Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Televizyon ve radyolardan, Sibirya üzerinden gelmekte olan soğuk hava dalgasının, ülkemiz genelinde yaşamı olumsuz yönde etkileyeceği duyuruluyor. Tipi, buzlanma ve don olaylarına karşı herkesin tedbirli davranması gerektiği ısrarla yineleniyordu. Ve sonunda beklenen soğuk hava geldi. Çok geçmeden yedi tepeli şehrimin her bir yeri bembeyaz bir örtüyle kaplandı. Görülmeye değer manzaralar da vardı, yaşamak istemediğimiz sıkıntılarda. İstanbul’da kar yağışı neredeyse aralıksız üç, dört gün sürdü. Gerekli önlemler alındığı için ana yollar kapanmadı, her hangi bir afet sorunu ile karşılaşılmadı. Yinede yüksek kesimlere fazlaca yağan ve sokak aralarından uzunca bir süre kalkmayan kar, bizlere zor anlar yaşattı. Araçlar çalışmadı, pek çok sektörde hizmet verme konusunda gecikmeler yaşandı.Bu gecikmelerden nasibini alanlardan biride bendim. Çalıştığım şirketin yemek sistemi yemek fişi şeklindeydi. Aylık fiş talebimiz her ayın yirmisi gibi yetkili firmaya bildirilir. Aynı ayın yirmi altısı gibi elimizde olurdu. Fakat bu sefer ay sonu gelmesine rağmen, fişlerimiz elimize ulaşmadı. Hal böyle olunca, çalışma arkadaşlarım, ay sonu geldiği halde yemek fişlerinin neden gelmediği sormaya ve yemek ücretlerini ceplerinden ödemek zorunda kaldıkları için zorlandıklarını söylemeye başladılar. Tüm bunlar olup biterken kar yağışı durmuş, havanın buz gibi soğuk olmasına rağmen güneş yüzünü göstermeye, karlar erimeye, caddeler ve sokaklar su ve çamur deryasına dönmeye başlamıştı bile. ****** Tarih, 30 Ocak 2006 Pazartesi, Yemek fişlerimiz henüz gelmedi.. İlgili firmayı aramak zorunda kaldım. Fişlerin ayın yirmi beşi itibariyle kendilerinden çıktığını, hava şartlarının malum olduğunu, bu yüzden gecikme olabileceğini, bugün mutlaka bize ulaşacağını söylediler. Tamam diyerek iş yerindeki arkadaşlarıma durumu izah ettim. Böyle bir durumun doğal olduğunu, sadece para harcamak zorunda kaldıkları için zorlandıklarını söylediler. Tarih, 31 Ocak 2006 Salı, Bugün, bütün gün beklememe rağmen yemek fişleri yine gelmedi. Tekrar ilgili firmayı aramak zorunda kaldım. Fişlerin kaybolma ihtimali olup olmadığını sordum. Mümkün olmadığını, akşam saatlerinde elimizde olacağını, hava koşullarının gecikmelere neden olduğunu söylediler. Konuyu tekrar dört gözle yemek fişi bekleyen arkadaşlarıma aktardım. Olamaz… Hadi ya… Cümlelerinin ardından bir günü daha devirdik. Tarih, 01 Şubat 2006 Çarşamba, Sabah erkenden telefona sarılıp yetkili firmayı aradım. Telefona bakan hanıma konuyu anlatıp, kesin bir şey söylemedikleri için zor durumda kaldığımı ifade edip, bana yardımcı olmalarını istedim. En sonunda, kurye firmasını arayıp hemen size geri dönelim dediler. Tamam diyerek telefonu kapattım. Aradan beş dakika geçmemişti ki... Telefon çaldı. Arayan firma görevlisiydi... Kurye firması ile konuştuğunu yemek fişlerimizin bugün en geç saat 16:30 gibi elimizde olacağını söyleyip, gecikmeden dolayı özür diledi. Söylenen saatte kurye beklediğimiz kargoyu getirdi. Ben gerekli evrakları imzalarken, karşımda oturan dağıtım görevlisi hiç durmadan benden özür diliyor, karın çok fazla yağması nedeniyle dağıtım yapmakta zorlandığını, Bostancı’ dan Tuzlaya kadar olan bölgeye kendisinin baktığını, otobüslerin zamanında gelmemesi yüzünden de kargoları yetiştiremediğini anlatmaya çalışıp dert yanıyordu. Ben, minibüse binmesinin daha avantajlı olacağını söylerken, bu sefer oda sadece otobüs için mavi kart verdiklerini, minibüs için para vermediklerini söylemeye çalıştı. Ve kaldığı yerden devam ederek, benim suçum değil inan ablacım... Hafta başı paketi bana verdiler, ben o gün yetiştiremedim. Sonra elimden aldılar bir gün işyerinde beklettiler, bugün yeniden bana verdiler. Ben bugün yeminle yetiştirecektim sana diyerek derdini bir kez daha anlatmaya çalıştı. Bir an, iş yoğunluğundan olsa gerek karşımda derdini anlatabilmek için çırpınan adama dikkat bile etmediğimi fark ettim. Kafamı kaldırıp bakınca, elli, elli beş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bu adamın yüzünde, geçmişin izlerini oldukça iyi yansıtan derin çizgiler bulunduğunu gördüm. Gözleri tedirginlikten olsa gerek korku dolu bakıyordu. Elleri, ya soğuktan yada kendini ifade edememenin talaşından mıdır? Bilinmez. Titriyordu...Bu yüzden elinde tuttuğu listede imzalamam gereken yeri bile bana gösteremedi. Bir an geniş ve gösterişli masanın, deri koltukların ardında kendimi karşısındaki insanları bir hamlede yutabilecek çirkin bir canavar gibi hissettim. Ben ki! ben bu yaşa kadar ne yaptımsa kendi emeğimle, kendi bileğimin gücüyle yapmış, ilerlemeye çalıştığım hayat denilen bu yolda yürürken, hiç kimseyi ayakaltı etmemiş, hiç kimseden iyi niyetimi esirgememiş ve her şeyden önemlisi karşımdakilerin insan olduğunu unutmayarak asla emir cümleleri kurmamıştım. Ama şimdi bu durum karşısında kendimi korkunç bir varlık gibi görmekten de kendimi alamamıştım. Gülümseyerek kafamı kaldırdığımda, şaşkın ve karamsar bir yüz ifadesiyle bana baktığını gördüm. İsterseniz bu konuyu açıklığa kavuşturalım, siz beni bir dinleyin diyerek söze başladım. Bakın, bu ay yemek fişlerimiz zamanında gelmedi bu yüzden arkadaşlarım yemek paralarını kendileri karşılamak zorunda kaldılar, bu sebeple tekrar tekrar anlaşmalı olduğumuz firmayı aramak mecburiyetinde kaldım. Fişlerin ne zaman geleceği hakkında kesin bir bilgi verip veremeyeceklerini öğrenmek istedim. Kaybolma ihtimalinin olup olmadığını sordum. Onlarda kurye firmasını arayıp bana haber vereceklerini söylediler. Yalnız bilmenizi isterim ki, ben şikâyet için aramadım hele sizi şikâyet için, hiç aramadım.Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmedim. İçiniz rahat olsun dedim. Biraz olsun rahatladığını gözlerinden anladığım adamcağız, yanımdan ayrıldığı zaman kendimi suçlu, vicdanımı rahatsız hissettim. Kim bilir bu işi ne kadar zor bulmuştu ve kim bilir ne kadar çok ihtiyacı vardı. Dakikalarca kendimle iç hesaplaşma mücadelesi verdim. Ben kendimce sadece işimi yapmaya çalışmıştım.Ama bunu yaparken böyle bir durumda kalabileceğimi hiç hesaba katmamıştım. Böyle bir durumda suçlu olan, Bizleri zor durumda bırakan doğa harikası bir beyaz örtümüydü? Aldıkları üç kuruş maaşla ev geçindiren, çocuk okutan, hasta bakan, yol parası veren birde yemek paralarını ceplerinden ödemek zorunda kalan çalışma arkadaşlarım mıydı? İşimi yapmaya çalışırken, biraz ısrarcı davranıp bir başka insanı zor durumda bırakan ben miydim? Yoksa, cadde ve sokaklarda kardan iz kalmayıncaya kadar beklediğimiz bir paketi bize ulaştırmada geç kalan kurye firması mıydı? Ortada bir suçlu varmıydı? Yada bir suçlu aramak ne kadar doğruydu bunu bilmiyorum ama, cezayı, karşımda işinden olma telaşıyla korkudan elleri titreyen adam ve benim vicdanım ödemişti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nilgün SARIGÜL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |