..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Toplum > Var Samsa




11 Temmuz 2005
Dün Telafer'de Bir Çocuk Öldürüldü  
Var Samsa
Tarihin kayıp günlüklerinden birinden notlar... George Orwell’ın 1984 isimli romanı üzerinden tarih, adalet, demokrasi ve gerçeklik üstüne.


:BGCC:
13 Haziran 2005-

Kolay unutmak ilkelliktir.

Dün Telafer’de işgal güçleri tarafından bir Türkmen çocuk öldürülmüş. 6 yaşında. Yabancı bir internet sitesinde Irak’la ilgili haberlerin satır arasında geçmese haberim olmayacaktı. Ülkemiz basınını araştırdım, haber yok. Atlamışlar veya önemsememişler. Veya?

Aklıma diğer olasılık geliyor. Nedir Türkiye Cumhuriyetindeki gazeteleri kontrol etmenin bedeli? Biliyorsunuz dost ve müttefik A.B.D. halkımızda kendisine karşı fazla tepki olduğundan rahatsız bir süredir.

Kaç düğmeye basmak gerekiyor toplumu kontrol etmek için? Demokrasi altında topluluklar kontrol altına alınamaz mı?

İnsan topluluğu dediğin nedir ki, haberleşme ağlarını, fikir liderlerini kontrol et, nasıl istiyorsan öyle düşünürler.

Yamyamlığın sürdüğü bir çağda doğduğunu düşün! Ayağa kalkıp, “ey topluluğum, bu yaptığımız yanlış, bu yanlış geleneğe son vermemiz lazım” diyen sen mi olurdun? Desende neye yarardı, toplum dışına atılmandan başka?

Güçlü her zaman haklıdır.

Bize hep nasıl öğretildi? Dünya tarihinde hep doğrular ve haklılar kazandı, öyle mi gerçekten? Sağcıysanız, millet olarak biz hep doğrunun yanında yer aldık diyebilirsiniz. Solcuysanız, hadi bizim milletin tarihte bir kaç hatası olmuş olabilir, ama insanlık hata yapmaz diyebilirsiniz.

Tarihi güçlü yazar. Bir örnek:

Birinci Körfez Savaşından sonra Birleşmiş Milletler kararlarıyla Saddam ülkesini silah denetçilerine açtı. Silah denetçileri yıllar boyunca kaldılar Irakta. Çoğumuzun aklında hep Saddam’ın bu adamlara zorluk çıkardığı, bu adamlardan Kitle İmha Silahlarını (KİS) kaçırdığı bilgisi kalmıştır. Şimdi biliyoruz ki, ortada saklanacak KİS falan yokmuş, Saddam’ın dediği gibi. Üstelik Saddam’ın iddia ettiği gibi bir kısmı Amerikalı olan silah denetçilerinin casusluk faaliyetleri içinde oldukları, Irak’ı en dar sokağından, en uzak cephaneliğine tanıdıkları ve işgal sırasında A.B.D. ordusunun uydu fotorafları kadar bu bilgiden de yararlandıklarını biliyoruz.

Saddam bir süre sonra gelecekte ülkesini işgal etmeyi planlayan bir ülkenin casuslarına kapılarını açmamaya karar verdi. Bu kararına karşı Birleşmiş Milletler kararlarıyla (kim ödüyor sizce BM’nin masraflarını?) Irak’a tıbbi malzemelerde dahil bütün ürünlerin ihracatı yasaklandı. 1993-2003 yılları arasında Irak'ta kimi aralıklarla ve istisnalarla (BM’nin petrol programı) tam bir ambargo dönemi yaşandı. Saddam’ın zaman zaman silah denetçilerini yeniden ülkesine almasına rağmen ambargo sürdürüldü.

Sonuç: 1993-2003 yılları arasında Irak’ta 150.000 çocuk bakımsızlık, açlık ve basit enfeksiyon hastalıkları sebepleriyle öldü. Büyük ihtimalle bu çocuklar bir basit antibiyotik, temiz su ve besin maddelerine ulaşabilselerdi yaşayacaklardı. Saddam’ın olmayan Kitle İmha Silahları bu çocukların ölüm fermanı oldu.

Propagandanın gücü: İşgalin sonrasında A.B.D. Saddam’ı diğer asıl suçlarının yanı sıra Iraklı 150.000 çocuğunda katili ilan etti. Ülkesinin gelecekteki işgalcilerine tüm kapılarını sınırsız açmayı kabul etmeyen, kötü adam Saddam. Çocuk katili.

150.000 çocuğun katili kim?

Saddam kötü bir insan, bir despot. Tarihin utançla anacağı bir insan. Ama polisin bir seri katil yakaladığında aydınlanmamış bir kaç cinayeti de o katile yıkma alışkanlığında olduğu gibi, Saddam'ı mı tek suçlu ilan etmemiz gerekli?

Gelecekte dünyanın her yerinde ve hatta Irak’ta okullarda bu çocukların katilinin Saddam olduğu anlatılacak. 100 yıl sonra farklı bir tarihi kimse bilmiyor olacak.

1984’ün kahramanı Winston’ın bir an için diktatoryanın tarihi çarpıttığının kesin belgesini elinde tuttuğunda hissettiklerini biz hergün gazeteleri okuduğumuzda hissedebiliriz. Tarih 1984’teki gibi basın aracılığıyla şekillendiriliyor. Tek fark: Gizli bir şeye gerek olmadığını biliyor günümüzün toplum mimarları. İnsanlar zaten gözlerinin önünde dönen trajedyayı fark etmek, fark ederlerse anlam vermek yeteneğinden uzaklar.

Tarih tamamen farklı yazılabilir.

Tarihin farklı yazılabilecek olduğu üzerine düşünmek hep aklımı çelmiştir. Basit tesadüfler şu anda yaşadığımız dünyayı son derece farklı bir dünya, bireysel doğrularımızı şu andakilerden tamamen farklı düşünceler yapabilirdi. Şu anda kötülüğünden şüphe etmediğimiz bir tiran ülkemizin düşmanlarına karşı verdiği önemli bir savaşta dost ve müttefiğimiz olabilirdi.

(Varlığımızın 5 milyon sperm içinden şanslı bir tanesinin belirlediği bir tesadüf olduğunu kabul ettiğimiz zaman bu türden tamamen farklı bir dünya tasarımını kabul edebileceğiz...)

Tarihin farklı yazılması mümkündür. Hitler bir çılgınlıkla Rusya’ya saldırmayacak olsaydı, faşist Almanya’yı hiçbir kuvvet yenemeyecekti. Kötü olurdu bu elbette, ama tarih kitaplarının da farklı yazılacağına hiç şüphe yok.

Hitler’le barış yapmaları mümkün müydü? Onca yahudinin katili Hitler’le barış yapan, barış içinde yaşayan bir dünya canlandırabilir miyiz zihnimizde? Her diktatörü koltuğundan indirmek mümkün olmadı, kimseninde böyle bir derdi olmadı tarihte. Stalin milyonların katili bir diktatördü. Ölüm emrini verdiği insan sayısında Hitler’i yarı yolda bıraktığını biliyoruz. Ve dünya onunla soğuk bir barış içinde yaşadı. 20 yılı aşkın bir süre.1950’lerde doğsaydınız, Stalin’in büyük bir lider sayıldığı bir ülkede yaşamanız ihtimali, özgür dünyada doğmanız ile benzerdi.

Bir devrim kaç para eder? Dayatma demokrasi (DD) kavramı.

Bir süre önce Ukrayna’da bir seçim gerçekleşti. Putin’in desteklediği eski komünist bir yönetici barış içinde gerçekleşen seçimi açık bir şekilde kazandı. Demokrasi kazandı...mı?

Hayır, Ukrayna’daki yönetim A.B.D’nin istediği tarzda bir yönetim değildi. Ukrayna’da azınlığı oluşturan batı yanlılarının sokaklara döküldüklerini gördük. Seçimlere hile karıştırıldığı iddia edildi. Basın yoluyla bize ulaşan bilgiler bu şekildeydi en azından.

Bir süre sonra seçimin galipleri hükümet etme yetkisinin hiç bir zaman ellerine verilmeyeceğinin farkına vardı. Kırılma noktası Avrupa Birliğinin tepkisiydi. Ve bence demokratik olmayan demokrasi yanlılarını destekleyerek A.B. tarihi bir hata yaptı.

Tıpkı kukla Irak hükümetini tanıyan Türk hükümeti gibi. Irak seçimlerini hatırlayın. Bir ülke işgal edilmiş. Seçim sandıklarını bile başka bir ülkenin askerleri koruyor. Seçim düzenliyor bu işgal kuvvetleri, kendilerine meşrutiyet kazandırmak için. Ve halkın 3’te biri seçimlere katılmıyor, seçimleri açıkça boykot ediyor. Sonuç, yüzde 90 katılımlı Ukrayna seçimleri yasal değil, yüzde 65 katılımlı Irak seçimleri ile bir yasal hükümet ortada. Vay canına yandığım DD.

Kuzey Kıbrısın suçu neydi?

31 sene önce dünyanın bir köşesinde birbirleriyle ezelden beri kavgalı iki toplumlu bir adaya barış getirmek amacıyla bir çıkartma düzenleniyor. Barış gerçekten geliyor. İki toplumda nüfusları ile oldukça orantılı bir şekilde paylaşmış durumda adayı. Ama dünya bir tarafı tanımıyor bir devlet olarak, ticari ambargo sürüyor 31 yıl boyunca. Neden basit: Prensip olarak güçlü bir devlet kendinden daha güçsüz bir ülkenin topraklarını işgal ederek bir devlet kuramaz. Niyetler ne kadar iyi de olsa, işgal edilen topraklarda demokratik seçimler yapılsa bile, üstünden yıllar geçse bile, bu prensip bu şekilde doğruluğunu sürdürmeye devam eder. Ama prensipler dünyanın en güçlü devletine karşı işlemez. Onun işgal ederek iktidara getirdiği piyon hükümet BM’de tanınır. Ve kurduğu devleti tanıttırma konusunda 31 yıldır sorun yaşayan Türkiye bile bir küçük protestoda bulunamaz Irak devletinin kuruluşuna karşı...

1984’ün dünyası

Orwell'ın 1984 adlı ters ütopyası ile günümüz dünyası arasındaki benzerlikler su götürmez boyutta. Tarih güçlünün kaleminden çıkıyor. Özel hayatımıza dair ne varsa hiç olmadığı kadar yöneticilerin elinde. Tüm konuşmalarınız rahatlıkla dinlenebilir (sesinizi örneklemeleri yeterli), tüm yazışmalarınız kontrol edilebilir (isterlerse son on yıl içinde kendi isminizle ve değişik nicklerle yapmış olduğunuz bütün email yazışmalarını önlerine getirmeleri bir kaç dakikadan fazla zamanlarını almaz). Sokakta yürüdüğünüzde Londra’daysanız 500.000, İstanbul’daysanız 5000 kamera (her geçen gün artmakta) her an üstünüze yönelmiş durumda.

Ne olacak diyebilirsiniz, bilsinler ne yaptığımı, ben kanunlara uyan bir vatandaşım... Tuvalette burnunuzu karıştırmanız bir kusur sayılabilir mi? Bunu mu aleyhinize kullanacaklar?

Oysa kazın ayağı beş parmaklı değil. Hikayenin tamamı da burun parmak ilişkisinde değil. Değişen, yeni pazarlar, yeni işler yaratılan bir dünyadayız ve adalet pazarı da diğer pazarlar gibi her geçen gün kendi yetki alanını, uygulamalarını pazarın istekleri doğrultusunda değiştiriyor, genişletiyor.

Bir örnekle açarsak: Her geçen gün daha fazla bilgisayar uzmanı eğitimini tamamlayarak çalışma hayatına katılıyor ve buna uygun olarak bilgisayar dünyasında yapılabilen işler artıyor. Daha fazla sporcu ve daha fazla bilim adamı. Daha kaliteli spor karşılaşmaları (40 yıl öncesinin Pele’si, bugünün defans oyuncularının önünde ismi dışında bir varlık gösteremezdi, iyi bakın görüntülere), daha büyük buluşlar olarak dönüyorlar bize her geçen gün. Daha fazla doktor mezun oluyor tıp fakültelerinden, daha yeni teknolojilerden ve ilaçlardan daha efektif faydalanmayı bilen ve insan ömrü birazda doğaya karşı uzamasını sürdürüyor.

Peki daha fazla polis ve savcı ne getiriyor dünyaya? A.B.D.’de dünyanın ekonomik olarak en gelişmiş ülkesinde en fazla sayıda savcı ve polis görev yapıyor. Ve dünya tarihinin hiç bir döneminde görülmedik derece de çok insan (3 milyonun üstünde) A.B.D.’de cezaevlerinde.

Gözünüzde 3 milyon insandan oluşan bir kalabalık düşünün. Bu insanlar ayakları prangalı öğlen sıcağında çalışmaya çıkarılıyorlar cezaevlerinden. Güneşi görebilmek için ve asıl önemlisi her geçen gün daha fazla kendilerine ödettirilen cezaevi masraflarını ödeyebilmek için. Fakirin cezaevi yaşamının Mısır’da piramitleri diken kölelerin yaşamından fazla bir farkı olmamalı. 3 milyon kişilik iş gücü sıkı bir iş gücü eder. Özellikle boğaz tokluğuna çalıştırıldığında. Tarihin hiç bir döneminde bir devletin boğaz tokluğuna çalışan 3 milyon kölesi olmuş muydu? Zencilerin mısır ve pamuk tarlalarında ikame edildikleri dönemde bile tamamen köle olanlarının sayısının 3 milyonu geçtiğini sanmıyorum. Kölelikte tarihin kılık değiştirerek günümüze ulaşan bir çok geleneği gibi farklı bir kılıfla yaşamını sürdürüyor modern topluluklarda.

Dönelim sizin o çok güvenli olduğunu zannettiğiniz küçük yaşamınıza... Bir zaman sonra, geleceğiniz görevini daha hırsla yerine getiren polis ve savcıların elinde olacak. Öfkeli kalabalıkların mutlu edilmesi için her geçen gün daha fazla insan cezaevlerine atılacak. Bunun gerçekleşmesi için yeni suçlar yaratılacak. Geçmişte suç bile sayılmayan bir şey için (bir bardak bira içtikten sonra araba kullanmak, bir arkadaşınıza kefil olmak, ürettiğiniz bir oyuncağın bir çocuğun burnuna kaçması vb vb) o kırılgan özgürlüğünüzün birden elinizden alınabildiğini göreceksiniz kısa bir zaman sonra. Ve o dev gözlemleme kanallarının tamamının üzerinize çevrildiğini göreceksiniz o zaman.

İşin daha acı tarafı sistemdeki değişiklikleri sizin benim gibi suçsuz, fakat doğru olanı yaptığına inanan insancıklar tarafından gerçekleştiriyor. Tıpkı yüzbinlerin ölümüne sebep olan geçmişin despotları gibi, insanlar tek tek verdikleri kötü kararlarının tanrının istediği ile gerçekleşen kader gibi, doğru olduğuna inanarak gerçekleştirecekler. Her şey aleyhinize işleyerek tüm yaşamınız elinizden çalınırken bir çığlık atarak “ey insanlık, yamyamlıkla beslenen atalarımız gibi, insanlığımızı unutarak tanımadığımız ve bize gösterildikleri haliyle çok kötü olduklarına inandırıldığımız birileri için giyotin çığlıkları atarken aslında büyük ihtimalle kendinizin veya çocuklarımızın idam fermanını imzalıyorsunuz” diye bağıracak olsanız bile, artık iş işten geçmiş olacak. Toplumu değiştirebilecek bir konumda olamayacaksınız, tüm gücünüz, sözünüzün dinlenibilirliği elinizden alınmış olacak. Boşuna debeleniyor olacaksınız yeni idam sehpaları isteyenlerin gözünde. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, diyecek başka birileri. Kim dinliyor artık Cem Uzan’ı, gücü varken 2 milyon 780 küsur bin kişinin oyunu alan bir adamı?

Başka neler vardı 1984’ün dünyasında? Emmanuel Goldstein, görüntüsünün ekranlarda belirmesiyle kalabalıkların öfke nöbetlerine girdiği, asla yakalanamayan, sürekli yönetimle mücadele halinde bir öfke objesi. Usame Bin Ladin’in işlevi bu değil midir Amerikan kamuoyu için? Veya siz Bush tayfası olsaydınız, fırsat olsa bile Ladin’i yakalar mıydınız?

Ya savaşlar ne içindi 1984’te? Toplumların kendilerini baskı altına alan rejimlerin adaletsizliğini fark etmemeleri, bir amaç uğruna çalışmaya devam etmeleri ve üretim fazlasının harcanabilmesinden başka gayeleri yoktu savaşların. Halka uzak bir yerlerde savaşırlardı Okyanusya askerleri. Afrika gibi, Uzakdoğu gibi. (Mevcut örneğimizde Vietnam, Irak, Afganistan gibi). Arada sırada patlayan bombalar dışında bu sürüp giden çatışmaların sıradan vatandaşın hayatına bir etkisi olmayacak şekilde tasarlanırdı savaşlar.

Ama o arada sırada patlaysan bombaların üzerinde biraz durmak lazım...

Neden Okyanusya’nın düşmanlara ihtiyacı var?

1984 terimlerinde Okyanusya (A.B.D+ İngiltere) düşmanlarını kendi yaratır. Tıpkı A.B.D.’nin kendi halkının gözünde savaştığı, ama gerçekte yok olmamaları, hatta belli sınırlar içinde varlıklarını sürdürmelerinin bir şart olduğu Arap teröristler gibi.

Durun bir dakika gerçekten yok etmeye çalışmıyor mu A.B.D. terörristleri? Uğruna iki ülke işgal edildi. Onbinlercesi mezarı, bir o kadarı da tutukevlerini boyladı. Terörle savaşmak bu değil mi?

İşin kitabını okuyanlar bunun aslında en verimsiz terör savaşı olduğunu söyleyeceklerdir. Sadece askeri tedbirlerle ne İRA (Kuzey İrlanda) terörü, ne de diğer terör örgütleri yok edilebilir. Terörün sebeplerinin yok edilmesi gerekli, psikolojik desteklerinin, terörizme zemin hazırlayan toplumsal ortamların değiştirilmesi gerekir. En başta batı dünyasının islama düşman olmadığını göstermesi gerekli. Bize P.K.K. ile savaşımızda bu tür uygulamalarda bulunmamıza sıklıkla A.B.D hatırlatmadı mı?

Oysa A.B.D. ne yapıyor? Hedefleri doğru düzgün aktarılmayan yüzbinlerin öldüğü savaşlar çıkarıyor, suçsuz olabilecek insanları kamplarda süresiz esir tutuyor. Kuran’a saygısızlık edildiği, insanlara işkence edildiği haberleri her geçen gün dünya basınında. Yaptıkları açıkça terörü körüklüyor. Bir yandan teröre karşı savaşıp, bir yandan terörün artması için gereken her türlü yanlışı yapabilecek kadar cahil olabilirler mi?

Daha da kötüsü Irak savaşını kazanmak için gerekli gücü ortaya koymuyor. Biz Türkiye olarak Irak’ı işgal edecek olsaydık terör bu boyutta yaşanmazdı, çünkü 28 milyonluk bir halkı kontrol edebilmek için gerekli olan minimal sayıda (1.5 milyon) askeri dizerdik başlarına. Bunu A.B.D. yapamaz mıydı? Pahalı olurdu ama yapabilirdi. Ama istenen savaşın veya terörün bitmesi değil ki. Düşük şiddette çatışmanın devamı, terörün Arap toplumların yerleşerek kök bulması anlaşılan amaçlanan bir durum. Ve her dakika yapılanların kar zarar hesapları yapılıyor, 130 bin askeri tut orada, 1500 tanesi ölebilir. Bir milyon askeri konuşlandırmaya göre her ay 20 milyar dolar kazançtasın. Bu kadar ucuz mu dünyanın en zengin ülkesi?

Neden yüzbinlerce Iraklı ve binlerle ifade edilen A.B.D askerlerinin ölmesi isteniyor olabilir? Birinci sebep bu sayı tahammül edilebilir sınırlarda. İkincisi terör demokrasi içinde istedikleri toplumsal baskı düzenine fırsat veriyor. Kalabalıkların öfkeleri, korkuları bir yöne çevrilmek zorunda, yoksa yönetimleri sorgulayabilir kalabalıklar ve karşılarına çıkan ise tarihte her zaman olduğu gibi kısmen daha zeki bir elitin yürüttüğü ve kalabalıkların sömürüldüğü bir oligarşiden başka bir şey olmayacak.

Aradaki zenginlik farklılıkları köleliğin hüküm sürdüğü geçmiş çağların farkları kadar büyük değil. Ama aradaki gelir farklılığı, fazladan bir yata, bir kata, bir ata daha sahip olmak isteyen azınlık için çok değerli olmalı. Tarih boyunca sömürünün, kendine yontmanın gelenek haline getiren insanların o aslında önemsiz farklar için bunca oyunu sürdürmekten vazgeçmek zorunda kalacakları çağa kadar, bunca kan dökülmeye devam edecek sanırım.

Tıpkı 1984’teki gibi cahil bırakılan kalabalıklar. Gözgöre göre değiştirilen tarih.... Sonumuz hayrola...

.Eleştiriler & Yorumlar

:: ...
Gönderen: Bahadır Yurteri / İstanbul/Türkiye
20 Temmuz 2005
Söylediklerinizin doğru olduğu muhakkak; ancak bu kadar kötümser düşüncenin bizi kötümser bir tembelliğe itmesinden korkarım. Amerika'yla SSCB'nin uzay savaşının (Aya çıkma meselesi) hediyesidir bize spor ayakkabılar... O rekabet olmasa belki Telafer'dekinden de haberimiz olmayacaktı; çünkü iletişim teknolojisi bu kadar gelişmiş olmayacaktı. Günlük yaşamdan biri basit birisi daha komplike iki örnek size... Demek istediğim (ikisinin de savunucusu değilim ama) iyiyle kötünün hatta belki de kötüyle kötünün savaşından bile insanoğlu farklı kazanımlar elde edebiliyor. Avcı ne kadar yol bilirse ayı da o kadar yol bilirmiş:) İnsanoğlu daima bir çıkar yol bulur kendisine zirâ esasında yaşamaya ve çoğalmaya programlanmıştır.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplum kümesinde bulunan diğer yazıları...
Giyotin İstiyoruz, Giyotin İstiyoruz!

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Biyolojik Demir Bilye
Fikir Özgürlüğü ve İnternet
Hayatımdan 35 Dakika
Varolamamanın Dayanılmaz Öfkesi
Metafizik Dereotu Atomları

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Dünyanın En İyi İnsanı [Şiir]
Kadın Hakları - 1 [Öykü]
Kadın Hakları - 2 [Öykü]
O Şık Ayakkabıları Bu Dava İçin Almadınız, Bay Schopenhauer! [Öykü]
Sessizlik - 2 [Öykü]
Martı M. V. [Öykü]
Mustapha Garta'nın 30. Yaşgünü - 2 [Roman]
Yeni Tübitak Yasası: Bir Felaket Habercisi [Eleştiri]


Var Samsa kimdir?

Bireyin varolma, kendisi olma şansını elinden alan kurumlarla sarılmış ve kötü bir şaka, bir tuzak haline dönmüş dünyada insan sorunu üzerine hikayeler, denemeler.

Etkilendiği Yazarlar:
Milan Kundera, Franz Kafka, J. P. Sartre, Orhan Pamuk


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Var Samsa, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.