Yalnızlık güzel birşey, ama birilerinin yanınıza gelip yalnızlığın güzel birşey olduğunu söylemesi gerekir. -Balzac |
|
||||||||||
|
Hayatı bir başka görürsün oralarda. Çeşit çeşit insan hayatları. Genci ayrı bir hikâye yaşlısı desen öyle, hele ki çocuklar. Ayrı ayrı hissedilen acılar hepsi birbirinden ne büyük ne küçüktür. Yeri geldiğin de ağlanır yeri geldiğinde gülünür hep moral verici teskin edici konuşmalar. Hayatın en olgunlaştırıcı tecrübelerini elde edersin oralarda.”ciğeri yanmak” ne demek anlarsın o zaman. Sana uzak sandığın kapılar önüne dikiliverir. Anılarının en unutulmazını yaşarsın hastane koridorlarında. Hayatımın en unutulmaz ve sıkıntılı günlerini yaşadığım hastane günlerimde tanıdım onu. Yine bir akşamüstü arşınlarken hastane koridorlarını devamlı kapalı oda kapılarından birinin hafif aralık olduğunu gördüm. Düşünceler hücum etmiş bir vaziyette adımlarken koridoru oda kapısının önünden geçerken , onu gördüm yatağında .Hafifçe oturur vaziyette, onun da gözü dışarıda, göz göze geldik.Sadece onun kapısı hep kapalı idi. Etraftakilerle kısa sohbetler yapıyordum kimseye de onu sormak aklıma gelmemişti.Daha sonraları her geçişimde oda kapısına gözüm takılır olmuştu.bacağının sürekli uzanıyor durumda olması dikkatimi çekmişti..Yanına girip çıkan beyin de, eşi olduğu hemen anlaşılıyordu . Bir sabah başımı oda kapısından uzatıp “günaydın “ dedim. Soluk bir yüzü vardı Aynur’un. Açık yeşil gözleri, çektiği bütün sıkıntılara rağmen hala sıcacık ve zekice bakışları.Hemen insanı sarıveriyordu..Saçları kısaydı.Göğüs hizasına kaldırdığı tepside yemeğe çalıştığı her şey boğazına takılıyordu. Bir türlü yutamıyordu. Sağ bacağını iki yastıkla yukarı kaldırmıştı. Belinden itibaren şişmişti bacağı. Kars’ın bir köyünden gelmişti Aynur. Hastalığı geç fark edilmişti. Eşi iş için gurbette çalışırken oda, 10 yaşındaki oğluyla umutla hayata dair planlar yaparken rahatsızlanır. Kimse anlayamaz, köye tesadüfen gelen kayınbiraderi durumunu iyi görmez ve hemen doktora getirir. Ama geç kalınmıştır. Neden geç kalınır. Zamanın da yetişsek olmaz mı bazı şeylere. Neden teğet geçeriz bazı şeylere. Ya zamanından önce, ya zamanından sonra. İnişler, çıkışlar ve yuvarlanıp gitmeler. . Böylece muhabbetlerimiz başlamış oldu. Eşi İsmail Bey de son derece hassas bir insandı. Tip olarak eşiyle benzer yönleri vardı. Oda kumral ve renkli gözlü idi. Çaresizce, ama sakin bir şekil de eşine elinden gelini yapıyordu. İçine sakladığı duygular, çoğu zaman yüzünden okunuyordu. Etrafta yiyecek olarak ne varsa onlardan ikram ederlerdi. İsmail Bey, doktorlar gelmeden yerinden fırlar etrafı düzeltir ve eşine temiz giysiler giydirir saçlarını tarardı. “Saçları çok uzundu “ dedi bir keresinde, “ sen bunu sağlığında göreceksin abla, belinden aşağı saçları vardı, hiç yorulmazdı” dedi. Aynur’un elleri ellerimde “yine olacak, inşallah” dedim. Umutsuzluk, sevgi ve birazda acıma duygusuyla baktı eşine. Ona “bu gün nasılsın” demenin dışında pek hastalıktan bahsetmemeye çalışırdık. Altı aydır hastanede olduklarını duyunca çok üzülmüştüm. Çoğu zaman uyuyamaz olmuştu. “Televizyon ister misin “ diye sordum çok memnun olmuştu. “Ama siz “ dedi. Babam çok ağır olduğu için biz hiç açmıyorduk zaten. Onun, odasına getirdim televizyonu. Kumandayı hiç elinden bırakmıyor eşine bile vermiyordu. Emanet, bir şey olur diye. Ama televizyonda doğru düzgün bir yeri çekmiyordu. Akşam muhabbetleri çoğalmıştı. Hastalar çoğaldıkça dertler de çoğalsa, dertleşecek insanda artıyordu .Babam hiç gözlerini açmadan yatıyordu. Uzun koridorun köşesini dönünce başka bir bölüm vardı. Doğum yapanlar. Ara sıra da oraya geçip ağlayan bebeklere bakıyordum. Babamdan doktorlar ümidi kesmişti. Ama kabullenmek, hiç de o kadar kolay olmuyordu. Bir akşam hemşireye Aynur’un ağrıları için yapılacak bir şey yok mu diye sorunca “hayır” cevabı karşısında donup kalmıştım. Hemşire yatan hastaların çoğunun durumunun ümitsiz olduğunu ve kendisinin de buna çok üzüldüğünü söyledi. Akşam olunca “ evde yemek yiyemiyorum, hep gözümün önüne hastalar geliyor” dedi. Öbür taraftan bebek sesleri geliyordu. Hayata yeni merhaba diyenler ve artık hayatı ucundan tutanlar. Ha ellerinden kaydı kayacak. Hemşirenin cevabından sonra uzun süre yerimden kıpırdayamadım. Hastaları düşündüm. Genç, yaşlı ya da çocuk hepsi ayrı bir yaşam. Babamın loş odasının kapısına gözüm kaydı. Genç bir hastaya bakıp “ biz, neyse de bunlar çok genç “ derken, gözleri nasıl dolup boğazına düğümlenmişti sözleri. Başımın döndüğünü kalbimin sanki yerinden çıkacakmış gibi çarptığını nefes alamadığımı hissettim. Bir köşeye sıkışmış gibi bunaldım üzerime bir ağırlık çökmüştü sanki. Sanki onlardan önce ben ölecektim. Yüzümü gözümü sildim. Nöbetçi hemşire, oğlunu yanında getirmişti. Çocuk tekerlekli sandalye ile oynuyordu. Onu oturtturdum bir aşağı bir yukarı gezdirdim O keyiflendikçe, ben de açıldım. Ertesi sabah Aynur’ un odasına gittiğimde , yine ellerini tuttum uzun uzun yüzüne baktım.Bacağına el değmiyor ağrıları gittikçe artıyordu.. Hafif çatlamış ellerine krem sürdüm. Aynı odada kalıp çıkan bir hasta yakınları, bir bluz getirmişti ona çok yakışmıştı. Beyaz, şile bezinden kollarında ve yakalarında dantelleri vardı. Mutluydu yine. Çoğu zaman o acı çekerken konuşmada zorlanıyordum. “Geçecek, hepsi geçecek” Ve biz hastaneden ayrıldık. Babamı kaybetmiştik. Onu sık sık aramaya çalışıyordum. Her seferinde yüreğim çarpıyordu. Ben babacığımı kaybettiğimizi söylemiyordum. “Artık dayanamıyorum” diyordu. Ve sonunda yeni yıl için aradığımda, eşi haberi verdi.”Aynur’u kaybettik. Oğlanı getirdim, annesini gördü.” Boğazıma dizildi, her şey. Biliyorduk ama gene zordu Bildiğini sandığın çoğu şeyi, ortasına düşmeden bilinemeyeceğini anladım. Ne demişler, doğru demişler. “Ateş düştüğü yeri yakar.”. Deniz kıyısına oturup uzun uzun düşünürüm bazen. Gemileri seyrederim, martıları. Selam veririm arkadaşlara, konuşuruz, gülüşürüz. Ama benim hala bir yarım o hastanede sanki. Ne zaman bana dönecek bilmiyorum. Aynur’u düşünürüm. “Keşke, buraları anlatsaydım ona”derim bazen. Kısacık bir zamanda kaybedilmiş, sıcacık bir insandı o.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Melika, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |