.

Aradan iki saat geçtikten sonra genç kadının telefonu çaldı. Arayan Hikmet Bey idi.
     “Alo?”
     “Alo? Merhaba, benim, Hikmet.”
     “Merhaba Hikmet Bey...”
     “Size teşekkür ederim.” Dedi Hikmet Bey. “Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Benim hanımım seanstan çok etkilenmiş. Anlata anlata bitiremiyor. Tövbeler ediyor. Bir daha çocukları kırmayacağına yeminler ediyor.”
Genç kadın gülümsedi.
     “İyi de, ben bir şey yapmadım.” Dedi kadın. “Evet sizinle konuşmuştuk ama ne olduysa kendiliğinden oldu.”
     “Fincanı siz itmediniz mi?”
     “Hayır.”
     “Yani gerçekten mi yazdı o yazıları fincan?”
     “Olabilir de olmayabilir de. Bilmiyorum ama fincanı ben itmedim. Belki biz öyle görmek istedik, belki de diğer iki kişiden biri itti. Onlara da sorsanız size aynı şeyi söyleyeceklerdir. Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceksiniz. Belki de böylesi daha iyidir. Ne dersiniz?”
Hikmet durgunlaştı. Gözleri uzaklara daldı.
     “Belki gerçekten böylesi daha iyidir. Ama onu çok özledim.” Dedi, eski karısını kast ederek.
     “Eminim ki ileride gene görüşeceksiniz. Bu umut her zaman içinizde olacak. Doğru da olsa, yanlış da olsa.”
     “Evet,” dedi Hikmet, ”doğru da olsa, yanlış da olsa... Peki, tekrar teşekkür ederim. Görüşmek üzere, iyi günler.”
     “Bir şey değil. Görüşmek üzere.” Dedi genç kadın ve telefonu kapattı.
     “Kimdi arayan?” diye sordu içeride gazete okumakta olan kocası.
     “Hikmet Bey. Teşekkür etti, bu günkü ruh çağırma seansı için.”
Adam gazeteyi toparlayıp gözlüklerini çıkardı, karısına baktı.
     “Yalan söyledin gene değil mi? Kandırdın gene herkesi.”
Kadın başını öne eğerek gülümsedi ve bir yanıt vermedi. Kocası devam etti.
     “Başımız bir gün belaya girecek senin bu ruh çağırmalarından, yalanlarından.”
     “Bunlar beyaz yalanlar...” Dedi genç kadın. “Evet, biraz yalan söyledim. İnsanları kandırdım ama baksana herkes mutlu oldu. Bir kadını hizaya getirdim. Üstelik bunun için bana teşekkür bile etti. Günahsız çocukların hayatı kararacaktı, onları kurtardım. Bir aile belki bu yüzden dağılacaktı. Hikmet beyin de içine umut verdim. Daha ne olsun? Herkes mutlu oldu. Keşke herkes böyle yalan söylese... Yoksa sana da mı yalan söyleseydim?”
     “Hayır! Hmm...Sakın haa...” Dedi kocası gülümseyerek. Bir taraftan da işaret parmağını havada sallıyordu. Sonra biraz yumuşadı. “Böyle dediğime bakma. Aslında sen haklısın. Yalan söyledin ama doğru bir iş yaptın. Ben de sana bana doğru söylediğin için teşekkür ederim.”

7.Şubat.2002



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Çoban Yıldızı
Mahalle Baskısı
Kırmızılı Ev
01 03 Celladın Önündeki Adam
Trafik Işıklarına Uyan Köpek
Üniforma
Balerinin Ölümü
Safiye'nin Püskülleri
Karışıklık
Kabus

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
01 02 Yamantau [Roman]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.