Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche |
|
||||||||||
|
Sabah bakkala gidiyordum. Bir gazete, bir ekmek bir de sigara alacaktım. Üç yaşlarında bir çocuk gördüm... Bir kız çocuğu... “Sana şeker alayım mı?” dedim... “Çikolata da isterim” dedi... Bir çarpacağım bir tane! Bizim zamanımızda bir şekere kanardık. Şimdiki nesil “çikolata da isterim”... Çok bilmişler çok... “Adın ne bakalım senin cici kız?” “Tuğçe” İsminden belli şımarık olduğu... Şımarık olmayıp da ismi Tuğçe olanları tenzih ederim... Bizim Tuğçe’ ye “gel” dedim.. “Sana bir şey soracağım”. Şeker ve çikolata da alıp eve geldik. “Tuğçe” dedim, kız yalanıp dururken. “Ben seni kaçırdım” “Kaçııır” dedi, şımarık şımarık “...sen bana hep böyle çikolata alacaksan, hep kaçır” “Tuğçe dedim, valla döverim seni”, şimdi yalan olmasın, döverim, diye ben mi dedim, başkası mı dedi orasını karıştırdım yine... Ama “Tuğçe dedim, bana bütün bildiklerini anlatana kadar seni evimde alıkoyacağım” “Önce sana bir şarkı söyleyeceğim. Sen de bana iyi söyleyip söyleyemediğimi söyleyeceksin.Tamam mı?” “Tamam. Sonra da ben sana bir şarkı söyleyeyim. Ben bir sürü şarkı biliyorum.” “Senin bildiğini zaten biliyorum. Ben söyleyeceğim. Dinle şimdi... Mihrabım diyerek sana yüz vurdum Gönlümün dalında bir yuva kurdum” “Ayyy, çok kötü. Ben hiç duymadım böyle bir şarkı. Sen mi uydurdun?” “Duymadın mı?” “Hayır hiç duymadım. Çok kötü hem de. Böyle şarkı mı olurmuş?” “O zaman böyle bir şarkı yok. Ben uydurmuşum... Demek kötü...Sesim de mi kötü?” “Sesin de kötü... Şimdi ben söyleyeyim... Hüp diye içine çek beni....lay lay lom...hüp diye” “Bu ne?” “Şarkı... Bilmiyor musun?” “Kulağıma yabancı gelmiyor ama bunun bir şarkı olduğunu bilmiyordum. Ama sen bu bir şarkı diyorsan şarkıdır tabi ki... Peki ben dans edebiliyorum? Bir bak bakalım...” “Ama müziksiz dans edilmez ki.” “Duymuyor musun?” “Hayır ben bir şey duymuyorum” “Olmuyor mu?” “Çok komik dans ediyorsun. Bu dans bile değil.” “Öyle mi? Demek dans etmeyi de bilmiyorum.” “Bak böyle dans edeceksin. Hüp diye lay lay lom” “Zormuş.. Ben beceremem. Peki bak bakalım, resim yapabiliyor muyum? Tuvalimizi alalım. Fırçalar ve boyalar... Bak şimdi...” “Bu ne?” “Güvercin... Gökyüzünde...sonsuzlukta süzülüyor...” “Böyle güvercin mi olurmuş? Sen hiç güvercin görmedin mi? Güvercinler mavi renkte olmaz bir kere” “Olmaz mı?” “Olmaz. Bak böyle yapacaksın. Gördün mü?” “Gördüm. Demek resim de yapamıyorum.” “Peki bak, sevmeyi biliyor muyum?” “Göster” “Bak...” “Nereye bakayım?” “Gözlerime” “Yok bir şey orada.” “Sen göster” “Seni seviyorum, gördün mü?” “Görmedim, duydum sadece” “Ben sıkıldım, gidiyorum” “Yok öyle küçük hanım. Hiçbir yere gidemezsin. Bana bütün bildiklerini söyleyeceksin.” “Söyledim işte. Başka çikolata var mı?” “Yok” “O zaman ben gidiyorum” “Gidemezsin. Seni kaçırdım dedim.” “Ya ben gitmek istiyorum” “Zırlamaya başlama. Al sana çikolata.” “Tamam o zaman kalırım” “Nereye gitti göz yaşların? Ne çabuk sustun?” “Ağlamasam vermeyecektin çikolata” “Ağlamayan çocuğa meme yoktaki çocuğu bulduk. Memeyi de bulursak tamam... Seni öldüreceğim Tuğçe.” “Öldüüür” “Tuğçe, dedim seni öldüreceğim. Önce bütün bildiklerini bana anlatacaksın. Sonra seni bu dünyadan temizleyeceğim. Meme için kimse ağlamayacak bundan böyle. Memeler ortada olacak herkes hakkını alacak.” “Ne kadar ayıp. Memeler ortada olur mu hiç? Çok ayıp.” “Ayıp mı? Bak bunu da bilmiyordum.” “Yüzün kızardı” “Utandım. Madem memelerin ortalıkta olması ayıp o zaman seni öldürmemin de bir anlamı olmaz. Ağlamak baki kalacak.” “Sen hiç ağlamaz mısın?” “Ağlarım. En son babam öldüğünde ağladım.” “Senin ev çok soğuk. Ben bu evde hasta olurum.” “Hasta olursun ve ağlarsın değil mi?” “Evet ağlarım” “Ben de hasta oldum. Ama ağlamadım. Ağlayınca evim sıcak olur mu?” “Tabi olur.” “Nasıl olacak?” “Şimdi sen ağlarsan biri neden ağladığını sorar. Sen de üşüyorum, hasta oldum dersin. Sana sıcak bir ev bulurlar” “Kimler?” “Parası çok olanlar” “Sizin paranız çok mu?” “Babamın çok parası var. Ben ağlayınca babam bana veriyor. Sen de ağlarsan sana da verir.” “Verir mi?” “Verir. Ağlarsan verir. Bir kere bir kadın vardı. Ağlayan bir kadınmış. Babam ona para veriyordu. Ama annem öğrenince çok kızdı. Annem ile kadın kavga etti. Kadın da bir daha ağlamadı. Babam da ona para vermedi. Sen de ağlarsın babama, biz de anneme söylemeyiz. Annem kızıyor çünkü.” “Yok ben almayım, üşümeyi ve hasta olmayı alayım, üstü kalsın” “Sen bilirsin.” “Ben bilmem. Hiçbir bok bilmem. Bana öğreteceksin bütün bildiklerini.” “Başka ne öğrenmek istiyorsun?” “Böyle olmuyor. Böyle bir yere varamıyorum. Seni niye kaçırdım biliyor musun? Sana niye şeker çikolata aldım? Bir yerlere varayım diye. Yoksa ben şimdi kahvaltımı edip, gazetemi okuyacaktım. Sigara üstüne sigara içip bir yerlere varabilmenin yollarını arayacaktım. Bu yolları bilmiyorum. Eskiden bilir miydim? Şimdi mi unuttum? Onu da bilmiyorum. Beni duyuyorsun değil mi? Yani bir ses çıkıyor mu benden. Cümleler kurabiliyor muyum? Şarkı söylemekten, resim yapmaktan, dans etmekten vazgeçtim. Kelimelerimi duyabiliyor musun sen onu söyle? Sessiz soluksuz olmak istemiyorum. Seni, sesimi duyurabilmek için kaçırdım. Yoksa öylece sessizlikte boğulacaktım. Önce beni duyman önemli. Nasıl göründüğümü boş ver. Sesimin çirkin olmasını da boşver. Üşüdüğümü de... Sesim geliyor mu onu söyle? Üç yaşındaki çocuk! Sesim geliyor mu? Tuğçe idi değil mi adın? Tuğçe!......Gel sana şeker alacağım, çikolata da alacağım” “Buradayım” “Sesimi duyuyor musun?” “Şeker ve çikolata alacağım dedin” “Dedim ya... Dedim.. Duydun değil mi?” “Duydum, hani şekerlerim?” “Beni duyman için sana şeker mi yetiştireceğim. Yok sana şeker meker. Hadi git bakalım artık, evine git. Annen merak eder. Anneler hep merak eder. Bak benim annem de beni merak ediyor. Şimdi onu arayıp, “Şeker ve çikolata” ya bütün bildiklerini anlatan kızdan dünyanın kaç bucak olduğunu öğrendim, diyeceğim.O da bana böyle bir yere varamazsın, diyecek. Anne, diyeceğim ben de, o üç yaşındaki çocuğun aklına uyarsam sıcak bir evim bile olurmuş. Ben kendi akılsızlığımın ceremesini çekmek istiyorum. Allah akıl fikir vermemiş bana. Vermesin, ben de ona bir şey vermiyorum. Hiçbir yere de varmıyorum. Bu kızı da evine gönderiyorum.” “Ben eve gitmek istemiyorum. Burada seninle kalmak istiyorum.” “Yok kızım olmuyor. Seninle bir yere varamıyorum. Hadi sana güle güle...” “Aslında sen beni evde alıkoymaya devam etsen. Benim annem ile babam da beni merak edip aramaya başlasalar. Sen de bizimkilerden bana karşılık para istesen... Bence daha iyi bir hikaye çıkardı.” “Hadi oradan, çok bilmiş sen de...” “Gideyim mi kalayım mı?” “Git...Benim hikayem bu kadar.” “Sen hikaye yazmayı da bilmiyorsun, böyle hikaye mi olurmuş” “Git kızım başımdan” “Gitmeyeceğim işte” “Şeker de yok çikolata da yok” “Olmasın, ben yine de gitmeyeceğim işte.” “Ben de seninle konuşmayacağım bakalım. Ne yapacaksın?” “Konuşma.Ben de kendi kendime konuşurum. Beni duyduğunu biliyorum ya o bana yeter. Beni duyuyorsun değil mi? Sesim geliyor mu? Şarkı söyleyeyim mi sana? Lay lay lom... Duyuyor musun beni? Adın neydi senin? Kızdın mı bana? Tamam evime gidiyorum o zaman. Annem merak etmiştir. Ben gidiyorum dedim.... Aaa, deli mi ne?” Tuğçe kadının yüzüne tuhaf tuhaf bakarak evden çıktı. Kadın bir sigara yaktı...Bir ses duydu... “Böyle olmuyor, böyle bir yere varamazsın, aklını başına topla.” Kadın birden doğruldu. Sesin nereden geldiği anlaşılmıyordu. Boşluğa meydan okurcasına bir şarkı tutturup dans etmeye başladı... “Hüp diye lay lay lom ...Nasıl böyle oluyor mu? Hüp diye lay lay lom... Böyle bir yere varabilir miyim? HÜP!” Kadın bir ay boyunca dilinde hep o şarkı, dans edip durdu. Sonunda annesi hastaneye yatırdı kızını. Yazarkolik teşhisi kondu. Tedavisi mümkün değildi. Krizi tuttuğunda zor zapt ediliyordu. Bir gece yarısı hastaneden kaçmayı başardı. Tuğçe’nin evini buldu. Pencereye şeker ve çikolata fırlatıp durdu... “Tuğçe, pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım” “Yaş kemale erdi ama ben hala eremedim”. Bu lafın ardına okkalı bir hikaye iyi giderdi aslında. Ortaya bir piyaz, biraz peynir bir de rakı. Şeker, çikolata da nereden çıktı? Çoluk çocukla uğraşıp durdum boşuna. Yine hiçbir yere varamadık. Hep aynı noktada çakılıp kaldık. Ha gayret... Yürüyelim arkadaşlar, lay la lay lay lay lom....HÜP!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © zehra erkuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |