Hala çevrende bulabileceğin güzellikleri bir düşün ve mutlu ol. -Anne Frank |
|
||||||||||
|
Kalfa, önündeki hurda kutusundan yuvarlaklığı bozulmuş, ezilip büzülmüş, matlaşmış bir yüzük aldı. Eritme potasına atmak üzereyken durakladı. Olağanüstü işçiliğiyle bir sanat harikası denebilecek yüzüğü iki parmağının arasında bir müddet evirip çevirerek inceledi. “Yazık yaa! Vallahi yazık” diye mırıldandı. Yüzüğü potaya atıp eritmeye içi elvermiyordu. Ustası durumu fark edince, “Önemli olan hünerdir. Sen kendi eserini işle delikanlı. O güzellikten de ilham al” dedi. Usta mesleğinde kaşarlanmıştı tabii. Hurda kutusunda gelen hiçbir parçaya acımaz, potaya atar, köpükler çıkararak erimesine bakmazdı bile. “Ama usta şu güzelliğe baksana yaa!” dedi kalfa sızlanarak; “Yazık değil mi şimdi buna?” . Usta elindeki işi bıraktı. Hafifçe kalfasına dönerek “Evlat. Bu sanatta ustaların becerileri, her zaman sahip olduklarından daha fazla alkışlanmıştır. Çok güzel de olsa eski bir yüzüğü göstererek takdir toplayamazsın. Nihayetinde o senin eserin değildir. Belki sadece kadir kıymet bildiğin ve eritmeyip sakladığın için kutlarlar seni. Bir de sanatını ifa ederken nerelerden ilham aldığının bir göstergesi olur o kadar. Baksana elindeki parçaya. En başta kullananlar bilmemiş kıymetini. Hiç acımadan Altın’ı çizmişler” Kuyum imalathanesinden üçyüz metre uzaktaki okulun bahçesinde, banka oturmuş kitap okuyan kızın yüzünde kuyumcu kalfalarınınki gibi ciddi bir ifade vardı. Ne zaman yüzünde bir tebessüm belirse elindeki kalem ile satırların altını çiziyor, gözleri aynı satırların üzerinde bir süre daha gidip geliyor, sonra yeniden eski ciddiyetine bürünerek okumaya devam ediyordu. O sırada bahçe nöbetinde olan resim öğretmeni, bir süredir izlediği kızın yanına yavaş adımlarla yaklaştı. “Altını çizmeden oku” dedi öğretmen. Kız sesin geldiği yöne baktı. Yüzüne vuran güneş nedeniyle gözlerini kıstığı için çehresinde gülümsemeye benzer bir ifade oluşmuştu. Öğretmenini görünce, ifadesi kolaylıkla gülümsemeye dönüştü. “Neden hocam?” . Öğretmen de banka oturdu. Hafifçe kıza doğru dönerek; “Öncelikle kitaba yazık. Daha defalarca okunmalı değil mi? Altını çizmezsen senden sonra okuyanları da yönlendirmemiş olursun. Belki onlar altı çizilmemiş bir kitabı okuduklarında senin bulduklarından daha başka güzel sözler bulacaklardır; ama bu kitabı okurlarsa ister istemez altı çizili yerlere yoğunlaşacaklardır” .Kız hayıflanarak; “Ama altını çizmezsem unutuyorum hocam” dedi. Öğretmen gülerek; “Hayır unutmuyorsun” dedi; “Sadece kelimesi kelimesine hatırlamıyorsun o kadar. Konuyla ilgili konuşman veya yazman gerektiğinde söz olarak değil ama anlam olarak hepsini hatırlarsın aslında. Hatırladığını fark etmezsin, o kadar. Yeni sözcükler ve cümle yapılarıyla yepyeni bir söz olarak çıkar ağzından veya kaleminden. Aynen hatırlamadığın için bu yaptığın alıntı değil, tamamen sana ait yeni bir şey olur. Unutma ki insanın bilinç altı muhteşem bir depodur. O depoda hiçbir şey kaybolmaz. Biçimiyle değil eriyik olarak saklanır. Sadece anlam olarak yani. Söylediğin veya yazdığın şey, esinlendiğin sözle aynı güzellikte olmayabilir ama sonuçta senindir o söz. Yazmada veya söz söylemede ustalaştıkça ifadelerine güzellik de katabilirsin zamanla. Önemli olan da bu ustalığı geliştirebilmektir. İnsan beyni, sayfa sayısı sınırlı bir deftere benzer. Ezber, bir cümlelik yazının fotoğrafını çekip defterine yapıştırman gibidir. Çok yer kaplar. Bilinç altında sakladığın anlamlar ise sayfanın kenarına aldığın küçük notlara benzer. Değerli olan da anlamdır. Biçim, geriden gelir. Çoğu insan tartışırken bol miktarda alıntı yapar. Bu, çoğu zaman ustaları şahit göstermek veya ne kadar çok okuduğunu ispatlamak amacıyla yapılır. İki cümlelik bir alıntının bir yerden mi duyulduğunu veya bir ‘özlü sözler derlemesi’nden mi alındığını bilemezsin. Alıntı, sözün geçtiği kitabın tamamının okunduğunun göstergesi değildir” “Bencileyin bir garibin söylediğini kim ciddiye alır?” “Söz doğru ve güzelse herkes ciddiye alır. İfade yeteneğini geliştirmeye çalışman daha yararlı olacaktır. Sadece yazma ve konuşmayla da ilgili değil bu. Derslerinde bile yararını görüsün. Beyninin arsasına depo değil, fabrika inşa et. Çünkü arsanın alanı belli ve deponun kapasitesi sınırlıdır. Fabrika ise sürekli hammadde desteğiyle sınırsız üretim yapabilir. Türkiye’deki tüm depoların alanı, tüm fabrikaların toplam alanından kat kat fazladır. Öyle olmak zorundadır zaten değil mi?” “İfade yeteneği nasıl gelişir ki?” “En iyi yöntem yazmaktır. Herhangi bir konuda bir paragraf yaz. Her gün bu yazdığını okuyarak beğenmediğin yerleri değiştir. En iyiyi bulana kadar… Heykeltıraşlar mermer bir heykel yapmadan önce kilden modelini yaparlar. Mükemmeli yakalayana kadar istedikleri gibi değiştirebilmek için. Alıntılarla süslenmiş bir anlatım resimdeki kolaj çalışması gibidir İyi çalışılmış özgün bir eser her zaman, ustaların eserlerini kesip yapıştırarak elde edilmiş bir kolajdan veya bir röprodüksiyondan daha değerlidir. Ast olan malzemeyi ve tekniği iyi kullanabilmektir.” “Ama usta yazarlar da alıntı yapıyorlar zaman zaman. Mesela epigraflar var” “Alıntı hiç yapılmaz demiyorum canım. Hadi altını çizerek okudun diyelim. Eğer bir kitapta sadece alıntıların altını çizdiysen o yazar, iyi bir yazar değil iyi bir okurdur bence. Ama kitap çizikten geçilmiyorsa o zaman yazarın eli öpülür işte. Unutma ki özlü sözleri söyleyenler bu sözleri okudukları şeyler üzerine düşünerek yaratmışlardır. Yani derin anlamları olan güzel sözler okumayla değil, düşünmeyle elde edilir. Okuma, sadece ilham verici olmalıdır. Fakat anlattıklarımı yanlış anlamamalısın. Burada katı bilgiden bahsetmiyorum. Katı bilgi, mesela divan edebiyatındaki aruz kalıplarını bilmek ve bir beytin aruz kalıbını çıkarabilmek gibi insanın tek başına düşünerek elde etmesinin zor veya imkânsız olduğu şeylerdir. Demin söylediklerim ise tamamen felsefi yapılarla ilgiliydi. Fikir sahibi olmak ve yeni fikirler üretebilmek yani” Öğretmen, zilin sesiyle ayağa kalktı. Kıza iyi günler dileyerek okul binasına doğru yürümeye başladı. Üç adım sonra durup yeniden kıza dönerek “Gerçek kültür bir altın madenidir; kuyumcu dükkânı değil…” dedi ve gitti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Faik Murat Müftüler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |