Sanat doğaya eklenmiş insandır. -Bacon |
|
||||||||||
|
Martıların bir kısmı vapurun arka kısmındalar, motorun yardığı sularda açığa çıkan balıklara veya vapurdaki yolcular tarafından atılan simit parçalarına pike yapıyorlar. İster balık veya simit parçaları avlamalarında, isterse hava akımlarından faydalanarak uçmalarında olsun, milyonlarca yıllık evrimleri sırasında beslenmeleri için onlara böylesi kolaylıklar sağlayan durumlarla karşılaşmamışlardı. Osmanlı’nın son dönemlerinde Şirket-i Hayriye (Hayriye Hanım şirket kurmuş, haberin yok mu?) ile başlayan vapur seferlerinin başlamasından ne kadar zaman sonra keşfettiler bu tamamen yeni beslenme tekniklerini? Çok sürdüğünü zannetmiyorum. Kısacası, martılar son bir yüzyılda yeni bir durumla karşılaşmışlar ve bize ne dememişler, faydalanmışlar. Şu anda şehir olarak nitelendirdiğimiz geçmişin boş topraklarında yaşamakta olan bin bir çeşit hayvandan (kurdu, kuşu vb.), sadece insanlarla böylesi ortak yaşama yollarını keşfedenler çevremizde şimdi. Martılar milyonlarca yıllık tarihleriyle karşılaştırıldığında bir göz açıp kapamak kadar kısa bir sürede yeni duruma adapte olmuşlar. Öğrenmek –yeni bir durumla karşılaşınca o duruma adapte olmak, kendi yararına kullanmayı başarmak, bu bağlamda zeka kullanmak- bu değilse ne? Felsefe öğretmeni olan dedem aklıma geliyor. Hayvanların düşünme yetisine sahip olmadıklarını savunurdu. 15-20 yıl kadar önce, dedemin ölümünden önceki son yıllarında bu konu (hayvanlar düşünebilir ve dolayısıyla öğrenebilirler mi?) üzerinde hararetli fikir tartışmaları yaptığımızı hatırlıyorum. Dedeme göre hayvanlar tanımları itibarıyla düşünemezler, ancak içgüdüleriyle hareket edebilirler. Tüm felsefe ve bilim kitapları da bunu söylerler. (Aslında bu da tanımlamaların ve kelimelere yüklenen anlamların insanların düşüncelerini baştan belirlediğine güzel bir örnek sayılabilir. Eğer dedem gibi insanı tek düşünen hayvan olarak tanımlarsanız, tartışma baştan sonlanmış olur elbette.) Benim o dönemlerde çeşitli yabancı dergilerde yayınlanan ve hayvanların insanlardan farklı da olsa, belli sınırlar içinde düşünme yetisine sahip olduklarına işaret eden bilimsel makaleler getirmem dedemi ikna etmeme yeterli olamadı. Bilimsel çalışmalar o kadar ilginç yapılara sahiptiler ki, düşünme ve öğrenmenin hayvanlar tarafından da gerçekleştirildiğini o kadar açık ortaya koyuyorlardı ki, sıradan bir insanı bile bu makalalerle ikna etmek mümkün olabilirdi. Oysa dedem zeki bir insandı, bilgisi ve zekasıyla ilerlemiş yaşına rağmen insanları etkisi altına almayı başarırdı. Tarihin ve toplumun değişimini yakından takip eder, oldukça doğru saptamalarda bulunurdu. O yıllarda okuduğum, maymunlarda gerçekleştirilmiş bir çalışma hala aklımdan çıkmıyor. Çalışmanın ayrıntılarını tam olarak hatırlamasam da, temel hatları şu şekildeydi: Bir maymuna bir çözüm üretmesi için "düşünmesi" gereken zor bir ödev veriliyordu. Ucundaki ödülün ne olduğunu söylememe bile gerek yok; muz veya benzeri iştah acıcı bir yiyecek. Maymun binbir güçlükle, bir kaç aşamalı ödevi yerine getirdikten sonra çalışmanın daha ilginç aşaması başlıyordu. Maymun konuya tamamen yabancı bir maymunla yan odada bir süre vakit geçiriyordu. Sonuç çok çarpıcı: Zorlu sınava sokulmadan önce arkadaşları ile bir süre geçiren maymunlar, önceden zorlu ödev hakkında hiçbir "sohbet" fırsatı olmayan maymunlara göre her seferinde daha çabuk çözüme ulaşmışlar. Bu çalışma maymunların sadece problem çözme, düşünme ve öğrenme yeteneklerini değil, aynı zamanda öğrendikleri bilgiyi iletebilme yeteneklerini gösteriyordu. Ama tüm bu ilginç çalışmalar, ömrünü farklı bir biligiye inanarak, hatta öğretmenlik mesleği dolayısıyla bunu başkalarına öğreterek geçiren dedemi ikna etmeye yetmiyordu. Hayvanları bilmem ama, ne kadar zeki olursa olsun, insanların öğrenme yeteneklerini sürekli sürdüremedikleri ile ilgili derin şüphelerim var. Vapurun çevresinde hava koridorlarında süzülen, vapurun ortaya çıkardığı balıklara pikeler yapan martıların bizim anladığımız anlamda bir problem çözme ve düşünme eylemi gerçekleştirmedikleri açık. Atılan simit parçalarının peşinden suya dalmaları içgüdünün bir çeşitlemesi olabilir. Simit parçalarının balıklara ne şekil, ne de koku olarak benzerlikleri var, fakat bir besin değerine sahip oldukları kuşkusuz. Vapurdan atılan simit parçalarını kapmak evrimsel açıdan yeni bir davranış gibi görünse bile, beslenme içgüdüsünün bir çeşitlemesi olarak yapılıyor ve tam anlamıyla bir öğrenme olarak nitelenemez kanımca. Yüzeye doğru yaklaşan bir balığa yapılan pike de bir içgüdü ve vapurun balıkları yüzeye vurdurması ile bu içgüdü devreye giriyor. Peki bir vapuru takip etmek yeni ve öğrenilmiş bir davranış değil mi? Bir balık sürüsünü takip etmenin çeşitlemesi bir şeyler mi var onda da? Sanmıyorum. Bir çok kişinin daha ilk satırlarda yapacağı gibi “bu boş lakırdılardan bana ne” diyebilirsiniz. Ayakları yere sağlam basan bir kişiyseniz “bunların bana ne faydası var” diye soracaksınız. Veya sıkıldığınızı belli etmeden, espriyle karışık “istersen bu konularda fikir yürütmeyi hayvan davranışı uzmanlarına bırakalım” diyeceksiniz. İşleri uzmanlarına havale etme 20 yüzyılın kronik bir hastalığı. Uzmanlar, ah o çok bildikleri imajı yaratılan, ama aslında biraz bilimsel literatür takibi, biraz araştırma ve üstünde düşünmeyle bilinemeyecek hiçbir şey bilmediklerini görebileceğimiz uzmanlar. İnsanoğlu uzun süredir kendisini yakından ilgilendirmeyen veya eğlendirmeyen konular üzerinde düşünme alışkanlığını terk etti. (Belki küçük bir azınlık dışında kimsenin hiçbir zaman böyle bir alışkanlığı olmamış mıydı?) Bu çok vahim bir hastalık. Kanımca dünya halinin sebebi bu hastalıkta yatıyor. Evet, yeni bir soru var karşınızda ve cevabı size bırakıldı: İnsanların düşünmeyi unutmaları (çocukluklarında bir zamanlar düşündüklerini farz ediyorum) ve düzgün düşünmeye, gerçekleri bulup çıkarmaya hiçbir çaba göstermemeleri sizce uygarlığımız açısından ne gibi sonuçlar doğuruyor olabilir? .... Bu düşünceler zihnimde dans ederlerken, gözlerim martılar arasında özellikle yakınımızda uçan bir tanesine odaklanıyor. Sıradan bir martı, ama aynı zamanda öyle güzel, öyle anlatılmaz ki. Richard Bach’ın ünlü romanının kahramanı, toplumdan farklı oluşun, hayatı farklı yaşamanın ve Bach’ın bir yığın diğer felsefi tartışmasının konu mankeni martı –Jonathan Livingstone- değil o. O bir insanın yarattığı bir martı değil. O, size felsefi bir takım lakırdıları iletmek için konu mankeni olarak seçtiğim bir martı hiç değil. O, her iskelede gördüğünüz, bildiğiniz veya bildiğinizi sandığınız gerçek martı. Ve o martının bahis konusu olmasının sebebi bu sembolle zihnimin başka konularda bir iletişim çabası içine girmesi değil, tasvir edilecek sıradan, bildik martının -şu anda ona koyduğum adıyla Mr/Ms. Martı Vulgaris (M.V.)- uçuşunu tasvir etmekten aldığım müthiş haz. (İstemeden yine konu bana, benim bu tasvirden aldığım hazza geliyor. Ne yazık ki o martının bilgisayarın karşısına geçip kendisini büyük bir hazla seyreden bir insanı tasvir etmek gibi bir şansı yok). Dediğim gibi M.V. sıradan bir martı. Bembeyaz ve tartışılmaz bir güzellikte, ama aslında bildiğimiz gibi bir martı gagası ve küçük martı gözleri olan sıradan bir martı. Vapurun yaklaşık bir metre kadar üstünden, bir buçuk metre kadar açığından uçuyor. Vapurun burnuna yakın bir tarafta, dolayısıyla arka tarafta dağıtılmakta olan simit ziyafeti veya balıklarla ilgilenmiyor. Zaten kıyıdan oldukça uzaklaştık, bu derin sularda vapurun arkasından balık avı anlamsız ama simit neden ilgisini çekmiyor M.V.’nin? Karnı tok belki. Yerini dakikalardır hiç değiştirmedi. Sadece uçuyor. Kanatlarını iki üç saniye kadar çırpıyor –kimi zaman daha uzun- sonra bir saniye veya belki bir kaç saniye kadar süzülüyor. Belli aralıklarla o güzel, bembeyaz kafasını yana çevirerek vapura bakıyor, sanki aradaki mesafeyi milimetrik bir doğrulukla korumak ister gibi. Diğer martılar daha gerilerde –bana pervaneli akrobasi uçaklarının yaptıkları manevraları çağrıştıran- pikeler yaparak suya doğru yaklaşıyorlar, sonra yine yükseklere doğru kanat çırpıyorlar. M.V.’nin sürekli cepheden ve yakından görüntü vermesi onu sıradan martılardan farklı kılıyor, ona bir kişilik veriyor. ( Bir saniye, düzeltiyorum: Ona bir kişilik verilmesi eylemi sadece benim zihnimde gerçekleşiyor. Belki güvertede koşuşturan ve martıya uzaktan çığlıklar yollayan bir çocuk için de benzer bir durum söz konusu. Ama onun ilgisi de kısa sürede diğer çocuklara kayıyor ve M.V.'yi uçuşuna bırakıyor.) Martı M.V.’nin bu 45 dakikalık yolculuk boyunca vapuru takip ediyor olmasının sebebini bilemiyorum. Onun avlandığı, yaşadığı bir bölgesi yok mu? Bir limanı, bir iskelesi, bir yuvası. Sahi martıların bir yurdu var mıdır? Ne kadar cahilim, bilmiyorum, vardır herhalde demekle yetiniyorum. Vapurun tekrardan başladığı yere varması saatler alacak. Bu uzun yolculuğun, bir az önce söylediğim gibi yiyeceklerle ilgili bir beklentisi olmayan M.V.’nin kaybettiği enerjiye değecek nasıl bir faydası olabilir, bilmiyorum. Olmak zorunda, doğada hiçbir canlı ünlü konu mankeni martı Jonathan Livingstone gibi daha yükseğe, daha hızlı uçmak gibi felsefi bir lükse sahip değil. Muhtemelen bizim M.V.’de diğer arkadaşları gibi beslenme amacıyla faydalanıyor vapurdan. Ben onu doymuş olduğu, ama denizin ortasında uçuşunda ona kolaylık sağlayan vapuru (veya ait olduğu sürüyü) bırakma şansı olmadığı için yola devam etmesi gereken bir dönemde gözlemliyor olmalıyım. Kıyıya yaklaştık ve nedense en az 15 dakikadır yerini değiştirmemiş olan M.V. arkadaşlarına katılmaya karar veriyor. Önce yükseliyor, sonra diğer martıların arasına karışarak isim babasına saygısız, sıradan ve isimsiz bir martılık seviyesine yeniden yükseliyor. 14 Mayıs 2004
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Var Samsa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |